Toplumsal Elitler Ne Zaman Ortaya Çıktı?

İlginçtir ki, elit sistemlerin ilk kez ortaya çıktığı topraklar, aynı zamanda erken dönem cumhuriyet benzeri kurumlara da ev sahipliği yapmıştır. Sümer ve çevresindeki şehir devletlerinde, yaşlılar ya da vatandaş meclisleri yöneticilerle birlikte yetkiyi paylaşmış, bu yöneticiler sivil kurumlarca da denetlenmiştir. 14. yüzyılın ortalarına ait Mısır kayıtları, Fenike şehirlerinin hükümdarlar yerine vatandaşları temsil etmek üzere delegeler gönderdiğini ve “Arwadlılar” ile “Irqata’lı yaşlılar”ın ittifak çağrısı ile yardım taleplerini bildirdiklerini anlatmaktadır.
Eylül 24, 2025
image_print

Geç Taş Devri genellikle sosyal olarak tabakalaşmış toplumlarla ilişkilendirilmez, ancak arkeolog Mehmet Özdoğan, insanların tarıma başladığı dönemde sosyal ve siyasi elitlerin zaten toplulukları şekillendirmekte olduğunu öne sürmektedir.

Hükümet ve sosyal yapıların çeşitliliğine rağmen, bugün her ülke, ulusal elitlerin elinde yoğunlaşmış ve hesap vermeyen iktidarla bağlantılı sosyal ve siyasi gerilimlerle karşı karşıyadır. Modern sosyolojik elit kavramı, 20. yüzyılın başlarında Vilfredo Pareto tarafından ortaya atılmıştır. Pareto, her toplumun karar alma süreçlerini yönlendiren bir azınlık ürettiğini savunmuştur. Diğer sosyologlar, elit teorisini daha da geliştirerek, bu olgunun örgütlerde, şirketlerde ve kurumlarda düzenli olarak gözlemlendiğini belirtmişlerdir.

Robert Michels’in “oligarşinin demir kanunu”, 20. yüzyıldaki kitlesel sosyalist örgütlerin bile iktidarın merkezileşmesiyle kaçınılmaz olarak elitist hâle geldiğini öne sürer. Bu durum, modern popülist hareketlerde de gözlemlenebilir; bu hareketlerde liderler, yerleşik elitlere saldırırken, kendi elit statülerini pekiştirip gizlemektedir.

“Elit” kelimesi, “seçilmişler” anlamına gelen Fransızca élite kelimesinden gelir; bu kelime de “seçmek” anlamına gelen Latince eligere fiilinden türetilmiştir. Kelimenin birçok farklı çağrışımı vardır, ancak her biri, belirli bir toplumda diğerlerinden üstün kabul edilen bir insan grubunu ima eder. Modern sosyolojik elit kavramı son yüzyılda gelişmiş olsa da, kökleşmiş bir elitin varlığı ne kadar eskiye gitmektedir ve onları ortaya çıkaran koşullar nelerdir?

Arkeolog Mehmet Özdoğan, elitlere dair tarihsel kayıtların, MÖ 10.500 ile 7300 yılları arasında Fırat ve Dicle nehirlerinin yukarı havzalarında bulunan en eski tarım topluluklarına kadar uzandığını savunmaktadır. Bu bağlamda Neolitik dönem, yalnızca tarımın başlangıcını değil, aynı zamanda insan toplumunda elitlerin yükselişini de işaret etmektedir. Bu elit toplulukların nasıl oluştuğunu ve kendilerini nasıl sürdürebildiklerini anlamak, bugün bizi yöneten ekonomik ve kültürel sistemler için bir bağlam sağlar.

Eşitsizliğin Yaratılması

20.yüzyılın başlarında arkeolog Vere Gordon Childe, bitki yetiştiriciliği ve hayvan evcilleştirilmesini, göçebe grupların köylere yerleşmesine neden olan Neolitik Devrim’in temel itici güçleri olarak tanımlamıştır. Hareketli avcı-toplayıcılar çok az eşya taşırdı, ancak kalıcı yerleşim birikim yapmayı mümkün kıldı. Tarım, ödünç verilebilen, yeniden dağıtılabilen ve iktidarı pekiştirmek ile bağımlılığı artırmak için kullanılabilen depolanabilir fazlalıklar üretti. Öküzlerle çekilen sabanlar ve diğer teknolojiler ise üretimi daha da artırarak bazı insanların geçimlik işlerden kurtulmasını sağladı ve onları yönetmek üzere bir işçi sınıfı ile bir üst sınıf yarattı.

Ancak 20. yüzyıl boyunca artan kanıtlar, insanların çoğu zaman önce yerleşik hayata geçtiklerini ve ancak daha sonra tarımı geliştirdiklerini, bu geçişin binlerce yıl boyunca yavaş ve dengesiz bir şekilde gerçekleştiğini ortaya koymuştur.

Benzer şekilde, elitler de bir gecede oluşmadı. Fırat ve Dicle nehirlerinin yukarısına uzak olmayan Çatalhöyük gibi görece eşitlikçi, yerleşik topluluklar, MÖ 7400 ile 5600 yılları arasında köklü hiyerarşiler olmadan gelişmiştir. Türk Müzeleri internet sitesinde şöyle denilmektedir: “Atalarımız tarafından 9000 yıl önce kurulan bu şehirde, evler arka arkaya inşa edilmiş ve aralarında sokak bulunmamaktaydı. … Çatalhöyük’teki bu benzersiz yerleşim düzeninin, Neolitik dönemde insanlar arasındaki eşitlik idealini yansıttığına inanılmaktadır. Yapılarda hiyerarşiye işaret eden hiçbir tasarım bulunmamaktadır.”

Bu arada, güney Levant bölgesindeki Natufiyenler arasında ayrıntılı mezar uygulamaları, Göbekli Tepe’de ise anıtsal alanlar ve iş bölümünün varlığı, eşitsizliğe dair erken işaretler olarak belirmiştir; ancak uzun vadeli, kökleşmiş elitlerin varlığına ilişkin somut kanıtlar mevcut değildir.

Mehmet Özdoğan’a göre, sistematik elitizm MÖ 10.500’den itibaren Fırat ve Dicle nehirlerinin yukarı bölgesinde kök salmaya başlamıştır. Bu döneme ait arkeolojik kanıtlar, belirli ailelere ait daha büyük evlerin yanı sıra daha süslü mezarlar, prestijli mallara erişim ve terrazzo zeminler yapmak için kireç gibi kaynakların kullanımını ortaya koymuştur. Arazi mülkiyeti ve ayrılmış konutlara benzeyen unsurlar da benzer şekilde belgelenmiştir.

Özdoğan’ın Human Societies Facing Climate Change (İklim Değişikliğiyle Karşı Karşıya Olan İnsan Toplulukları) adlı kitapta yazdığı bir bölüme göre, Fırat ve Dicle nehirlerinin yukarı kesimlerinde yer alan çömlek öncesi Neolitik yerleşim yerleri, “mütevazı bir topluluğa ait olamayacak kadar ayrıntılı, büyük çeşitlilikte, yüksek düzeyde zanaatkârlık ve olağanüstü incelikte sanatsal dokunuşlar sergileyen çok sayıda nesne” ortaya çıkarmıştır. “… yalnızca yetenekli zanaatkârların değil, aynı zamanda sanatsal yeteneklere sahip kişilerin de dikkatli bir seçim sürecinden geçtiği, elit bir rekabetin var olduğu açıkça görülmektedir.”

Bu statü nesneleri aracılığıyla, elitlerin tercihleri kültürel normları ve zevkleri şekillendirmeye başladı; bu, daha sonraki sosyologların diğer üst statü gruplarında da gözlemledikleri bir örüntüydü. Elitler, belirli tarzların, becerilerin ya da nesnelerin önemine dair kolektif inançları teşvik ederek ayrıcalıklı konumlarını pekiştirdiler ve toplumun neyi değerli kabul ettiğini tanımladılar.

Maddi zenginliğin ötesinde, erken dönem toplumlarında eşitsizlik din ve ritüel yoluyla da pekiştiriliyor gibi görünmektedir. Göçebe ya da yerleşik eşitlikçi gruplar arasında bile ortak tören uygulamaları mevcuttu, ancak bunlar genellikle yönetici bir sınıf tarafından tekelleştirilmiş değildi. Oysa Fırat ve Dicle nehirlerinin yukarı havzalarında, Özdoğan’ın belirttiğine göre, “ruhani liderlerin baskın yönetimi olduğuna dair kanıtlar artmaktadır.” Ritüeli ve ideolojiyi kontrol ederek bu elitler kendilerini manevi dünya ile aracı olarak konumlandırmış, törenler, kutsal mekânlar ve semboller üzerinde otorite kazanmışlardır. Ziyafetler, hasat kutlamaları ve cenaze törenleri, ilahi onay yoluyla iktidarı meşrulaştırmanın araçları hâline gelmiştir.

Manevî ve kültürel hiyerarşiler yaratmak, elit statüsünü meşrulaştırmıştır ve modern sosyoloji kuramı bu olguyu daha da genişletmiştir. Max Weber, sınıfı kaynaklara, iktidarı kurallara ve statüyü tanınmaya dayalı olarak ayırt eder; statünün ele geçirilemeyeceğini ve başkalarının tanımasına dayandığını belirterek, bu durumun eşitlikçi toplumlarda bile elit konumların sağlamlaştırılmasına yardımcı olduğunu ifade eder. Sosyolog Pierre Bourdieu ise, takdir gören zevklerin, becerilerin ve bilginin, elit otoritesini nasıl pekiştirdiğini vurgulamaktadır.

Sosyal Elitlerin Kökeni

Fırat ve Dicle nehirlerinin yukarı havzalarında, ilk elitler kral ya da bürokrat değil; kaynakları, kültürel zevkleri ve ritüelleri kontrol eden kimselerdi. Zenginlik ve mallar onlara nüfuz sağladı, ancak meşruiyet aynı zamanda kültürel hiyerarşilerden geldi. Bu erken toplumlarda, kültürel olarak onaylanmış tercihler ve dinsel ritüeller, maddi zenginliği tamamlayarak elit gücünü sosyal meşruiyet yoluyla sağlamlaştırdı.

Bazı topluluklar, eski hiyerarşilerden kurtulmak için ayrılarak bu yapılardan bağımsız yeni yerleşim yerleri kurmuş olsa da, zamanla yeni elit yapıları oluşmuş ve başka bölgelere yayılmıştır. Antropolog Cathy Costin, MÖ 7600 ile 7100 yılları arasında Irak’taki Bestansur kentinde, muhtemelen elitlere hizmet eden zanaat uzmanlaşmasına işaret etmektedir. Günümüz Ürdün’ünde Teleilat Ghassul’da bulunan ve yaklaşık MÖ 4500 tarihli boyalı bir parça, ayak tabureleri üzerinde iki çift ayağı göstermektedir; bunlardan biri özenle işlenmiş sandalet giymekteyken, diğer figürler ayakta durur şekilde görünmektedir. Arts dergisine göre, “Bu parçalı sahne, arkeolojik açıdan sosyal hiyerarşinin kanıtı olması nedeniyle oldukça önemlidir” ve “kült ritüelinde ilahi bir çifte ya da bir rahip ve rahibeye saygı sunan ibadet edenleri” betimliyor olabilir. En Gedi, Nahal Mishmar ve Ghassul’da bulunan benzer buluntular, rahiplik veya ritüel uzmanlarının otoriteyi pekiştirdiğini göstermektedir.

Öte yandan, Tayland’da MÖ 3600’e tarihlenen ayrıntılı mezarlar ve süs eşyaları da benzer sosyal hiyerarşileri ortaya koymaktadır. Aynı dönemde Avrupa’da artan silah üretimi, elitlerin iktidarlarını pekiştirdiğini ve yönetim sistemleri kıta geneline yayılırken biriktirdikleri serveti koruduklarını göstermektedir.

Kaynaklar tükendikçe ve gruplar genişledikçe, çatışmalar ve fetihler elit sistemleri daha da yaygınlaştırdı ve çoğu zaman beraberinde yeni bir alt sınıf getirdi. Bu model, MÖ 4000 ile 3500 yılları arasında ortaya çıkan Sümer’deki ilk medeniyetin temelini oluşturdu; burada teokrasi, topluma bir yapı kazandırmış ve elit egemenliğini desteklemiştir.

Gaetano Mosca, bu meşrulaştırıcı anlatıları daha sonra “siyasal formüller” olarak adlandırmıştır; örneğin, Orta Çağ Avrupa’sındaki “Varlıkların Büyük Zinciri” (Great Chain of Being), kraliyet gücünü sağlamlaştıran bir yapıdır. Aristokratik toplumlarda hiyerarşi doğal kabul edilirken, demokratik toplumlarda elitler bu hiyerarşiyi eğitim, kültür veya bilim yoluyla sürekli olarak yeniden teyit ederler. 19. ve 20. yüzyıllarda IQ testleri gibi araçlar, zeka hiyerarşisini pekiştirmiş ve ABD’de akademik elitleri ile sosyal sınıfları kökleştirmiştir.

Günümüzde elitler, iktidarlarını korumak için hâlâ örgütlenmeye ve onaylanmaya dayanmaktadır; genellikle elit olmayan kesimlerden gelen muhalefet daha az koordinelidir. Bu örgütlenme, özellikle elit gruplar toplumdan yalnızca rant elde etmek yerine birbiriyle rekabet ettiğinde, kamu yararına yenilikler doğurabilir. Tarih aynı zamanda, Roma pleblerinin grevlerinden modern kitlesel grevlere kadar halk baskısının, elitlerin yapılarını korusa bile nüfuzlarından taviz vermelerine neden olabileceğini göstermektedir. Elit dolaşımı ya da yöneticilerin değiştirilebileceğine dair bilinç, uzun süredir egemenliğe karşı bir denge unsuru olmuştur.

İlginçtir ki, elit sistemlerin ilk kez ortaya çıktığı topraklar, aynı zamanda erken dönem cumhuriyet benzeri kurumlara da ev sahipliği yapmıştır. Sümer ve çevresindeki şehir devletlerinde, yaşlılar ya da vatandaş meclisleri yöneticilerle birlikte yetkiyi paylaşmış, bu yöneticiler sivil kurumlarca da denetlenmiştir. 14. yüzyılın ortalarına ait Mısır kayıtları, Fenike şehirlerinin hükümdarlar yerine vatandaşları temsil etmek üzere delegeler gönderdiğini ve “Arwadlılar” ile “Irqata’lı yaşlılar”ın ittifak çağrısı ile yardım taleplerini bildirdiklerini anlatmaktadır.

Dolayısıyla, elit egemenliğine karşı direnişin kökenleri oldukça eskidir; hiyerarşik yönetimle birlikte cumhuriyetçi ve kolektif yönetim biçimleri de gelişmiştir. Reform ya da yönetici değişimi başarısız olduğunda, kısa sürede kendileri de elitist hâle gelebilen diktatörler veya popülist hareketler, elit olmayanlar için yeni zorluklar yaratmaktadır. Modern kurumsal elitizmle birleştiğinde, siyasi ve sosyal elitlerin iktidarlarını nasıl sürdürdüklerini ve meşrulaştırdıklarını anlamak, onların yalnızca kendi konumlarını sağlamlaştırmak yerine daha geniş kamu yararına hareket etmelerini teşvik etmenin yollarını bulmak açısından önemli bir derstir.

Kaynak: https://observatory.wiki/When_Did_Societal_Elites_Emerge%3F