Avrasya İçin Çin-Amerikan Savaşı

Genel tabloya bakıldığında, Rusya’nın Avrupa’daki hedefleri büyük ölçüde sona ermiş durumda; Amerikan emperyalizmi Avrupa’da her zamankinden daha fazla kök salmış halde. Öte yandan, Rusya’nın Asya’daki hedefleri yeniden canlanıyor.ABD’nin uyguladığı çevreleme stratejisi, genişleyen Çin gücüyle er ya da geç çatışmaya mahkum ve aslında birçok açıdan şimdiden çatışıyor. Ancak bunun ne zaman, nerede ve nasıl gerçekleşeceği henüz belirsizliğini koruyor.
Mart 3, 2025
image_print

Avrasya’nın geniş kara parçası ve zengin kaynakları üzerindeki kontrolün küresel hegemonya için kritik olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Tarih boyunca, küresel güç olarak zirveye ulaşan her imparatorluk, bu bölge üzerinde hakimiyet kurmuştur. 1945’ten itibaren—Bretton Woods sisteminin Amerikan Doları’nı (USD) dünya rezerv para birimi ilan ederek İngiliz Sterlini’nin yerine geçirmesi, ABD’nin Batı Avrupa’da Almanları, Asya’da Japonları ve Afrika’da İtalyanları mağlup etmesiyle—Amerikan imparatorluğu Avrasya üzerinde jeopolitik bir üstünlük kurdu ve bu gücü küresel düzeni şekillendirmek için kullandı.

Şimdi Çin ve Rusya’nın yapmaya çalıştığı şey, ABD’nin Avrupa, Asya ve Orta Doğu’daki jeopolitik kontrolünü kırmaktır. Bunu, Çin Yuan’ı ile desteklenen ve BRICS, Şangay İşbirliği Örgütü gibi oluşumların yanı sıra Kuşak ve Yol Girişimi gibi küresel altyapı projeleriyle şekillendirilen yeni bir küresel düzen inşa ederek gerçekleştirmeyi amaçlıyorlar. Üstelik bunu, sözde “çok kutupluluk” kisvesi altında yapıyorlar. Çinli stratejistler uluslararası ilişkilerde giderek daha iddialı bir tutum sergileyerek Amerikan küresel egemenliğine tarihteki en ciddi meydan okumayı oluşturuyorlar. Devlet Başkanı Xi Jinping’in liderliğinde Çin’in dış politika doktrini, “proaktif, kararlı, birlik içinde ve savaşmaktan çekinmeyerek başarmaya odaklı” olmayı temel alıyor. Günümüzde Çin politikasına yön veren yaklaşım budur.

Bunu, onlarca yıl boyunca Çin’in dış politikasına yön vermiş olan Deng Xiaoping’in yaklaşımıyla karşılaştırın. Deng’in politikası, “sakin olmak, kapasiteyi gizlemek, zamanı kollamak, düşük profil sergilemek ve asla liderlik iddiasında bulunmamak” prensiplerine dayanıyordu. Xi’nin yaklaşımı ise bundan tamamen farklı ve onun yönetimi, düşük profilli politika yapımından belirgin bir kopuşun sinyalini veriyor.

Bu arada, Çin’in en hayati ortağı olan Rusya da Ukrayna’ya yönelik geniş çaplı işgaliyle küresel dengelerde ciddi dalgalanmalar yaratıyor. Üçüncü yılına giren bu savaş, ABD tarafından doğrudan tehdit edilen Rusya’nın kendi bölgesel çıkarlarını koruma çabasının bir sonucuydu. Ancak Çin’in de, genellikle göz ardı edilen ancak oldukça kritik olan, Rusya’nın Ukrayna’da avantajlı bir sonuç elde etmesine yönelik stratejik bir çıkarı var. Eğer Çin, Amerikan hegemonyasını geri püskürtmek istiyorsa, Batı karşısında güçlü ve caydırıcı bir Rusya’ya ihtiyacı olacak.

Son on yılı aşkın süredir Rusya ve Çin ilişkilerini büyük ölçüde geliştirdi. Aralarında Avrasya boyunca yeni boru hatları ve ticaret koridorları oluşturacak 80’den fazla ikili proje bulunuyor. Üstelik, Rusya’nın Çin’e her zamankinden daha fazla petrol ve doğalgaz satması ve askeri iş birliğini genişletmesi de bu yakınlaşmayı güçlendiriyor. Ve bu eğilim sadece artarak devam edecek.

Amerikan imparatorluğu, uzun süredir Rusya ve Çin arasındaki bu yakınlaşmadan endişe duyuyor ve böyle bir birleşmeyi ABD’nin küresel hegemonyasına yönelik varoluşsal bir tehdit olarak görüyor.

Ancak tam olarak bu, Nisan 1997’de Kremlin’de gerçekleşti. Boris Yeltsin, Jiang Zemin’i ağırladı ve her ikisi de küresel hegemonyadan arınmış çok kutuplu bir dünya inşa etme taahhütlerini ortak bir bildiriyle duyurdu. Dünya meselelerinin tekelleştirilmesini kınayan bu açıklama, açıkça ABD’ye yönelikti. Ancak tek kutuplu dönemin (Amerikan imparatorluğunun tek süper güç olduğu an) zirvesinde, bu durumu değiştirmek için yapabilecekleri pek bir şey yoktu.

O dönemde Çin, iç kalkınmayı ve Orta Asya’ya yayılmayı bir süreliğine ikinci plana atarak, kıyı bölgelerindeki özel ekonomik bölgelerde yoğunlaşan ihracata dayalı üretime odaklandı. Öte yandan, Rusya Avrupa’ya yönelik petrol ve doğalgaz ihracatını genişleterek, onlarca boru hattı inşa etti. 2011 yılına gelindiğinde, Rus-Alman ortaklığıyla geliştirilen Kuzey Akım projesi faaliyete geçti ve on yıl içinde Avrupa, doğalgaz ihtiyacının yarısını Rusya’dan karşılar hale geldi. Bu da Moskova’nın devlet gelirlerinin %40’ına katkı sağladı.

Ancak bu karşılıklı bağımlılığa dayalı strateji, Rusya’nın bölgesel hedefleriyle çelişiyordu.

NATO ve Avrupa Birliği’nin (Amerikan imparatorluğunun uzantıları olarak) Rusya sınırlarına doğru genişlemesi, özellikle Ukrayna konusunda artan gerilimlere yol açtı. ABD destekli Maidan Devrimi sonucunda Rusya yanlısı hükümet devrildiğinde—ki bu süreç, halk ayaklanması olarak başlayıp fiilen ABD destekli yumuşak bir darbeye dönüşmüştü—Moskova, Karadeniz üzerindeki erişimini ve kontrolünü güvence altına almak için Kırım’ı işgal etti ve doğudaki Rusya yanlısı ayrılıkçılara (Donbas) destek vermeye başladı. İşte bu, Ukrayna Savaşı’nın gerçek başlangıç noktasıydı.

ABD, Kuzey Akım gibi projelere hızla yaptırımlar uygulamaya başladı, hatta bu boru hatlarını tamamen kapatma tehdidinde bulundu. Bu süreçte, ABD, boru hatlarının kendi ülkelerini tamamen devre dışı bırakacağı korkusunu taşıyan Doğu Avrupalı müttefikleriyle ortak bir zemin buldu. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgali, yaptırımların katlanarak artmasına neden oldu ve AB ile Rusya arasındaki ticarette Avrupa’nın büyük bir açık vermesine yol açtı. Ancak, Eylül 2022’de Kuzey Akım boru hatlarının sabotaja uğramasının ardından, Rusya’nın doğalgaz sevkiyatları dramatik bir düşüş yaşadı.

Bu sabotajın ardından doğru düzgün bir haber araştırması yapılmadığı için, konuyu daha net bir şekilde ele alarak bağlamına oturtmamız gerekiyor.

KUZEY AKIM BORU HATLARINA NE OLDU?

Yakın gelecekte bu konuda somut detaylar öğrenmemiz pek olası görünmüyor. Boru hatlarına yönelik sabotajın medyada neredeyse tamamen sessizliğe gömülmesi bile başlı başına çok şey anlatıyor. Oysa bu olay, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın en kritik gelişmelerinden biriydi ve aradan neredeyse iki buçuk yıl geçmesine rağmen hakkında neredeyse hiç konuşulmadı.

Bana göre, eğer yetkililerin tutuklamak istediği ve yalnızca “Volodymyr Z” olarak bilinen Ukraynalı dalış eğitmeni gerçekten bu sabotaja karışmışsa, hapishanede “Epstein tarzı” bir intihar girişimiyle hayatını kaybedebilir. Büyük ihtimalle, araştırmacı gazeteci Seymour Hersh’ün ABD hükümetinin bu işin içinde olduğu yönündeki iddiaları büyük ölçüde doğru çıkacak, ancak bunu kanıtlayacak somut deliller yine de bulunamayacaktır. En olası senaryo ise, bunun CIA ve MI6 tarafından yürütülen gizli bir operasyon olduğudur. Amerikalılar ve İngilizler—Kiev’in en sadık müttefikleri—Ukraynalıları eğitmiş ve operasyon için onlara destek vermiş olabilir. Paralı askerler, gizli operasyonlar, inkâr edilebilirlik mekanizmaları… Bütün bunlar bu tür operasyonların bilinen unsurlarıdır.

Eğer bu olayın perde arkasında gerçekte ne yaşandığını bir gün öğrenirsek, bu büyük olasılıkla ileride yayımlanacak bir anı kitabı sayesinde olacak ya da olay artık bir “Ulusal Güvenlik” meselesi olarak görülmediğinde—yani kimsenin umurunda olmadığı, önemini yitirdiği 25-50 yıl sonra vb. Bugün yaşadığımız jeopolitik ve uluslararası atmosfer göz önüne alındığında, bu tür olayların giderek daha sık yaşanacağı bir döneme girdiğimizden endişe duyuyorum. Görünen o ki, günümüzde bu tür operasyonlar daha küçük fail gruplarıyla, daha az sızıntı ve ihanet riski taşıyacak şekilde planlanıyor.

Hem ulusal hem de uluslararası hukukun giderek daha rahat ihlal edilmesi—özellikle Ukrayna, Artsakh, Sudan, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Gazze’de gördüğümüz en dehşet verici örnekler—bu tür eylemlerin önünü açıyor ve nihayetinde ortaya çıktıklarında bile herhangi bir yaptırımla karşılaşma olasılıklarını giderek azaltıyor.

Örneğin, ABD hükümetinin Usame bin Ladin’i bir mahkemeye çıkarmasına kesinlikle sıfır ihtimal vardı, çünkü böyle bir durumda ABD’nin silah ticareti ve terör örgütlerine verdiği destek hakkında kabul edilemez ifşalarda bulunması kaçınılmazdı. Ancak eğer bu Ukraynalı şahıs gerçekten sabotaja karıştıysa, mahkemeye çıkarılır ve ABD veya müttefikleri tarafından görevlendirildiğine dair kanıtlar sunarsa, ertesi gün Rachel Maddow, Sean Hannity ve diğer ana akım siyasi yorumcuların şöyle dediğini duymamız muhtemel olur: “Bazen kötü adamlarla çalışmak zorundayız. IŞİD’i yok etmek için El Kaide ile iş birliği yaptık. 1980’lerde Sovyet işgaline karşı savaşırken Bin Ladin ile çalıştığımızı biliyoruz. Uluslararası politika böyle işler.” Şirket medyası, tüm bu sürecin meşrulaştırılmasını sağlayacaktır.

Ancak burada asıl netleşmesi gereken şey, bu boru hattı sabotajının nihai amacının Rusya’nın petrol akışını kesmek ve Avrupa üzerindeki stratejik baskısını ortadan kaldırmak olduğudur. Ve bunu gerçekleştirebilecek güç, bir terör hücresi oluşturma, operasyonu yürütme ve sonrasında kamuoyunun merakını etkili bir şekilde yok etme kapasitesine sahip biri olmalıdır. Başka bir deyişle, büyük olasılıkla ABD hükümetinin en üst kademeleri.

Bununla birlikte, komuta zincirinde sağlanan “inkâr edilebilirlik” mekanizmaları sayesinde, bu olayın perde arkasını tam olarak öğrenmemiz pek mümkün görünmüyor. Ancak, İran-Kontra skandalı benzeri sızıntılar olursa, ya da olay artık “Çok Gizli” olarak sınıflandırılmadığında, belki bir gün gerçeği öğrenebiliriz. Komplolar çoğu zaman gündelik uygulamalar haline gelir, ancak Tonkin Körfezi hadisesinde, USS Maine’in kasıtlı olarak batırılmasında olduğu gibi, geleneksel anlamda da gerçekleşebilirler.

Şimdi, olayların nihayetinde bu şekilde gelişeceğini düşünmüyorum; ancak savaşın sonunda Rusya ekonomik olarak ciddi şekilde zayıflarsa ve şirketlerin yönettiği kamuoyu ortamında bunun “iyi bir şey” olduğu yönünde bir mutabakat sağlanırsa, Washington’un bu konuda daha açık sözlü hale geldiğini görebiliriz. Hatta Bin Ladin’in öldürülmesinin ardından Seal Team Six üyelerinin yazdığı gibi, gururla kaleme alınmış bir anı kitabı bile yayınlanabilir. Daha olası olan senaryo ise, günah keçisi ilan edilen bu Ukraynalının ifade vermeden önce öldürülmesi ya da medyanın bu olayı önemsizleştirerek olumlu bir gelişme gibi sunmasıdır.

Sonuç olarak, her şey Avrupalıların bu soruşturmayı ne kadar ciddiye aldığına bağlı. Soruşturmanın sessizliği ve İsveç ile Danimarka’nın kendi araştırmalarını aniden durdurmaları göz önüne alındığında, olayın özüne inme konusunda pek de ciddi olduklarını sanmıyorum. Bunun nedenleri de oldukça açık—bu ülkeler, ABD’nin yeni sömürgeleri ve Amerikan imparatorluğunun bir parçası konumundalar.

Ayrıca, ABD ve AB’nin Ukrayna’daki savaştan çekilmek için kamuoyu desteği yaratmaya çalışması da oldukça olası bir senaryo. Bu durum, sabotajdan sorumlu tutulan Ukraynalının soruşturulmasına yönelik ani siyasi ilgi ve desteği de açıklayabilir. Savaşın sonlandırılmasına yönelik yeterli ulusal ve uluslararası desteği oluşturma umuduyla, onu ve operasyona benzer şekilde katılan diğerlerini gözden çıkarmaya istekli olabilirler.

Çok muhtemeldir ki, Avrupa’daki savaştan bir çıkış yolu arıyorlar çünkü Batı’nın kaynaklarına, ABD emperyal gücüne yönelik asıl tehditlerin bulunduğu Orta Doğu ve Doğu Asya’da ihtiyaçları var. Önümüzdeki birkaç yıl içinde ABD, İran’la Orta Doğu’da büyük çaplı bir savaşa girme riskiyle karşı karşıya ve ayrıca Tayvan ya da Güney Çin Denizi nedeniyle bir ABD-Çin savaşı ihtimali giderek artıyor. Eğer bu potansiyel çatışmalarda üstünlük sağlamak istiyorlarsa, büyük ölçekli askeri kaynaklara ihtiyaçları olacak. Aynı zamanda, Rus sanayisine, askeri kapasitesine ve diğer stratejik unsurlarına yeterince zarar verildiğini düşünebilirler; dolayısıyla, artık Ukrayna’daki savaşı sonlandırıp öncelikli olarak İran ve Çin’in yayılmasını engellemeye odaklanma zamanı gelmiş olabilir. Ukrayna’daki savaş, Batı için bir dikkat dağıtıcı unsur oldu ve bu da Çin’in lehine işledi, zira Çin, kendi gücünü artırırken Rusya’yı daha fazla etkisi altına almak istiyor.

Tüm bu nedenlerden ötürü, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Ukrayna’yı 2022’nin baharında Rusya’nın barış tekliflerini reddetmeye zorlaması son derece mantıklı görünüyor.

Eğer asıl hedef Ukraynalıların hayatını kurtarmak ve savaşın kaçınılmaz sonucu olacak bir noktaya ulaşmak idiyse, Donbas’ın büyük bir kısmını veya tamamını Rusya’ya vererek savaşı sona erdirmek en rasyonel hamle olurdu. Nitekim Trump’ın Kiev’e danışmadan savaşı sona erdirmeye yönelik açık girişimlerinde ve büyük olasılıkla şu anda çoğunlukla Rus işgali altındaki Ukrayna topraklarında bulunan nadir toprak elementlerine erişim sağlamak için Moskova’ya yaptığı barış tekliflerinde bunu görebiliriz.

Bu savaş genellikle Washington için bir kayıp olarak görülse de, bu bakış açısı ABD’nin hedefinin Ukrayna’yı tamamen özgürleştirmek olduğu varsayımına dayanıyor. Oysa gerçek niyet her zaman, Rusya’yı ciddi ölçüde zayıflatmak, bölgedeki diğer ülkelerin NATO’ya katılmaları için bir bahane oluşturmak ve Avrupa’nın Rus enerjisine olan bağımlılığını sona erdirerek ABD ve diğer yeni sömürge ülkelerinin bu boşluğu doldurmasını sağlamaktı.

Bağlamı doğru şekilde değerlendirdiğinizde, Ukrayna Savaşı’nın ABD stratejistleri için büyük bir başarı olduğu kolayca anlaşılacaktır. Amerika için Ukrayna’daki savaş her zaman Moskova’nın Avrupa’ya yayılmasını engellemek ve Rus gücünü zayıflatmakla ilgili olmuştur. Nokta.

ÇİN, RUSYA VE AVRASYA GÜCÜ

Rusya’nın Avrupa ile enerji alanındaki bağlarının kopmasıyla birlikte, Moskova batıya yönelik petrol ve doğalgaz endüstrisini fiziksel altyapı projeleriyle Çin’e yönlendirdi. Moskova ve Pekin, gelecek yılın sonuna kadar yıllık 300 milyar dolarlık bir ticaret hacmine ulaşmayı hedefliyor ve bu rakamın daha da artması bekleniyor. Üstelik, Rusya’nın Çin’e yaptığı petrol ve doğalgaz ihracatı, Moskova’nın Ukrayna’daki savaş çabalarını sürdürmesi açısından hayati önem taşıyor.

Çin ve Rusya, açıkça birçok kişinin ABD-Britanya ittifakına benzettiği bir “özel ilişki” geliştiriyor. Ancak, Rusya’nın Çin’e giderek daha fazla bağımlı hale gelmesi ve iki ülke arasındaki ekonomik ve askeri güç farkının büyüklüğü göz önüne alındığında, Rusya’nın bu ilişkide küçük ortak olduğu açıkça görülüyor.

Yeni bir kara tahıl koridoru da Rus tahılını Çin pazarlarına bağlayacak. Bu sayede, Karadeniz rotası devre dışı bırakılacak ve Çin’in Kuzey Amerika ve Avustralya’dan yaptığı ithalata olan bağımlılığı azalacak. Çin ayrıca, Rusya’dan daha fazla araç ithal edecek ve çeşitli havacılık ve bilim projelerinde ortak çalışmalar yapacak. Ancak iki ülke arasındaki en büyük entegrasyon, kesinlikle enerji politikalarında gerçekleşiyor. Çin’in artan enerji talebi, Avrupa’nın bıraktığı boşluğu dolduracak ve Rusya’nın enerji kaynaklarını emmeye devam edecek.

Bu enerji dönüşümünün öncülüğünü Gazprom ve Çin Ulusal Petrol Şirketi’nin yönettiği Sibirya’nın Gücü boru hatları yapıyor. Hat 1 üzerinden doğalgaz sevkiyatı 2019’da başladı ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana ciddi şekilde arttı. Güneyde Hong Kong’a doğru bir genişleme planlanıyor. Öte yandan, Hat 2 doğrudan Rusya’nın artık Avrupa’ya ihraç etmediği enerji kaynaklarının yerine geçecek. Rusya, 2030 yılına kadar Avrupa’ya kaybettiği petrol ve doğalgaz ihracatının neredeyse tamamını Çin’e yönlendirmeyi hedefliyor.

Enerjinin yanı sıra, hızla artan ikili ticaret giderek daha fazla Çin Yuanı üzerinden gerçekleştiriliyor ve Amerikan Doları’nın rolü azalıyor. Dünyada bazı uzmanların “dolarizasyonun sonu” olarak adlandırdığı sürecin başlangıcına tanık oluyoruz; ancak bu durum en belirgin şekilde Rusya ve Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetlerinde görülüyor. Son birkaç yıl içinde, Rusya’daki döviz piyasalarında doların ticaretteki payı yarı yarıya azalırken, Yuan işlemlerin yaklaşık yarısını oluşturacak seviyeye ulaştı.

Pekin ve Moskova arasındaki artan iş birliği, Çin’in Orta Asya’ya ekonomik olarak yayılmasına dair geçmişteki tüm tabuları yıktı. Çin’in Orta Asya’ya yönelik ihracatı son birkaç yıl içinde üç kattan fazla arttı ve büyük ölçüde enerji, maden ve demiryolu taşımacılığı yatırımlarına odaklanıyor. Bu kazanımları daha da genişleten Xi Jinping, birkaç yıl önce Orta Asya devlet başkanlarıyla yaptığı bir toplantıda bölgesel bir kalkınma planı açıkladı. Pekin’in Orta Asya politikası, ticaret, yatırım ve “kültürel alışveriş” üzerine inşa edilirken, bu plan aynı zamanda güvenlik iş birliğiyle de bağlantılı. Kazakistan ve Türkmenistan tek başlarına Çin’in ithalatında 100 milyar dolardan fazla bir paya sahip.

Orta Asya, Çin’in göz diktiği son derece kazançlı bir pazar. Açıkça ifade etmek gerekirse, Çin’in yaptığı şey, yavaş ama emin adımlarla Rusya’nın zayıflayan nüfuz alanını—hatta doğrudan Rusya’nın kendisini—ele geçirmek. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında İngiltere’ye yaptığı gibi, Çin de Rusya’nın gerileyen imparatorluğunun yerini alıyor.

Bu iki ülkenin stratejik bir zorunluluk sonucu birbirine yaklaştığı açık. Daha önce de belirtildiği gibi, Çin’in Amerikan küresel üstünlüğüne meydan okuyabilmesi için Rusya’ya ihtiyacı var. Öte yandan, Rusya’nın küresel bir güç olarak statüsünü koruyabilmesi için Çin’in desteğine ihtiyacı var—nitekim Rusya, bugün dünyanın ancak 11. büyük ekonomisi konumunda. İki ülke, artık birbirlerinin bölgesel hedeflerini daha açık bir şekilde desteklemeye başladı. Geçmişte Moskova, ABD’nin Asya’daki politikalarını görmezden gelirken, Pekin de Avrupa’nın Washington’un etkisi altında olmasına pek aldırış etmiyordu. Ancak bugün, Rusya ve Çin arasında Amerikan imparatorluğuna yönelik hoşnutsuzluk konusunda çok daha fazla kamuoyu sempatisi ve anlayışı var.

Bunun en iyi örneklerinden biri, ABD, Birleşik Krallık ve Avustralya’nın oluşturduğu AUKUS ittifakı. Bu anlaşma kapsamında Avustralya, nükleer güçle çalışan denizaltılarla donatılacak ve bu hamlenin temel hedefi Çin’in askeri gücünü dengelemek. Moskova, AUKUS’a açıkça karşı çıkıyor ve bunu Batı’nın NATO, ANZUS, FIVE EYES ve QUAD gibi ittifaklar aracılığıyla Avrasya’yı kuşatma çabalarının bir parçası olarak görüyor.

Bir diğer ortak bölgesel hedef ise, Çin’in kendi Arktik çıkarlarını Rusya’nınkine eklemlendirmesi. Rusya, Kuzey Kutup Dairesi’nde birçok limana sahip ve yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Kuzey Kutbu’nun büyük ölçüde buzsuz hale gelmesi bekleniyor. Bu da daha hızlı deniz yolları anlamına geliyor ve potansiyel olarak nakliye sürelerini yarıya indirebilir. Çinliler ve Ruslar, Avrasya’nın doğal kaynaklarını kullanarak tamamen yeni bir küresel düzen ve dinamik yaratmaya çalışıyorlar.

Bunun için kritik öneme sahip bir diğer bölge ise, uzun süredir ABD’nin hakimiyetinde olan Orta Doğu. Çin ve Rusya’nın Orta Doğu’daki en güvenilir müttefiki İran; ancak her iki ülkenin de bölgedeki diğer ülkelerle önemli ticari ilişkileri var. İran’ın Orta Doğu’daki hedefi, ABD’nin nüfuzunu geriletmek ve kendi etkisini genişletmek. Bu, Çin ve Rusya’nın da desteklediği bir strateji.

ABD dolarının küresel piyasalardaki hakimiyetinin en büyük nedenlerinden biri, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin taşıdığı stratejik önem ve dünyanın başlıca enerji tedarikçilerinin ticaretlerini Amerikan para birimi üzerinden gerçekleştirmesi. Çin’in, İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri onarmak istemesinin ardındaki asıl neden de tam olarak budur: Amerikan-Suudi ittifakına bir darbe vurmak ve eğer ABD, Suudi Arabistan üzerindeki kontrolünü kaybederse doları ciddi şekilde zayıflatmak.

ABD’nin küresel düzenini sürdürmesi için, İran’ın Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleriyle ölümcül bir düşman olarak kalmasına ihtiyacı var. Bu, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını gerekçelendiren en önemli unsurlardan biri ve Amerikan şirketlerinin ham madde akışını güvence altına almasını sağlıyor. Ancak İran, Suudilerle ilişkilerini düzeltirse, bu çok daha fazla bölgesel iş birliğinin önünü açacak ve böylece Amerikan etkisini ciddi şekilde zayıflatacaktır.

Çin ayrıca, petrol ticaretinin ABD doları yerine Çin Yuanı ile yapılmasını gündeme getiriyor. Eğer bu gerçekleşirse, doların küresel piyasalardaki üstünlüğüne büyük bir darbe vurulmuş olacak.

Asya, Avrupa ve Orta Doğu’daki bu artan gerilimlerin nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor. Ancak kesin olan bir şey var: ABD, küresel hegemonyasının anahtarını isteyerek bırakmayacak. Avrasya Savaşı ve Yeni Soğuk Savaş çoktan başlamış durumda ve bu çatışmanın sıcak savaşa dönüşebileceği patlama noktası Tayvan, Kore, Güney Çin Denizi, Ukrayna veya Orta Doğu gibi bölgelerden herhangi biri olabilir.

Tarihin dönüm noktasındayız. Dünyanın en büyük güçleri, birbirlerinin arkasında saf tutmuş durumda—bir yanda mevcut küresel düzeni korumaya çalışanlar, diğer yanda ise yeni bir düzen inşa etmeye kararlı olanlar.

Her ne kadar jeopolitik dinamikler Çin ve Rusya’yı birbirine yakınlaştırsa da, gelecekte iki ülke arasında bazı gerilimlerin ortaya çıkma potansiyeli bulunuyor. Bu tür gerilimler, Çin’in Orta Asya’daki Rus nüfuz alanına (imparatorluğuna) girmesi ve genişlemesi ya da Vladivostok üzerindeki artan etkisi nedeniyle ortaya çıkabilir. Son birkaç yıldır yapılan yeni bir ikili anlaşma, Çin’den gelen malların bu şehirden gümrüksüz geçmesine izin veriyor. Ayrıca Çinli milliyetçiler, 1850’lerde Rus İmparatorluğu tarafından yasadışı bir şekilde ilhak edilen Vladivostok’u yeniden Çin kontrolüne almak için uzun süredir istekli. Bu bölgedeki demografik yapının Çin lehine değişmeye devam etmesi, gelecekte bir anlaşmazlık kaynağı olabilir. Ancak şimdilik, Çin ve Rusya yollarına birlikte devam etmekten memnun görünüyor.

Genel tabloya bakıldığında, Rusya’nın Avrupa’daki hedefleri büyük ölçüde sona ermiş durumda; Amerikan emperyalizmi Avrupa’da her zamankinden daha fazla kök salmış halde. Öte yandan, Rusya’nın Asya’daki hedefleri yeniden canlanıyor.

Rusya’nın Çin ile olan ilişkisi, stratejik bir zorunluluğa dönüşüyor. Daha önce çıkar temelli bir ortaklık olan bu ilişki, artık Moskova açısından hayati bir bağımlılık haline geliyor. Küçük ortak olarak konumlanan Rusya’nın bu konumu, Orta Asya ve Uzak Doğu’da verdiği stratejik tavizlerle mümkün hale geldi. Aynı zamanda, her iki ülkenin de ABD politikalarına doğrudan zıt düşen ortak çıkarları var. ABD’nin uyguladığı çevreleme stratejisi, genişleyen Çin gücüyle er ya da geç çatışmaya mahkum ve aslında birçok açıdan şimdiden çatışıyor. Ancak bunun ne zaman, nerede ve nasıl gerçekleşeceği henüz belirsizliğini koruyor.

Rusya, tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrası on yıl boyunca İngiltere’nin yaşadığı gibi, gerileyen bir güç ve imparatorluk konumunda. Çin’e giderek daha fazla bağımlı hale gelse de, sahip olduğu devasa toprakları, zengin doğal kaynakları ve nükleer yetenekleri nedeniyle belli bir düzeyde siyasi özerkliğini sürdürüyor. Çin’in kültürel ve medya desteği Rusya’da güçlü olmasına rağmen, Moskova kendi bağımsızlığının tamamını değil ama yeterli bir kısmını koruyabiliyor ve bu, Kremlin elitlerinin yapmaya istekli olduğu bir pazarlık.

Sonuçta, siyaset dünyanın en eski ikinci mesleği olarak bilinir… ve ilkini fazlasıyla andırır.

 

Kaynak:  https://www.counterpunch.org/2025/02/28/the-sino-american-battle-for-eurasia/