Tehlikeli Oyunlar: Nixon’dan Trump’a  “Deli Adam” teorisi

Birçok yazara göre Trump, Makyavel’in Prens’inde sergilediği lider özelliklerine sahiptir. Bazı yazarlara göreyse Trump'ı Makyavel ile eşitlemek yalnızca yanıltıcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda Trump'ın siyasi kariyerinin dayandığı bir mit oluşturmaya aktif olarak katkıda bulunuyor. Bazı diğer eleştirmenlere göreyse Trump, Makyavel’in sadece bir karikatürüdür. Makyavel’in, “Titus Livius”un ilk on kitabı üzerine Söylevler' kitabındaki bir bölümünün başlığıysa “Doğru zamanda deliymiş gibi davranmak akıllıcadır” idi. Trump  da deliymiş gibi davranan bir ABD başkanı mıdır? Dünya bu sorunun cevabını deneyimleyerek öğrenecek.
Şubat 15, 2025
Republican presidential candidate Donald Trump gestures and declares "You're fired!" at a rally in Manchester, New Hampshire, June 17, 2015. REUTERS/Dominick Reuter TPX IMAGES OF THE DAY
image_print

1469 -1527 yılları arasında İtalya’daki şehir devletlerinden “Floransa Cumhuriyeti”nde yaşayan Niccolò Machiavelli daha çok “Prens” adlı kitabıyla tanınır. “Prens”, hükümdarın iktidarını devam ettirmesi için nasıl davranması gerektiğine dair öğütler verir. Bu öğütleri “amaç, araçları haklı kılar” gibi ahlaken savunulamayacak bir cümleyle özetlemek mümkün. Makyavel’in “Prens”den çok daha önemli görülen bir diğer kitabıysa Antik Roma tarihçisi Titus Livius’un ilk on kitabı üzerine yazdığı “Söylevler”dir.  Makyavel’in gerçek düşüncelerini yansıttığı söylenen “Söylevler”, çok daha şöhret kazanan Prens’in gölgesinde kalmıştır.

Amerikan siyasi kültüründe Antik Yunan ve Roma etkisi bariz bir şekilde kendisini gösteriyor. ABD’nin kurucu babaları Antik Yunan ve Roma düşünürlerine ziyadesiyle atıflar yapmıştırlar. ABD’nin resmi kurumlarının yer aldığı yapıların Roma mimarisini yansıtması boşuna değil.

Bugünlerde ABD Başkanı Donald Trump çeşitli ülkelere yönelik tehdit içeren açıklamalarıyla gündemde. Trump’ın istediklerinin yerine getirilmemesi halinde tehditlerini gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğiyse “öngörülemez” olmasıyla ilişkilendiriliyor. Trump  sıklıkla “şunu yapmasınlar da görelim”, “cehennemi yaşatacağım”, “herkes ne yaptığımı görecek” gibi cümleler kuruyor. Trump tam olarak ne yapacağını ise belirsiz bırakarak gözdağı veriyor.

ABD’nin dünyanın dört bir yanında 800 civarında askeri üssü olan devasa bir savaş makinesine sahip. ABD kendisinden sonra gelen on ülkenin toplamından daha çok askeri harcama yapan bir ülke ve halihazırda dünyanın en büyük ekonomisine ev sahipliği yapıyor. ABD’nin nükleer cephaneliği de öngörülmez olduğu söylenen Trump’ı daha da tehlikeli hale getiriyor.  Dolayısıyla böyle büyük bir güce sahip bir ülkenin yönetimini üstlenen Trump’ın her söylediğine kulak kabartılıyor. Trump numara mı çeviriyor, blöf mü yapıyor, el mi yükseltiyor, yoksa hakikaten söylediklerini yapmaktan kaçınmayacak ölçüde çılgın, deli bir adam mı?  Dünya tarihinin deli, çılgın adamların yol açtığı savaşlar, facialar ve felaketlerle dolu olduğunu hatırlayacak olur isek Trump’ın tehditvari duyuruları herkesi kaygılandırıyor.

Trump ilk başkanlık döneminde de Makyavel ile karşılaştırılmıştı. Buna göre Trump, Makyavel’in Amerikan versiyonuydu. Makyavel için liderlik, gücün kararlı bir şekilde kullanılmasıyla ilgiliydi, ahlakla değil. Prens’in görevi güçlü bir devlet yaratmaktı, bu devlet  “iyi” bir devlet olmak zorunda da değildi.  Makyavel’e göre hükümdar “sevilen” değil “korkulan” olmalıdır. Korkulmak sevilmekten çok daha güvenlidir. Hükümdar hem Aslan’ı ve hem de Tilki’yi taklit etmelidir. Aslan gibi korkutucu olmalı, Tilki gibi tuzakları görmelidir.

Birçok yazara göre Trump, Makyavel’in Prens’inde sergilediği lider özelliklerine sahiptir. Bazı yazarlara göreyse Trump’ı Makyavel ile eşitlemek yalnızca yanıltıcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda Trump’ın siyasi kariyerinin dayandığı bir mit oluşturmaya aktif olarak katkıda bulunuyor. Bazı diğer eleştirmenlere göreyse Trump, Makyavel’in sadece bir karikatürüdür.

Makyavel’in, Titus Livius”un ilk on kitabı üzerine Söylevler’ kitabındaki bir bölümünün başlığıysa “Doğru zamanda deliymiş gibi davranmak akıllıcadır” idi. Trump  da deliymiş gibi davranan bir ABD başkanı mıdır? Dünya bu sorunun cevabını deneyimleyerek öğrenecek.

 

NİXON “DELİ ADAM” ROLÜ OYNAMIŞTI

Deliymiş gibi davranmak konusunda rol-model olarak gösterilen diğer bir ABD başkanıysa Richard Nixon idi. Nixon’ın kendisi deliymiş gibi davranmayı “deli adam teorisi” diye nitelemişti. Nixon’ın kurduğu bu cümle birçok siyaset bilimci tarafından dış politika bağlamında “deli adam teorisi” başlığı altında incelendi. Bu teoriyle ilgili tartışmalar daha çok liderlerin delice davranarak öngörülmez addedilmelerinin avantajlı olup olmadığıyla ilgiliydi. Buna göre rakiplerin ve düşmanların önünde öngörülemez, mantıksız, pervasız bir imaj sergilemek karşı taraf üzerinde baskı oluşturarak taviz vermeye zorlamayı kolaylaştırır.

“Deli adam” teorisini ilk dillendirense, ABD Başkanı Nixon’ın Özel Kalem müdürlüğünü yapan Harry Robbins Haldeman (Bob Haldeman)idi. Haldeman 1978’de yayınlanan “Gücün sonları” başlıklı anı kitabında Nixon’ın kendisini deli, çılgın bir adam olarak göstererek dış politikada pazarlık gücünü artırabileceğini düşündüğünü anlatıyordu. Buna göre Nixon takıntılı, öfkeli, öngörülmez ve dizginlenemeyen bir başkan rolü oynamak istiyordu. Nixon’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger ise bu delilik oyununu ABD’nin düşmanlarının Nixon’ın delirdiğini düşünecekleri potaya kadar çok fiş attığı bir poker oyununa benzetiyordu.

Nixon, daha sonra Dışişleri Bakanı da olan Henry Kissinger’a, düşman komünist ülkelerin liderlerini, özellikle baskı altındayken düzensiz ve değişken olabileceğine ikna etmesi talimatını vermişti. “Realpolitik”in kurnaz bir taktisyeni olan Kissinger da “deli adam oyunu”nu benimsemişti. Nixon’ın aşırı içkiden de kaynaklanan sözde dengesiz doğasını öne çıkarmaktaki amaç, rakipler üzerinde onu kızdırmanın mantıksız, hatta nükleer bir tepkiyle sonuçlanabileceği korkusunu uyandırmaktı. Bu korku, rakipleri davranışlarını kontrol etmeye zorlayacaktı.  Kissinger’ın talimatları doğrultusunda Moskova’yı ziyaret eden Beyaz Saray danışmanı Leonard Garment, Sovyet yetkililere Nixon’ın “biraz paranoyak” ve “tahmin edilemeyecek kadar öngörülemez bir kişilik” olduğunu söyleyerek kafaları karıştırıyordu.

Nixon ve Kissinger, Kuzey Vietnam ve Sovyetler Birliği üzerinde yeterli baskıyı oluşturacağı ve Vietnam Savaşı’nı ABD’nin pozisyonuna daha yakın bir şekilde sona erdirmek için müzakere masasında bir avantaj elde edeceği umuduyla, bedeli ne olursa olsun sabrını yitirmiş ve mantıksız bir görüntü sunmak istiyordu. Başkan Nixon, “deli adam” imajına uygun olarak, Sovyetler Birliği’nin ABD tehdidini dikkate alacağını umarak, iç kamuoyunu ve ABD müttefiklerini karanlıkta tutarak, 1969 Ekim ayı ortalarından sonlarına kadar ABD’nin küresel nükleer alarm seviyesini gizlice ve kitlesel olarak yükseltmişti. Bu dönemde ABD ordusu nükleer silahlı B-52 bombardıman uçaklarının Sovyet hava sahasında uzun süreli bir devriye gezmesi de dahil olmak üzere, Batı Avrupa’da, Orta Doğu’da, Atlantik Okyanusu’nda, Pasifik Okyanusu’nda ve Japon Denizi’nde bir dizi askeri tatbikat gerçekleştirdi. Ancak Nixon’ın “deli adam teorisi” istenen etkiyi yaratmadı. Sovyet liderliği ABD ile Sovyetler Birliği arasında nükleer savaş riskini artırmasına rağmen “1969 küresel nükleer alarmı”na kayıtsız kaldı. Nixon da görev süresinin başlarında Vietnam Savaşı’nı sona erdirmeyi başaramayacaktı.

Nixon rasyonel hesaplamalarla dolu küresel bir nükleer alarm uygulamıştı. ABD’nin Sovyetler Birliği’ne sabrının tükendiğini hissettirecek şekilde ama aşırı provokatif olmadan hareket etmesini istiyordu. Nixon siyasi nedenlerle Amerikan halkını ve müttefiklerini telaşlandırmak istemiyordu. Bu çelişkili talepler ABD ordusunu emirleri yerine getirme konusunda şüpheye düşürmekle kalmadı, aynı zamanda Sovyetlerin Nixon’ın blöf yaptığını görmesini kolaylaştırdı.

Yine de Nixon, “deli adam teorisi”nin doğru bir yaklaşım olduğunu savunmaya devam etti. Nixon 1980’de yayınlanan “The Real War (Gerçek Savaş)” kitabında da “öngörülemezliğin” önemine değiniyordu. Nixon, Dwight D. Eisenhower döneminde ABD başkan Yardımcısıydı. Eisenhower’dan “savaşta sertlik politikası”nın özünü öğrendiğine inandığını belirten Nixon şöyle diyordu:  “Düşmanınız sizi öngörülemez ve hatta pervasız olarak algılarsa, size karşı temkinli olacak ve aşırı taleplerde bulunma olasılığı azalacaktır. Sonuç olarak rakibinizin pes etme olasılığı artar ve öngörülemez başkan biraz daha iyi durumda olur.”

“Çılgın adam”  veya “deli adam” teorisinin püf noktasıysa, gözlemcilerin onun topyekün savaş tehditlerine göre mi hareket edeceğini yoksa sadece rol mü yaptığını anlamalarının ne kadar zor olduğuydu. Ayrım ne kadar zor olursa blöf de o kadar etkili olurdu. Aktör rolünü ne kadar iyi oynar ise, o kadar deli ve çılgın görünürdü ve Nixon da iyi bir oyuncuydu. “Deli adam teorisi”, her şeyi yapabilecekmiş gibi davranan bir liderin, diğer küresel aktörleri aksi takdirde vermeyecekleri tavizleri vermeye ikna etme şansının daha yüksek olduğunu öngörüyordu.

Harry R. Haldeman’a göre Nixon pek çok yönü olan bir Adamdı.  “Zorba dev rolü” oynanması gereken başka bir rol idi. 1969 sonbaharında Nixon çılgın adam teorisini hayata geçirerek Kuzey Vietnamlılar’ı tehdit etmişti. Haldeman’ın anılarında yer verdiği anekdota göre Nixon  Kuzey Vietnamlılar’ın Vietnam Savaşı’nı sona erdirmek için nükleer silah kullanımı da dahil olmak üzere her şeyi yapabileceğine inanmalarını istiyordu. Nixon “Ben buna Deli Adam Teorisi diyorum Bob. Kuzey Vietnamlıların savaşı durdurmak için her şeyi yapabilecek noktaya geldiğime inanmalarını istiyorum. Onlara Nixon’ın komünizmden nefret ettiği, öfkelendiğinde kimsenin onu durduramayacağı ve nükleer düğmenin onun elinde olduğu mesajını vermeliyiz! Sonra iki gün içinde Ho Chi Minh Paris’ta barış için yalvarıyor olacak”.

Aklındaki bu senaryoyu uygulamaya sokan Nixon, Beyaz Saray’da Oval Ofis’te Sovyetlerin ABD Büyükelçisi Anatoly Dobrynin ile bir araya geldi. Görüşmede Henry Kissinger da vardı. Nixon, Dobrynin’e yarım saatlik bir söylev çekerek Sovyetler’in Vietnam konusunda kendisini “kırmasına” nasıl “asla” izin vermeyeceğini anlattı. Bu yemi yutan Büyükelçi Dobrynin Kremlin’e gönderdiği notlarda, “Görünüşe bakılırsa bu durum öylesine duygusal bir hal alıyor ki Nixon kendini kontrol edemiyor” diyecekti. Ancak ne Moskova ne de Kuzey Vietnam Nixon’ın tehditleri karşısında geri adım atmadı. Deli Adam oyunu tutmamıştı.

Araştırmacılara göre “Deli adam teorisi” Nixon’ın “Soğuk Savaş “dönemindeki Sovyetler Birliğiyle mücadele stratejisinin merkezinde yer alıyordu. Komünistlerin Nixon’ın yaptığı her türlü güç tehdidine inanmaları gerekiyordu. Çünkü o Nixon’dı, zaptedilemezdi. Ancak Nixon’ın Soğuk Savaş sırasında “deli adam teorisi”ni kullanma girişimi çoğun başarısız oldu çünkü Sovyet yetkililer istihbari yollarla onun davranışlarını az çok tahmin edebiliyordular.

“Deli adam teorisi”, Nixon’ın sadece oyunculuğa ve gizliliğe olan eğilimini değil, aynı zamanda daha büyük kazançlar elde etmek için büyük kumarlara girme eğilimini de yansıtıyordu. “Deli Adam Teorisi”, Machiavelli’nin  “Söylevler”de ima ettiği gibi irrasyonel veya öngörülemez olarak görünmenin bir lidere uluslararası ilişkilerde avantaj sağlayabileceğini öne süren bir dış politika stratejisiydi. Buna göre bir lider aşırı veya mantıksız eylemlerde bulunmaya istekli olduğu imajını geliştirerek, düşmanlarının öngörülemeyen sonuçlardan korkarak taviz verme olasılığını artırabilecektir. Rakipler bir liderin istikrarsız ya da aşırı önlemler almaya istekli olabileceğine inanırlarsa, müzakere etmeye ya da çatışmalarda geri adım atmaya daha meyilli olabilirler. Dönemin birçok yazarına göre akli dengesi yerinde olmayan biri olarak görülmek bir liderin yabancı düşmanlarını baskı altına almasına yardım edebilirdi.

DELİLİĞİN POLİTİK KULLANIMLARI

Aslında Henry Kissinger  da,  Nixon da, “deli adam oyun teorisi”ni Pentagon’un önemli stratejistlerinden Daniel Ellsberg’den öğrenmişti. 1950’lerin sonlarına doğru Ellsberg, Harvard Üniversitesi’nde Prof. Kissinger’ın düzenlediği seminerlerde “şantaj ve delilik kullanımları” üzerine konuşmalar yapmıştı. Ellsberg aynı yıllarda “Zorlama sanatı”, “Santaj teorisi ve uygulaması”, “Şiddet tehdidi”, “Önleyici saldırı teşvikleri” ile “Deliliğin politik kullanımları” başlıklı konferanslar da verecekti. O yıllarda şöhretli Bir Soğuk Savaş şahini olan Ellsberg herhangi bir aşırı tehdidin, tehdidi yapan kişinin tamamen rasyonel olmadığı şeklinde algılanması halinde rakipleri üzerinde daha inandırıcı olacağını savunuyordu.

Ellsberg  mantıksız davranışın yararlı bir müzakere aracı olabileceğine inanıyordu. Kissinger, Ellsberg’den pazarlık konusunda diğer herkesten daha fazla şey öğrendiğini söyleyecektir. Kissinger “Nükleer silahlar ve dış politika” başlıklı kitabında taktik nükleer silahların kullanımını tartışırken “belirsizlik stratejisi”yle  “deli adam teorisi”ni bağdaştıracaktır. Nitekim Kissinger 1973’teki “Arap-İsrail savaşı” sırasında Sovyetler’in Mısır lehinde müdahil olmaması için ABD nükleer kuvvetlerinin alarm durumunu yükselten bir Ulusal Güvenlik Konseyi’ne başkanlık etmişti. Kissinger, Ellsberg oyun kitabından çok şey öğrenmişti.

Ellsberg’in yanı sıra ekonomi, dış politika, ulusal güvenlik, nükleer strateji ve silah kontrolleri alanında çalışmalarıyla şöhret olan Prof. Thomas Crombie Schelling de “delilik teorisi”nin işe yarayabileceğini düşünüyordu. Schelling’in 1960’da yayınlanan “Çatışma Stratejisi” adlı kitabında belirsiz misilleme tehditlerinin kesin misillemelerden daha güvenilir ve daha etkili olduğunu savunuyordu. Schelling’in “irrasyonelliğin rasyonelliği” ve algılanan çılgınlığın stratejik değeri üzerine yaptığı çalışmalar Soğuk Savaş politikasını ve nükleer caydırıcılık stratejilerini etkileyecekti. Schelling, politik aktörlerin öngörülemez addedilmeleri veya aşırı riskler almaya hevesli olarak görülmeleri halinde nasıl avantaj elde edebileceklerini analiz ediyordu. Schelling’e göre bir aktörün kendini gözle görülür bir şekilde kontrolden çıkardığı algısını oluşturması düşman aktör üzerinde caydırıcı bir rol oynayacaktır. Konu nükleer tehditle ilgili olduğundaysa düşman aktör, tehdidi yapan aktörün düğmeye basmaktan çekinmeyeceğini düşünecektir. Tehdidi yapan aktör(deli adam), düşman aktörün nükleer misillemede bulunmasından çekinmeyeceği için sonuç iki taraf için de felaket olacaktır. Düşman aktör böyle bir sonuçla karşılaşmak istemeyeceği için “Deli Adam”ın tehdidi amacına ulaşacaktır. Yani, Makyavel’in de öğütlediği gibi böyle durumlarda delilik akıllıca olabilir.

Schelling caydırıcılık stratejilerini tartışırken, fevri, güvenilmez ve kontrol dışı hareket etmenin caydırıcılığın inandırıcılığını artırmaya yardım edebileceği zamanlar olduğunu da söylemiştir. Bu da Makyavel’in “Doğru zamanda deliymiş gibi davranmak akıllıcadır” ibaresini Schelling’in doğru şekilde yorumladığını gösteriyor. Prof. Schelling’in “Oyun teorisi” analizi yoluyla çatışma ve iş birliği anlayışını geliştirdiği için 2005’te Nobel Ödülü aldığını belirtelim.

Hem Ellsberg’in, hem de Schelling’in çalışmaları “Deli Adam Teorisi “nin pekiştirilmesini sağlamıştı. Nixon ve Kissinger da deliliğin politik kullanımlarını hayata geçirdiler. Ancak 1969 sonbaharındaki Nixon’ın çılgınca hamlelerinin boşa çıkarıldığını tekrar hatırlatmalıyız.

“Deli Adam senaryoları”nın zaaflarından birisiyse bir liderin görünüşte çılgınca bir tehditte bulunması, ancak deli olarak çerçevelenmemesidir. Bu senaryoda deli olmayan bir liderin blöf yaptığına inanılacağı için tehdit amacına ulaşamayacaktır. “Deli adam oyunu”  liderler rakiplerini muhtemelen veya kesinlikle deli olduklarına ikna ederlerse ve ne istediklerini açıkça iletirlerse etkili olabilir. Sovyetler ve Kuzey Vietnamlı liderler Nixon’ı “deli” olarak etiketlememiş olabilirler. Diğer yandan, “rasyonel” bir stratejik hedefin yokluğunda, “deli adam teorisi” gereksiz bir provokasyon haline gelebilir ve istenmeyen sonuçlara yol açabilir.

Nixon dönemi ve Vietnam Savaşıyla ilgili çalışmalarıyla tanınan Amerikalı tarih profesörü Jeffrey Kimball, politika stratejistlerinin Nixon’dan sonraki on yıllarda deli adam teorisini oluşturan “belirsizlik” ve “aşırı güç” ilkesini nükleer caydırıcılık ve zorlama kavramlarına dahil ettiklerini belirtiyor. Kimball’a göre “deli adam teorisi”nin tarih boyunca bazı liderler, devlet adamları, tiranlar ve fatihler için işe yaramıştır, ancak her zaman değil.  Nitekim “Deli Adam teorisi” Vietnam Savaşı sırasında Nixon ve Kissinger için pek de bir işe yaramamıştı. Kimball gerçek dünya diplomasisinin ve savaşının, ne kadar öğretici olursa olsun, herhangi bir uydurma oyundan çok daha karmaşık olduğunun kanıtlandığını vurguluyordu. Kimball’a göre doğru dersler çıkarılması halinde Tarihin dersleri çok daha iyi bir rehber olabilir.

Pensilvanya Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Roseanne W. McManus ise 2019’da “Deli Adam teorisi” üzerine yaptığı bir çalışmada algılanan deliliğin genel caydırıcılık için zararlı olduğunu ve bazen kriz pazarlığında da zararlı olduğunu belirtiyordu. McManus “deli adam” teorisinin belirli koşullar altında kriz pazarlığında yararlı olabileceğini ifade ediyordu. McManus’un çalışması daha çok, Trump’ın da Nixon gibi “Deli adam” rolüne soyunmasıyla ilgili görünüyor.

Daha birçok çalışma da “Deli adam teorisi”nin istenen sonuçları üretme konusunda, net sinyallerin nasıl gönderileceği, tehdit ve güvencelerin aynı anda nasıl inandırıcı hale getirileceği ve iç siyasi ve müttefik kısıtlamaları da dahil olmak üzere birçok engelle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Bu çalışmalara göre teori, zorlu koşullar altında çok az durumda sınırlı rol oynayabilir. Deli adam teorisinin görünürdeki akıl dışılığı, akılcı bir stratejik hedefe ulaşmak amacıyla tehditlerinin inandırıcılığını arttırmak için yapılan bir “delilik” taklididir. Ancak rasyonel” bir stratejik hedefin varlığı, görünürdeki “irrasyonelliğin” bir sınırı olması gerektiğini ima eder ve böylece düşmanın gözünde “irrasyonelliğin” inandırıcılığını zayıflatır.

TRUMP ÖNGÖRÜLMEZ OLMAYI SEVİYOR

Trump 2016’daki seçim kampanyasında “ulus olarak daha öngörülemez olmalıyız “demişti. Öngörülebilir olmanın Amerika’ya zarar verdiğini savunan Trump aynı yıl yayınlanan “Yeniden Büyük: Gücünü Kaybeden Amerika’yı Nasıl Ayağa Kaldırırız”ı kitabındaysa “İnsanlara ne yaptığımı söylemiyorum, onları uyarmıyorum ve beni tahmin edilebilir bir davranış kalıbına sokmalarını kolaylaştırmıyorum. İnsanların ne yaptığımı ya da ne düşündüğümü bilmelerini istemem. Belirsiz olmayı seviyorum. Bu onları bunaltıyor” diyordu.

Trump’ın ilk dönemi gerçekten de bir “öngörülemezlik sporu” gibiydi. Trump “Küçük Roket Adam” diye nitelediği Kuzey Kore lideri Kim Jong Un‘u “dünyanın hiç görmediği ateş ve öfke” ile tehdit etti. Trump, “ABD’nin büyük bir gücü ve sabrı var, ancak kendisini ya da müttefiklerini savunmak zorunda kalırsa, Kuzey Kore’yi tamamen yok etmekten başka seçeneğimiz kalmayacak” dedi. Ancak daha sonra bir Kuzey Kore lideriyle görüşen ilk ABD Başkanı oldu. Trump, Kuzey Kore lideriyle Singapur’da, Vietnam’da ve daha sonra da 38. paralelde zirve görüşmeleri yaptı. Ne ki Kuzey Kore nükleer meselesinde ilerleme olmadı.

Trump’ın müttefiklerine karşı davranışlarında da “öngörülmezlik rolü” oynuyordu. Mesela Trump, Güney Kore ile ticaret müzakereleri sırasında ekibine kendisini kastederek, “Bu adam o kadar deli ki her an çekilebilir” demelerini istiyordu. Mesele, ABD’nin-Güney Kore ile ticaret anlaşmasından çekilip çekilmemeyle ilgiliydi. 2017’de ABD’de yayınlanan “Axios” haber sitesinde Jonathan Swan imzasıyla yer alan habere göre Trump ABD Ticaret Temsilcisi Robert Lighthizer’a nasıl müzakere edeceğine dair tavsiyeler veriyordu. Lighthizer Trump’ın istediği tavizleri vermeleri için Güney Korelilere 30 günlük bir  mühlet tanıyacaklarını söylemesi üzerine Trump, “Hayır, hayır, hayır. Pazarlık böyle yapılmaz. Onlara 30 günleri olduğunu söylemezsiniz. Onlara ‘Bu adam o kadar deli ki her an çekilebilir’ dersiniz” diyordu. Trump sözlerine “Ve bu arada, yapabilirim. Yapabileceğimi hepinizin bilmesi gerek. Onlara 30 gün demeyin. Eğer 30 gün verirseniz bu işi uzatırlar. Onlara tavizleri şimdi vermezlerse bu çılgın adamın anlaşmadan çekileceğini söyleyin” diye devam etmişti.

Trump’ın NATO’yla ilgili açıklamaları da NATO üyelerini Trump’ın istediklerini yerine getirmemeleri halinde nasıl bir durumla karşılaşacakları konusunda şüpheye düşürüyordu. Trump NATO üyelerinin askeri harcamaları artırmadıkları takdirde ABD askerlerini Avrupa’dan çekebileceğini, hatta Rusya ile bir çatışma durumunda onları Putin ile baş başa bırakacağını da söylemişti. Trump’ın bu tehditleri bir ölçüde başarılı olmuştu olmasına ama şimdi daha fazla harcama yapmalarını istiyor. Yani daha fazla Amerikan silahı almalıdırlar.

Trump “öngörülemezliğini” ikinci döneminde de sürdüreceği anlaşılıyordu. Trump 2024’te seçim kampanyası sırasında Çin’in Tayvan’ı abluka altına almasına nasıl karşılık vereceği sorusuna, “Buna gerek kalmayacak, çünkü Xi Jinping bana saygı duyuyor ve benim deli olduğumu biliyor” diye cevap veriyordu. Trump’ın ABD Başkan Yardımcısı adayı olarak seçtiği J. D. Vance ise Haziran ayında yaptığı bir konuşmada “Trump, kendisini kötüleyenlerin ve destekçilerinin de söylediği gibi, öngörülemez biri. Bu öngörülemezliğin ABD’nin yararına olduğundan yüzde 100 eminim” diyordu. Trumpçılar’a göre Putin’in Trump’ın ilk döneminde Ukrayna’yı işgal etmemesiyse Trump’ın nasıl karşılık vereceğinden emin olamamasıydı.

Tufts Üniversitesi Fletcher Hukuk ve Diplomasi Okulu’nda uluslararası siyaset profesörü olan  Daniel W. Drezner, “Foreign Policy” dergisinde 7 Ocak’ta “Deli Adam Teorisi Gerçekten İşe Yarıyor mu? başlıklı bir yazı kaleme aldı. Drezner’e göre Trump öngörülemezliğinin avantajlı olduğunu düşünmeyi seviyordu. Trump’ın ilk dönemine atıflarda da bulunan Prof. Drezner “Trump, Soğuk Savaş sonrası başkanlardan farklı bir ses tonuna sahip, ancak duyguları, kelimenin her iki anlamıyla da delirmeyi seven Richard Nixon’ı yansıtıyordu” diyordu.

Trump hakikaten ikinci dönemini çılgınca duyurularla başlatıyordu. NATO’da müttefiki olan Danimarka Krallığı’na ait Grönland adasının Amerika satılmasını istiyor, bunun gerçekleşmesi için askeri seçeneği dışladığını söylemiyordu. Trump’ın bu tavrı deli adam teorisi, belirsizlik  ve öngörülmezlik içeriyordu.  Trump hem ABD’nin komşusu, hem de NATO’daki müttefiki olan Kanada’nın da ABD’nin 51. eyaleti olması gerektiğini öne sürüyordu. Diğer yandan Trump, Çin’e istisnai ayrıcalıklar tanındığı gerekçesiyle Panama Kanalı’na el koyabileceklerini de söylüyordu. Trump’ın daha da çılgınca, daha pervasız ve daha utanmazca bir diğer fikriyse İsrail’in soykırım yaptığı Gazze şeridinin mülkiyetinin ABD’ye geçeceğini duyurmasıydı. Trump Filistinliler’den arındırılmış bir Gazze’yi “Ortadoğu’nun Rivyerası” yapacağını söylüyordu.

Trump, Ürdün ve Mısır’dan Gazze’de yaşayan Filistinliler’i ülkelerine almalarını da istiyordu. Gazetecilerin bu iki ülkenin Gazzelileri ülkelerine almayacakları yönündeki açıklamalarının hatırlatılması üzerine Trump, “Bunu yapacaklar, bunu yapacaklar. Onlar için çok şey yaptık, onlar da bunu yapacak” diye konuşmuştu. Trump’ın bu sözlerinin ne anlama geldiği belliydi.

Bu arada Trump’ın tehditvari açıklamalarının daha çok, askeri ve ekonomik olarak ABD’yle denk olmayan ülkelere ve güçlere yönelik olduğunu belirtmek gerekiyor. Trump’ın Çin başta gelmek üzere ABD’ye denk güçlere karşı çok daha temkinli davranması dikkatleri çekiyor.

ORMAN HERKES İÇİN ÖLÜMCÜL HALE GELEBİLİR

Akademik çalışmalar “deli adam teorisi”ni başarıyla kullanmanın çok zor olduğunu gösteriyor. Bu çalışmalara göre delilikle ilgili bir şöhretin uluslararası alanda işe yaradığı nadirdir. Deli rolü oynayan liderler genellikle düşmanlarını ikna etmekte de çoğun başarısız olurlar. Öte yandan deli adam rolü oynayan lider güvenilmez olacağı için müttefiklerini yabancılaştırma riski de söz konusudur. ABD örneğinde böyle bir durum müttefklerini veya tarafsız ülkeleri Çin gibi diğer güçlere doğru itme riski taşır. “Deli adam teorisi”ni eleştiren Amerikalı yazarlar müttefiklerinin güvenlerini kaybetmesi halinde ABD’nin küresel lider konumunu devam ettiremeyeceğini savunuyorlar. Bu yazarlar “Deli adam yönetimi”nin yaptığı hiçbir anlaşmaya, tarafların tam olarak güven duyamayacaklarını vurguluyorlar. Buna göre dikkatli bir değerlendirme yapılmaması halinde “deli adam stratejisi” kısa vadeli ve sınırlı getiriler sağlayabilir. Ancak bu getiriler uzun vadeli getiriler pahasına gerçekleşecektir.

ABD’de küresel politik riskler üzerine analizleriyle öne çıkan uluslararası siyaset bilimcisi Ian BremmerGZERO Media”da “Trump Grönland’dan, Kanada’dan, Panama’dan … Ve daha fazlasından ne istiyor?” başlıklı yazısında Trump’ın öngörülmezliğinin yol açacağı risklere dikkat çekiyordu. Türkiye’de “ G Sıfır: Küresel Liderler ve İttifaklar Çağının Sonu” başlıklı kitabıyla tanınan Bremmer, Trump’ın savunucularının onun öngörülmezliğini yahut dostları ve düşmanları belirsizlik içerisinde tutmasının işleri halletme yöntemi olarak gördüklerini belirtiyordu. Bremmer’a göreyse bu belirsizlikler “orman”da hayatta kalmaya çalışan hükümetler ve işletmeler için muazzam riskler oluşturuyor. Trump’ın iktidara dönüşünün daha tehlikeli ve krize yatkın bir uluslararası sisteme doğru eğilimleri hızlandıracağını vurgulayan Bremmer  “Zirvedeki avcı etkileyici avlar yapabilir, ancak orman herkes için daha ölümcül ve daha vahşi hale gelecek – eninde sonunda ABD için de” diyordu.

Amerikalı siyaset bilimciler Samuel Seitz ve Caitlin Talmadge 2020’de “The Washington Quarterly” dergisinde “Öngörülemezliğin Öngörülebilir Tehlikeleri: Çılgın Davranışlar Neden İşe Yaramıyor?” başlıklı bir ortak makale yayınladılar. Makaleye göre Trump  ve önceki başkanlık dönemlerine ilişkin tarihsel kayıtlar çılgın taktiklerin tipik olarak caydırıcılığı güçlendirmede veya pazarlık kozu elde etmede başarısız olduğunu gösteriyor. Yazarlar bu başarısızlığın üç ana nedeni olduğunu belirtiyorlardı: Hedef devletler “delinin” gönderdiğini düşündüğü mesajı alamıyorlar, hedef devletler “delinin” davranışını inandırıcı bulmuyorlar ve hedef devletler delinin söylemine inansalar bile “deliye” teslim olmuyorlar, çünkü deli, gelecekteki davranışları konusunda inandırıcı güvenceler veremiyor olarak algılanıyor.

“Deli adam teorisi”nin uygulanabilir ve sonuç alınabilir olduğunu savunan stratejistler ise, örnek olarak Rusya lideri Vladimir Putin’i gösteriyorlar. Putin, Kasım 2024’te ülkesinin NATO üyesi ülkelerden temin edilen uzun menzilli balistik füzelerle saldırıya uğraması halinde, buna nükleer silahla yanıt verilmesine imkan tanıyan bir doktrini onaylamıştı. “Deli adam teorisi”ni savunanlara göre Putin’in bu çıkışı Avrupa devletleri üzerinde caydırıcı bir etki yapmıştı.

Hiç kuşkusuz, “deli adam teorisi”nin ve “öngörülemezliğin” potansiyel maliyetleri vardır.  Uluslararası politikada artan belirsizlikle birlikte yanlış hesaplama riski yeni savaşlara yol açabilir ve Deli Adam’ın ülkesini beklenmeyen meydan okumalara maruz bırakabilir.

Diğer bir taraftan “deli adam” rolü oynayanların bazen bu rolü fazlaca içselleştirerek delice işler yaptıkları da bir vakıa. Deli adam senaryoları, senaryonun uygulama aşamasında değişebilir. Böyle bir risk ve tehlike her zaman mevcut. Rakiplerin yemi yutmaması, deli adam rolü oynayan kişiyi hırçınlaştırarak işleri içinden çıkılamaz hale getirebilir. Bazen kibirle birlikte deli rolü gerçeğe dönüşebilir. Gücü elinde tutanların çok dikkatli olması gereken bağlam budur. “Sen deliysen, ben senden daha deliyim, hadi bakalım!” şeklindeki bir karşılığın “deli adam oyunu”nun yoldan çıkmasına sebebiyet vermesi ihtimal dahilindedir.

İnsanların gündelik hayatlarındaki masum blöfler bile istenmeyen sonuçlara yol açabiliyorlar. Blöfünden geri adım atmanın kişiyi daha zor bir duruma sokma ihtimali doğduğunda atılacak ileri bir adım tarafları geri dönülmesi pek de mümkün olmayan bir yola pekala sokabiliyor. Narsist kişilikler sergileyen bireylerdeyse bu tür psikolojik durumlar daha çok göze çarpar.

Sonuç olarak söylemek gerekirse Trump’ın ilk Başkanlık döneminden bu yana yeniden nükseden “Deli adam” teorisi üzerine yapılan tartışmalar canlılığını koruyor. Bu bağlamda Trump’ın ikinci dönem başkanlığı “deli adam” teorisinin yeni bir sınanması olacak gözüküyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA