Ufukta İç Savaş mı Var? Aşkenazi-Sefarad Çatışması ve İsrail’in Geleceği

Aşkenazi (Batılı) Yahudiler, İsrail’de onlarca yıl boyunca iktidarın tüm alanlarında egemenlik kurmuşlardı. Bu egemenlik şaşırtıcı değildir; zira Siyonizm esasen Batı kaynaklı bir ideolojiydi ve devletin tüm unsurları—askeri (Haganah), yasama (Knesset), sömürgeci (Yahudi Ajansı) ve ekonomik (Histadrut)—büyük ölçüde Batı Avrupalı Yahudi sınıflarından oluşmaktaydı. Arap Orta Doğu kökenli Sefarad ve Mizrahi Yahudiler ise, büyük ölçüde, tarihî Filistin’in yıkıntıları üzerine kurulan İsrail’in kuruluşundan sonra ülkeye göç ettiler. O zamana kadar Aşkenaziler, İsrail’in önemli kararları alan konumlara yerleşmişti.
Nisan 6, 2025
image_print

“İç savaş” ifadesi, günümüzde İsrailli siyasetçiler tarafından en sık kullanılan terimlerden biri hâline geldi. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un yalnızca bir uyarı olarak dile getirdiği bu ifade, artık İsrail’in ana akım siyasi çevrelerinin büyük bir kısmı tarafından olası bir gerçeklik olarak kabul ediliyor.

Eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert, 24 Mart’ta The New York Times’a verdiği röportajda şöyle dedi: “(İsrail Başbakanı Benjamin) Netanyahu hayatta kalmak için her şeyi feda etmeye hazır ve bir iç savaşa insanların sandığından daha yakınız.”

İsrail’deki iç savaş korkusunun, ülkedeki siyasi kutuplaşmanın bir yansıması olduğu varsayılıyor: savaş, hükümetin rolü, yargı, bütçe dağılımları ve benzeri konularda keskin görüşlerle ayrılmış iki grup.

Ancak bu varsayım tamamen doğru değil. Uluslar siyasi çizgiler temelinde bölünebilir; fakat kitlesel protestolar ve güvenlik güçlerinin baskısı her zaman yaklaşan bir iç savaşın işareti değildir.

Ancak İsrail örneğinde iç savaşa yapılan atıflar, ülkenin tarihsel bağlamı ve toplumsal-etnik yapısından kaynaklanmaktadır.

“İsrail: Sefarad-Aşkenazi Çatışması ve Sonuçları” başlıklı, önemli ancak büyük ölçüde gizli tutulmuş bir CIA raporu, derin sosyo-ekonomik ve dolayısıyla siyasi bölünmelere sahip bir ülke için gelecek senaryolarını ayrıntılı bir şekilde öngörme kapasitesiyle adeta kehanet niteliği taşımaktadır.

Rapor 1982 yılında hazırlanmış, ancak 2007 yılına kadar kamuoyuna açıklanmamıştır. Bu rapor, Menachem Begin liderliğindeki Likud Partisi’nin 48, İşçi Partisi’nden Şimon Peres’in ise 47 sandalye kazandığı 1981 seçimlerinin hemen ardından hazırlanmıştır.

Aşkenazi (Batılı) Yahudiler, İsrail’de onlarca yıl boyunca iktidarın tüm alanlarında egemenlik kurmuşlardı. Bu egemenlik şaşırtıcı değildir; zira Siyonizm esasen Batı kaynaklı bir ideolojiydi ve devletin tüm unsurları—askeri (Haganah), yasama (Knesset), sömürgeci (Yahudi Ajansı) ve ekonomik (Histadrut)—büyük ölçüde Batı Avrupalı Yahudi sınıflarından oluşmaktaydı.

Arap Orta Doğu kökenli Sefarad ve Mizrahi Yahudiler ise, büyük ölçüde, tarihî Filistin’in yıkıntıları üzerine kurulan İsrail’in kuruluşundan sonra ülkeye göç ettiler. O zamana kadar Aşkenaziler, İsrail’in siyasi ve ekonomik kurumları üzerinde denetimi çoktan sağlamış, baskın dilleri konuşmuş ve önemli kararları alan konumlara yerleşmişti.

Begin’in 1977 ve 1981 seçimlerindeki zaferi, Aşkenazi egemenliğine karşı verilmiş uzun ve zorlu bir mücadeleydi. Birkaç sağcı fraksiyonun koalisyonundan oluşan Likud, bu tarihten dört yıl önce kurulmuştu. Likud, marjinal ideolojik ve etnik grupların şikâyetlerine seslenerek ve bunları ustalıkla manipüle ederek, Aşkenazilerin egemenliğindeki İşçi Partisi’ni iktidardan uzaklaştırmayı başardı.

1981 seçimleri, İşçi Partisi’nin iktidarı—dolayısıyla sınıfsal üstünlüğü—yeniden kazanmak için yaptığı umutsuz bir girişimdi. Ancak neredeyse kusursuz biçimde ortaya çıkan ideolojik ayrışma, yalnızca İsrail’i onlarca yıl boyunca yönetecek yeni kuralı daha da belirgin hâle getirdi: İsrail siyasetinin etnik düzene göre şekilleneceği bir dönem; Doğu’ya karşı Batı, dini fanatizme karşı milliyetçi aşırılık—çoğu zaman ‘liberal’ maskesi altında—ve benzeri çatışmalarla örülü bir dönem.

O zamandan bu yana İsrail, iç bölünmelerle başa çıkmak için ya dış krizleri yönetti ya da daha doğru bir ifadeyle bu krizleri üretti. Örneğin, 1982 Lübnan Savaşı en azından bir süreliğine İsrail’in değişen toplumsal dinamiklerinden dikkatleri başka yöne çekmeye yardımcı oldu.

Begin ve destekçileri İsrail siyasetini yeniden şekillendirmiş olsalar da, Aşkenazi liderliğindeki kurumların köklü egemenliği, Batılı liberallerin ordu, polis, Şin Bet (Shin Bet) ve diğer birçok sektördeki denetimlerini sürdürmelerine olanak sağladı. Sefaradların siyasi yükselişi ise esas olarak, İsrail’in işgal altındaki topraklardaki yasadışı yerleşimlerini doldurmaya ve dini kurumlara yönelik ayrıcalıkları ve fonları artırmaya odaklandı.

Begin’in 1977’deki zaferinden sonra Sefarad seçmen bloğunun gücünü artırması ve kilit askeri ve siyasi kurumlar üzerinde egemenlik kurması yaklaşık yirmi yıl sürdü.

Netanyahu’nun 1996’daki koalisyonu, onun İsrail’in en uzun süre görev yapan başbakanı olarak yükselişinin ve Sefarad ile Mizrahi ittifaklarla kurduğu koalisyonların başlangıcını simgeliyordu.

Bu yeni kazanılmış gücü koruyabilmek için Likud’un siyasi çekirdeği değişmek zorunda kaldı; çünkü Sefarad ve Mizrahi temsili, artık baskın hâle gelen bu parti içinde katlanarak artmıştı.

Netanyahu’nun, dezavantajlı sosyo-ekonomik, dini ve etnik grupların şikâyetlerini manipüle ederek İsrail siyasetini o zamandan bu yana yönettiğini söylemek doğru olsa da, CIA raporunda doğru şekilde öngörülen köklü değişimin, İsrail’in kendi iç dinamikleri temelinde gerçekleşmesi zaten muhtemeldi.

Netanyahu ve müttefikleri, İsrail’in dönüşümünü hızlandırdı. Aşkenazi gücünü kalıcı olarak marjinalleştirebilmek için, büyük ölçüde Avrupalı Yahudilerin egemenliğinde olan tüm kurumların kontrolünü ele geçirmeleri gerekiyordu; bunun başlangıç noktası ise, İsrail’in kuruluşundan bu yana var olan denge ve denetleme sistemini değiştirmekti.

İsrail’deki bu mücadele, Gazze’deki İsrail soykırımından önce başlamıştı. Büyük ölçüde, Netanyahu’nun Yüksek Mahkeme’ye karşı isyan etmesi ve Mart 2023’te eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı görevden alma girişimiyle başladı. Onu takip eden kitlesel protestolar, büyüyen uçurumu açıkça ortaya koydu.

Gazze’ye yönelik savaş, bu ayrışmaları daha da derinleştirdi. Netanyahu ve müttefikleri tüm sorumluluğu üzerlerinden atarak, 7 Ekim olaylarını ve ardından gelen başarısız savaşı siyasi rakiplerini saf dışı bırakmak için bir fırsat olarak kullandılar.

Bir kez daha gözlerini yargıya çevirdiler ve Batılı Siyonistlerin tahayyül ettiği gibi İsrail’in tamamen farklı bir siyasi düzene dönüşmesini sağlamak amacıyla sistemi yeniden yapılandırdılar.

Aşkenaziler siyasi güçlerinin büyük kısmını kaybediyor olsalar da, ekonomik kozların çoğu hâlâ ellerinde. Bu durum, yıkıcı grevlere ve sivil itaatsizlik hareketlerine yol açabilir.

Netanyahu ve müttefikleri açısından bir uzlaşma mümkün değildir; zira bu, yalnızca 1980’lerin başında başlayan dengeleme sürecinin geri dönmesi anlamına gelir. Aşkenazi güç tabanı açısından ise boyun eğmek, İsrail’in David Ben-Gurion, Chaim Weizmann ve diğer kurucu figürlerinin sonu—bir başka deyişle, Siyonizm’in sonu—anlamına gelir.

Herhangi bir uzlaşma olasılığı görünmüyorken, İsrail’de iç savaş artık gerçek bir olasılık ve belki de yakın bir ihtimal hâline geliyor.

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/04/03/civil-war-on-the-horizon-the-ashkenazi-sephardic-conflict-and-israels-future/

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA