Çok Kutupluluk Çağında Saray Filozofları

Olavo de Carvalho ve Aleksandr Dugin’in, Platon’un filozof-kralının varisleri olmaları pek olası değil. Ancak teknokrasinin ve diplomaların yüceltildiği bir yüzyılda onların yükselişi bize sarsıcı bir şey anlatıyor: etki, derecelerle inşa edilen bir liyakat sistemi değil; tutku, kehanet ve polemik için bir pazardır.
Ekim 2, 2025
image_print

Olavo de Carvalho ve Aleksandr Dugin, liberalizme zıt köşelerden saldırıyorlar.

Doktora dereceleri, düşünce kuruluşu bağlantıları, akademik liyakatin alfabe çorbası—kısacası her türlü unvanın fetişleştirildiği bir çağda, yirmi birinci yüzyılın başlarında en etkili iki siyaset filozofunun bunların hiçbirine sahip olmadan bu konuma ulaşmış olması dikkat çekicidir. Ne Virginia’ya yerleşen Brezilyalı otodidakt Olavo de Carvalho ne de jeopolitiğin Rus mistiği Aleksandr Dugin, etkilerini akademik akran değerlendirmesi yoluyla edinmiştir. Bunun yerine, her ikisi de üniversite profesörlerinden çok sarayda peygamber gibi davranarak başkanların ve siyasi hareketlerin hayal gücüne sızmayı başarmışlardır.

Bu kişiler, politik fikirlerin—ne kadar barok ya da marjinal görünürse görünsün—blog yazılarından ya da kendi kendine yayımladıkları kitaplardan çıkıp başkanlık sarayına ulaşabileceğini ve bu süreçte tüm ulusların yeniden şekillendirilmesine yol açabileceğini hatırlatan türden figürlerdir. Bir noktada kesişip ardından keskin biçimde ayrılan hikâyeleri, “Batı sonrası” dünyanın mantrası olan çok kutupluluğun bir ideolojiden çok, ortak bir projede uzlaştırılamayan enerjiler için bir mazeret, bir geçici tutanak haline geldiğini ortaya koyuyor.

İktidara yakınlıkları akademik bir mesele değildi: Kendi aileleri de dahil olmak üzere canlara mal olan trajedilere yol açtı.

Virginia Peygamberi

Sürgünde yaşayan bir peygamber hayal edin—Atina’da ya da Kudüs’te değil, Richmond, Virginia’da oturuyor, zincirleme sigara içiyor ve Brezilya’daki yatak odalarına canlı yayın yapıyor. İşte o, gazetecilik ve astrolojiyle hayata başlayan, herhangi bir diplomaya sahip olmadan felsefeyle ilgilenen ve sonunda Brezilya’nın popülist sağının entelektüel manevi lideri haline gelen Olavo de Carvalho’ydu.

YouTube derslerinin, blog yazılarının ve polemik kitapların sağanağıyla Carvalho, amansız bir kültürel mücadeleye dayanan bir dünya görüşünü pazarladı. Soğuk Savaş’ın asla sona ermediğini, komünizmin yalnızca kılık değiştirdiğini ısrarla savundu. “Kültürel Marksizm” onun nakaratıydı; akademik feminizmden halk sağlığı kampanyalarına kadar her şeyi açıklayan, her şeyi kapsayan bir kavram. Retorik yeteneği, argümanların inceliğinde değil, kınamanın hararetindeydi. Sanki görmezden gelinmeyecek kadar büyük, saklanamayacak kadar tehlikeli bir komploya rastlamış bir adam gibi konuşuyordu.

2010’lara gelindiğinde, kitapları Jair Bolsonaro da dahil olmak üzere Brezilyalı siyasetçilerin komodinlerinde yerini almıştı. Carvalho hiçbir zaman kamu görevi üstlenmedi ama Bolsonaro’nun söylemlerinde onun parmak izi her yerdeydi. Brasília’daki komplo teorilerine dayalı küreselleşme karşıtlığı için entelektüel bir izin belgesi sundu. Bolsonaro hareketinin Carvalho’yu bir rehber olarak görmesi ve Carvalho’nun çevrim içi okulunun yeni sağın kanaat önderlerini yetiştirmesi tesadüf değildi.

Carvalho’nun çok kutupluluk vizyonu araçsaldı. Brezilya’yı Batı’nın bir parçası olarak görüyordu—Hristiyan, anti-komünist, Amerika Birleşik Devletleri ile aynı çizgide. Onun asıl meselesi tek kutuplulukla değil, elitlerin küresel yönetişimi hayalidir. Carvalho’nun kullandığı anlamda çok kutupluluk bir felsefe değil, retorik bir sopa idi: Ulus-üstü kurumlara ve solcu enternasyonalizme hayır demenin bir yolu, tutarlı bir jeopolitik alternatif sunmayı gerektirmeyen bir yöntem.

Ama retoriğin sonuçları olur. COVID-19 pandemisi patlak verdiğinde, Carvalho maske ve aşıları alaya aldı; krizi, halkları köleleştirmek için tasarlanmış bir aldatmaca olarak niteledi. Hükûmetteki takipçileri bunu not etti ve Bolsonaro, salgın inkârcılığını bir devlet politikası haline getirdi. Carvalho’nun kendisi de COVID’e yakalandı ve Ocak 2022’de hayatını kaybetti. Ailesi ölüm nedeninin virüs olduğunu belirtirken, doktoru amfizem, zatürre ve diğer faktörleri işaret etti. Bu sembolizm acımasız biçimde yerindeydi: İnkâr ettiği veba tarafından öldürülen bir peygamber.

Jeopolitik Mistik

Carvalho banliyölerden yayın yapan huysuz bir komşuysa, Aleksandr Dugin daima bir mistik rolünü oynamıştır. Sakallı, cüppeli, karlı manzaralarda poz veren bu figür, tarihle doğrudan temas hâlinde bir adam havasını bilinçli biçimde yaratmıştır. Etkilendiği isimler ezoterikti: René Guénon, Julius Evola, Martin Heidegger. Rusya’daki ilk şöhretini muhalif bir okültist olarak kazandı; sonrasında ise medeniyet kaderinin siyasi kuramcısı olarak öne çıktı.

Dugin’in düşüncesinin merkezinde “Dördüncü Siyasi Teori” yer alır. Ona göre liberalizm, komünizm ve faşizm tükenmiştir. Görev, gelenekçiliğe, maneviyata ve kültürel çoğulculuğa dayalı yeni bir ideoloji inşa etmektir. Rusya için bu, “Atlantikçi” Batı’yı reddetmek ve Dublin’den Vladivostok’a uzanan bir Avrasya medeniyet bloğuna öncülük etmek anlamına gelir. Dugin’in anlatımında çok kutupluluk bir diplomatik düzenleme değil, metafizik bir yasadır. Şubat 2024’te düzenlenen Çok Kutupluluk Forumu’nda şöyle demiştir: “Çok kutuplu dünya öncelikle bir felsefedir. Batı, tüm insanlığı temsil etmez…”

Dugin’in Kremlin’le ilişkisi karmaşıktır. Vladimir Putin üzerindeki doğrudan etkisini tartışmak asıl meseleyi ıskalamaktır—çünkü Dugin’in çalışmaları, Putin iktidara gelmeden yıllar önce Rusya genelinde kurumsallaşmıştı. Onun fikirleri 1990’lardan bu yana Rus siyasetinin ideolojik atmosferinde yankı bulmuş, konuşmalarda ve stratejik belgelerde görünür hâle gelmiştir. Carvalho nasıl ki siyasi bir kundakçı olarak retorik yangın bombaları atıyorsa, Dugin de bir o kadar tütsü gibidir: yaygın, sembolik, ama sarhoş edici.

Şöhret ve nüfuz Dugin’e kişisel kayıplar da getirmiştir. Ağustos 2022’de, savaş yanlısı bir yorumcu olan kızı Darya Dugina, Moskova dışında gerçekleşen bir araba patlamasında hayatını kaybetti. Rus yetkililer olaydan Ukraynalı ajanları sorumlu tuttu; Kiev ise ilgisi olduğunu reddetti ve hakikat hâlâ tartışmalıdır. Kızının cenazesinde yas tutan filozofun görüntüsü, onun ideolojik savaş alanının mecazi olmadığını hatırlatan ürpertici bir işaretti.

Başarısız Bir Tartışma

Carvalho ve Dugin’i doğal müttefikler olarak hayal etmek oldukça cazip—her ikisi de anti-liberal birer peygamber, her ikisi de kozmopolit elitlerin baş belası. 2011 yılında “ABD ve Yeni Dünya Düzeni” başlıklı yazılı bir tartışma bile gerçekleştirdiler. Dugin açısından bu karşılaşma, Batı’ya muhalefet temelinde birleşen ulusötesi muhafazakâr entelektüellerden oluşan bir ittifakı örgütleme çabasının parçasıydı. Ancak Carvalho için bu konuşma, kesin ve belirgin bir kırmızı çizgi çekme fırsatıydı.

Carvalho, Avrasyacılığı bir Truva atı olarak mahkûm etti. Ona göre Rusya, Hristiyanlığın ya da geleneğin kurtarıcısı olamazdı; çünkü kendisi bizzat otoriterliğin ve sahte mistisizmin esiri idi. Dugin’i bir müttefik değil, sahte vahiyler satan rakip bir peygamber olarak görüyordu. Dugin ise karşılık olarak Carvalho’yu, felsefe kisvesi altında Washington’un hegemonyasının taşra temsilcisi—ABD etkisinin yerel bir aracısı—olarak görmezden geldi.

Bu başarısız diyalogdan çıkan sonuç, çok kutupluluğun taban tabana zıt vizyonları içinde barındırabileceği, ancak en azından şu ana dek bunları uzlaştıramadığıdır. Çok kutupluluk, genellikle başka bir şeye—çoğunlukla “liberal düzene”—karşı muhalefet üzerinden birleşir. Fakat olumlu vizyonlar gereklilik hâlini aldığında, ittifak çöker.

Sarayda Felsefe

Her iki figür de, filozoflar ya da onlara benzeyen kişiler iktidarın çevresinde dolandığında neler olabileceğini gözler önüne seriyor. Onlar, metafizik kaygıları siyasi sloganlara çeviren kültürel aracılardı. Akademik anlamda sistem kurucuları değillerdi; toplumsal enerjilerin, kendi toplumlarının zaten içinde barındırdığı korkulara biçim veren seslerin indeksleyicileriydi.

Carvalho’nun örneğinde tehlike epistemikti: gerçekliği yeterince uzun süre inkâr ederseniz, gerçeklik size geri döner. Dugin’in örneğinde ise tehlike varoluşsaldı: savaşı ve medeniyetler arası mücadeleyi yüceltirseniz, şiddet kapınızı çalabilir. Onların iktidara yakınlığı, silah haline getirildiğinde felsefenin ne kadar sıradanlaşabileceğini ortaya koyuyor. Bir zamanlar eksantrik broşürlere hapsolmuş fikirler, başkanlık kampanyalarının sloganlarına, parlamentolarda dile getirilen konuşma notlarına ve nihayetinde hayatları riske atmanın gerekçelerine dönüştü. Saraydaki filozof bir süs değil, bir tehlikedir; fikirlerin ne kadar tuhaf olursa olsun öldürebileceğini hatırlatır.

Olavo de Carvalho ve Aleksandr Dugin’in, Platon’un filozof-kralının varisleri olmaları pek olası değil. Ancak teknokrasinin ve diplomaların yüceltildiği bir yüzyılda onların yükselişi bize sarsıcı bir şey anlatıyor: etki, derecelerle inşa edilen bir liyakat sistemi değil; tutku, kehanet ve polemik için bir pazardır.

Her ikisi de çok kutupluluğun peygamberleridir. Her ikisi de liberal düzeni reddetmiştir. Ancak hikâyeleri ortak bir anlatıya dönüşmeyi reddediyor. Carvalho, Brezilya’nın Batı’yı savunmasını istiyordu; Dugin ise Rusya’nın Batı’yı toprağa gömmesini istiyor. Carvalho, inkâr ettiği salgın sonrası öldü; Dugin ise kutladığı savaşın yan hasarı olarak kızını toprağa verdi.

Her ikisi de fikirlerin kitaplarda kalmadığını bize sert biçimde hatırlatıyor. Fikirler göç eder, uyum sağlar ve bazen patlar. Ve filozoflar kütüphaneden çıkıp saraya girdiğinde, sözleri artık yalnızca teori değildir: tarihle girilen bir bahistir.

  • Byron Byrne-Taylor, Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi’nde İngilizce ve Çeviri öğretim görevlisidir.

Kaynak: https://fpif.org/court-philosophers-in-the-age-of-multipolarism/

 

SOSYAL MEDYA