Thucydides Tuzağı: Antik Yunan’dan Çin ve ABD için hayati dersler

Nisan 23, 2025
image_print

Thucydides Tuzağı: Antik Yunan’dan Çin ve ABD için hayati dersler… yoksa bir sürü eski palavra mı?

 

Sözde “Thucydides Tuzağı”, son on yılda dış politika yorumlarının değişmez bir unsuru haline geldi; ABD ile Çin arasındaki tırmanan rekabeti çerçevelemek için düzenli olarak gündeme getiriliyor.
Bu ifade, siyaset bilimci Graham Allison tarafından ilk kez 2012 yılında Financial Times’ta yayınlanan bir makalede ortaya atılmış ve daha sonra 2017’de yayımlanan Destined for War (Savaşa Mahkûm) adlı kitabında geliştirilmiştir. İfade, antik Yunan tarihçisi Thucydides’in Peloponez Savaşı Tarihi adlı eserinde geçen şu cümleye atıfta bulunur: “Savaşı kaçınılmaz kılan, Atina’nın yükselişi ve bunun Sparta’da uyandırdığı korkuydu.”
İlk bakışta, bu güçlü ve kullanışlı şekilde paketlenmiş bir benzetme sunar: Yükselen güçler yerleşik olanlarda kaygı yaratır ve bu da çatışmaya yol açar. Günümüz bağlamında bunun anlamı açık gibi görünmektedir: Çin’in yükselişi, tıpkı bir zamanlar Atina’nın Sparta ile yaptığı gibi, ABD ile bir çarpışmaya yol açacaktır.
Ancak bu tür bir çerçeveleme, Thucydides’in eserindeki karmaşıklığı düzleştirme ve daha derin felsefi mesajını çarpıtma riski taşır. Thucydides jeopolitiğin determinist bir yasasını dile getirmiyordu. O bir trajedi yazıyordu.

Tarih trajedi olarak mı tekerrür eder?

Thucydides, Peloponez Savaşı’nda Atina tarafında savaşmıştır. Onun dünyası, Yunan trajedisinin duyarlılıklarıyla yoğrulmuştu ve tarihsel anlatısı baştan sona bu izleri taşır. Eseri, yapısal kaçınılmazlık üzerine bir inceleme değil; insanî zaafların, siyasî yanlış değerlendirmelerin ve ahlaki çürümenin bir araya gelerek nasıl felakete yol açabileceğini araştıran bir çalışmadır.
Bu trajik duyarlılık önemlidir. Modern analistlerin sıklıkla öngörülebilir kalıplar ve sistem düzeyinde açıklamalar aradığı yerde, Thucydides seçim, algı ve duyguların rolüne dikkat çekmiştir. Onun tarihi, korkunun yıpratıcı etkileri, hırsın baştan çıkarıcılığı, liderliğin başarısızlıkları ve yargının trajik çözülüşüyle doludur. Bu, yapısal determinizm değil; kibir ve nemesis üzerine bir çalışmadır.
“Thucydides Tuzağı” ifadesi uluslararası politikanın bir tür yarı-yasası haline getirildiğinde, bütün bunların büyük bir kısmı kaybolur. Bu ifade, kaçınılmazlığın kısa yolu haline gelir: güç yükselir, korku karşılık verir, savaş takip eder.
Ancak Thucydides’in kendisi, korkunun neden kök saldığına, hırsın muhakemeyi nasıl çarpıttığına ve kötü seçeneklerin daralan koridoruna sıkışmış liderlerin neden savaşın geriye kalan tek uygulanabilir yol olduğuna inandıklarına daha çok ilgi duymuştur. Onun anlatısı, çatışmanın çoğu zaman zorunluluktan değil, yanlış okuma, yanlış hesaplama ve mantıktan kopmuş tutkular sonucunda ortaya çıktığını gösterir.
Allison bile, hakkını teslim etmek gerekirse, bu “tuzak”tan kaçışın imkânsız olduğunu hiçbir zaman iddia etmemiştir. Onun temel argümanı, yükselen bir gücün egemen bir güce meydan okuduğu durumlarda savaşın kaçınılmaz değil, olası olduğudur. Aslında, Allison’ın yazılarının büyük kısmı bu kalıptan kopmak gerektiğine dair bir uyarı niteliğindedir, bu kalıba teslim olunması gerektiğine değil.
Bu anlamda “Thucydides Tuzağı” hem yorumcular hem de politika yapıcılar tarafından yanlış kullanılmıştır. Kimileri bunu, savaşın güç geçişlerinin yapısal doğasına içkin olduğunun bir kanıtı — savunma bütçelerini artırmak ya da Pekin’e karşı sert konuşmak için bir bahane — olarak ele almaktadır. Oysa bu ifade, aslında düşünmeyi ve itidali teşvik etmelidir.

Thucydides’i dikkatli bir şekilde okumak, Peloponez Savaşı’nın yalnızca değişen güç dengesiyle ilgili olmadığını görmek demektir. Bu savaş aynı zamanda gururla, yanlış değerlendirmeyle ve akıllıca liderlik yapamamanın sonuçlarıyla da ilgiliydi.
Onun şu ünlü gözlemini düşünün: “Cehalet cesur, bilgi ise çekingendir.” Bu yapısal bir tespit değil, insani bir görüştür. Bu söz, içgüdüyü strateji sananlara ve kendini beğenmişliği güç zannedenlere doğrudan yöneliktir. Ya da onun şu ürkütücü ifadesini ele alalım: “Güçlüler istediklerini yapar, zayıflar ise çekmeleri gerekeni çekerler.” Bu, reel politiğin bir onayı değildir. Bu, gücün hesap veremez hale geldiğinde ve adalet bir kenara bırakıldığında neler olduğuna dair trajik bir ağıttır.
Bu açıdan bakıldığında, Thucydides’in asıl dersi savaşın önceden belirlenmiş olduğu değil, uluslar korkunun mantığı gölgelemesine izin verdiğinde, liderler kibri sağduyuyla karıştırdığında ve stratejik kararlar netlikten ziyade güvensizlikle yönlendirildiğinde savaşın daha olası hale geldiğidir.
Thucydides bize algının ne kadar kolay yanlış algıya dönüştüğünü — ve liderler kendi erdemlerine ya da kaçınılmazlıklarına o kadar inandıklarında, kendilerine karşı çıkanları dinlemeyi bırakmalarının ne kadar tehlikeli olduğunu — hatırlatır.

Thucydides’ten alınacak gerçek dersler

Günümüz bağlamında, Çin ile bir çatışmaya gerekçe olarak Thucydides Tuzağı’na başvurmak faydadan çok zarar verebilir. Bu yaklaşım, çatışmanın zaten rayına oturduğu ve durdurulamayacağı fikrini güçlendirir. Ancak Peloponez Savaşı Tarihi’nde bir ders varsa, o da savaşın kaçınılmaz olmadığı; sağduyu ve düşünme alanı, korku ve gururun baskısıyla çöktüğünde savaşın olasılığının arttığıdır.
Thucydides bir uluslararası siyaset teorisi sunmaz — o bir uyarıdır; kendi anlatılarına kapılıp uluslarını uçuruma sürekleyen liderlere yönelik bir öğüttür.
Bu sondan kaçınmak daha iyi bir muhakeme gerektirir. Ve hepsinden önemlisi, geleceğin yalnızca yapısal baskılarla değil, insanların yaptığı tercihlerle belirlendiğini kabul etmek için alçakgönüllülük gerekir.

Kaynak: https://theconversation.com/the-thucydides-trap-vital-lessons-from-ancient-greece-for-china-and-the-us-or-a-load-of-old-claptrap-252954