Ürdün’ün Müslüman Kardeşler Hamlesi: Rejimin Güç Konsolidasyonu

İhvan gibi güçlü ve organize yapıları sistem dışına iterek Körfez’in sert laikleşme çizgisine ve İsrail merkezli güvenlik politikalarına angaje olan Ürdün, yalnızca rejimsel değil, diplomatik anlamda da kırılgan bir konuma sürüklenmektedir. Gelecekte, toplumsal öfkenin rejim karşıtı radikal formlarda ifade edilme riski arttıkça, bu dış eksene bağlılık Ürdün’ün iç istikrarı üzerinde daha yüksek bir baskı unsuru haline gelecektir.
Mayıs 1, 2025
image_print

23 Nisan 2025’te Ürdün İçişleri Bakanı Mazin el-Faraya, ülkenin en köklü ve organize muhalefet hareketi olan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı yasakladıklarını ilan etti. Bu karar, Ürdün rejimi ile Müslüman Kardeşler arasında uzun yıllardır süregelen “kontrollü gerginlik” modelinin kırılmasına işaret etmekteydi. Hükümetin karar gerekçesi, grup üyelerinin silahlı eylem planladığı iddiaları ve İran ile Hamas bağlantıları üzerinden şekillendirilse de olayın zamanlaması, arka planı ve geniş etkileri yalnızca güvenlik endişeleri ile açıklanamayacak çok katmanlı dinamiklere işaret etmektedir.

Resmi Gerekçe: Ulusal Güvenlik mi, Siyasal Bahane mi?

Ürdün hükümeti, Müslüman Kardeşler’i yasaklama kararını güvenlik kaygılarıyla temellendirdi. 15 Nisan’da açıklanan bilgiye göre, Müslüman Kardeşler bağlantılı 16 şahıs tutuklanmış; bu kişiler ülkede roket ve drone üretimi, silah ve patlayıcı madde stoklama ve saldırı hazırlığı yapmakla suçlanmıştı. Ürdün Genel İstihbarat Müdürlüğü tarafından yayımlanan video itiraflarında bazı sanıkların Hamas ve Hizbullah ile bağlantılı eğitim aldıkları ve finansal destek sağladıkları iddia edildi. Ayrıca, iki tutuklunun Müslüman Kardeşler’in karar organı olan Şura Konseyi’nde yer aldığı belirtildi. Ancak bu resmi anlatı, dikkatle incelendiğinde ciddi sorular doğurmaktadır. Müslüman Kardeşler’in siyasi kolu olan İslami Eylem Cephesi tutuklamalardan hemen sonra kamuoyuna yaptığı açıklamada, bu şahıslardan uzaklaştığını duyurmuş ve örgütün yalnızca barışçıl siyasi mücadele yürüttüğünü vurgulamıştır. Buna rağmen, hükümetin İslami Eylem Cephesi merkezlerine baskın düzenlemesi ve İslami Eylem Cephesi’ni tasfiye sürecine dahil etmesi, bu sürecin salt güvenlik gerekçeleriyle değil, daha derin siyasal amaçlarla yürütüldüğünü göstermektedir. Özellikle “İhvan ideolojisinin” yasaklanması, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün de hedefe alındığını göstermektedir.

Zamanlama ve İç Siyasetteki Hesaplar

Müslüman Kardeşler’in ve İslami Eylem Cephesi’nin yasaklanma süreci, kritik bir politik zamanlamaya sahiptir. Nitekim Eylül 2024’te yapılan genel seçimlerde İslami Eylem Cephesi, parlamentoda yaklaşık üçte birlik bir temsil oranı elde etmiş ve son otuz yılın en başarılı performansını sergilemişti. Bu zafer, özellikle Gazze Savaşı sonrası Ürdün halkı arasında artan Filistin dayanışması ve hükümetin İsrail ile ilişkilerine yönelik öfke üzerinden şekillenmişti.  Ürdün toplumunun yarıdan fazlası Filistin kökenlidir. İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de yürüttüğü soykırım, Ürdün’de geniş çaplı protestoların patlak vermesine yol açtı. İhvan ve Ürdün’deki siyasi kolu İslami Eylem Cephesi, bu toplumsal hareketliliği mobilize eden başlıca aktörler haline geldi. Dolayısıyla rejim, bu kitlesel dalgayı yönlendirme yeteneğini elinde bulunduran İslami Eylem Cephesi’ni, giderek artan bir rejim güvenliği tehdidi olarak görmeye başladı. Sonuç olarak, hükümetin İslami Eylem Cephesi’ne yönelik müdahalesi, sadece bireysel şiddet vakalarıyla değil, geniş ölçekli bir siyasi dengeyi yeniden kurma çabasıyla ilgilidir. Rejim, halkın tepkilerini yasal ve barışçıl yollarla dile getirmesini mümkün kılan yapıları ortadan kaldırarak, kısa vadede gücünü pekiştirmeye çalışmaktadır. Bu süreç, tarihsel olarak rejime karşı devrimci değil ıslahçı çizgi izleyen İhvan’ın artık Ürdün’deki statüsünü kaybettiğini ve Amman’ın yeni rejimsel güvenlik stratejisinde İhvan’ı sistem dışı aktör olarak konumlandırdığını göstermektedir. Özellikle 1989 ve 1996 protestolarında rejimi destekleyen İhvan, uzun süre ‘sistem-içi İslamcılık’ modelinin taşıyıcısı olarak meşruiyetin bir parçasıydı. Ancak İsrail’in Gazze’deki eylemleri karşısında halk nezdinde artan öfke, İhvan’a alan açarken rejime yönelik baskıyı artırmış ve bu denklemi tersine çevirmiştir. Artık Ürdün rejimi, İsrail ve Batı’yla stratejik uyum için içerideki en kurumsal muhalefeti tasfiye etme yoluna gitmiştir.

Bölgesel Baskılar ve Jeopolitik Konjonktür

İç siyasetteki bu radikal değişimi açıklarken, bölgesel ve küresel baskıların da bu kararı etkilediği ifade edilebilir.  Kral Abdullah’ın İhvan’a yönelik sert adımları, özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) uzun süredir devam eden Müslüman Kardeşler karşıtı stratejileriyle doğrudan ilişkilidir. Nitekim, yasağın açıklandığı günlerde Kral Abdullah, Riyad’da Veliaht Prens Muhammed bin Selman (MbS) ile sürpriz bir görüşme gerçekleştirmiştir. Suudi Arabistan ve BAE, Müslüman Kardeşler’i yalnızca kendi rejim güvenlikleri için değil, aynı zamanda bölgesel düzen için de ‘tehdit’ olarak tanımlamaktadır.

Ürdün, ekonomik darboğaz içindeyken Körfez başta olmak üzere rejimi ayakta tutan dış desteklere bağımlılığı daha da artmıştır. Her ne kadar Trump yönetimi, birçok ülkeye sağlanan maddi ve askeri yardımları yeniden değerlendirme ve bazılarını kesme yönünde politikalar izlese de Ürdün bu süreçte bir istisna olarak görülmüş; Washington, Ürdün’e yapılan yardımların süreceğini açık biçimde beyan etmiştir. Bu durum, Amman’ın bölgesel statüsünü ve İsrail’in güvenliği açısından taşıdığı stratejik önemi yansıtmaktadır. Bu bağlamda, İhvan’ı yasaklamak Ürdün’ün ABD-İsrail blokuna daha sıkı entegre olmasını sağlayacak bir “sadakat göstergesi” işlevi görmüştür. Dolayısıyla, Ürdün rejiminin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert tutumu yalnızca iç güvenlik kaygılarının değil, aynı zamanda Suudi Arabistan-BAE-İsrail-ABD ekseninde şekillenen yeni bölgesel düzenin bir yansıması olarak okunabilir. Son olarak, İsrail’in 2023 Ekim’inden itibaren Gazze’de yürüttüğü soykırımın ardından Hamas’a verilen desteğin, İhvan çizgisindeki yapılar aracılığıyla halk nezdinde karşılık bulması, Ürdün’ün Washington-Tel Aviv merkezli eksende “sorunlu ortak” olarak görülmesine yol açabilirdi. Dolayısıyla Amman yönetimi, İhvan karşıtı bu adımıyla yalnızca Körfez monarşilerine değil, aynı zamanda İsrail ve ABD’ye de rejim sadakati ve bölgesel uyum mesajı vermeyi hedeflemiştir.

İhvan’ın yasaklanması, yalnızca Körfez rejimlerine verilen bir mesaj değil; aynı zamanda Ürdün’ün ABD-İsrail merkezli bölgesel güvenlik mimarisiyle daha sıkı entegrasyonunun da bir göstergesidir. 2025 başında İran’ın İsrail’e füze saldırılarında bulunmasının ardından Amman, ABD ve İsrail’le birlikte hareket ederek İran karşıtı eksende net bir konum almıştır. Hamas’ın Ürdün topraklarında füze ve drone üretimine destek arayışı, bu denklemde rejimin Batı’nın güvenlik beklentileriyle uyumlu biçimde pozisyon almasını zorunlu kılmıştır. İsrail’in Gazze’deki operasyonlarının meşruiyetini Batılı platformlarda savunmaya çalışan ABD, Arap dünyasında İhvancı çizgideki yapılara karşı daha sert tavırları teşvik etmiş; Ürdün’ün bu yasağı da ABD-İsrail politikalarının dolaylı bir uzantısı haline gelmiştir.

İstikrarsızlık Riski ve Geri Tepme İhtimali

Hükümetin Müslüman Kardeşler ve onun siyasi kolu İslami Eylem Cephesi’ne yönelik tasfiye hamlesi, kısa vadede rejime kontrol imkânı sağlayabilir. Ancak uzun vadede, toplumsal dokuyu daha da kırılgan hale getirme riski taşımaktadır. Tarihsel olarak Müslüman Kardeşler, Ürdün’de sistem içi bir muhalefet aktörü olmuştur. 1957 darbe girişiminde, 1970 Kara Eylül çatışmasında ve 1989 ekonomik krizinde, İhvan monarşiyle çelişmeyecek biçimde hareket etmiştir. Bu tarihsel pragmatizm, Ürdün’ün bölgedeki diğer otoriter rejimlerden farklı olarak sınırlı bir siyasal alanı muhafaza etmesine imkân sağlamıştı.

Bugün ise İhvan’ın tamamen kriminalize edilmesi, bu dengeyi tehlikeye atmaktadır. Hareketin silahlı direnişi benimseyeme yönelmesi, toplumsal tabanının yeraltına çekilmesi ve protesto dinamiklerinin daha da artması ihtimalleri öne çıkmaktadır. Ayrıca, “İhvan ideolojisi” gibi belirsiz tanımlamalar üzerinden yapılan yasaklamalar, geniş halk kesimlerini etkileyebilir ve rejime karşı daha yaygın bir hoşnutsuzluk yaratabilir. Dolayısıyla ABD’deki anti-Semitizm’in araçsallaştırılmasına benzer şekilde Ürdün’de rejim, tehdit olarak gördüğü muhalifleri ‘İhvancı’ olarak kodlayıp güvenlikleştirebilir ve bu bağlamda sert adımlar atabilir.

Gelecek Senaryoları: Kapsamlı Tasfiye mi, Kontrollü Baskı mı?

Ürdün’de İhvan ile alakalı yaşanan gelişmelere dair Kraliyet ailesinden henüz doğrudan bir açıklama yapmamış olması, nihai kararın hâlâ olgunlaştırıldığını göstermektedir. İki temel senaryo öne çıkmaktadır. İlk senaryoda İhvan’ın Ürdün’de kapsamlı tasfiyesi gündeme gelebilir. Müslüman Kardeşler ve İslami Eylem Cephesi tamamen yasaklanabilir, üyelerine yönelik geniş çaplı operasyonlar düzenlenebilir. Ancak bu senaryo, ülkedeki mevcut sosyal tansiyonu ciddi biçimde artırma riskini barındırmaktadır. İktidarda kalmayı birçok güvenlik tehdidinden ve kökeni Filistinli olan Ürdün halkının beklentilerinden ziyade çıkarlarına odaklanan rejim için bu karar yeni ayaklanmalara sebebiyet verebilir. İkinci senaryo Ürdün’de İhvan’ı kademeli ve sistematik biçimde kısıtlamadır. Müslüman Kardeşler’in yasaklanması sürdürülürken, İslami Eylem Cephesi sınırlı bir siyasi kanal olarak varlığını sürdürebilir. Ancak finansal ağlar kesilir, sokak mobilizasyonları sert biçimde bastırılır ve seçim sisteminde yapılacak düzenlemelerle İslami Eylem Cephesi’nin etkisi minimize edilir. Her iki senaryo da Ürdün’de siyasal alanın daha da daralacağı ve reform umutlarının ciddi anlamda gerileyeceği bir dönemin habercisidir.

Sonuç olarak Ürdün rejiminin Müslüman Kardeşler’i yasaklama kararı, yalnızca iç siyasete ilişkin bir düzenleme değil, aynı zamanda bölgesel güç dengelerine uyum ve rejimsel güvenlik kaygılarının bir bileşimidir. Ancak kısa vadeli kazanımlar uğruna Ürdün’ün uzun vadeli istikrarı tehlikeye atılmış olabilir. İhvan gibi geniş bir toplumsal kökü ve örgütsel kapasitesi olan bir hareketin yasaklanması, yalnızca muhalefeti bastırmakla kalmayıp; aynı zamanda siyasal sistemin meşruiyet zeminini de zayıflatabilir. Ürdün, bu süreçte yalnızca muhalefeti değil, kendi siyasal denge modelini de feda etmek riskiyle karşı karşıyadır.

Ayrıca bu adım, Ürdün’ün dış politikada bağımsız manevra alanını da daraltmaktadır. İhvan gibi güçlü ve organize yapıları sistem dışına iterek Körfez’in sert laikleşme çizgisine ve İsrail merkezli güvenlik politikalarına angaje olan Ürdün, yalnızca rejimsel değil, diplomatik anlamda da kırılgan bir konuma sürüklenmektedir. Gelecekte, toplumsal öfkenin rejim karşıtı radikal formlarda ifade edilme riski arttıkça, bu dış eksene bağlılık Ürdün’ün iç istikrarı üzerinde daha yüksek bir baskı unsuru haline gelecektir.

 

Dr. Mehmet Rakipoğlu

Dr. Mehmet Rakipoğlu, 2016'da Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Doktorasını 'Dış Politikada Korunma Stratejisi: Soğuk Savaş Sonrası Suudi Arabistan'ın ABD, Çin ve Rusya ile İlişkileri' konulu teziyle tamamladı. Mokha Center for Strategic Studies düşünce merkezinde Türkiye Çalışmaları Direktörü olarak çalışan Rakipoğlu, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA