Trump İran’la Nasıl Mücadele Edecek?

İran’a, nükleer altyapısını tamamen ortadan kaldırması veya dış politikasını Amerika’nın hoşuna gidecek şekilde tamamen değiştirmesi gibi düşünülemez şeyler konusunda baskı yapmak yerine, Trump, İran’ın yapabilecekleri ve yapamayacakları konusunda katı ve uygulanabilir nükleer sınırlamalar getirmeye çalışmalıdır. Eğer Trump, JCPOA’dan daha iyi bir anlaşma istiyorsa, bunun için Tahran’a daha fazla ekonomik ve diplomatik taviz vermesi gerekecektir.
Ocak 24, 2025
image_print

Bugünkü oyun alanı oldukça farklı, ancak “maksimum baskı” stratejisinin işe yaraması yine de pek olası değil.

Donald Trump, Beyaz Saray’daki ikinci dönemine büyük planlarla ve ilk dönemine kıyasla oldukça farklı görünen bir dünyayla başlıyor. Önceki yönetimden miras kalan dış politika sorunları ve uluslararası krizlerden oluşan bir zenginlik devralacak.

Gazze’deki 15 aydır süren savaş şimdilik durmuş olabilir, ancak ilk altı haftalık aşama sona erdikten sonra çatışmaların yeniden başlayacağına dair bahse girmeniz güvenli bir seçenek olacaktır. Trump, üç yıldır devam eden Ukrayna savaşını sona erdirme hayali kuruyor olabilir, ancak ulusal güvenlik ekibi hâlâ Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i müzakere masasına oturtacak bir diplomatik formül bulma sürecinde. 20 Ocak’taki açılış konuşmasında “barışçı” olarak tanınmak istediğini ifade eden Trump, aynı zamanda İsrail ile Suudi Arabistan arasında bir normalleşme anlaşması imzalamayı da deneyecek. Ancak Gazze ateşkesi devam etmezse bu hedef de geçersiz kalacak.

Ancak geçmiş ABD yönetimlerinde olduğu gibi benzer bir sorun hâlâ gündemde: İran’ın nükleer programı.

Trump için ne yazık ki İran’ın nükleer meselesi her zamankinden daha kafa karıştırıcı bir halde. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA), Kasım ayında İran’ın toplam zenginleştirilmiş uranyum stokunun şu anda 6.600 kilogramdan fazla olduğunu, yani Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) kapsamında Tahran’a izin verilen miktarın yaklaşık 22 katına ulaştığını bildirdi. IAEA Genel Direktörü Rafael Grossi, Aralık ayında İran’ın her ay 5 ila 7 kilogram arasında yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum ürettiğini, bunun bomba yapımı için gerekli olan yüzde 90 seviyesine sadece kısa bir teknik adım uzaklıkta olduğunu değerlendirdi. İranlılar, hem Washington’a karşı bir baskı taktiği olarak hem de nükleer müzakerelerin yeniden başlaması durumunda daha fazla koz elde etmek için daha yüksek kalitede santrifüjler kurdular ve daha yüksek oranda uranyum üretiyorlar. Eski Dışişleri Bakanı Antony Blinken, yaz aylarında durumu açıkça ifade etmişti: “Şu anda bulunduğumuz yer iyi bir yer değil.”

Trump, durumu nasıl yöneteceği konusunda kararsız olsa bile, kesinlikle bu değerlendirmeye katılacaktır. Şüphesiz birçok farklı tavsiye alıyor. Örneğin, Güney Carolina Senatörü LindseyGraham gibi dış politika şahinleri, uzun süredir İran’ın nükleer programını bombalamayı savunuyor ve bu askeri seçeneği desteklemek için televizyonlarda boy gösteriyor. Temel argüman ise şu şekilde özetlenebilir: İran ile yapılacak diplomatik bir anlaşma, ABD için çok pahalıya mal olacaktır ve İranlılara güvenilemez.

Bu öneri, muhtemelen yönetim içinde bazı sempatik kulaklara ulaşacaktır. Trump’ın ekibinde, İran’ın Orta Doğu’daki gücünü tamamen yok olmuş bir seviyeye düşürmekten başka bir şey istemeyen İran şahinleri bulunuyor. The Wall Street Journal, Aralık ayında, ABD askeri saldırılarının potansiyel bir seçenek olarak aktif bir şekilde tartışıldığını bildirdi; bu durum, Bush, Obama ve Biden yönetimlerinin hepsinin, gerekirse harekete geçmek için askeri planları rafta hazır tuttuğu düşünüldüğünde pek de şaşırtıcı değil.

Sonuç olarak, her üç yönetim de askeri seçeneği masadan kaldırmayı ve bunun yerine ekonomik yaptırımlar ile diplomasinin bir karışımına bağlı kalmayı tercih etti. Hatta Bush yönetimi bile böyle bir operasyonun faydalarının maliyetine değmeyeceğini düşünüyordu. Trump’ın ilk döneminde de İran’a karşı askeri harekâtı yetkilendirebileceği zamanlar oldu, ancak Orta Doğu’da büyük bir savaşın kendi yönetiminde patlak vermesini istemediği için bunu yapmadı.

Aynı endişe, Başkan’ın da aklının bir köşesinde olmalı. Evet, İranlılar bugün 2019’a kıyasla belirgin şekilde daha zayıf durumdalar. Tahran’ın en önemli vekili olan Hizbullah, Lübnan’da İsrail’in aylara yayılan şiddetli hava ve kara operasyonlarının ardından yaralarını sarmakla meşgul. Hamas ise Gazze’de aynı durumu yaşıyor. Suriye artık Devrim Muhafızları için bir ileri karakol değil; bu, bir zamanlar nispeten işbirlikçi bir ortak olan Beşar Esad’ın İranlılara ailesinin elli yıllık iktidarı için koşulsuz destek sağladığı sürece dış politikasını devretmeye hazır olmasından kaynaklanıyordu. Ancak İran’ın yıllardır “direniş ekseni” stratejisinin önemli bir dayanağı olarak kullandığı Suriye’de Esad’ın çöküşü ve Tahran’dan uzaklaşmak isteyen yeni bir Suriye hükümetinin ortaya çıkışı, Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney’in yakın çevresinde rahatsızlık yaratıyor.

Buna rağmen, ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırısı hâlâ zahmete değmez. Öncelikle, İran’ın zayıf olması güçsüz olduğu anlamına gelmez. İran destekli vekiller hâlâ Irak’ta etkili bir şekilde hüküm sürüyor ve koalisyon hükümeti, Bağdat’ın kontrol altına almaya ve Irak güvenlik güçlerine entegre etmeye çalıştığı milislere bağımlı olmaya devam ediyor. Irak’ta yaklaşık 2.500 ABD askeri bulunuyor ve bu askerler milisler için birincil hedef teşkil ediyor; gerçekten de ABD’nin İran’ı bombalaması durumunda, İran’ın misilleme yapması hâlinde Irak’taki ABD üslerinin ilk hedef olacağı neredeyse kesin. Kendimizi kandırmamalıyız: İran, yalnızca bir Devrim Muhafızları komutanı olan Kasım Süleymani’ninölümünün intikamını almak için Irak’taki ABD üslerine bir düzine balistik füze göndermeye istekliyse, ABD’li politika yapıcılar İran’ın nükleer programının vurulması hâlinde daha güçlü bir misillemede bulunacağını varsaymalıdır.

Sonra şu mesele var: Askeri güç etkili olabilir mi? Örneğin, İran’ın nükleer kapasitesi yok edilebilir mi? Eğer edilemezse, en azından İran yönetiminde nükleer politikaları hakkında stratejik bir yeniden değerlendirme yapılmasına yol açabilir mi? Her iki sorunun cevabı muhtemelen “hayır”dır. Bombalar binaları yıkabilir, ancak bilgiyi yok edemez. Tüm İranlı bilim insanları ya da mühendisler öldürülmedikçe ya da yakalanmadıkça, Tahran’ın nükleer altyapısı her zaman yeniden inşa edilebilir ve kaldığı yerden devam edebilir. Bu durumda ABD, kendi “çim biçme” stratejisini benimsemiş olacak ve birkaç yılda bir İran’ın nükleer altyapısına füze yağdırarak bölgedeki kendi güçleri için son derece yüksek bir maliyeti göze alacaktır.

İran’ın nükleer stratejisinin, istediğimiz şekilde ilerlemesi de pek olası değil. ABD ya da İsrail, İran’ın nükleer programına karşı ne zaman harekete geçse—bu bir siber saldırı, suikast ya da ilan edilmemiş insansız hava aracı saldırısı yoluyla olsun—Tahran buna nükleer çalışmalarını hızlandırarak ya da yeraltında daha derinlerde yeni tesisler inşa ederek karşılık verdi. ABD’nin askerî harekâtı, Hamaney’in tutumunu yumuşatmak yerine daha da sertleştirecektir. ABD istihbarat topluluğu, Hamaney’in henüz bir nükleer cihaz üretme kararı almadığını ve bunun kısmen Washington’un vereceği tepkiden duyduğu korkudan kaynaklandığını değerlendirmeye devam ediyor. Ancak ABD saldırdıktan sonra bu korku ortadan kalkacaktır. Aksine, ABD bombalarının İran topraklarına düşmesi, İran içindeki güç yapısında nükleer caydırıcılığı savunanların işini kolaylaştıracaktır.

O hâlde Trump ne yapmalı? Cazip gelen seçenek, ilk yönetimindeki maksimum baskı politikasına geri dönmek olabilir. Bu politika, İran hükümetinin mali durumuna ciddi zarar vermiş ve petrol ihracatını yaklaşık yüzde 70 oranında azaltmıştı. Ancak bu strateji, İran’ın nükleer meseledeki hesaplarını değiştirmek için neredeyse hiçbir şey yapmadı ve aslında İran JCPOA kısıtlamalarından kurtulduktan sonra sorunu daha da kötüleştirdi. Maksimum baskı yaklaşımına ikinci kez başvurmanın daha iyi bir sonuç vermesi pek olası değil.

Ancak Trump bu yolu izlemek istiyorsa, bunu değiştirmesi gerekecek. Daha fazla ekonomik yaptırım, uygulanabilir bir diplomatik stratejiyle birleştirilmelidir. Bu da ancak maksimalist taleplerin yerine gerçekçi talepler konulursa mümkün olabilir. İran’a, nükleer altyapısını tamamen ortadan kaldırması veya dış politikasını Amerika’nın hoşuna gidecek şekilde tamamen değiştirmesi gibi düşünülemez şeyler konusunda baskı yapmak yerine, Trump, İran’ın yapabilecekleri ve yapamayacakları konusunda katı ve uygulanabilir nükleer sınırlamalar getirmeye çalışmalıdır. Eğer Trump, JCPOA’dan daha iyi bir anlaşma istiyorsa, bunun için Tahran’a daha fazla ekonomik ve diplomatik taviz vermesi gerekecektir. Umulabilecek en iyi senaryo, ABD-İran ilişkilerinin bugünkünden daha yönetilebilir olduğu ve uluslararası denetçilerin İran’ın nükleer altyapısını kökten izleme yetkisine sahip olduğu 2018 öncesi statükoya geri dönmektir.

Bu durum, genellikle tavizleri bir yenilgi olarak gören Trump için tatmin edici olmayacaktır. Ancak uluslararası diplomaside, mükemmel olan “yeterince iyi” olanın düşmanı olamaz. Ve mükemmel, zaten nadiren bir seçenek olarak karşımıza çıkar.

Kaynak: https://www.theamericanconservative.com/how-will-trump-tackle-iran/

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır

SOSYAL MEDYA