Bayrak Futbolcu

Bizde futbolun ticarileşmesinin, futbol kulüplerinin şirketleşmesinin ilk adımı hemen hemen birçok şeyde olduğu gibi doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren başlar. Hatırlayalım, futbol kulüplerimizin adlarının ardına A.Ş ibaresinin yapıştırılmaya başladığı yıllardır o yıllar. Devrimci kişiliği ve siyasal yönüyle 70’li yıllarda Galatasaray forması terleten Metin Kurt’un, sendikacı Metin Kurt’un, “futbol arsada güzeldir borsada değil” diyerek yirmi otuz yıl sonrasının resmini çizdiği o sözüne nispet edercesine oluşturulan puan tablosuna bakarken, Antalyaspor A.Ş, Göztepe A.Ş… isimlerine rastlıyorduk.
Eylül 7, 2025
image_print

Türk siyasetinin son döneminde iyiden iyiye görmeye başladığımız bir teknik olan, tasarlanan bir şeyin önceden bir kişi, kurum ya da vakıf aracılığıyla dillendirilip toplumun bu fikre hazır hale getirilmesi tekniğini Türk futbolunda da hissedilir şekilde görmeye başladığımızı söylesek de, az sonra ifade edeceğimiz transfer operasyonunun özgül ağırlığının böyle bir hazır hale gelişe asla kapı aralayamayacağını peşinen kabul etmek gerekiyor. Sezonun bitmesinden itibaren, Trabzonspor kaptanı Uğurcan Çakır’ın Fenerbahçe ve Monaco kulüpleri arasında med cezire sebep olan transfer dedikodusu, bir bakıma Trabzon şehrini, Uğurcan Çakır’ın Trabzon şehrinden ayrılmasına hazır hale getirmekti diyebiliriz sanırım. O dönemde Monaco olursa yolu bahtı açık olsun ama Fenerbahçe asla olmaz diyen şehir halkının bugünler itibariyle Galatasaray’a transferi gerçekleşen Çakır’ın ardından söylediklerinde, en ufak bir değişiklik yok. Çünkü şehir halkı için Fenerbahçe husumeti her ne kadar bir adım önde olsa da , Galatasaray’a bakışta da çok büyük bir farklılık yok. Trabzon ve Trabzonspor, artık bir İstanbul takımı olduklarını kabule yanaşmasalar da, kendilerini İstanbul burjuvazisine ve merkez sermayeye karşı bir kalkan olarak görmeye devam ediyor. Tepkilerin odağında da bu hissiyatın ağırlığı var doğal olarak. Trabzonspor’un da hem yönetim hem finansal hem de sportif bağlamda taşradan ayrılıp merkezde kendince bir yere konuşlandığını anlatmak gibi bir derdim yok. Zira karşımda bunu kabul etmeyip 70’li yılların ruhunu muhafaza ederek 2020’li yılların futbolu ve futbol piyasasını şekillendirdiklerini düşünen, düşünmek isteyen binlerce Trabzonspor taraftarı bulacağım. O yüzden buraya virgül koyup öyle devam ediyorum.

Uğurcan Çakır, Trabzon şehrinden İstanbul’a giden ilk futbolcu değil. Ali Kemal Denizci, Serdar Bali, Ogün Temizkanoğlu, Abdullah Ercan örnekleri var. O dönemler için futbolun duygusal yoğunluğunun ağır bastığı dönemler tanımı yapabiliriz. Bu bağlamda söz konusu futbolculara verilen tepkinin belki de daha fazlasının Uğurcan Çakır’a gösterilmesi, bir çelişki gibi gözükebilir fakat şehrin herhangi bir şehir değil futbolla yatıp futbolla kalkan bir şehir olduğunu düşününce taşlar yerine oturacaktır.

Ali Kemal Denizci zamanındaki tepkileri mahalle kahvehanelerinden, çay ocaklarından, çarşı pazardan öğrenen insanlar, günümüzde buraların yerini alan sosyal medya vasıtasıyla neredeyse ülkedeki her bireyin bakış açısını sosyal medyadan takip edebiliyor. Dolayısıyla Trabzon halkının sosyal medyada Uğurcan Çakır için sarf ettiği beyanları tarayınca Çakır’a bir okul arkadaşına küser gibi küsenlere de, onu vatan haini ilan edenlere de, bir daha bu şehre ayak basma diyenlere de, gitmekle iyi yaptı diyenlere de tesadüf edebiliyoruz.

Bizde futbolun ticarileşmesinin, futbol kulüplerinin şirketleşmesinin ilk adımı hemen hemen birçok şeyde olduğu gibi doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren başlar. Hatırlayalım, futbol kulüplerimizin adlarının ardına A.Ş ibaresinin yapıştırılmaya başladığı yıllardır o yıllar. Devrimci kişiliği ve siyasal yönüyle 70’li yıllarda Galatasaray forması terleten Metin Kurt’un, sendikacı Metin Kurt’un, “futbol arsada güzeldir borsada değil” diyerek yirmi otuz yıl sonrasının resmini çizdiği o sözüne nispet edercesine oluşturulan puan tablosuna bakarken, Antalyaspor A.Ş, Göztepe A.Ş… isimlerine rastlıyorduk. Dolayısıyla 2000 sonrasında iflah olmaz bir şekilde “duygusal oyun”dan kopup “ticari oyun”a adaptasyonunu sağlayan futbolda, önceden neredeyse hiçbir maddi getirisi olmayan bilet satışlarının birdenbire kombine ve VİP-Loca bilet satışına dönüşmesi, pıtırak gibi “store”ların çoğalarak forma satışından müthiş gelirlerin elde edilmesi, lig ve kupa şampiyonuna hatırı sayılır paraların verilmesi, ülke içinde ve ülke dışında oynanan müsabakalarda galibiyet başına yüksek paraların verilmesi, yayın gelirleri vesaire o duygusal kopuşun başat ögelerini oluşturdu. Hem yönetimler için hem futbolcular için… Taraftar bu duygusal kopuşun bir figüranı olarak kenara çekilip olan biteni gözlemlerken, en dişli rakibine kendi takımından bir futbolcu geldiği zaman övünüp kendi takımından en dişli rakibine bir futbolcu gittiği zaman dövünerek, bir bakıma tek taraflı olan duygusallığını daima muhafaza etti. Dolayısıyla her şeyin değiştiği futbolda belki de tek değişmeyen şey olarak taraftar duygusallığı kaldı diyebiliriz.

Fakat yine de ben ülke içindeki transfer tepkilerinde duygusal yoğunluğun değil adını koyamayacağım başka bir faktörün etkin olduğunu düşünüyorum. Uğurcan Çakır’ın yurt dışına  alkışlarla gönderileceği ama Trabzonspor’un doğrudan rakibi olan üç İstanbul takımından birine gidince kargışlarla gönderilmesi gerçeği bunu doğruluyor zaten. Kendi futbolcusunun, kendi takımında yetişen bir futbolcunun rakip olarak gördüğü bir takımın başarısı için ter dökecek olmasını kabullenemiyor taraftar bakışı. Bütün bunların yanına eklenen bir taraftar görüşü daha var ki, gemi kaptanının gemiye en son terk etmesi meseliyle birebir uyuşuyor. 70’lii yılların efsane Trabzonspor takımının kaptanlığını yapan Dozer lakabıyla maruf Cemil Usta’nın “ben Trabzonspor kaptanıyım, başka takıma gidip o takımın kaptanının arkasında sahaya çıkamam” sözüne yaslandırılan bu görüş, az evvel bahsettiğim ticari yoğunluğun duygusal yoğunluğa galebe çalması sonucu tuzla buz oluyor zaten. Devir 70’lerin devri değil, oyun 70’lerin oyunu değil, anlayışlar 70’lerin anlayışı değil. 70’lerin kafasıyla 2020’lerin dünyasında yol almaya çalışmak hiçbir yerde bir sonuç getirmeyeceği gibi hayatın aynısı olan futbolda da bir sonuç getirmeyecektir.

Uğurcan Çakır nasıl ki Trabzon’dan İstanbul’a giden ilk Trabzonlu futbolcu değilse, ülke içinde en dişli rakibe giden ilk futbolcu da değil. Yaşı yetenler hatırlayacaktır Tanju Çolak’ın Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye transferini… O zaman da büyük fırtınalar kopmuş büyük küslükler büyük kırgınlıklar yaşanmıştı. Dört takımın da hatırı kalmasın deyip Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor’u dolaşan Sergen Yalçın… Sanırım en temizini o yaptı. Ülke sınırlarını aşarsak, Luis Figo’nun Barcelona’dan Real Madrid’e transferini de bu bağlamda ele alabiliriz. O dönemde de fırtına koptuğunu hatırlıyorum. Fakat son dönemde dünya ölçeğine baktığımız zaman, bu ticarethanede artık üç sene Real Madrid’te ardından dört sene Barcelona’da; iki sene Milan’da ardından üç sene Juventus’ta oynamak son derece olağan ve olması gereken… Ama galiba biz Türkler ne olursa olsun oyunun realitesini, eko politiğini, dinamiklerini görmezden gelip içimizdeki duygusallık ya da hasetle hareket etmeye devam edeceğiz beş on yıl daha. Sonrasında her şeyde olduğu gibi biz de adaptasyon sağlarız diye umuyorum yeni düzene…

Yazının burasına kadar gelip, başlıktan hiç bahsetmediğim düşünülmesin. Onu sona sakladım. Bayrak futbolcu tabiri, futbol hayatını başladığı kulüpte bitiren futbolcular için kullanılıyor. Biz her tanımı olduğu gibi bunu da esnetip futbol hayatının büyük bir bölümünü aynı takımda geçiren futbolcular için de kullanıyoruz. Mesela Metin Tekin, Feyyaz Uçar, Hami Mandıralı gibi futbolculara teknik anlamda doğru olmasa da bayrak futbolcu denilebiliyor. Bu transfer sergüzeştlerinde benim aklıma hep bayrak futbolcular gelir. En baskın örneği de ülke içinden Bülent Korkmaz. Galatasaray alt yapısından başlayıp Galatasaray’da nihayete erdirilen bir futbol hayatı. Ülke dışından ise Francesco Totti. Roma alt yapısından başlayıp Roma’da nihayete erdirilen futbol hayatı. İkisine de zamanında birçok transfer teklifi yapılmasına rağmen “biz burada doğduk, burada bırakırız” diyerek belki de daha düşük meblağlar ile takımlarında kaldılar. Dolayısıyla “hain” yaftasını hiç yemediler. Taraftarlar onlara küsmedi. Arkadaşları onların telefon numaralarını silmediler.

Nihayetinde Bülent Korkmaz’ın da , Francesco Totti’nin de, Uğurcan Çakır’ın da yaptığı doğru olan… Kendi ruhlarıyla zamanın ruhlarını birleştirip bir karar verdiler. Bize her iki dönenin de futbol görgüsü üzerinden saygı duymaktan başka bir şey kalmıyor. Çünkü oyunun bizzat kendisi bize bunu söylüyor.

Nadir Aşçı

Nadir Aşçı
1977 yılında doğdu. Şiirleri, öyküleri ve denemeleri çeşitli dergilerde yayımlandı.
Yayımlanmş Kitapları:
Gölgede Kırk, şiir, 2011 Serander Yayınları
Fid Dünya, şiir, Granada Yayınları, 2013
Ölümle Paslanmış, şiir, 2020 Çıra Yayınları
Deniz Tarafındaki Kale, deneme, 2021 Loras Yayınları
Savunmanın Arkasına Uzuun Koşular, deneme, 2022 Loras Yayınları
Ceza Sahasının Uzak Köşesi, deneme, 2023 Loras Yayınları
Bütün Münkünler, öykü, 2024 Hece Yayınları
Futbol Hariç, deneme, 2024 Matruşka Yayınları

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA