Teşkilat-ı Mahsusa Militanı, Enver’in Yoldaşı,  Lübnan’lı Aydın: Emir Şekip Arslan

Emir Şekib Arslan, İslam dünyasının 20. yüzyıldaki en önemli entelektüel ve siyasi figürlerinden biri olarak, siyasi hayatını Osmanlı İmparatorluğu’nun birliğini savunmaya, İslam dünyasının bağımsızlığı için mücadele etmeye ve sömürgecilik karşıtı hareketleri desteklemeye adamıştır. Onun siyasi hayatı, Osmanlı’ya olan bağlılığı, Arap dünyasındaki milliyetçilik akımlarına itirazı ve sömürgeci güçlere karşı verdiği mücadelelerle şekillenmişti.
Ocak 21, 2025
image_print

Emir Şekib Arslan, İslam dünyasının 20. yüzyıldaki en önemli entelektüel ve siyasi figürlerinden biri olarak, siyasi hayatını Osmanlı İmparatorluğu’nun birliğini savunmaya, İslam dünyasının bağımsızlığı için mücadele etmeye ve sömürgecilik karşıtı hareketleri desteklemeye adamıştır. Onun siyasi hayatı, Osmanlı’ya olan bağlılığı, Arap dünyasındaki milliyetçilik akımlarına itirazı ve sömürgeci güçlere karşı verdiği mücadelelerle şekillenmişti.

Irak’ta Uceymi Sadun, Yemen’de İmam Yahya, Mısır’da Abdulaziz Çaviş, Libya’da Şeyh Sunusi, Cezayir’de Emir Abdulkadir ve Bin Badis, Tunus’ta Salih Şerif et-Tunusi ve Ali Başhamba, Sudan’da Ali Dinar gibi bir çok Osmanlı münevveri Arap aydını ve lideri, hayatlarının sonuna kadar Osmanlı’nın birlik ve kardeşlik ideallerine bağlı kaldılar.

Hatta Osmanlı’yı ve Türkleri bütün bölge halklarının haysiyetini batıya karşı savunmanın kalesi gören bu onur timsali mücadele adamları, Avrupalıların desteğiyle kişisel ihtiraslarının peşinde koşan ayrılıkçı unsurlardan daha fazla etkiliydiler.

İşte bu sadakat ve haysiyetin timsali olan aydınların Lübnanlı sembol ismi de, Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli isimlerinden Emir Şekip Arslan’dı.

Arap aydınlarından Ahmed eş-Şerebâsî’nin deyimiyle “Osmanoğulları’ndan daha fazla Osmanlı olmak isteyen” Şekip Arslan, 1869’da Lübnan’ın Şuveyfe köyünde, bir Dürzî ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası düşük dereceli bir mahalli memur idi. Arslan Ailesi, Cebel-i Lübnan’da Dürzî aşiretlerinin en şereflilerinden kabul edilmekteydi. 20. yüzyılın başlarında, ailenin bireylerinden kimi memur, kimi hariciyeci, kimi mebus, kimi de edip olmuştu.

Şekip Arslan 1874’te Beyrut’ta Medresetü’l-Hikme adındaki Maruni okuluna girdi. Bu okulda edebiyata yöneldi; Arapça ve Farsçanın yanı sıra Fransızcayı da öğrendi. Daha sonra Türkçeyi de öğrenmesi için Medrese-i Sultaniye’ye gönderildi. Burada bir yıl okudu. Üniversiteye gidemediğinden kendi kendisini yetiştirmek durumunda kaldı.

Medrese-i Sultaniye’de hocası olan ünlü Mısırlı din bilgini Muhammed Abduh’un etkisinde kaldı. Dönemin en etkili gazetelerinden El-Ahram ve El-Müeyyed’e makaleler yazıyordu.

1892’de, hayatı boyunca emperyalist bir tehlike olarak göreceği Avrupa’ya, Paris ve Londra’ya geçti. Ünlü Mısırlı Türk dostu şair Ahmet Şevki Bey’le tanıştı. Aynı yıl İstanbul’a tekrar döndü ve o sıralarda İstanbul’a gelen İslam aktivisti Cemaleddin Efgani ile görüştü. 1902’ye kadar on yıl şiir yazdı, ilmi araştırmalar yaptı, Kahire ve Beyrut’un meşhur gazetelerinde makaleler yayımladı.

El yazması klasik İslami eserleri inceledi. Chateaubriand’ın, Endülüs Müslümanlarını anlattığı “Son İbn Serrâc’ın Macerası” adındaki romanını çevirerek yayımladı. Ona ‘Emirü’l- Beyan’ yani Belagatin Prensi unvanı layık görüldü.

1902-1907 yılları, Arslan Ailesi’ne itibar kaybettiren, rakip beylik ailesiyle siyasi rekabet içinde geçti… Şekip, amcası Mustafa’nın yerine kısa bir süre Şuf kaymakamlığı yaptıysa da rakip Canbulat Ailesi’nin baskıları yüzünden istifa etmek zorunda kaldı.

Jön Türklerin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu kabul ettirme çabalarını destekledi. Jön Türk hareketinin 1908’deki başarısı üzerine, Şekip Arslan, Arslan Ailesi’nin Şuf’taki hakimiyetinin sembolü olan bu makama tekrar sahip oldu. Ancak onun arzusu kaymakamlık değil, İstanbul’da Cebel-i Lübnan’ı temsil etmek idi.

Güçlü bir padişahın gitmesine üzülmekle birlikte, Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra kurulan yeni rejimi ve onun yabancı güçleri dışarı atma çabalarını desteklemekten geri kalmadı. Ona göre Osmanlı’nın yaşaması, askeriyenin yüksek görev kabiliyeti ile donanmasına bağlıydı. 1911 Ekim’inde, Libya’yı işgal eden İtalyan güçleriyle savaşmaya gitti. Bir yılını asker, kurtarma elemanı ve propagandacı olarak geçirdi. Şam’daki Osmanlı komutanlığına bir plan sunarak, bir grup asker ve subayın Libya cephesine ayrılmasını başardı. Arslan komutasındaki ve Bedevi kılığındaki askerler İngiliz kontrolündeki Mısır’ı geçmeyi başardı.

Ancak, El-Ariş’ten ileri geçirilmeyerek, bir süre alıkonulduktan sonra bir gemiyle Yafa’ya gönderildi. Burada duramayan Arslan, bir gemiye binerek Mısır’a geçti. 1912’nin ilk aylarını Mısır Kızılay Teşkilatı’nda çalışarak geçirdi ve bu sırada, Hidiv Abbas Hilmi ile dostluk kurdu. 1912 Nisan’ında Trablusgarp’a gitti. Trablusgarp’ın müdafaası sırasında Enver Paşa’nın dostluğunu kazandı. 1911-12 yılları arasında El-Müeyyed’de yayımladığı makalelerde Osmanlı mefkûresine olan bağlılığı ile Batı emperyalizmine duyduğu düşmanlığı ortaya koydu. Arslan için Avrupa hayran olunacak bir kültür değil, emperyalist bir tehdit demekti. Şekip Arslan hakkında kapsamlı bir araştırma yapan İngiliz yazar William Cleveland, onu Osmanlı vatanseveri bir aktivist olarak tarif ediyordu:

“Küçüklü büyüklü Batılı devletler, Babıali’nin aşınması pahasına toprak ve nüfuz kazanmanın peşindeydiler. Arslan gibi Osmanlı vatanseverleri için bu koşullar sürekli bir dizi krizle mücadele etmek demekti. İşte bu zor şartlarda Arslan temayüz etti ve imparatorluğun son can çekişme anlarında büyük bir hayatiyet ve derin bir sadakat timsali olarak ortaya çıktı. Osmanlı’nın son yıllarında verdiği askeri, ideolojik, politik her mücadelede yer aldı.”

(William Cleveland, Şekip Aslan’ın Mücadelesi kitabından)

Ona göre, İtalyan istilası, Osmanlı İslam sistemine karşı bir meydan okumayı teşkil ediyordu ve “haysiyetimizden kalan ne varsa onu muhafaza edebilmek için aktif bir tepki” gerekmekteydi.

El Müeyyed gazetesinde yazdığı bir makalede şöyle diyordu:

“Şeref arayışı içinde hayatı idame ettirmektense şerefli bir ölümle ölmek evladır.”

“Yalvarın Allah’a ey korunmuş mülkün Osmanlıları, yeryüzünde mevcudiyetinizin devamı için ve boyunlarınızdaki boyunduruktan kurtulmanız için! Yalvarın Allah’a ey doğulular, yok olup gitmemesi gereken bu devletin muhafazası için! Ancak fedakarlıklar ebediyete kadar yaşayacaktır!”

Şekip Arslan, El Müeyyed Gazetesi, 1911

Arslan’ın heyecan dolu anti emperyalizmi, bütün hayatı boyunca yankılanacaktı.

O, Osmanlı Devleti’nin yavaş yavaş parçalanmasına ve daha sonra da manda sistemine yol açmak üzere planlanmış bir Avrupa komplosuna karşı amansız bir kampanya başlatmıştı.

Osmanlı kuvvetlerinin Trablusgarp’tan çekileceğini öğrendiğinde İstanbul’a giderek, hükümeti Kuzey Afrika’da savaşmaya ikna etmeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Ona göre “Trablusgarp’ın çölleri savunulamazsa, Şam’ın bahçeleri de savunulamazdı”.

Balkan Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, Arslan, Kızılay’la Mısır Yardımseverler Derneği’nin imkânlarını Balkan muhacirleri için seferber etti. Trablusgarp’ın ve Balkanların iç politik çekişmeler yüzünden kaybedildiğine, dolayısıyla güçlü bir hükümetin işbirliği ve birleşme programına ihtiyacı olduğuna inanan Şekip Arslan, 1913 yılındaki Babıâli Baskını sonrasında kurulan yeni rejimi destekledi ve adeta onun sözcülüğünü yaptı. Yeni rejimin gayelerini Arap halklarına anlatma görevini üstlendi. 1913’te, bu görevle Beyrut, Şam ve Kudüs’e gitti. Abdülaziz Çaviş’le Medine’ye bir propaganda gezisi yaptı. Ancak onun hareket noktası, iç politika konuları olmadığı gibi, ideolojik yönleri ağır basan sözcüler gibi, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Arapçılık zihniyeti ile de bağdaşmıyordu. Onun daha pratik bir mesajı vardı: Parçalanmış bir imparatorluğun Avrupa’ya yem olacağını düşünüyordu. Bu nedenle Arap milliyetçiliğine şiddetle karşı çıkmıştı.

Arslan, anılarında bu mücadelesini şöyle savunmaktaydı:

“Araplarla Türkler arasındaki bölünmenin hayli garip ve gereksiz olduğundan ve imparatorluğun mefkuresine sıkı sıkıya sarılmak lüzumundan bahsettim. Yabancı güçlerin Türklerle Araplar arasında güçlükler bulunduğu kanaatini yayarak bunu suiistimal suretiyle kendi menfaatlerine kapı açacaklarını, Osmanlı topraklarını ele geçireceklerini ve kolonileştireceklerini ifade ettim.”

(Şekip Arslan, “İttihatçı Bir Arap Aydınının Anıları” isimli eserinden)

Aslan’a göre Araplarla Türkler arasındaki farklılıklar ya yüzeyseldi ya da emperyalistlerce tezgâhlanıyordu. Yine Trablusgarp işgali sırasında kaleme aldığı bir yazıda şöyle demekteydi:

“Araplarla Türkler tabiri yeni bir tabirdir ve Osmanlı Devleti için kendisinin bir bütün olarak değil de bu tür bileşkeleri ortaya dökülmek suretiyle tanımlanmaya meydan vermek, imkân tanımak intihardır.”

Şekip Arslan, El Müeyyed Gazetesi, 1911

 

Arslan, mahalli muhtariyet fikrini, sömürgeleşmeye doğru atılmış bir adım, sömürgecilere çıkarılmış bir davetiye olarak görüyordu. Ona göre vilayetlerde otonomi önerileri, bazı Arap politikacıların tanıma ihtiyaç gösterip de tanımlanamayan ihtiraslarından doğuyordu.

Arap milliyetçilerinin hürriyet mücadelesi olarak gördüğü şeyi Arslan, harp sonrası Avrupalı güçlerin Arap vilayetlerini hunharca işgaline yol açacak haince bir ayrılıkçılık olarak tanımlıyordu.

Arslan, işte bu kaygılarla, Osmanlıcılık fikri etrafında birleşmek gerektiğini savunuyordu. Bu yüzden, başta Reşit Rıza olmak üzere pek çok kimsenin şimşeklerini üzerine çekti.

1913 yazında, İttihatçı hükümet tarafından, Arap görüşünün dile getirileceği ve uzlaşma yollarının aranacağı bir dizi konferansa katıldı. Devleti tenkit etmeyi onu sabote etmek olarak algılayan Şekip Arslan’a göre, birleşik merkezi otorite, bölgesel otonomi anarşisinden daha iyiydi. Nisan 1914’te, Havran’dan mebus seçildi. Bu sıralarda Suriye’ye giden Cemal Paşa’nın siyasetinin, ailesinin hususi imtiyazlarını ortadan kaldırmasına ses çıkarmadı. O, Avrupa gözetiminde ve Hıristiyan yönetimindeki bir özerk bölge yerine, Müslüman Osmanlı Devleti’nin insanı fazla sıkmayan şemsiyesi altında yaşamayı tercih ediyordu. 1914-16 yılları arasında Cemal Paşa’nın çevresinde yer aldı.

1915 yılında Kanal Hareketi sırasında Dürzîlerden 120 kişilik bir gönüllü birliği oluşturarak sefere katıldı.

Cemal Paşa’nın sert yöntemlerine karşı muhalefet etti. Beyrut’taki açlığa karşı verilen savaşın kaybedilmesi ve idamlar yüzünden, ilerleyen yıllarda Arap ayrılıkçılar tarafından pek çok suçlamayla karşı karşıya kaldı. Ancak, Şekip Arslan, olayları elinden geldiğince önlemeye çalışmışsa da başarılı olamamıştı. 1916 yazında Beyrut’ta evlenen Şekip Arslan, o yılın sonlarında Suriye’den ayrıldı. Sonraki bir yılın büyük bir kısmını, İstanbul’da uluslararası kuruluşların Lübnan’a yardım etmelerini sağlamak için hükümet ve meclis nezdinde mücadele ile geçirdi. 1917’nin son çeyreğiyle 1918 ortalarında Enver Paşa’nın ricasıyla ve özel görevlerle Almanya’ya gitti. Enver Paşa, Arslan’ı Almanya’nın gizli doğu planlarını öğrenmesi için görevlendirmişti. 1918 sonbaharında Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanırken İstanbul’a dönüyordu. Yolda İstanbul’dan kaçan bir grupla birlikte tekrar Berlin’e döndü. Oradan İsviçre’ye geçerek, yirmi sekiz yıl sürecek sürgün hayatının ilk yılını burada geçirdi. 1919 yılının büyük kısmını İsviçre’de geçiren Arslan, tekrar Berlin’e döndü. İttihat ve Terakki’nin burada yaşayan liderleriyle bağlantıya geçti. Talat Paşa’nın yardımıyla, Berlin’deki Müslümanları bir araya getirmek için kurulan Şark Kulübü’ne başkan seçildi. İngiliz dışişleri bakanlığının bir raporunda Şekip Arslan için Berlin’deki Türklerin lideri denilmekteydi.

1921 Haziran’ında Enver Paşa’nın isteğiyle Moskova’ya seyahat etti. Teşkilat-ı Mahsusa’nın devamı olan Umumu alem İslam ihtilal cemiyeti adına faaliyetlerde bulundu.

1921 yazı sonlarında, Cenevre’de yapılan Suriye-Filistin Kongresi sekreterliğinde bulundu. 1922 Mayıs’ında Cenova’da, Mazlum Halklar Birliği Kongresi’ne katılarak bir konuşma yaptı. Yine aynı yılın Temmuz’unda, Londra’da, Milletler Cemiyeti’nin Suriye ve Filistin için alınan manda kararını tescil etmesini protesto etti. Ağustos ayında Roma’ya giderek İtalyanların Milletler Cemiyeti’nde yardımını sağlamaya çalıştı. 1921-22 yıllarında İttihatçı liderlerin öldürülmesinden sonra, Osmanlı’nın toparlanıp ayağa kalkamayacağına anlayan Şekip Arslan, ilgisini Osmanlı eyaleti olan Arap topraklarının Avrupalılarca işgaline yöneltti. 1923 sonlarında, Fransızları Suriye’den atmak için ortak bir Türk-Arap cephesi kurmak amacıyla İstanbul’a geldi.

1924’te Mersin’e yerleşerek altı yıldır göremediği ailesiyle buluştu.

İsviçre’de sürgün Arap liderleriyle temasa geçti ve Berlin’de Alman yetkililerle görüştü. 1925 yılı Ocak ayında tekrar Mersin’e geldi.

Sekiz ay daha kaldıysa da, siyasi-sosyal hiçbir faaliyette bulunamadığı bu şehre yerleşmeyi düşünmedi. Ama Batılı istihbarat raporları, onun Suriye’deki Fransız işgaline karşı Türk hükümeti adına faaliyetleri organize ettiğini yazmaktaydı. Bundan sonraki hayatı, Arap-İslam ülkelerinin bağımsızlığı mücadelesiyle geçti.

 

Filistin davası için uluslar arası kampanya yürüttü…

Irak ve Suriye’nin bağımsızlığı için mücadele etti.

Nispeten bağımsız siyaset izlediklerini düşündüğü Suud Kralı Abdülaziz ve Yemen lideri İmam Yahya ile temas halinde oldu.

1930’da Fas’ın işgaline karşı uluslararası üne sahip bir dava adamı olarak koşturdu. Saraybosna’da, Aliya İzzetbegoviç’i de yetiştiren Mladi Müslüman derneğinin kuruluşunu sağladı. Filistin davasını tüm dünyaya duyurmak için sürekli koşturdu.

O, bütün ömrünü batı emperyalizmine karşı doğunun haysiyetini ve bağımsızlığını savunmakla geçirdi.

Şekip Arslan, 9 Aralık 1946’da, geride işte bu haysiyet davasının şerefli sayfaları ve onlarca değerli eser ve yüzlerce makale bırakarak, doğduğu topraklarda, Beyrut’ta hayata gözlerini yumdu.

Bu büyük Türk dostu Osmanlı aydını, Enver Paşa’nın dava arkadaşı, Teşkilat-ı Mahsusa’nın fikir ve eylem adamı Şekip Arslan’ı doğuran Beyrut… O yürekli ve sadık dava adamının Beyrut’u, hala Onun hatırasını muhafaza ediyor.

Sevranur Yetkin

Sevranur Yetkin
Araştırmacı yazar, müzisyen. haber10, ezcümle ve yarın dergilerinde yazıları yayınlandı. Halen yazı ve müzik çalışmalarına devam ediyor.Evli ve 1 çocuk sahibi

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır