28 Şubat’ta Oval Ofis’te Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile ABD Başkanı Donald Trump arasında yaşanan meşhur hararetli tartışmanın üzerinden birkaç hafta geçti. Zelenskiy, ABD’nin talep ettiği kısmi ateşkesi kabul ederek, Rusya ile bir barış anlaşmasına varılmasının önünü açtı.
Savaş alanında üstünlüğü elinde bulunduran ve Trump’ın söylemleriyle kendini haklı hisseden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise, ABD’nin çatışmaların tamamen durdurulmasına yönelik önerisini kabul etmekte isteksiz davrandı. Şu ana dek yalnızca Ukrayna’nın enerji altyapısına yönelik saldırılarını durdurmayı kabul etti.
Putin büyük olasılıkla Ukrayna cephesinin nihai olarak çökme ihtimalini değerlendiriyor. En azından avantajını pekiştirmek ve barış müzakerelerine güçlü bir konumdan katılarak kendi koşullarını dayatabileceği bir pazarlık zemini oluşturmak istiyor. Bu koşulların asgari düzeyde; işgal altındaki Ukrayna topraklarının elde tutulması, Ukrayna’nın Avrupa Birliği ve NATO gibi Batı kurumlarının dışında bırakılması ve NATO güçlerinin konuşlandırılmasının engellenmesi gibi maddeleri içermesi beklenebilir.
Ancak müzakereler sonucunda tüm bu talepler karşılansa dahi, Putin’i savaşa iten temel jeopolitik mesele çözülmüş olmayacaktır. Ukrayna’yı kontrol altında tutmak, Rusya’nın batı sınırındaki güvenlik kalkanının temel taşlarından biridir.
Her ne kadar bugün üstün taraf gibi görünse de, Rusya 2022’deki işgalinin hedeflerine ulaşmaktan hâlâ uzaktadır. Güvenlik ihtiyaçlarını tam olarak karşılamayan bir barış, Rusya açısından kötü bir barış olacaktır ve pek çok soruyu yanıtsız bırakacaktır. Bu nedenle, gelecekte yeni çatışmaların önüne geçmek ya da onlarla yüzleşmeye hazırlanmak akıllıca bir adım olacaktır.
Avrupasız Müzakere
Birkaç Avrupalı liderin Beyaz Saray’a yaptığı kısa süreli ziyaretler dışında, Avrupa müzakere sürecinin dışında bırakıldı. Yalnızca coğrafi yakınlığı bile dikkate alındığında doğrudan ilgilendiren bir meselede göz ardı edilmesi, kıtanın Kuzey Amerikalı ortağı açısından ne kadar önemsiz görüldüğünü ortaya koyuyor ve Avrupa devletlerini varoluşsal sorgulamalara itiyor.
Dürüst olmak gerekirse, Rusya emperyalist bir niyet taşımıyor (gerçi Atlantik’e uzanan açık bir yol bulduğunda nasıl davranacağı asla tam olarak öngörülemez), ancak Soğuk Savaş’ın sonunda kaybettiği güvenlik kalkanını yeniden inşa etmek istiyor. Jeostratejik koşullar uygun hâle gelirse, bu hedefe ilerlemede ısrarcı olabileceğini göz ardı edemeyiz. Bu durum, özellikle Baltık ülkeleri başta olmak üzere Doğu Avrupa’daki karar alıcılar için ciddi bir kaygı kaynağıdır.
Avrupa, tek başına, Ukrayna’ya ABD’nin savaşa dahil olduğu dönemde Batı’dan sağlanan desteği sunamaz. Gerçekçi bir bakış açısıyla bakıldığında, seçenekleri oldukça sınırlıdır. Muhtemelen ABD’nin savaşı sonlandırma çabalarını kabul edecek, bu süreçte kendi sesini duyurmaya çalışacak ve eğer Rusya da kabul ederse, barışı koruma birlikleri konuşlandırmaya kadar gidecektir.
Avrupa’nın Stratejik Özerkliği
Bu arada kıta, savunma kabiliyetlerini güçlendirme yönünde başlattığı çabalardan vazgeçmemelidir. Bu yalnızca caydırıcılık için değil, aynı zamanda Avrupa güvenliği açısından hayati öneme sahip olan NATO’ya ABD’nin ilgisini sürdürmesini sağlamanın tek yolu olarak da gereklidir.
Siyasi bütünleşme projesinden geri dönülmeyeceği varsayıldığında, Avrupa’nın giderek sertleşen uluslararası arenada sesini duyurabilmesi için yeterli ve inandırıcı bir askeri güce (ve bu gücü yansıtma kapasitesine) ihtiyacı vardır.
Gerçek anlamda stratejik özerklik elde etmeye yönelik süregelen çabalar, aynı zamanda transatlantik bağı güçlendirmeyi ve pekiştirmeyi de kapsamalıdır. Ne ABD’nin ne de Avrupa’nın ilişkilerini zedeleme, hele ki koparma gibi bir çıkarı yoktur. Ancak böyle bir kopuş gerçekleşirse, ABD’nin nükleer şemsiyesi ortadan kalkar ve bu da Avrupa devletlerinin parçalanabileceği, güvenlik sorunlarına yalnız başlarına çözüm arayacakları endişe verici bir geleceğin kapısını aralar.
Bu durum, Avrupa Birliği’nin dağılması, kıta genelinde nükleer silahların yayılması ve ABD ile düşmanca bir ilişkinin ortaya çıkması gibi her türlü öngörülemez senaryoya yol açabilir.
Avrupa, artık ABD’den bugüne dek gördüğü koşulsuz desteği almaksızın Rus tehdidiyle yüzleşmek zorunda kalacağı bir geleceğe hazırlanmalıdır. Bu, devletlerin kutsal egemenliğini ve kendi geleceklerini dış müdahale olmaksızın belirleme haklarını savunmaya devam edebilmesi açısından hayati önemdedir. Bu da, Rusya’nın kendi güvenlik alanına sahip olma hakkına teslim olunamayacağı anlamına gelir.
Bununla birlikte, Avrupa’nın 2014’ten bu yana doğuya konuşlandırdığı savunma kalkanını koruması yerinde olacaktır; hem caydırıcılık açısından hem de kıtasal güvenliğe yönelik kararlılık ve kolektif bağlılık göstergesi olarak.
Avrupa, bu tarihi ana ayak uydurmalı ve küresel bir aktör olarak büyüme fırsatını değerlendirmelidir. Ancak bunu yaparken, Avrupa projesinin zayıflaması ile ABD’nin kıtanın güvenliğine yönelik ilgisinin azalması gibi tehlikeli “buzdağları” arasında dikkatli bir şekilde yol almalıdır. Aynı zamanda Moskova ile yaşanabilecek kesin bir kopuş ihtimaliyle de başa çıkmalıdır; zira bu tür bir kopuş, şu an olmasa da gelecekte iki güç arasında yeniden inşa edilmesi gereken bir anlayış çerçevesini imkânsız hâle getirebilir.
Kaynak: https://theconversation.com/what-does-the-ukraine-ceasefire-mean-for-europe-252852