Türkiye’nin Libya Üzerindeki Etkisi

Türkiye’nin Libya stratejisi, bölgesel etki dengelerinde kararlı bir yeniden ayarlamayı temsil etmektedir. Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Afrika Birliği 2011 sonrasında Libya’ya önemli yatırımlar yapmış olsalar da, bu çabalar büyük ölçüde öngördükleri istikrarlı ve birleşik devleti inşa etmede başarısız olmuştur. Buna karşılık Ankara; askerî nüfuz, ekonomik dayanaklar ve diplomatik tanınma gibi alanlarda eşzamanlı ilerlemeler kaydederken, rakip gruplar ve dış güçlerle olan ilişkilerini de başarıyla yönetmiştir. Türkiye’nin mevcudiyeti artık siyasi sonuçları, denizcilik iddialarını ve bölgesel hizalanmaları şekillendirmekte.
Ekim 10, 2025
TRIPOLI, LIBYA - JANUARY 10: An old man holds flags of Turkey and Libya during a demonstration against eastern military commander Khalifa Haftar, who is based in the east of the country, and in support of the UN-recognised government of national accord (GNA) at Martyrs' Square in Tripoli on January 10, 2020. Hazem Turkia / Anadolu Agency
image_print

Savaş Alanından Yönetim Kurulu Odasına 

 

Son 14 yılda Türkiye’nin Libya’daki varlığı, dar kapsamlı bir askerî müdahaleden; güvenlik, ekonomi, arabuluculuk ve siyasi çıkarların iç içe geçtiği karmaşık ve çok katmanlı bir angajmana evrildi. Başlangıçta müttefik grupları korumak ve stratejik koridorları güvence altına almak amacıyla şekillenen Ankara’nın yaklaşımı, zamanla Libya genelinde enerji anlaşmalarını, altyapı sözleşmelerini ve yerel yönetişim üzerindeki doğrudan etkisini de kapsayacak şekilde genişledi — ve Libya’yı Türkiye’nin daha geniş bölgesel hedefleri için bir deneme sahasına dönüştürdü. Böylece Libya, Ankara’nın Doğu Akdeniz ve Afrika’daki emelleri için bir platform haline geldi. Bu duruş, Avrupa’nın politika seçeneklerini karmaşıklaştırıyor: Ankara artık göç, enerji ve silah sözleşmeleri alanlarında AB başkentlerinin karşılık vermekte zorlandığı bir etki gücü kullanıyor.

2011 yılına dönüldüğünde, Ankara’nın Kaddafi’yi devirmeye yönelik NATO öncülüğündeki kampanyadaki rolü tereddütlü ve temkinliydi; dönemin başbakanı Erdoğan, deniz kuvveti unsurlarını sağlamakla birlikte, yabancı müdahalenin tehlikelerine karşı da uyarıda bulunuyordu. Bu temkinli tutum, sadece birkaç ay önce Erdoğan’ın Trablus’a uçarak El-Kaddafi Uluslararası İnsan Hakları Ödülü’nü kabul etmesi, Türkiye’nin “her türlü adaletsizliğe karşı onurlu duruşunu” övmesi ve cömert bir nakit ödül alması dikkate alındığında daha da dikkat çekiciydi. Hatta Erdoğan, Kaddafi ile Libya–Türkiye ilişkileri üzerine görüşmelerde bulunmuştu — eleştirmenlerin bugün hayretle andığı samimi bir sahneydi bu. Ancak aradan sadece birkaç ay geçmişken, ödül sahibi düşman konumuna gelmişti: Erdoğan, Kaddafi’yi açıkça Libya’dan ayrılmaya çağırıyor, ona güvenli bir sürgün için “garantiler” sunuyor ve çok geçmeden kaderini tayin eden NATO hava harekâtına Türkiye’nin desteğini veriyordu. Ankara’nın bu denli hızlı — ve kendi çıkarını önceleyen pragmatik — yön değişimini bu kadar net ortaya koyan başka pek az örnek vardır: ödül alan birinden potansiyel cellada dönüşüm. Aradan geçen on dört yılın ardından Türkiye, isteksiz bir katılımcıdan, sahadaki belirleyici dış aktöre dönüşmüş durumda; Libya’yı bölgesel nüfuz için bir sıçrama tahtası olarak kullanıyor.

Türkiye’nin Libya’daki artan iddialılığı hızla diplomasi ve ödül törenlerinin ötesine geçti. 2019 yılına gelindiğinde Ankara, BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) desteklemek üzere asker, insansız hava aracı ve askerî danışmanlar konuşlandırmıştı. Görünürdeki amaç, Trablus’un bir başka potansiyel diktatörün — Ankara’nın bir zamanlar Kaddafi için kullandığı ifadelerle tanımladığı Halife Hafter’in — eline geçmesini engellemekti. Güvenlik müdahalesi olarak başlayan bu süreç, kısa sürede bir baskı aracına dönüştü: Türk şirketleri yeniden inşa, liman ve enerji alanlarında kazançlı sözleşmeler elde ederken, askerî konuşlanmalar Ankara’nın sınırlarının çok ötesine güç projekte edebileceğini gösterdi. Daha da dikkat çekici olanı, Türkiye’nin Hafter kanadıyla kurduğu pragmatik ilişkidir: Yıllarca kötü adam olarak lanse edilen Hafter’in iç çevresi, yeniden inşa sözleşmeleri ve güvenlik işbirliği görüşmeleri yapmak üzere oğulları ve üst düzey yetkilileriyle birlikte Ankara’ya davet edilerek yavaş yavaş kazanıldı. Bir tarafa silahlı destek verirken diğer tarafla ilişkiler kurmayı içeren bu ikili strateji, Türkiye’nin önceki ahlaki veya siyasi hizalanmalarından bağımsız olarak riskleri dengeleme, nüfuz kazanma ve kazancı maksimize etme isteğini göstermektedir. Özellikle, Halife Hafter’in bizzat kendisi yıl sonundan önce herhangi bir zamanda Ankara’ya inebilir ki bu da ilişkilerdeki yumuşamayı daha da pekiştirir ve Ankara’nın Libya liderliğine yönelik yaklaşımındaki dönüşümü vurgular.

Türkiye’nin Libya’daki derinleşen varlığı, yalnızca bir askerî mevcudiyet meselesi değil; aynı zamanda jeopolitik ve ekonomik ayak izinin stratejik olarak genişletilmesidir. Haziran 2025’te, Libya Ulusal Petrol Kurumu (NOC) ile Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Libya karasularında açık deniz petrol ve gaz arama faaliyetlerine ilişkin bir Mutabakat Anlaşması (MoU) imzaladı. Bu anlaşma, çıkar çatışmalarıyla dolu Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarını güvence altına alma ve halihazırda yürürlükte olan enerji çeşitlendirme politikasına katkı sağlama yönündeki Türkiye’nin niyetini pekiştirmektedir. Ancak Türkiye’nin şu anda Hafter kanadından öncelikli beklentisi, denizcilik anlaşmasının onun müttefiki olan doğu merkezli parlamento tarafından onaylanmasıdır. Bu adım yalnızca anlaşmayı meşrulaştırmakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki stratejik konumunu da sağlamlaştıracaktır.

Türkiye’nin Libya stratejisi, ittifak inşasını stratejik kaldıraç etkisiyle birleştirmektedir. Ankara, Trablus’taki Ulusal Birlik Hükümeti’ni (UBH) destekleyerek güçlü bir yerel müttefik elde etmiş; aynı zamanda bu hükümetin meşruiyetini, Yunanistan’la deniz sınırları konusunda yaşadığı anlaşmazlıklardaki iddialarını güçlendirmek için kullanmıştır. Libya–Türkiye Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) iddialarını resmileştiren 2020 tarihli denizcilik anlaşması, Ankara’ya Doğu Akdeniz’de daha önce hiç sahip olmadığı bir meşruiyet düzeyi kazandırmıştır: Libya’nın uzun Akdeniz kıyı şeridi ve stratejik konumu, bölgesel denizcilik meselelerinde ona orantısız bir ağırlık kazandırırken; BM tarafından tanınan UBH ile yapılan bu anlaşma, Türkiye’nin tek başına elde edemeyeceği bir tür fiilî tanıma sağlamaktadır. Askerî desteğin ötesinde, Türkiye’nin müdahalesi; yeniden inşa sözleşmeleri, limanlar ve enerji projeleri üzerinde etkili olmasına olanak tanımakta ve Libya’daki mevcudiyetini çok amaçlı bir araca dönüştürmektedir: bir harekât üssü, diplomatik bir kaldıraç ve ekonomik bir dayanak noktası. Özellikle dikkat çekici olan ise, Türkiye’nin artık çatışan taraflarca dahi güvenilir bir aktör olarak görülmesidir: UBH ile Radaa, Trablus’ta çatışmaları önlemeyi amaçlayan yakın tarihli bir anlaşmada Türkiye’nin garantör rolünü kabul etmiştir. Aynı zamanda Ankara, Moskova ile çalışma ilişkilerini sürdürmekte; Rusya ile olan ilişkilerini dikkatle yönetirken, Libya’daki gruplar üzerinde nüfuz sağlama yarışını da sürdürmektedir. Bu şekilde Türkiye, Libya’yı hem bölgesel nüfuz için bir platforma hem de denizcilik hedeflerine yönelik tehditlere karşı bir kalkana dönüştürmüştür. Türkiye’nin Libya’daki çok yönlü etkisi — garantör, askerî aktör ve ekonomik ortak olarak — ikili anlaşmaların ötesine geçmekte ve Ankara’yı, ülkeyi istikrara kavuşturmayı amaçlayan BM Libya Destek Misyonu’nun (UNSMIL) son çabaları da dâhil olmak üzere, her türlü dış yol haritasında iş birliği yaşamsal önem taşıyan kilit bir hakem konumuna getirmektedir.

Ankara’nın kilit bir hakem konumuna yerleşmiş olması, BM Libya Destek Misyonu’nun (UNSMIL) son yol haritasının başarısının kısmen Türkiye’nin iş birliğine bağlı olacağı anlamına geliyor. Türkiye’nin askerî varlığı, ekonomik etkisi ve diplomatik rolü; Trablus ile doğudaki otoriteler arasında anlaşmaların yapılmasını kolaylaştırmasına veya, çıkarların ayrışması hâlinde, bu anlaşmaların uygulanmasını yavaşlatmasına imkân tanımaktadır. Avrupa başkentleri açısından Türkiye’nin Libya stratejisi, dış etkinin sınırlarını gözler önüne seriyor: AB politikası, aynı anda hem UBH’yi destekleyebilen, hem Hafter kanadına karşı riskten korunma stratejisi güdebilen, hem de Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanı iddiasında bulunabilen bir devleti hesaba katmak zorundadır. Libyalılar için ise dış etkinin konsolidasyonu, halkın dış aktörlere yönelik hissiyatından bağımsız olarak, ulusal egemenliğin kırılganlığını ve 2011 sonrası iktidar mücadelelerinin süregiden önemini vurgulamaktadır. Libya, artık salt bir iç çatışma sahası olmanın ötesine geçmiştir: bölgesel hırsların merkezi, nüfuzun yansıtıldığı bir platform ve dış aktörlerce oluşturulan yol haritalarının pratikte hayata geçirilebilme kapasitesinin bir turnusol testidir.

Tüm bu unsurlar bir arada değerlendirildiğinde, Türkiye’nin Libya stratejisi, bölgesel etki dengelerinde kararlı bir yeniden ayarlamayı temsil etmektedir. Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Afrika Birliği 2011 sonrasında Libya’ya önemli yatırımlar yapmış olsalar da, bu çabalar büyük ölçüde öngördükleri istikrarlı ve birleşik devleti inşa etmede başarısız olmuştur. Buna karşılık Ankara; askerî nüfuz, ekonomik dayanaklar ve diplomatik tanınma gibi alanlarda eşzamanlı ilerlemeler kaydederken, rakip gruplar ve dış güçlerle olan ilişkilerini de başarıyla yönetmiştir. Türkiye’nin mevcudiyeti artık siyasi sonuçları, denizcilik iddialarını ve bölgesel hizalanmaları şekillendirmekte; böylece stratejik açıdan çevik bir aktörün, daha büyük ve temkinli oyuncuları nasıl geride bırakabileceğini göstermektedir. Libya artık sadece bir iç mesele değil; bölgesel hırsların ekseni, nüfuzun yansıtıldığı bir platform ve dış müdahalelerin hedefledikleri sonuçlara ulaşıp ulaşamayacağının bir testi hâline gelmiştir.

Kaynak: https://www.middleeastmonitor.com/20251002-from-battlefield-to-boardroom-turkeys-grip-on-libya/