Orta Kuvvetler (Medium Forces) üzerine yürütülen tartışma, Almanya’nın savunma tartışmasındaki hem ilerlemelere hem de karşılaşılan zorluklara örnek olarak değerlendirilebilir.
2022 yılında Rusya’nın Ukrayna’yı tam kapsamlı işgali sonrasında, Alman Silahlı Kuvvetleri Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana benzeri görülmemiş bir yeniden silahlanma programından geçmektedir. Savunma harcamalarının 2029 yılına kadar 152,8 milyar avroya (yaklaşık 180 milyar Amerikan doları) yükselmesi ve böylece NATO’nun GSYİH’nin yüzde 3,5’i oranındaki kotasının karşılanması öngörülmektedir. Bu yazının kaleme alındığı tarihte, planlar arasında 35 adet F-35A Lightning II, 20 adet ek Eurofighter, 1.000 adet yeni Leopard 2 ana muharebe tankı, 3.000 adet GTK Boxer zırhlı muharebe aracı, 3.500 adet Patria 6×6 zırhlı personel taşıyıcı, 2.000 kilometrenin üzerinde menzile sahip hassas silahlar ve silahlı insansız hava araçları yer almaktadır. Hedef, Avrupa’nın en güçlü konvansiyonel silahlı kuvveti hâline gelmektir. Ancak belirleyici unsur, Almanya’nın anlamlı bir stratejik tartışmaya olanak tanıyacak sivil-askerî ilişkiler geliştirip geliştiremeyeceği yahut bunun yalnızca niceliksel bir silahlanma süreci olarak mı kalacağı olacaktır.
Almanya’nın savunma modernizasyonundaki temel projelerden biri, sözde “Orta Kuvvetler”in oluşturulmasıdır. Bu kuvvetlerin amacı, hafif ve yüksek hareket kabiliyetine sahip birlikler ile ağır tank birlikleri arasındaki boşluğu doldurmaktır. Konseptin merkezinde, GTK Boxer ve Patria 6×6 gibi tekerlekli muharebe araçları yer almaktadır. Bu araçlar, demiryolu taşımacılığına ihtiyaç duymaksızın NATO’nun doğu kanadına —örneğin Polonya ile Litvanya arasındaki stratejik öneme sahip Suwalki Boğazı’na— hızla konuşlandırılabilir. Bu kuvvetlerin gücü, hızlı tepki verebilme yeteneklerinde yatmaktadır: Esnek savunma hatları oluşturabilir, düşman ilerleyişini yavaşlatabilir veya yönünü değiştirebilirler; böylece ağır birlikler gelene kadar zamanı kazanabilirler. Zırhlı düşman oluşumlarına karşı kendi başlarına tutunamazlar; ancak “düşmanın lojistik sistemine, komuta ve kontrol unsurlarına ve diğer kritik düğüm noktalarına saldırarak arka alanda derin operasyonlar yürütebilirler.” Bu bakımdan, Orta Kuvvetlerin devreye sokulması, 1980’lerden bu yana manevra teorisinden ilham alan ABD ve NATO askerî düşüncesinin uzun vadeli evrimiyle uyumludur. Temel odak noktası, hızlı güç projeksiyonu ile erken ve kararlı harekettir.
Orta Kuvvetler konsepti, Bundeswehr içinde tartışmalı bir konudur. Eleştirmenler, özellikle Boxer gibi tekerlekli platformların ateş gücünün yetersizliğini ve arazi kabiliyetinin sınırlı olmasını vurgulamaktadır. Bu durum sorun teşkil edebilir; zira Baltık bölgesindeki arazi yoğun ormanlar ve bataklıklarla karakterizedir (ancak aynı arazinin, ağır zırhlı kuvvetlerin hareket kabiliyetini de sınırladığı unutulmamalıdır).
Orta Kuvvetlerin faydaları ne olursa olsun, bu yeni kuvvet kategorisi etrafında yürütülen tartışmanın şu ana kadar operasyonel ve taktiksel sorularla sınırlı kalması dikkat çekicidir. Operasyonel bakış açısından doğuda birlikleri hızlı bir şekilde konuşlandırma kabiliyetinin son derece mantıklı olduğu doğrudur. Ancak meseleye stratejik düzeyden bakıldığında ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. O zaman şu temel sorular gündeme getirilmelidir: Orta Kuvvetler Almanya ile Baltık devletleri arasındaki mesafeyi kat ettikten sonra ne olacak? İlk Rus ilerleyişi durdurulduktan sonra ne olacak? NATO’nun zafer teorisi ya da en azından savaşı sona erdirme teorisi özünde nedir?
Baltık bölgesindeki siyasi ve coğrafi ortam, bir savaşın “kararlı manevra” ile hızlıca çözülebileceğine dair beklentileri büyük ölçüde geçersiz kılmakta; bunun yerine böyle bir savaşın pozisyonel ve yıpratıcı çatışmalara dönüşeceğini göstermektedir. Bunun nedenleri oldukça açıktır: Litvanya, Letonya ve Estonya sadece inandırıcı bir “ileri savunma” politikası talep etmekle kalmıyor, aynı zamanda “Baltık Savunma Hattı” adı verilen bir projeye stratejik yatırım da yapıyorlar. Örneğin, Litvanya topraklarında 50 km derinliğinde mayınlar, engeller ve dağınık direniş noktalarından oluşan bir savunma sistemi planlanmaktadır. Ayrıca, siyasi otoriteler operasyonel talepler ile Rusya’nın nükleer tırmanma olasılığı arasında denge kurmak zorunda oldukları için, Rusya ve hatta Belarus topraklarında kara manevralarının oldukça kısıtlanması muhtemeldir. Stratejist Lukas Milevski’nin yazdığı gibi, Rus toprakları gerçekte Rusya’nın nükleer kuvvetleri tarafından desteklenen bir “sığınak” işlevi görebilir. Bu durum, ilk Rus saldırısının başarıyla püskürtülmesinin ardından bile Rusya’nın güçlerini yeniden toparlamasına olanak sağlayacaktır. Bu da NATO’nun —ve Almanya’nın— Baltıklar’da uzun, yıpratıcı bir savaşa hazırlanmaktan başka seçeneği olmadığı anlamına gelir.
Bu senaryo, Amerika Birleşik Devletleri’nin NATO’dan hukuki (de jure) ya da fiilî (de facto) olarak çekilmesi durumunda daha da olası hâle gelir. Bu durumda, Avrupa’daki NATO üyeleri, Rusya’nın sınırlı nükleer tırmanma ihtimalini çok daha ciddiye almak zorunda kalacaklardır. Ayrıca, en azından ABD’nin derin taarruz ve hedef tespit kapasitesi yeniden oluşturulana kadar, Rusya ya da Belarus topraklarında yürütülecek kara operasyonlarına hava desteği sağlama imkânlarından yoksun kalacaklardır.
Böylesine uzayan bir savaşta, NATO kuvvetleri esas olarak Baltık topraklarında savunma savaşı verecek; Rusya ve Belarus topraklarında manevra yapma imkânı ise oldukça sınırlı olacaktır. Eğer durum gerçekten böyleyse, Orta Kuvvetler, hâlihazırda ileri hatlara konuşlanmış birlikleri desteklemek açısından yine de önemli bir rol oynayacak ve Baltık Savunma Hattı ile sinerji içinde, NATO tarafında pozisyonel savaşın dinamik bir unsuru olarak hareket edecektir. Ancak doğuda konuşlandırıldıklarında, herhangi bir derin manevra icra etmeyeceklerdir.
Bu nedenle, Orta Kuvvetler kavramını tartışmak, yalnızca askerî hususları ya da manevra teorisinin uygulanabilirliğini ele almakla sınırlı değildir. Orta Kuvvetlerin potansiyeli ve sınırları, ancak mevcut siyasi ve stratejik bağlam göz önünde bulundurularak yeterince değerlendirilebilir. Bu nedenle, Orta Kuvvetler üzerine yürütülen tartışma, Alman savunma tartışmasında hem ilerlemelere hem de zorluklara örnek teşkil edebilir. Stratejik ve operasyonel konular birlikte ele alınmalıdır; ancak bunun için siyasi ve sivil aktörlerin stratejik ve askerî meselelere daha aşina hâle gelmeleri gerekir. Bu bağlamda tartışılması gereken temel sorular şunlardır: NATO’nun Rusya’ya karşı manevra odaklı savaşı bugün hâlâ geçerli midir? Rus topraklarında askerî kara operasyonlarının yol açabileceği nükleer tırmanma riskleri nasıl değerlendirilmelidir? Rusya ile bir savaş nasıl sona erdirilebilir? Nihayetinde, bu sorular, Avrupa’nın kendi kendini savunmak zorunda kalabileceği bir senaryoyu açık biçimde ele alan belirgin bir Avrupa bakış açısından yanıtlanmalıdır
*Yazarlar Hakkında: Tobias Fella ve Lukas Mengelkamp
Dr. Tobias Fella, Hamburg Üniversitesi Barış Araştırmaları ve Güvenlik Politikası Enstitüsü’nün (IFSH) Berlin ofisinde kıdemli araştırmacıdır.
Lukas Mengelkamp, Hamburg Üniversitesi Barış Araştırmaları ve Güvenlik Politikası Enstitüsü’nde (IFSH) araştırmacıdır.
Kaynak: https://nationalinterest.org/feature/in-germanys-defense-debate-strategy-is-the-missing-link