Modern müzik tarihimiz açısından işgal altındaki Filistin toprakları ve halkının uğradığı soykırımın şarkılara yansımasının geçmişi çok eski değil. Hatta bugün Filistin-Gazze meselesini ağırlıklı biçimde İslamcı örgütlenmelerin gündemde tutmaya çalışmasına karşın bu konuya müzikleriyle ilk temas edenlerin sol hareketler olduğunu not düşmek gerekli. Türkiye’de sokaklar dahil hemen her örgütlenmenin sağ ve sol olarak ikiye bölünmeye evrildiği 70’lerin başından itibaren bundan nasibini alan müzik sektöründe popüler tarz olarak beliren Anadolu rock içerisinde Filistin meselesi çıkıyor karşımıza. Ondan evvel bir şarkıdan bahsedemiyoruz.
İslamcı hareket ve müzik ilişkisi ise henüz o yıllarda irtibat halinde değil. 1970’de siyasal hayata atılan MNP/MSP hattı propaganda çalışmalarında mehter müziği ile yetiniyor sadece. Çünkü muhafazakar Türk sağında İslamcılık ve modern müzik meselesi ele alındığında özellikle bu hattın sorunlu olduğunu iddia etmek pekala mümkün. Dolayısı ile siyasal söylemlerde anti-siyonist vurgu bir propaganda dili biçiminde ortaya çıksa da bunun uzantısı olan şarkıları bulamıyoruz.

FKÖ kamplarında silahlı eğitim alıp bu eğitimlerini Türkiye’de uygulamaya koyan Türk solu
1970’li yıllarda Türk solu ve Filistin ilişkisi ise FKÖ üzerinden kurulan ideolojik bir bağ. Marksist-Leninist ideolojik zeminle Filistin meselesini savunan FKÖ ve Türk solunun münasebeti örgütün askeri kamplarında verdiği silahlı eğitimlerle özellikle 60’ların sonu 70’lerin başında güncelliğini korudu. Türk solu içerisinde popüler kimi isimlerin de FKÖ kamplarında silahlı eğitim alarak Türkiye’ye geri döndükleri ilgililerce malum bilgiler. Bu eğitimler neticesinde şiddeti bir yöntem olarak kullanan sol fraksiyonların Türkiye’nin 70’li yıllarındaki silahlı çatışma ve kanlı eylemler tarihinin önemli bir tarafını temsil ettiğini biliyoruz.
İşte FKÖ’de silahlı eğitim alarak Türkiye’ye giriş yapan solcu gençlerin ve gençlik hareketlerinin yoğun olduğu bu günlerde Anadolu rock müziğinin kurucu öznelerinden Cem Karaca ve Filistin meselesinin yolları 1975’te kesişir. (-Bu arada “Anadolu rock”ın, 60’ların sonunda biçimlenmeye başlayan “Anadolu pop”un 70’li yılların öyküsüne paralel olarak sert söylem içeriği ile politikleşmiş hali olduğunu iddia edebiliriz-). Okuduğu Robert kolejde Beatles etkisiyle önce İngilizce şarkılar söyleyen, askerde iken duyduğu bir türküden etkilenerek Erzurumlu Emrah’ın şiirini şarkılaştırıp 1967’de “Emrah” ile Altın Mikrofon yarışmasında ikinci olan, 70’lere girince sınıf mücadelesi meselesine yaslanan “Tamirci Çırağı”, sıcak çatışmalarda ölmüş ve idam edilmiş devrimcileri ima eden “Parka” ve “1 Mayıs” gibi politik mesajlarla dolu plakları ardı ardına çıkaran Karaca vardır karşımızda.
İzmir Fuarında sahne aldığı sırada Libya standını ziyaret edip şeref defterine Filistin halkının mücadelesini desteklediğini yazan Karaca’yı daha sonra FKÖ’lü gençler ziyaret ederek davaları için bir şarkı yapmasını isterler. Gerçekleşen görüşme neticesinde Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak piyasaya çıkacak ve gelirinin FKÖ’ye aktarılacağı bir plak tasarlanır.

Kısa bir müddet sonra Filistin mücadelesini ima eden ve Turgay Gönenç tarafından sözleri yazılan “Ninni” isimli bir beste yapar Karaca. Kaynaklarda bu şarkının plağa okunup FKÖ temsilcilere teslim edildiği bilgisi mevcut ama akibeti meçhul. Bu şarkının ilerleyen zaman diliminde sözlerinin yine Cem Karaca tarafından değiştirilip 1975 yılının sonuna doğru “Mutlaka Yavrum” adıyla plağa okunduğunu biliyoruz. O yıllardaki konserlerinde de “Adiloş Bebe” isimli şarkısını Karaca, Filistin halkı için okuduğunu dile getirir. 12 Eylül askeri darbesi neticesinde yasaklamalar, toplatılan plak, kasetler sebebiyle Anadolu rock birikiminin 80 sonrasına sağlıklı aktarımı kesintiye uğrayınca 70’lerdeki bu politik ilginin bir dönem sönümlediğini söylemek mümkün. Ancak 12 Eylül şartlarının göreceli biçimde değişmesi ardından Türk solu içerisindeki Filistin duyarlılığının yeniden toparlandığını görüyoruz. 1986 yılında Grup Yorum’un ilk albümlerinde “Kuşatma”, 88’deki ikinci albümlerinde “Filistin Günlüğü” şarkıları çıkıyor karşımıza. 87’de ozan/aşıklık geleneğinin 1960’lardan itibaren hızla politikleşmesini temsil eden isimlerin başında gelen Aşık Mahzuni’nin “Son Acı/Ortadoğu”, 88’de ise Ferhat Tunç, Hasret Gültekin, Abuzer Karakoç, Haluk Özkan gibi sanatçıların ortak imzasını taşıyan “Özgürlük İçin/Selam Sana Filistin” kasetleri yayınlanır. Dikkat çeken bir çalışma da Türkiye’deki FKÖ çevresinin 1988’de hazırlattığı “Direnen Filistin” kaseti. Baha Boduroğlu’nun okuduğu şiirler ve metinlerden meydana gelen kasetin kimi yerlerinde Arapça marşlar dinleriz.

Mahmut Derviş, Fatva Tukan, Samih El Kasım, Tevfik El Zeyyat, Mahmut Sobh ve Remzi Derviş’in şiirlerini Baha Boduroğlu seslendiriyor.
Kimi yerlerde ise Arapça marşlar duymak mümkün.
Dolayısıyla şunu pekala söylemek mümkün ki, Filistin mücadelesini konu edinen ilk şarkılar çok yıllar evvel Türk solu tarafından bestelenmiştir. MNP/MSP çizgisinde yapılanan politik İslamcı çevrenin modern müzik ile kuramadığı ilişki sebebiyle 1980’lerin sonuna kadar bu mahfilde bir şarkıya rastlayamıyoruz. Ancak 80’lerin sonu 90’ların başında modern müzik örneği olarak ortaya konan ve daha çok marş formunu taşıyan üretimlerden bahsetmek mümkün. Giz Ajans etiketini taşıyan “El-Guraba”, Seda Ajans’ın “İntifada/Filistin Marşları” ile başlayıp “Bir Güneş Doğuyor” kaseti, Taner Yüncüoğlu, Ömer Karaoğlu, Aykut Kuşkaya, Eşref Ziya gibi İslamcı mahfil içerisinde modern müzik üreten isimler o yıllardaki çalışmalarında bu meseleye yer veririler. Sonraki yıllarda da başka isimleri anmak mümkün. Grup Yürüyüş gibi. Bu üretimlerin çoğunun marş formu etkisi taşıyan ya da bizatihi marş olan çalışmalar olduğunu ayrıca not düşmek isterim.
Biz ancak türkü söyleriz.
Ben şahsen marş formunun Doğu’ya has bir müzik tarzı olmadığını, ulus devlet süreci içerisinde Batı tarihinin modernleşme öyküsüyle senkronik yürüyen ve temsil gücü bakımında bu tarihin ayrılmaz parçası şeklinde ortaya çıktığını belirtmek isterim. Tıpkı Benedit Anderson’un “hayali cemaat” biçiminde tanımladığı ulus kavramını ima eden “hepimiz yürüyüş ritminde aynı coşkuyla aynı tondan aynı şeyleri” söyleyelim meselesinin müzikal karşılığıdır aslında marş. Doğu ise Batı tarzı bir uluslaşma tarihine sahip olmadığı için milli marş bestelememiştir. Osmanlı modernleşmesinde bu yüzden “Mecidiye”, “Hamidiye” marşları gibi üretimlerle yetinildiğini hatırlatmak gerekli. Bu yüzden sünni ozan ve türkü geleneğinden gelen ülkücü sanatçı Hasan Sağındık’ın 1996 yılında yayınladığı ve Filistin’e de atıf yapan “Siyah Ağıt” albümündeki “Filistin’de sapan taşlı çocuklara selam söyle” şarkısı muhafazakar Türk sağının müzik tarihi içerisinde “yerlilik” meselesi bakımında -en azından benim bakış açım için- özel bir yerde durmaktadır. Yerli anlayışa sahip olmasını besleyen kodları ise eserin form olarak türkü geleneğini sürdürmesi, sözlerinde Türk mitolojisinde yeri olan “Turna” metaforuna göndermelerde bulunması üzerinden açıklamak pekala mümkün. (Bilindiği üzere “Turna” metaforu bizim mitolojimizde ölen kişinin ruhunun gökyüzüne turna kuşu olarak yükselmesini karşılar).

Yine aynı şekilde sünni ozan geleneğinin en önemli temsilcisi olan Ozan Hilmi Şahballı’nın “Dün Bağdat’ta, bugün Şam’da, Yeter utanın bu çağda, Ağlatmayın çocukları” dizelerini içerip Ortadoğu meselesine atıflarda bulunan “Ağlatmayın Çocukları” (1992) türküsü, Ozan Arif’in “İsrail’e Lanet”, Ozan Yusuf Polatoğlu’nun “Ağlayan Coğrafya” şiirlerini anabiliriz.
Sözü toparlarken “arabesk müzik ve Filistin ilişkisi”nden de ilginç bir örnek vermek isterim. Uzun yıllar piyasadaki birçok önemli sanatçı tarafından besteleri seslendirilen (Örnek olarak Azer Bülbül’ün yorumladığı “Üzülmedim ki”, Hüseyin Altın tarafından okunan “Rüya Gibi”, Müslim Gürses’in tarihe not düştüğü “Kısmetim Kapanmış” şarkılarını gösterebiliriz) Naci Eray’ın da meseleye ilgisiz kalmadığını belirtmek gerekli. Eray’ın yakın zamanlarda Youtube üzerinden yayınladığı “Filistin Yanıyor” şarkısı arabesk müzik tarihi açısından da dikkate değerdir.
Tabi bu arada Türkiye’de müzisyen kimliği ile tanınan, aynı zamanda İsrail vatandaşı olduğu ve hatta İsrail’de askerlik yaptığı basına yansıyan, Hamas’a terörist diyen Linet’i destekleyip, birkaç dönem vekillik “payesi verilen”, durmayıp ardından bir üniversitenin rektörlüğü görevini alan “politik akademisyen”i de unutmamak lazım !