Dimaşk Selçuklu Melikliği (1095-1104)

1077/78 yılında kardeşi Sultan Melikşah tarafından fetihleri tamamlaması için Suriye ve Filistin’e atanan Tacüddevle Tutuş, Arap Mirdas oğulları ailesinin elinde bulunan Haleb bölgesine egemen olmak amaciyle, büyük çabalar göstermişse de Büyük Selçuklu İmparatorluğu vasallarından Musul Ukayloğulları beyliği emîri Şerefüddevle Müslim’in kendi aleyhine, Kuzey Suriye’deki öteki Arap unsurlariyle birlikte harekete geçmesi sonucunda başarı kazanamamıştır.
Ağustos 19, 2025
image_print

Yazan: Ali Sevim

Kaynak: Belleten, 2020

Şemsü’l-Mülük Dukak Devri

1077/78 yılında kardeşi Sultan Melikşah tarafından fetihleri tamamlaması için Suriye ve Filistin’e atanan Tacüddevle Tutuş, Arap Mirdas oğulları ailesinin elinde bulunan Haleb bölgesine egemen olmak amaciyle, büyük çabalar göstermişse de Büyük Selçuklu İmparatorluğu vasallarından Musul Ukayloğulları beyliği emîri Şerefüddevle Müslim’in kendi aleyhine, Kuzey Suriye’deki öteki Arap unsurlariyle birlikte harekete geçmesi sonucunda başarı kazanamamıştır. Bu sırada, Orta – Suriye ile Filistin’in yönetimini Büyük Selçuklu imparatorluğu adına elinde tutan emir Atsız, başkent Dımaşk’ta bir Mısır Fatımí ordusu tarafından kuşatılıp sıkıştırılıyordu. Fatımî baskısına karşı koymada güçlük çeken Atsız, Haleb bölgesinde bulunan Tutuş’u yardıma çağırdı. Tutuş’un bu çağrıya uyarak ivedilikle Dımaşk’a gelmesi üzerine, Fatımî ordusu Mısır’a geri dönmek zorunda kaldı. Dımaşk’a giren Tutuş, kendisine karşı birtakım olumsuz eylemlere girişmesi sonucunda, emîr Atsız’ı yayının kirişi ile boğdurmak suretiyle öldürtmüştür. Böylece o, Atsız’ın egemen olduğu Kudüs, Dımaşk, Akkâ, Sur, Trablusşam, Yafa, Ariş, Taberiyye gibi birçok Suriye ve Filistin kent ve yörelerinin yönetimini kolaylıkla elinde toplayarak Suriye ve Filistin Selçuklu Meliki olmuştu. Buna karşın başkenti Musul olmak üzere, Kuzey – Suriye’ye de yayılmakta olan Müslim ile egemenlik çatışması yapmak zorunda kalmıştı. Tutuş, bu çatışmada birçok Arap göçebe kabilelerine hükümran olan Müslim’e karşı tam anlamiyle bir başarı kazanamamış ve dolayısiyle egemenlik alanını Haleb bölgesine değin uzatamamıştır. Tutuş-Müslim siyasal çekişmesinin sürmekte olduğu sıralarda, Anadolu Selçuklu hükümdarı Süleyman-Şah, çağrı üzerine, Bizans egemenliğinde bulunan Antakya’yı feth ederek Haleb kapılarına dayanmıştı. Bu durum, Suriye egemenliği için sürüp giden sözkonusu çatışmayı daha da kritik bir hale sokmuştur. Yani Süleyman-Şah’ın Kuzey-Suriye’ye girişi, Tutuş’tan daha çok, Haleb’e egemen olarak Antakya’dan yıllık vergi almakta olan Müslim’i kuşkulandırdığı için, bu Arap emîri, Süleyman-Şah’ın ilerleyişini durdurmak amaciyle harekete geçmek gereğini duymuştur. Sonunda her iki taraf arasında Amik ovasında Kurzâhil yakınlarında yapılan savaşta (Haziran 1086) Süleyman-Şah yenilmiş ve savaş alanında kalmıştır. Bu sırasında öldürülmüştür. Bu savaşın en önemli sonucu, Müslim’in Mezopotamya’dan başka Suriye ve hatta Filistin’e değin yayılma amacı güden egemenliğinin kesin bir biçimde önüne geçilmiş olmasıdır. Müslim’in böylece ortadan kaldırılmasından sonra Tutuş, egemenlik alanını genişletme yolunda daha etkili eylemlerde bulunmuşsa da bu kez, Heleb’i birkaç kere sıkıştıran Süleyman-Şah’ı karşısında bulmuştur. Artık kaçınılmaz bir duruma gelen Haleb yakınlarındaki bir savaş sonunda (Haziran 1086) Süleyman-Şah yenilmiş ve savaş alanında kalmıştır. Bu savaş sonunda Tutuş, uzun bir süreden beri arzu ettiği “Kuzey – Suriye’nin biricik hâkimi” durumuna geçmiştir. Fakat bu hal pek uzun sürmedi. Çünkü imparatorluğun vasalları arasında ortaya çıkan Kuzey – Suriye’deki bu buhran ve huzursuzluğa son vermeyi kesinlikle planlaştırmış olan Sultan Melikşah’ın müdahalesi sonucunda Tutuş, yeniden Dımaşk’a çekilmek zorunda kalmıştır. Melikşah, Kuzey Suriye’yi, yeniden herhangi bir buhranın ortaya çıkmaması için, beraberinde bulunan devletin deneyimli ve işbilir emîrlerinden Ak Sungur’u Haleb’e, Yağı-Sıyan’ı Antakya’ya ve Bozan’ı da Urfa’ya vali atamak suretiyle, adıgeçen bölgeyi doğrudan doğruya Büyük Selçuklu imparatorluğunun yönetimine bağlamıştır. Böylece, Suriye ülkesi, Tutuş’un egemenliğinde bulunan Orta Suriye (Filistin’le birlikte) ile, yönetimi Büyük Selçuklu imparatorluğuna bağlanan Kuzey – Suriye olmak üzere, iki yönetim bölümüne ayrılmış oldu. Genel olarak Suriye ve Filistin’de Selçuklu egemenliğinin kurulmuş olduğu 1089 yılında Mısır – Fatımîleri, bu iki ülkeyi geri alma harekâtına giriştiler. Yetenekli Fatımî veziri Bedrülcemalî, Nasruddevle el- Cüyûşî kumandasında gönderdiği oldukça kalabalık bir ordu, kısa zamanda Sur, Sayda, Cübeyl, Baalbek kent ve kalelerini işgal etmiş ve Suriye Selçuklu başkenti Dımaşk’ı da kuşatıp sıkıştırmaya başlamıştır. İşgal edilen şehirlere derhal Fatımî valileri atandıktan başka camilerde de şii hutbesi okutulmaya başlanmıştır. Fatımîlerin bu askerî harekâtı ve işgalleri üzerine Tutuş, emîr Ak-Sungur, Yağı-Sıyan ve Bozan ile birlikte Fatımîlerin eline geçen kent ve kaleleri kurtarma yolunda karşı harekâta girişmişse de Ak-Sungur ile anlaşmazlığa düşmesi nedeniyle başarıya ulaşamamıştır. Sultan Melikşah’ın ölümü üzerine (25 Kasım 1092), Büyük Selçuklu imparatorluğunda ciddi buhranlar ortaya çıkmış ve dolayısiyle bunun etkileri Suriye Selçuklu devletinde de kendini göstermiştir. Şöyleki: Tutuş, Büyük Selçuklu devleti sultanı olmak için büyük çabalar harcadı. O, egemenliği altında bulunan ve fakat Fatımîlerin eline geçen bir kısım kent ve yörelerinin kurtarılmasına girişmeyerek saltanat iddiasiyle harekete geçti. Kısa zamanda Kuzey Suriye, Musul, Elcezire, Diyarbekir, Azerbeycan şehir ve bölgelerini egemenliği altına almayı başardı. Fakat beraberinde bulunan emir Ak-Sungur ve Bozan, saltanatın öteki iddiacısı Berkyaruk’un hizmetine girdiler. Bu iki işbilir emîrin askerleriyle birlikte kendi saflarından ayrılması üzerine, saltanat mücadelesini sürdürmede kendini güçsüz bulan Tutuş, Suriye’ye dönüp ordusunu takviye ettikten sonra Haleb ve Urfa′ bu kez Berkyaruk adına yönetime başlayan Ak-Sungur ve Bozan’ı bir savaş sonunda (Mayıs 1094) ağır bir yenilgiye uğratıp her ikisini de öldürdükten sonra yeniden Diyarbekir üzerinden Azerbaycan’a yöneldi. Vefat eden Sultan Melikşah’ın karısı Celâliye Terken Hatunile de işbirliği yapan Tutuş, Rey ve Hemedan’ı işgal etti. Fakat öte yandan devletin ileri gelen emirleri tarafından Sultan olarak tanınan yeğeni Berkyaruk ile Rey yakınlarında Taşlı köyünde yaptığı savaşta (26/Şubat 1095) yenilmiş ve savaş alanında öldürülmüştür. Tutuş’un ölümünden sonra Suriye’de, oğulları Rıdvanve Dukaktarafından, birisi Haleb’de, ötekisi de Dımaşk’ta olmak üzere iki Selçuklu Melikliği kurulmuştur. Biz bu yazımızda Dukak tarafından kurulan Dımaşk Selçuklu Melikliğini incelemeye çalışacağız.

MELİKLİĞİN KURULUŞU

Suriye Selçuklu meliki Tacüddevle Tutuş, Süleyman-Şah’ın ölümüyle sonuçlanan savaşa girişmesi ve bir buhrana neden olması dolayısiyle kendisine sonderecede kızgın bulunan kardeşi Sultan Melikşah’ın gönlünü alıp yeniden teveccühünü kazanmak amaciyle olsa gerek, oğlu Ebû Nasr Şemsü’l-mülük Dukak’ı, ikinci kez hilâfet başkenti Bağdadı ziyaret etmekte olan (1092 sonları) sultana göndermiş ve onun kızlarından birisiyle nişanlamıştı. Fakat bir süre sonra sultanın Bağdadda ölümü üzerine¹, Dukak, sultanın karısı Terken Hatun ve oğlu Mahmud ile birlikte imparatorluk başkenti İsfahan’a gitmişti. Daha sonra gizlice Terken Hatın’dan ayrılan genç Dukak, Selçuklu saltanatının kuvvetli müddeisi Berkyaruk’a gelerek onun hizmetine girmişse de saltanat sorununda babasiyle hasım duruma düşmesi dolayısiyle ondan da ayrılarak babasına katılmış ve Rey savaşında babasının yanında yer almıştır 2. Fakat savaşta Tutuş’un yenilip öldürülmesi üzerine Dukak, babasının memlük emirlerinden Ay-Tigin el-Halebî ve bir askerî birlikle savaş alanından sağ-salim uzaklaşarak Diyarbekir üzerinden Haleb’e gelmeyi başardı. Bu sırada, ağabeyi Fahrü’l-mülük Rıdvan, babasının çağrısı üzerine, bir orduyla birlikte savaşa katılmak için Dımaşk’tan hareketle Haleb yoluyla Fırat ırmağı üzerindeki Ane kasabasına geldiği zaman, babasının bozgunu ve öldürüldüğü haberini alınca ivedilikle Haleb’e gelip hiç bir muhalefetle karşılaşmadan babasının yerine Suriye ve Filistin Selçuklu Meliki olmuş bulunuyordu³. Genç Dukak, Rıdvan’ın yanında ve koruması altında Haleb’de oturmaya başladı. Fakat çok geçmeden, Dımaşk’ta kale ve kenti Tutuş adına nâip sıfatiyle hâlâ elinde bulunduran Hadim Sav- Tigin tarafından, gelip babasının yerine yönetimi ele almak üzere, davet edilmesi sonucunda, Haleb’den büyük bir gizlilik içinde ayrılmış ve gece, gündüz yol almak suretiyle Dımaşk’a hareket etmiştir. Kardeşinin bu anlamlı kaçışını haber almakta gerçekten geç kalmış bulunan melik Rıdvan, onu yakalatmak amaciyle arkasından bir kaç atlı göndermişse de Dukak’ı elegeçirmek mümkün olmamıştır. Öte yandan Dımaşk’a ulaşan Dukak, Hâdim Sav-Tigin tarafından karşılanmış ve bütün askerî birlik ve kumandanlarının onayı ile babasının yerine Dımaşk tahtına oturmuştur. Kaynaklarda açıklık ve kesinlik yoksa da emîr Sav-Tigin’in, melikliğin bütün işlerini yönetme yetkisine tek başına sahip olduğunda hiç kuşku olmadığı kanısındayız. Ayrıca Dımaşk’ta şıhne (askerî vali) olarak Sâlâr Hısnüddevle Bahtiyar ve yerli muhafız (ahdas) komutanı olarak da Eminüddevle Ebu’l-Muhammed b. es-Sufi bulunuyorlardı. Böylece Rıdvan tarafından kurulan Haleb’den başka Dımaşk’ta da yeni bir Selçuklu Melikliği kurulmuş oldu. Görüldüğü üzere, Tacüddevle Tutuş tarafından Suriye ve Filistin’de kurulan Selçuklu devleti, onunölümünden sonra, başkentleri Haleb ve Dımaşk’ta olmak üzere, iki kol halinde devam edecektir. Bununla birlikte büyük evlåd olarak Melik Rıdvan, kardeşi Dukak’ın, devletin eski başkentinde kurduğu melikliği tanımayarak, başta Suriye ve Filistin olmak üzere, babasının egemen olduğu bütün memleketleri yalnız kendi yönetimi altında görme planlarını uygulamak için birçok kez askerî ve siyasal girişimlerde bulunmuş ise de hiç birisinde başarılı bir sonuca ulaşamamıştır.

Melik Dukak’ın Dımaşk’ta tahta geçmesi ve burada bir Selçuklu Melikliğini kurmasından çok geçmeden sonra Mu’temedüdevle Zahirüd-din Ebû Mansur Tuğ-Tigin b. Abdullah’ın Dukak’ın hizmetine girdiğini görüyoruz. Emîr Tuğ-Tigin, genç yaşlarında Tutuş’un hizmetine girerek yeteneği, doğruluğu, sadakati, iyi yöneticiliği, adaleti ve iyi davranışları sayesinde, onun ileri gelen büyük emîrleri arasına girmeyi başarmış ve İspehsâlár ünvanına sahip olmuştur. Hatta Tuğ-Tigin, Tutuş’un sonderecede güven ve takdirini kazanması dolayısiyle, onun yokluğu sırasında Dımaşk’ta nâiblik görevini bile yürütmüştür. Onun her yönüyle değerli ve deneyim sahibi bir emîr olması nedeniyle Tutuş, onu, 486 ortalarında (1093) Meyyafarikin (Silvan) valiliğine atayarak oğlu Dukak’ın atabeği yapmıştır. Tutuş’un saltanat çatışmasının son evresinde Berkyaruk ile yaptığı ve yenilip öldürülmesiyle sonuçlanan savaşta beraberinde bulunan bazı emîrlerle birlikte Tuğ-Tigin de tutsak alınarak hapse atılmıştı. Fakat çok geçmeden Tuğ-Tigin, emîr Ada-büddevle Abak, Yağı-Sıyan ve öteki ilerigelen emîrlerle, daha önce Tutuş tarafından tutsak alınarak Haleb kalesine hapse atılan emîr Gür-Boğa ve kardeşi Altun-Taş’ın Melik Rıdvan tarafından serbest bırakılmasına karşılık Sultan Berkyaruk’un buyruğu ile salıverilmeleri üzerine, Suriye’ye gelmişlerdir (Şaban 488=Ağustos/Eylül 1095). Atabek Tuğ-Tigin, doğal olarak Haleb meliki Rıdvan’ın hizmetine girmeyerek esasen atabeği bulunduğu ve Dımaşk’ta ayrı bir Selçuklu Melikliği kuran Dukak’ın yanına gelip hizmetine girmeyi yeğlemiştir. Tuğ-Tigin, başta melik Dukak olmak üzere, Dımaşk’ta kent şıhnesi Hısnüddevle Bah-tiyar ve melikliğin ileri gelen askerî ve sivil erkânı tarafından sevgi ve saygıyla karşılanmıştır. Atabeği Tuğ-Tigin’in tutsaklıktan kurtulup sağ salim gelişine sonderecede sevinen melik Dukak, melikliğin bütün işlerinin yönetimini ona teslimde hiç bir duraksama ve sakınca görmedi. Böylece, daha önce kendisine aynı görev verilen Sav-Tigin de ikinci planda bırakılmış oldu. Bununla birlikte çok geçmeden, Tutuş’un nâibi sıfatiyle Dımaşk ve kalesinin korunması görevini yürüten ve onun ölümünden sonra da Dukak’ın Dımaşk Selçuklu melikliği tahtına geçmesinde birinci derecede rol oynayan ve Tuğ-Tigin’in gelmesiyle ikinci plana itilen Sav-Tigin’in yönetimde herhangi bir olumsuz eylemlere girişmesini önlemek amaciyle olsa gerek, bertaraf edilmesi planlanmıştır. Melik Dukak, atabeği Tuğ-Tigin ve melikliğin öteki ilerigelen askerî ve sivil erkânının birlikte verdikleri karar uyarınca Sav-Tigin öldürülmek suretiyle bertaraf edilmiştir. Böylece Tuğ-Tigin, melikliğin bütün işlerinin yönetimini tek elinde toplamış ve ayrıca Melik Rıdvan’ın atabeği Cenahüddevle Hüseyin’in Rıdvan’ın annesiyle evlendiği gibi, Melik Dukak’ın dul annesi Safvetülmülk Hatun ile de evlenerek iktidarını akrabalık yoluyla daha da kuvvetlendirmeyi başarmıştır. Böylece Haleb ve Dımaşk Selçuklu melikliklerinin yönetimleri, atabeklerin ellerinde toplanmış ve aşağı yukarı birbirine benzer birer yönetim biçimi kurulmuştur. Tuğ-Tigin’in Dımaşk Selçuklu Melikliğinin yönetimini eline almasından çok geçmeden (1095) saltanat çatışmasında Tutuş’a daima sadık kalıp ondan hiç ayrılmamış olan Antakya valisi Yağı-Sıyan, Rıdvan tarafından övey babası Cenahüddevle’nin tam yetki ile Haleb işlerini yönetmeye atanmasına karşı çıkmış ve özellikle Rıdvan’ın Urfa kuşatmasından sonra Cenahüddevle ile olan anlaşmazlığı çok gergin bir duruma gelmişti. Kuşkusuz Cenahüddevle’nin etkisiyle melik Rıdvan’ın Haleb Melikliğindeki ıkta alanları oldukça daraltılan emîr Yağı-Sıyan, vezaretten azledilen Ebu’l-Kasım el-Hârezmî ile birlikte önce Antakya’ya, daha sonra da Dımaşk’a giderek Rıdvan karşı Dukak hizmetine girmiş ve hattâ Tutuş’un Haleb veziri Ebu’l-Kasım’ı bu kez Dukak’ın vezirliğine atamasını sağlamıştır. Tutuş’un değerli ve işbilir emîrlerinden olan ve Antakya’yı elinde bulunduran Yağı-Sıyan’ın melik Dukak’ın yanında yer alması, Haleb melikliği için ciddi bir durum yaratmış olmalıdır ki, bunun bir sonucu olarak Rıdvan, bu sıralarda Suruç emîri bulunan ve çok sayıda Türkmen kuvvetlerini buyruğu altında tutan Artuk-oğlu Sökmen’i kendi hizmetine almak zorunluluğunu duymuştur.

DUKAK-RIDVAN ÇATIŞMALARI

Melik Rıdvan, babasının ölümünden sonra Tutuş’a bağlı bütün askerî ve mülkî erkânın onay ve yardımlariyle Haleb’i başkent seçerek orada Suriye ve Filistin Selçuklu Melikliği tahtına oturmuştu. Fakat öte yandan melikliğin eski başkenti olan Dımaşk’taki Tutuş’un nâibi ve ileri gelen emîrleri, Rıdvan’ın Haleb’e yerleşip babasının yerine melik olmasına pek yandaş görünmüyordu. Bunun bir sonucu olarak Dımaşk’ta kurulacak melikliğin yönetimini tekelinde tutmayı planlaştırdığını gördüğümüz hâdim Sav-Tigin’in büyük çabalarıyla Dımaşk’ta Selçuklu melikliği kurulmuştu. Daha önce, babasının elinde tuttuğu bütün memleketlerin egemenliğini yalnız kendi uhdesinde toplama amaç ve siyasetini güden melik Rıdvan, kendisinden habersiz olarak kurulan Dımaş Melikliğine doğal olarak razı olmamış, Elcezire ve Doğu – Anadolu’ya yaptığı gibi, Dımaşk’ı da kendi egemenliğine almak amaciyle, birkaç kez askerî ve siyasal girişimlerde bulunmuştur. Bu cümleden olarak Rıdvan, beraberinde atabeği Cenahüddevle Hüseyin, daha önce hizmetine girdiğini gördüğümüz Artuk-oğlu Sökmen, emîr Vessâb, emîr Adabüddevle Abak gibi kendisine sadık emîrler olduğu halde, ordusuyla birlikte Haleb’den hareketle 1096 yılında, Melik Dukak’ın, atabeği Tuğ-Tigin, emîr Yağı-Sıyan ve Artuk-oğlu İlgazi ile birlikte kentte bulunmadığı bir sırada Dımaşk’ı kuşattı. Fakat Rıdvan, az bir kuvvetle kendisine karşı direnen mahsurlarla yapılan çarpışmalar sırasında, adı belirlenemeyen bir hâcibinin surlardan atılan bir mancınık taşiyle ölümü, ayrıca Dukak ve beraberindeki emîrlerin de kuvvetleriyle birlikte Dımaşk’a yaklaşmakta olduğu haberi üzerine, kuşatmadan vazgeçerek Haleb’e dönmüştür. Dımaşk’ı kesinlikle Haleb melikliğine bağlamak isteyen melik Rıdvan, sözkonusu bu başarısız kuşatma harekâtından sonra Aralık/Ocak 1096 tarihinden Dımaşk üzerine ikinci kez sefer hazırlıklarına başladı. Fakat melik Dukak’ın hizmetinde ve dolayısiyle müttefiki durumunda bulunan ve Rıdvan’ın bütün eylemlerini yakından izlediği anlaşılan Antakya valisi Yağı-Sıyan, kuvvetleriyle birlikte ivedilikle Dımaşk’a gidip durumu Dukak’a bildirdi. Bunun üzerine Dukak ve Tuğ-Tigin, daha henüz Rıdvan gelmeden kentte geniş savunma önlemleri almıştır. Öte yandan kuvvetleriyle birlikte Dımaşk önlerine gelen Rıdvan, kent surlarının sağlam ve dayanıklı oluşundan başka, Yağı-Sıyan’ın da kardeşine katılması dolayısiyle kenti kuşatma cesaretini dahi gösterememiştir. O, biraz önce Fatımîler tarafından elegeçirilen Kudüs’ü geri almak için giriştiği ilk askerî harekâtının başarısızlığa uğraması üzerine, Haleb’e dönmeye karar verdi. Bu arada Dukak, Tuğ-Tigin ve Yağı-Sıyan, Dımaşk melikliğine ait toprakları yağma eden Haleb kuvvetlerini yakından izleyerek Rıdvan ve kuvvetlerini sür’atle Haleb’e dönmek zorunda bırakmışlardır. Yukarıda görüldüğü üzere, babasının kurup geliştirdiği Suriye ve Filistin Selçuklu Melikliğinin bütün egemenliğini kendi üzerinde toplamayı siyasal amaç edinen Rıdvan, hasımları durumunda bulunan kardeşi Dımaşk meliki Dukak ile onun müttefiki ve Haleb melikliğinin yakın komşusu olan Antakya valisi Yağı-Sıyan’a karşı birkaç kez askerî harekâta girişmiş, başarılı Antakya saldırıları yanında, Dımaşk’a karşı belirli bir üstünlük ve zafer kazanamamıştı. Bununla birlikte Rıdvan, bu kez, önce yakın hasmı Yağı-Sıyan’ın yönetimindeki Antakya’yı istilâ ve feth edip daha sonra da zayıf duruma düşeceğini umduğu Dımaşk üzerine baskıların sürdürmek niyetinde idi. Bu amaçla o, Antakya üzerine saldırı hazırlıklarına başladı. İşte bu sırada Rıdvan’ın bütün hareketlerini yakından izlediğinde hiç kuşku olmayan emîr Yağı-Sıyan’ın, hizmetinde bulunduğu ve bu itibarla müttefiki durumunda olan melik Dukak katında girişimlerde bulunması sonucunda olsa gerek, Dukak’ın savunmayı bırakıp Haleb melikliğine karşı saldırı durumuna geçtiğini görmekteyiz. Melik Dukak, beraberinde Tuğ-Tigin, İspehbud Sabave ve çok geçmeden de doğal olarak kuvvetleriyle kendilerine katılan Yağı-Sıyan ile birlikte harekete geçerek Haleb melikliğine ait topraklara saldırıya geçtiler. Bunun üzerine melik Rıdvan, beraberinde, veziri Cenahüddevle, Artuk-oğlu Sökmen ve bu arada yardımını sağladığı Sümeysat emiri İlgazi-oğlu Süleyman olduğu halde, kalabalık bir orduyla harekete geçerek Dımaşk melikliği kuvvetlerini 22 Mart 1097 tarihinde Kinnesrin’de karşıladı. Yapılan savaş sonunda Dukak’ın kuvvetleri ağır bir yenilgiye uğrayarak Dımaşk’a çekilmek zorunda kaldılar. Böylece Rıdvan, Dimaşk melikliği üzerinde tam bir üstünlük kazandığı gibi, yakın komşusu ve hasmı emîr Yağı-Sıyan’ı da etkisiz bir durumu getirmeyi başarmış oldu.

MELİK DUKAK’IN ANTAKYA’YA YARDIM SEFERİ

Haçlıların Urfa’yı işgal ile burada bir kontluk kurmalarından (10 Mart 1098) sonra Antakya’ya yürümeleri üzerine, kent valisi emîr Yağı-Sıyan, başta metbûu Büyük Selçuklu devleti sultanı Berkyaruk olmak üzere, Elcezire ve Suriye’deki Selçuklu vasalı melik ve emîrlere, Antakya’ya yardıma gelmelerini bildirdi. Bu cümleden olarak kendisine de yardım çağrısı gelen Dukak, kuvvetleriyle birlikte, beraberinde atabeği Tuğ-Tigin ve bazı kumandanlar olduğu halde, Dımaşk’tan hareket etti. Melik Dukak, beraberinde Yağı-Sıyan’ın oğlu Şemsüddevle olduğu halde, Humus’ta kuvvetleriyle kendilerine katılan ve melik Rıdvan’ın hizmetinden ayrılarak burada küçük bir beylik kuran Cenahüddevle ile birlikte hareketle Antakya’ya gitmek üzere, Şeyzer yakınlarına gelip konakladılar. Dukak ve beraberindeki kuvvetler, biraz önce el – Bâre’yi elegeçirmiş olan Haçlıların bir kısım kuvvetleri üzerine ani bir saldırıya geçerek onları geri çekilmek zorunda bıraktılar (Muharrem 491=Aralık/Ocak 1097/98). Fakat yöresel olarak kazanılan bu başarıdan çok geçmeden Dukak, Tuğ Tigin ve Cenahüddevle, asıl Haçlı kuvvetlerinin sayıca kendilerınden çok fazla olmaları nedeniyle, el-Bâre yörelerinden çekilmek zorunda kalmışlardır. Haçlıların Antakya’yı kuşatmaya girişmeleri üzerine kent valisi Yağı-Sıyan’ın da başvurusu sonucunda sultan, Berkyaruk’un buyruğu ile Haçlılara karşı düzenlenecek bir mücadele için başkumandan atanan imparatorluğun Musul valisi emîr Gür-Boğa, bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra Urfa’yı Haçlı kontluğundan geri almak amaciyle harekete geçti. Sultanın çağrısı gereğince cihat seferine katılacak olan Elcezire ve Suriye emîr ve melikleri ise asıl Gür-Boğa’nın kuvvetlerine Mercü Dâbık’ta katılacaklardı. Bu cümleden olarak melik Dukak ve atabeği Tuğ-Tigin, Dımaşk kuvvetleriyle hareket etmiş, daha sonra kendilerine, Humus emîri Cenahüddevle, melik Rıdvan’dan ayrılıp Dukak’ın hizmetine henüz giren Artuk-oğlu Sökmen ve beraberinde bir kısım Arap askeri olduğu halde, eski Haleb hükümdar ailesi Mirdas-oğullarından Vessâb katılmışlardır; ancak melik Rıdvan, bu sefere katılmayıp bir miktar kuvvet göndermekle yetinmiştir. Melik Dukak’ın başında bulunduğu kuvvetler, Tellü Mennes’e geldikleri zaman kent halkının Haçlılara mektup göndererek onları Suriye’ye yürümeleri hususunda teşvik ettikleri ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine kente karşı tedib harekâtına girişilerek şiddetle kuşatılmaya başlandı. Fakat çok geçmeden Dukak, savunma savaşı yapmayan halka ceza olarak belli bir miktar kesim kestirmiş, ancak bir kısmı sonradan ödenmesi kararlaştırılan para için rehineler alınmıştır. Dukak bunları Dımaşk’a göndermiştir. Tellü Mennes’in tedib harekâtından sonra Suriye ordusu, kuzey yönünde yoluna devam ederek Mercü Dabık’a gelmiş ve bu sıralarda başarısız Urfa kuşatmasını bırakıp buraya gelen Gür-Boğa’nın ordusuyla birleşerek (Mayıs 1098 sonu) Antakya yönüne hareket etmişlerdir. Selçuklu ordusu 9 Haziran 1098 tarihinde Antakya önlerine geldiği zaman iç – kale dışında kent, Haçlılar tarafından işgal edilmiş bulunuyordu. Gür-Boğa, bir yandan Haçlıları kuşatırken, bir yandan da içkalede hâla direnen Yağı-Sıyan’ın oğlu Şemsüddevle’ye yardımcı birlikler göndermiştir. Böylece iki yönden savaşmak zorunda bırakılan ve kent içinde sıkışıp kalan Haçlılar, gerçekten ciddi ve tehlikeli bir durumu düşmüşlerdi. Antakya’nın dağ yönünde konaklayan Selçuklu ordusu, emîr ve kumandanların tavsiyesi üzerine, ovaya inerek orada karargâhlarını kurmuşlar ve kuşatmayı bu kez bu yönden sürdürmeye başlamışlardır. Fakat bütün bunlara karşın Selçuklu ordusunda tam bir birlik ve ahengin mevcut olduğu söylenemez. Selçuklu ordusunun başkumandanlık görevini yürüten Gür-Boğa, savaşı Antakya ovasında yapmak üzere Haçlıların kent dışına çıkmalarına izin vermesi sonucunda, bu nedenle, kendisine kırın ve küskün kumandanlarla birlikte yaptığı meydan savaşında kesin bir yenilgiye uğramaktan kurtulamamıştır. Melik Dukak savaşı sürdürmeyen öteki emîrler gibi, Sökmen ve Cenahüddevle ile birlikte kuvvetlerinin başında olduğu halde, hiç bir çarpışmaya girmeden savaş alanını terk edip Dımaşk’a dönmüştür. Böylece Dukak’ın Haçlılara karşı giriştiği Antakya harekâtı da başarılı olmadan sona ermiş oldu.

DUKAK’IN DİYARBEKİR SEFERİ

Daha önce değinildiği üzere, Tacüddevle Tutuş, sultan Melikşah’ın ölümünden sonra Berkyaruk’a karşı saltanat mücadelesine başladığı sıralarda, Kuzey – Suriye ve Musul bölgelerini itaat altına aldıktan sonra Diyarbekir bölgesine gelerek burasını da egemenliğine almış, Meyyafarikin’i, bölgeye vali olarak atadığı oğlu Dukak’a atabek yaptığı Tuğ-Tigin’e ıkta etmişti. Fakat Rey savaşında tutsak alınıp hapse atılan, daha sonra salıverilen Tuğ-Tigin, Meyyafarikin’e emîr Şemsüddevle Altaş’ı olarak bıraktıktan sonra Dımaşk’a gelip Dukak’ın hizmetine girmişti. Tuğ-Tigin’in buradan ayrılmasından sonra Diyarbekir bölgesi, Büyük Selçuklu imparatorluğuna tabi olan çeşitli Türk emîrlerinin, Altaş Meyyafarikin’de, Sadr Amid de, Şahruh Hâni ve Erzen’de, Kızıl – Arslan Siirt ve Behmurdda, Türmen Musa Hisnu Keyfa (Hasankeyf)’ da ve Yel-Tigin Bitlis’de olmak üzere, yönetimleri altına geçmiştir. Tutuş’un ölümünden sonra oğlu Rıdvan, babasının egemen olduğu memleketlere kendisinin de egemen olması yolunda birçok kez girişimlerde bulunmuş, bu cümleden olarak Diyarbekir bölgesine de bir sefer düzenlemiş ise de başarılı olamamıştır. Bu kez melik Dukak, babası zamanında genel vali sıfatiyle bir süre yönetimini elinde tuttuğu Diyarbekir bölgesinin yeni emîrlerinin kendisine itaatını sağlamak amaciyle, 493 (1099/1100) yılında, beraberinde veziri Dovinli Muhammed el-Acemî olduğu halde, bir miktar kuvvetle Dımaşk’tan çıkarak Haleb melikliğinin topraklarına girmemek ve dolayısiyle ağabeyisi Rıdvan’ın herhangi bir saldırışa uğramamak düşüncesiyle, bütün Suriye çölünü geçerek Rahbe’ye erişti. O, buradan Diyarbekir bölgesine yönelip daha önce nâib olarak atanmış olan Altaş’ın yönetimindeki Meyyafarikin’e geldi. Çok geçmeden Diyarbekir bölgesinin bütün emîrleri, katına gelerek itaat ve bağlılıklarını arz ettiler. Bu sıralarda melik Dukak, emir Altaş’ın muhtesiblik, daha sonra da vezaret makamına getirdiği ve çeşitli görevleri dolayısiyle halkın mal ve paralarına elkoyan ve hattâ zulmü, onların oturdukları evleri yıkmaya kadar götüren kadı Ebû Bekir b. Sadaka’yı tutuklattı. Fakat çok geçmeden o, vezirliği sırasında kendisini tutuklatıp mal ve parasına elkoyarak çeşitli kötülükler yaptığı Ebû Abdullah b. Muşek tarafından satın alınmış ve onu, kendisinin ve halkın öcünü almak için öldürdükten sonra evine bitişik İbn Muşek hamamının külhanına gömdürmüştür. Melik Dukak, ayrıca kadı Ebû Bekir ile işbirliği yaptığı anlaşılan İbn Halil eş-Şemsår, İbn Sukre ve İbnü’l-Kerhî adlı kimseleri de tutuklatıp bütün mal ve paralarına elkoydurmuştur. Dukak, Diyarbekir bölgesindeki egemenliğini böylece pekiştirdikten sonra Dımaşk’a dönmüştür.

DUKAK’IN HAÇLILARLA MÜCADELELERİ A) TANCRÉD İLE ÇATIŞMASI

Haçlılar Urfa, Antakya ve Kudüs’te birer devlet kurmayı başardıktan sonra egemenlik alanlarını Müslümanlar aleyhine genişletmek amaciyle Suriye ve Filistin’de sürekli olarak askeri hareketler düzenlemekte idiler. Bu cümleden olarak Kudüs kralı Godefroy de Bouillon ve Taberiyye prensi Tancréd, Taberiyye gölünün doğu tarafında bulunan zengin ve verimli el – Belka bölgesindeki Sevad topraklarına istilâ ve işgal etmek ve böylece bu bölge (özellikle Ceylan ve Havrân) mallarını Filistin limanlarına sevk edebileceklerdi. Ayrıca Kral da sözkonusu bölgeyi krallık sınırları içine almak niyetinde idi. Tancréd, Mayıs 1100 başlarında kraldan ayrı olarak hazırladığı kuvvetlerle Sevad üzerinden Cevlân’a dek saldırılarını sürdürme planını uygulayacaktı. Yakın komşusu Haçlıların, memleketi Sevada saldırı hazırlıklarını haber alan Arap emîri, tâbi olduğu melik Dukak’a bir elçi ile başvurup Haçlılara karşı ondan ivedi yardım isteğinde bulundu. Bunun üzerine Dukak, ona 500 atlı gönderdi. Öte yandan Tancréd, kralın başında bulunduğu ve askerlerin ihtiyaç maddelerini taşıyan ve önde giden guruptan ayrı olarak 700 atlı ve 1000 yayadan oluşan kuvvetleriyle Sevåd topraklarına saldırmış, birçok ganimet elegeçirmiş, yöre halkından kimisini öldürmüş, kimisini de tutsak almıştır. Tancréd, bu ganimet ve tutsaklarla asıl Haçlı birliğine ulaşmak üzere, geri dönerken Dukak’ın gönderdiği atlı kuvvetlerin ani bir saldırısına uğramış, yapılan çarpışmalarda Haçlılar oldukça ağır kayıp verdiler. Tancréd, karanlıkta, ölüm, ya da tutsaklıktan güçlükle kurtularak gece yarısı krala katılabildi. Durumu böylece öğrenen kral, Dımaşk kuvvetlerinin herhangi bir yeni saldırısına karşı, kuvvetlerini hazırlamıştı. Fakat öte yandan Dımaşk atlı kuvvetleri, bu başarıdan ve Haçlı birliklerini Melikliğe tâbi Sevâd yörelerinden uzaklaştırdıktan sonra Dımaşk’a dönmüşlerdi. Fakat kral Godefroy’nın Kudüs’e dönmesine karşılık Taberiyye’ye gidip bir süre kalan Tancréd, bu yenilginin öcünü almak amaciyle 600 atı ile Sevád topraklarına hemen her gün yağma akınlarına girişmekten geri kalmadı. Albertus Aquensis’e göre, melik Dukak, bu akınlara son vermesi için Tancréd’e, bir miktar altın ve armağanlar karşılığında, barış çağrısında bulundu. Barış konusunda kralın da onayını alan Tancréd, cevap olarak Dımaşk’a altı tecrübeli, şövalyeden oluşan bir elçi heyeti göndermiş ve Dukak’a “Ya Dımaşk’ı terk etmesi ya da Hıristiyanlığı kabul etmesi önerisinde bulunmuştur. Buna sonderecede kızan Dukak, gelen elçilere, sözkonusu öneriye karşılık olarak, Ya İslâmiyeti kabul, ya da ölümü tercih etmelerini” bildirmiş, ancak İslâmiyete geçen birisi dışında beş, şövalye başı kesilmek suretiyle öldürülmüştür. Beş elçinin böylece öldürülmesini haber alan Tancréd, derhal kuvvetlerini toplayıp yeniden Sevad arazisine yürüyerek 14 gün süreyle bölgeyi yağma akınlarına tabi tutmuştur. Memleketinin bu Haçlı istilâsı karşısında melik Dukak’tan hiç bir askerî yardım alamayan Sevâd emîri, bu akınları durdurmak amaciyle Taberiyye prensi Tancréd’e itaat ederek onun vasalı olmak ve vergi ödemek zorunda kalmıştır.

  1. BAUDOUİN’E BASKIN GİRİŞİMİ

Urfa kontu Baudouin, Danişmendli Melik Gazi Gümüş-Tigin Ahmed tarafından tutsak alınmış olan (1100) Antakya prensi Bohémond’u kurtarmak ve Malatya prensi Gabriel’i Danişmendli baskısından kurtarmak amaciyle, onun çağrısı üzerine, çıktığı başarısız seferden Urfa’ya döndüğü zaman Kudüs’ten gelen elçiler, kardeşi Godefroy’nın öldüğünü ve kendisinin krallık tahtına oturmasının kararlaştırıldığını bildirdiler. Bunun üzerine Baudouin, kendi yerine, bu sıralarda Antakya’da bulunan yeğeni Baudouin du Bourg’u ivedi bir mektupla çağırtıp kendi vasalı olarak Urfa kontluğu yönetimine atadıktan sonra 2 Ekim 1100 tarihinde, 200 atlı ve 700 yayadan oluşan bir kuvvetle Antakya üzerinden Kudüs’e hareket etti. Baudouin, genellikle Haçlıların denetiminde, ya da işgalinde bulunan kıyı yolundan Lâzkiye’ye gelmiş, burada iki gün kaldıktan sonra kendisine katılan bir çok Haçlı kuvvetiyle yoluna devam etmiştir. Öte yandan Baudouin’in Kudüs’e gitmekte olduğunu haber alan melik Dukak, bir baskınla onu elegeçirmek için Humus emîri Cenahüddevle ile birlikte kuvvetleriyle Beyrut yönünde harekete geçti. Cebele ve Trablusşam üzerinden yoluna devam eden ve Beyrut’a yaklaşmakta olan Baudouin, Nehrü’l-Kelb boyunca uzanan tarihî dar bir yoldan gelmekte idi. İşte bu sıralarda Dukak ve Cenahüddevle’nin kuvvetleri, çok güç ve sıkışık duruma düşen ve paniğe kapılan Baudouin ve kafilesine saldırıya geçtiler. Yapılan çarpışmalarda bir çok Haçlı askeri öldürülmüş ise de gece karanlığından istifade ile çekilmeyi başaran Baudouin’i yakalamak mümkün olamamıştır. Böylece tutsaklıktan kurtulan Baudouin, 9 Kasım 1 100 tarihinde Kudüs’e gelmiş ve 11 Kasım’da yapılan bir törenle ölen kardeşi Godefroy’nın yerine krallık tahtına oturmuştur. İslâm kaynaklarında bulunmamasına karşın, Albertus Aquensis’te belirtildiğine göre, daha sonra melik Dukak, kral Baudouin’e bir elçi heyeti göndererek bu savaş sırasında tutsak alıp ve Davud burçlarında hapse attığı ve boyunlarını vurdurmak suretiyle öldürmek niyetinde olduğu 45 Selçuklu askerini salıvermesini istemiştir. Kralın bunları ancak para karşılığında teslim edebileceğini bildirmesi üzerine 50 bin Bizans altınının ödenmesi hususunda anlaşma olmuş ve böylece Selçuklu tutsakları da Dımaşk’a gönderilmiştir.

CEBELE OLAYLARI

Lâzkiye’nin güneyinde bulunan Cebele, Doğu – Akdeniz’in sağlam surlara sahip ve alınması güç bir kenti idi. Burası, Trablus emiri Celâlülmülk Ebu’l-Hasen Ali b. Ammar’ı metbû tanıyan İbn Süleyha adiyle tanınan Ebû Muhammed Ubeydullah b. Mansur’un yönetiminde bulunuyordu. Koyu bir ordu yandaşı olan İbn Süleyha, tâbi olduğu İbn Ammar’a isyan ile bağımsızlığını ilân ettikten başka Cebele’de Fatimiler adına okutmakta olduğu şii hutbesini de kaldırarak Bağdad Abbasi halifesi adına sünnî hutbesi okutmaya başlamıştır. Bunun üzerine İbn Ammar, melik Dukak’a başvurup onu Cebele’ye yürüyerek Dımaşk Melikliğine katması hususunda ikna etti. Derhal harekete geçen Dukak, beraberinde Tuğ-Tigin olduğu halde, Cebele’ye gelerek kuşatıp sıkıştırmaya başladı ise de başarı sağlayamadı. Hatta kuşatma savaşı sırasında kaleden atılan bir okla Tuğ-Tigin dizinden yaralanmıştı. Nihayet Cebele’yi alamayan Dukak, kuvvetleriyle birlikte Dımaşk’a geri döndü (494=110/1101).

Melik Dukak’ın sözkonusu kuşatmasından sonra Cebele, Suriye ve Filistin kıyı kentlerini, kendilerini güvence altında tutabilmek amaciyle elegeçirmeye çalışan Haçlılar tarafından birkaç kez kuşatılmış, ancak surlarının dayanıklı ve bu nedenle savunmaya elverişli olması dolayısiyle işgali mümkün olamamıştı. Bununla birlikte artık eski metbûu İbn Ammar’dan da yardım alamayan ve gittikçe artan Haçlı baskı ve tehlikesini önleyecek bir güce sahip olmayan İbn Süleyha, Tuğ-Tigin’e bir ulak göndererek Cebele’yi kendisine teslim etmek istediğini, bu nedenle güvenilir birisini göndermesini, buna karşı da kendisini para, hazine ve ailesiyle birlikte bir askerî birliğin koruması altında, Dımaşk’a ve daha sonra da hilâfet başkenti Bağdad’a göndermesi hususunda, melik Dukak katında girişimde bulunmasını bildirdi (Şaban 494= Haziran 1101). Tuğ-Tigin’in İbn Süleyha’nın bu ilgi çekici önerisini Dımaşk meliklği için olumlu bulmakta ve hatta oğlu Tacülmülk Böriyi göndermek istemekle birlikte, Dukak’ın bu sıralarda Diyarbekir’de bulunması dolayısiyle bu konuda onun onayını almaksızın bir karar verip uygulamak niyetinde olmadığı anlaşılıyor. Fakat 1 Şevval 494 (30 Temmuz 1101) tarihinde Dımaşk’a dönen Dukak, atabeğinin Cebele hususundaki kararını uygun bulmuş ve bunun üzerine Tacülmülk Böri, bir miktar kuvvetle Cebele’yi teslim almak için Dımaşk’tan ayrılmıştır. Cebele’yi Böri’ye teslim eden İbn Süleyha, bütün ağırlıklariyle şehirden ayrılarak Dımaşk’a gelip ikamete başladı. İbn Süleyha’nın bütün bu hareketlerini yakından izlediği anlaşılan İbn Ammar, derhal Dukak’a bir elçi göndererek “İbn Süleyha’nın kendisine teslim edilmesi halinde, onun para ve hazinesinden başka kendisine 300 bin altın vereceğini bildirmiş ise de onunla yaptığı anlaşmaya sadakat ve vefa gösteren Dukak, onun bu önerisini kabul etmeyerek İbn Süleyha’yı, bütün mal varlığı ile yeterli sayıda bir askerî birlik eşliğinde Bağdada göndermiştir. Fakat öte yandan Cebele yönetimini eline alan Böri ve yakınları, halka karşı sonderecede kötü davranışlarda bulunmaya va alışılmamış biçimde haksızlıklar yapmaya başlamışlardır. Bu durum karşısında Cebele halkı, eski metbûları Trablus emiri İbn Ammar’a Böri hakkında şikâyette bulunarak ondan bir nåib isteyerek kenti derhal teslim edeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine İbn Ammar, Cebele’ye ivedilikle bir askerî birlik gönderdi. Halkın yardımiyle şehre kolaylıkla giren bu birlik, yine halkın desteğiyle Böri ile yaptığı savaşı kazandıktan başka onu tutsak da aldılar. Derhal Trablus’a Ibn Ammar’ın katına çıkarılan Böri, sonderecede izzet ve ikram gördü. Daha sonra onu Dımaşk’a gönderen İbn Ammar, ayrıca babası Tuğ-Tigin’e bir mektup yazarak “Böri ve arkadaşlarının Cebele’deki kötü eylemlerini” anlatmış ve “kentin Haçlı istilâsına uğramamısını sağlamak amaciyle böyle bir harekete girişmek zorunda kaldığını” bildirmiştir. Böylece yönetimi, kısa bir süre için Dımaşk melikliğine bağlanan Cebele, yeniden Trablus emirliğine geçmiş oldu.

DUKAK’IN İBN AMMAR’A YARDIMI ANTARTUS BOZGUNU

Kudüs’ün işgali ve burada bir Haçlı krallığı kurulmasını izleyen günlerde Raymond de Saint Gilles, Fransa’ya dönüp bir süre sonra kalabalık bir Haçlı ordusuyla İstanbul üzerinden (1100) Suriye’ye gelmekte iken Eskişehir Ereğli arasında Anadolu Selçuklu sultanı I. Kılıç-Arslan tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldıktan başka, hemen hemen bütün ordusu yok edilmişti. Daha sonra güçlükle Antakya’ya gelen Raymond, burada prens Tancréd tarafından hapsedilmiş, fakat Haçlı ilerigelenlerinin aracılığiyle hapisten kurtarıldıktan sonra (1101) Trablus’un kuzeyindeki kıyı kenti Antartus (Tartus, Tortosa)’u işgal etmek suretiyle Trablus’u tehdit eder bir duruma gelmişti. Böylece Haçlı baskı ve tehlikesi altındaki Trablus kenti için ciddi bir durumun ortaya çıktığını gören emir İbn Ammar, hiç vakit kaybetmeksizin melik Dukak ile Humus emir Cenahüddevle’ ye ulaklar göndererek Trablus sınırlarına dayanan Raymond’un herhangi bir saldırısına karşı ivedi yardım isteğinde bulundu. Dukak, bu sefere bizzat katılmayıp iki bin kişilik bir kuvvet göndermekle yetinmiştir. Öte yandan emîr Cenahüddevle Humus’ta bulunmadığı için yerine nâib olarak bıraktığı emî Yâhız Humus kuvvetlerinin başında olarak Trablus yönüne hareket etti. Dımaşk ve Humus birlikleri, Trablus önünde İbn Ammar’ın kuvvetleriyle birleştikten sonra Raymond’u karşılamak üzere, Antartus yönüne hareket ettiler. Öte yandan Müslüman kuvvetlerinin ileri harekâtını haber alan Raymond, beraberindeki üç yüz kişilik bir kuvvetle Antartus yakınlarına gelip kondu ve burada, birliklerini savaş düzenine hazırladı. Müttefik kuvvetleri, Haçlılara karşı üç koldan saldırıya geçtiler. Bunun üzerine Raymond, kuvvetlerini üçe ayırmış, yüz kişilik bir birliği, Trablus kuvvetlerine, yüz kişilik başka bir birliği Dımaşk kuvvetlerine, elli kişilik birliği de Humus askerlerine karşı çıkarmış ve nihayet kendisi de elli kişilik bir kuvvetin başında olarak savaşa başlamıştır. Humus kuvvetlerinin çarpışmaların hemen başlarında bilinmeyen bir nedenle tutunamayıp bozgun halinde dağılmasından çok geçmeden, bu kez Dımaşk birlikleri de aynı biçimde bozguna uğrayıp geri çekildiler. Humus ve Dımaşk askerlerinin bozulup savaştan çekilmeleri üzerine Raymond, bütün kuvvetleriyle direnmeye çalışan Trablus birliklerine karşı saldırıya geçerek onları da kesin bir yenilgiye uğrattı. Müttefik kuvvetler bu savaşta oldukça ağır kayıplar verdiler. Nihayet savaş alanından kaçabilen Trablus, Dımaşk ve Humus kuvvetleri memleketlerine dönmüşlerdir (22 Cumadelâhır 495=13 Nisan 1102). Bu başarı üzerine Raymond, çok geçmeden Doğu Akdeniz’in önemli liman kentlerinden birisi olan Trablus’u kuşatmaya girişecektir.

RAHBE VE HUMUS’UN DIMAŞK MELİKLİĞİNE KATILMASI

Suriye çölünün kuzey – doğusunda ve Fırat ırmağının sağ kıyısında yer alan Rahbe, Büyük Selçuklu imparatorluğunun Musul emiri Gür-Boğa’nın ıkta bölgesinde bulunmakta idi. Gür-Boğa’nın ölümü (Zülkade 495 = Ağustos/ Eylül 1102) üzerine, sultan Alp-Arslan’ın memlüklerinden ve Gür-Boğa’nın maiyyeti emîrlerinden Kaymaz, kent yönetimini elegeçirmeyi başarmıştı. Vaktiyle babası Tacüddevle Tutuş’un egemenliğinde bulunan Rahbe’nin emîr Kaymaz’ın eline geçtiğini haber alan ve burasını, hükümranlığı altına alınmasını, kendisi için bir tür hak sayan melik Dukak, beraberinde Tuğ-Tigin olduğu halde, kuvvetleriyle birlikte Rahbe üzerine hareket etti. Dukak, kenti kuşatıp sıkıştırmış ise de almayı başaramayıp Dımaşk’a döndü. Safer 496 (Kasım/Aralık 1102) tarihinde emîr Kaymaz’ın ölümü üzerine, kent yönetimi, kızı Amine ile evlenen emîr Hasan’ın eline geçmişti. Emîr Hasan, Selçuklu egemenliğini tanımayarak hutbeyi yalnız kendi adına okutmakla kalmamış, ordu ve kent ileri gelenlerini yakalatıp hapse atmış, bazılarını öldürtmüş ve onların bütün mal ve hazinelerine el koymuştu. Öte yandan Rahbe’deki yönetim değişikliğini haber alan melik Dukak, yine beraberinde Tuğ-Tigin olduğu halde, ivedilikle Rahbe’ye gelip kuşatmaya başladı. Emîr Hasan’ın zulüm ve baskılarından sonderecede güç duruma düşen ve şiddetle yiyecek sıkıntısı çeken halk, kenti Dukak’a teslim etmekte duraksama göstermedi. Böylece Rahbe’ye giren Dukak, iç kaleye çekilen Hasan’ın önerisi üzerine, kendisi ve ailesi için “aman” vermiş ve böylece iç kale de teslim olmuştur (Cumadelâhır 496=Mart/Nisan 1102). Halka karşı iyi davranışlarda bulunan Dukak, kent işlerini düzene koyup buraya Muhammet b. es Sebbak eş Şeybanî’yi naib olarak atamış ve oğlunu da rehin alıp Dımaşk’a dönmüştür (22 Cumadelâhır 492 = 2 Nisan 1103). Böylece Rahbe, Dımaşk melikliğine bağlanmış oldu.

Humus emîri Cenahüddevle Hüseyin, elegeçirmekte geç kaldığı Rahbe seferinden sonra Humus’a dönerken Haleb yakınlarına gelip konaklamıştı. Bunu haber alan melik Rıdvan, aralarının açık bulunduğu eski atabeği ve babalığı Cenahüddevle’nin gönlünü alıp barışmak amaciyle yanına giderek Haleb’e getirmiş, kent dışında onun için özel çadırlar kurdurarak şerefine on gün süreyle şölen ve eğlenceler düzenletmişti. Böylece Rıdvan ile bütün kırgınlıkları sona eren Cenahüddevle, Haleb’de daha bir süre kaldıktan sonra Humus’a dönmüş ve 1 Mayıs 1103 Cuma günü, silahlı koruyucularının koruması altında kent camiinde namaz kılarken eski düşmanı Bâtıní reisi Hakim el-Müneccim’in görevlendirdiği üç Bâtınî fedaisi tarafından öldürülmüştür. Emîrlerinin ölümü üzerine, Humus’ta heyecan ve karışıklıklar başgöstermiş, kentin Türk halkından pek çoğu Dımaşk’a kaçmıştı. Bu durumundan faydalanmak isteyen Raymond, Humus’u elegeçirmek için askerî hazırlıklara başladı. Öte yandan Cenahüddevle’nin öldürülmesinden üç gün sonra (4 Mayıs) karısı, oğlu melik Rıdvan haber göndererek Humus’u gelip teslim almasını ve herhangi bir Haçlı saldırısına karşı korumasını bildirdi. Bu çağrıyı haber alan Humus ordu kumandanları, vaktiyle ona karşı Cenahüddevle safina geçmeleri nedeniyle Rıdvan’ın kendilerine pek olumlu davranmayacağı düşünce ve korkusuyla ve esasen Cenahüddevle birçok kez, Haçlılara karşı mücadelelerde melik Dukak’ın yanında yer almış ve onun müttefiki durumuna gelmiş olması dolayısiyle, derhal Dukak’a bir elçi heyeti “göndererek kenti kendisine teslim edeceklerini” bildirdiler. Bu sırada melik Dukak, henüz Rahbe’den dönmemişti. Dımaşk’ta Dukak’ın nâibi durumunda bulunan eski kumandanlardan Ay-Tigin el-Halebî, hiç vakit kaybetmeden kuvvetleriyle Humus’a gelerek kent ve kalesini teslim aldı. Fakat çok geçmeden Dımaşk’a gelip durumu öğrenen Dukak, Tuğ-Tigin ile birlikte derhal Humus’a gelmiş, yöneticiler ve kumandanlar itaat arz ederek kent ve kalesini bizzat kendisine teslim etmişlerdir. Öte yandan elegeçirmek üzere, kuvvetleriyle harekete geçip Humus’un kuzey doğusundaki Resten’e gelerek kuşatmakta olan Raymond ile, annesinin çağrısı üzerine, Haleb’den ayrılarak Kubbe’ye gelen melik Rıdvan, Humus’un Dukak tarafından alındığını öğrenince memleketlerine geri dönmüşlerdir. Böylece Dukak, Dimaşk Selçuklu melikliğinin yönetimi altına alınan Humus’ta işleri yeniden düzene sokmuş, halka iyi muamelede bulunmuş ve öldürülen Cenahüddevle’nin çocuklarını alarak Dımaşk’a dönmüş ve onlara, babalarının ıktalarını vermiştir.

MELİK DUKAK’IN ÖLÜMÜ VE KİŞİLİĞİ

Dokuz yıl gibi pek kısa olmayan bir süreyle (1095-1104) Dımaşk Selçuklu Melikliği tahtında oturan Şemsü’l-mülük Ebû Nasr Dukak, genç yaşta uzun süren bir hastalığa tutulmuştu. Bu nedenle perhiz yapmak zorunda kalan ve normal gıda alamayan Dukak, vücudunun kuvvetten düşmesi üzerine, bu kez vereme (illetü’d – dıkk) yakalanmış ve gün geçtikçe takatten düşüp zayıflamaya başlamıştı. Onun artık yaşamasından ümit kesilince annesi Saffetü’lmülk Hatun yanına gelerek “düşündüğü vasiyyetini yapmasını, böylece meliklik işleriyle oğlunun durumunun ne olacağı hususunu belirtmesini söylemesi üzerine Dukak, ätabek Tuğ-Tigin’in kendisinden sonra meliklik işlerini yürütmesini, henüz 1 yaşındaki oğlu Tutuş’un tahta çıkarılmasını, onun yetişmesine ihtimam gösterip himaye etmesini ve düşündüğü başka şeyleri” vasiyyet etmiştir. Çok geçmeden melik Dukak, 12 Ramazan 497 (8 Haziran 1104)’da hayata gözlerini yummuş ve annesinin, kentin kuzey doğusunda Meydanü’l-ahdar’da, kente hâkim bir tepe üzerinde yaptırdığı, büyük bir mescid havlusunda bulunan ve Kubbetü’t – tavâvîs adiyle anılan ve Cumadelûlâ 513 sonlarında vefat eden annesinin de gömüldüğü mezarlığa defn edilmiştir.

Babası Tâcüddevle Tutuş’un ölümünden sonra, özellikle onun hizmetinde bulunmuş olan emirlerin büyük destek ve çabalariyle Dımaşk’a gelerek burada ağabeyisi Fahrü’l-mülük Rıdvan’ın Haleb’de kurduğu Selçuklu Melikliğinden ayrı bir Selçuklu Melikliği kurmayı başaran Şemsü’l-mülük Dukak, 9 yıl süreyle Dımaşk Selçuklu tahtında aralıksız olarak hükümran olmuştur. Dukak, melikliğinin ilk yıllarında, büyük evlâd sıfatiyle babasının kurup sınırlarını genişlettiği Selçuklu devletinin tek hükümdarı olmayı amaçlayan melik Rıdvan’ın saldırı ve baskıları karşısında, başta atabeği ve babalığı Tuğ-Tigin olmak üzere, melikliğine bağlı babasının işbilir emir ve kumandanların kendisine sadakat ve destekleri sayesinde, Dımaşk’taki egemenliğini korumasını bilmiştir. Zaman zaman biraz sert ve daima kuşkulu bir tabiata sahip olan ağabeyisi Rıdvan’ın maiyyetinde bulunan emîrlerin (Yağı-Sıyan, Artuk-oğlu Sökmen vs. gibi) kendi hizmetine girmeyi seçmeleri, Dukak’ın onların kişiliklerine saygı gösterip değer vermesiyle ilgili olsa gerektir. Özellikle atabeği ve babalığı Haleb melikliğinin bir numaralı devlet adamı niteliği taşıyan Cenahüddevle Hüseyin’in bile Rıdvan’ın hizmetinden ayrılıp Humus’ta ayrı küçük bir beylik kurması ve görüldüğü üzere, her fırsatta Dukak ile işbirliği yapması, bunun en güzel örneğini oluşturur sanırız. Onun başarısının tek ve önemli nedeni, vaktiyle babasının hizmetinde bulunmuş olan değerli emîr ve devlet adamlarını bir araya getirmesi ve Dımaşk melikliğinin yönetimini onların işbilir ellerine bırakmasında aramak yerinde olur kanısındayız. O, Haçlıların Suriye ve Filistin’de birer devlet kurarak yerleşmelerinden sonra, onlara karşı başta metbû tanıdığı Büyük Selçuklu İmparatorluğu olmak üzere, bütün İslâm devletlerinin giriştikleri mücadelelere kuvvetleriyle katılmış ve ayrıca, kendisinin Dımaşk melikliği, Rıdvan’ın Haleb melikliği gibi, Haçlıların sürekli saldırı ve baskısı altında olmamakla birlikte, zaman zaman bölgesel olarak da onlarla mücadelelerini sürdürmekten geri kalmamıştır. Babasının başkenti Dımaşk’ta, melikliğinin kurulduğunu gördüğümüz Dukak da, ağabeyisi Rıdvan gibi, babasının egemen olduğu bölge ve kentleri kendi hükümranlığı altına almayı denemiş ve her girişimde de başarılı olmuştur. Bu cümleden olarak Diyarbekir bölgesi, bir süre Cebele, Rahbe ve nihayet Humus kentlerini melikliğinin yönetimi altına almayı başarmıştır. Böylece onun devrinde melikliğin sınırları, genellikle Doğu-Akdeniz kıyı bölgeleri dışında, Busra’dan Hama’ya dek uzanmakta ve ayrıca Rahbe ve Diyarbekir bölgesini de kapsamakta idi. Gerçekten onun, melikliğin sınırlarından çok uzaklarda bulunan Rahbe ve Diyarbekir’e egemen olma azmi yanında, Cebele emîri İbn Süleyha’yı, zengin hazinesinden başka 300 bin altın gibi büyük bir para karşılığında teslim etmesini bildiren düşmanı Trablus hâkimi İbn Ammar’ın bu önerisini red ederek ahde vefada gösterdiği sadakati, belirtilmeye değer bir nitelik taşımaktadır.

1.Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. I . Kafesoğlu, Sultan Melikşah deurinde Büyük Selçuklu Imparatorluğu (Istanbul 1953), s. 206 vd.; O. Turan,Selçuklular Tarihi ve Türk-islam Medeniyeti (Ankara 1965), s. 159-160.

2. Ibnü’l-Esir,el Fit-tarih (Tornberg yay. Tıpkı basım, Beyrut 1966), X, 247. İbnül-Adim (Zübdelii’l-Haleb min Tarihi Haleb, yay. S. ed-Dehhân, Dımaşk 1954) II, 130), Tutuş’un Rey savaşından önce Diyarbakir bölgesini feth ettikten sonra, oğlu Dukak ile ona atabek yaptığı Tur Tigin’e verdiğini, fakat Dukak’ın atabeği ile birlikte Rey savaşına katıldığını belirtmiştir.
3. Bu konuda özel bir araştırma için bk. A. Sevim, Haleb Selçuklu Melikliği. Fahrül-mülak Rıdvan Devri (Selçuklu Ara~t~rmalar~~Dergisi, II, 1970), s. 1-66.
4. I bnül-Kalânisi, Zeylü Tarihi Dimdik (Yay. H. F. Amedroz, Leyden 1908) s. 130; Zübdelü’l-Haleb, II, 120-121; el-Klimil, X, 248; Vüldiu Dimdik fi* Ahdi’s-Sekukt (Ibn Asâkir’den seçmelerle yay. S. el-Müneccid, 2 baskı, Beyrut 1975), s. 19; Azim I , Tarih (Karamustafa Paşa Ktp. Nr. 398), .1 88b; Ibnü’l-Ezrak, Tarihu Meyydfarikin ve Âmid, Tarihli’ l- Fdrikt, ed-Devielli’l-Mervaniyye (Yay. B. A. Ayad, Kahire 1959), s• 245.

5. Bu konuda ayrıntı~için bk. A. Sevim, adı geç. Makl.

6. Zeylü Tarihi Dımaşk, s. 131; Tarihu Meyyâfariki ve Amid, S. 236-37,239; Zübdetü’l-Haleb, II, 1 20; T bn ~ eddâd, el-A’lâkü’l-hazire ft’ Zikri iimerâi ~-~am ve’ 1-Cezire (Yay. Yahya Abbâre, cüz III, kısım 1, Dımaşk 1978), S. 398; TA. “TuğTigin” mad.

7 .Zeylii Tarihi Dımaşk, s.131; Ziibdetii’l-Haleb,II, 130-32; el-Kâmil,X, 248; Azimi, ~ g8a, 1A. ” Tuğ-Tigin” mad.

8.Urfa kuşatması~ve sonraki olayların ayrıntısı~için bk. A. Sevim, ad~geç. Makl., s. 6 vd.

9. el-Kâmil, X, 248; Zübdeiül-Haleb, II, 123-24.

1o. Kaynaklarda herhangi bir kayıt olmamakla birlikte melik Dukak’ın melikliğin ileri gelen emirleriyle bir sefere çıkmış~olması~mümkündür.

11 .Bu konuda aynca bk. A. Sevim, adkgeç. Mkl., s. ~o vd.

12. Bu sefer hakk~nda da ayrıca bk. Ost. yer, s. 14 vd.

13. Zeylü Tarihi Dımaşk s. 134; Zübdetü’l-Haleb, II, 131-32; s. 4o3 (Burada Ali Taş yerine İlyas kaydedilmistir).

14. Zübdelii il-Haleb, II, 133.
15 .Bu konuda ayrıntı~için bk. A. Sevim, adıgeç. Mki, s. 27 vd.

16. Emin AIi T aş’ın buradaki faaliyetleri hakkında bk.Tarihu~ifarikin ve ~imid, s.245-47. 17 Ayn~~eser, S. 245, 239, 268-69; IA. “Diyarbekir” mad.

18. Muhtesiplik hakk~nda genel bilgi için bk. 1A. “Muhtesib ve hisbe” maddeleri.

19. Tarihu Meyydfarikin, s. 269; s. 403 (Ibnü’l-Ezrak’~n verdi~i karanl~k bilgileri açıklıpa kavuşturur); Zey1ü Tarihu Dımaşk, s. 137; S~b t b. el-Cevzi, Mir’dtü’z-zeman fi Tarihi’l-dyan (Topkapu Saray~, III. Ahmet Ktp. Nr. 2907), XIII, 129a; Azim!, 191a.

20-21 .Ortaça~larda genellikle Arap coğrafyacılarına göre el-Belkii bölgesi, Şam eyâletine bağlı~idi. ~evik, ise, bu bölgenin verimli bir yöresidir. Genel bilgi için bk. ~A. “Belk8 ve Seviid” maddeleri; Yakut, Şehabüddin Ebâ Abdullah, Kitabu Mu’cemil-bülddn (Wüstenfed yay. t~pk~~bas~m~, Tahran 1936), III, 174.

22. Franstzlar bu emire iri yap~t~~olmas~~dolay~siyle Fat Peasant (~i~man çiftçi, köylü) ad~n~~ vermi~lerdir.

23 .Runciman, savaşa bizzat D uk a k’ın katıldığnı~yazmakta ise de (A History of the Crusades, I, 31o) bu konuda tek ve ayrıntılı~bilgi veren Alberius Aq uensis (Almanca çev. H. Hefele: Geschichte des ersten Kreuzzugs, Jena 1923, s. 17-18) de bu husus belirtilmeyip sadece Dukak’ın y~o atlı~gönderdiıi kaydedilir.

24. S. 17 vd.
25. Albertus, göst. yer; R. Gr o usse t, Histoire des Croisades (Paris Librairie Plon), I, 186-87; R unciman, I, 320-21.
26. Bütün bu konularda geni~~bilgi için bk. O. Turan, Selçuklular Zaman~nda Türkiye (Istanbul 1971), s. 136-38.
27 .F ulch erius Carnotesis (Ingilizce çev. F. R. Ryan: Fulcher of Chrartres, Tennessee 1969), II. Kitap, s. 137rde 200 ~övalye, 700 yaya, Zeylü Tarihi d~ma~k (S. 138) ve el-K~ll~:il (X, 324)’de soo atl~~ve yaya Alber t us (S. 32)’da 400 seçme şövalye, ‘000 yaya olarak kaydediliyor.

28 .Alber t us (S. 32) bu kuvvetleriu 2o bin oldu~unu abartmal~~olarak yazar.

29. Her an bir bask~nla yok edilecekleri korkusuna kap~lan Haçl~~ kaf~lesinde muellif Fulcherius da bulunuyordu. O eserinde (S. 139) savaşı~anlatırken “O zaman Chrtres, ya da Orleons’da olmay~~çok arzu etmiştim” sözlerini söylemesi, Haçlı~kafilesinin ne denli ciddi bir tehlike karşısında olduğunu gösterir.

30. F ulcherius, kitap II, S. 137-143 (bu müellif, Baudouin ile birlikte olduğu için bu konuda çok ayrıntı l el-Kâmil, X, 324 (son iki eserde çok k~sa bilgi vard~r); Grousse t, I, 205-212; R uncim an, I 322-25

31. S. 54.
32. Bk. Mu’cenni’l-büldan, Il, 25; IA. “Cebele” mad.

33.el-Kâmil, X, 310.
34 .Zey1ü Tarihi D~ma~k, S. 139.

35. Ibn Sül ey hâ’n~n Bakdad’daki faaliyetleri hakk~nda bk. el-Kâmil, X, 311-12.

36. Zeylü Tarihi D~ma~k,s. 139-140; el-Kâmil,X, 310-12; Mu’cemu’l-büldan,II, 25-26; Azim i, 191 a-b; Grousset, I, 2~o-~~; Runciman, 11, 33-34.

37. Bütün bu hususlar için bk. O. Turan, Selyuklular Zaman~nda Türkiye s. 104-105; R uncima n, II, 56-58; ayr~ca bk. Urfal~~M ateos, Vekayi-Nâme (Türkçe çev. H. D. Andreasyan, Ankara 1962), s 214-16; Abu’l-Farac, Tarihi (Türkçe çev. ~>. R. Do~rul, Ankara 1954), II, 343.

38. X, 344; Zeylü Tarih, Dzma~k, s. 140 -41; Abul-Faraç, II. 343; Runciman, II, 58-59.

39. Gür-Bo~a hakk~nda genel bilgi için bk. 1A. “Kür-Bo~a” mad.

40. el-Kdmil, X, 363, 428; Zkylü Tarihi Dz~na~k S. 142; Zübdetü’l-Haleb, II, 146; Mir’dtü’z- zeman,XIII, 139a; Azimi, ~g~b; kr~. 1A.”Rahbe” mad. Zübdetii’l-Haleb’deki (II, 146) bir kayda göre, Humus erniri Cenahüddev le Hüseyin, yönetimi eline geçirmek amaciyle bir miktar kuvvetle Rahbe’ye gitmi~~ise de kentin melik Dukak tarafindan al~nd~~~n~~ö~renince geri Humus’a dönmü~tür.

41. Zübdetü’l-Haleb, II, 14.6-47; Zeylü Tarihi Dzma~k, S. 142; B. Lewis, The Assasins (London 1967), S. ~oo; R un cim an, II, 59-60.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.