Ülkemizin tarihî futbol kulüplerinden biridir Göztepe. Neredeyse cumhuriyet ile yaşıttır. Başka bir İzmir takımı olan Altay ile yaşanan anlaşmazlık sonucunda Göztepe semtinin ileri gelenleri ile kıdemli ve genç futbolcular tarafından 1925 yılında kurulmuştur. Birinci Lig’de yer almaya 1959 yılında başlar. Türk futboluna Göksel Arsel, Ali Artuner, Nevzat Güzelırmak, Fevzi Zemzem gibi nice değerli futbolcu kazandırır Göztepe kulübü. Birinci Lig’de yer almaya başlaması ile birlikte, özellikle de teknik direktör Adnan Süvari öncülüğünde sadece Türk liginde değil Avrupa arenasında da önemli başarılar kazanırlar. Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası ve Federasyon Kupası’nda üst üste finaller ve şampiyonluklar görmesinin yanında sonradan UEFA Kupası’na, günümüzde ise Avrupa Ligi’ne dönüşen Avrupa Fuar Şehirleri Kupası’nda – ki adından da anlaşılacağı üzere dünyada ticari olarak fuar düzenleyen şehirlerin katıldığı bir turnuvadır – iki defa çeyrek final bir defa yarı final oynayarak, Türk takımlarının uzun süre hasret kalacağı bir başarıya imza atmıştır. Bahsettiğimiz İzmir efsanesi, 2006-2007 sezonu itibariyle arkasında bu denli parlak bir mazi bırakarak profesyonel liglere veda ederek amatör kümeye kadar düşer. Ardından 2008 yılında 3.ligde mücadele hakkı kazanan bir başka İzmir takımı olan Aliağaspor, bir efsane olan Göztepe kulübünün isim haklarını satın alarak, Aliağa ismini lağveder ve Göztepe adıyla yeşil sahalardaki mücadelesine devam eder. Yani Fuar Şehirleri Kupası’nda yarı final görme bahtiyarlığı yaşayan Göztepe şekil ve cisim olarak kapanıp, ruhunu Aliağaspor’a devrederek yaşamaya devam etmiştir. Buna kim ne der, ya da buna yaşamak denir mi, bu konuda bir şey deme hakkına sahip değiliz lâkin organ nakli ile yaşamlarını sürdüren nice insan varken hayatta, Aliağaspor’a nakledilen Göztepe kalbi hakkında nasıl bir tasarrufta bulunabiliriz bilmiyorum doğrusu. Dolayısıyla şu günler itibariyle süper ligde fırtınalar koparan Göztepe’nin aslında Aliağaspor olduğunu bilmek, o eski Göztepe’nin şanlı tarihine gölge düşürmeyeceği gibi Aliağaspor’a da bir itibar kazandırmayacaktır. Çünkü ne Göztepe Göztepe, ne de Aliağaspor diye bir takım var artık.
Göztepe’nin başına gelen bu “değişim”, Türk liglerinde kulüpler arasında yaşanan tek değişim de değil üstelik. Seksenli yıllarda o zamanki adıyla 1. Lig olan en üst klasmanda, Brezilyalı futbolcular Carlos, Eder ve Serginho’nun transferleriyle, Göztepe’nin Avrupa macerası kadar olmasa da gayet fiyakalı bir işe imza atan Malatyaspor inişli çıkışlı lig maceralarının ardından amatör kümeye kadar düşmüş ve kapısına kilit vurulan kulüplerimizden olmuştu. 1986 yılında kurulan Malatya Belediyespor bu durumda ismini 2012-2013 sezonunda Yeni Malatyaspor olarak değiştirip Malatyaspor’un bitkisel hayattan çıkmasına bir çözüm getirmişti. Şu günler itibariyle 1.ligde de yeni bir bitkisel hayata girmiş olan Y.Malatyaspor, aslında bizim bildiğimiz ve Brezilya’nın 82 Dünya Kupası’nda forma giyen üç yıldızı olan Carlos, Eder ve Serginho’yu Malatya’ya getiren, 1966’da kurulan Malatyaspor değil 1986 yılında kurulan Belediyespor…
Gelelim ülkemizin önemli şehirlerinden biri olan Kayseri’ye. 2004 yılı itibariyle şehrin yıllardan beri ana takımı olarak bildiğimiz Kayserispor, üst lige yükselmek adına mücadele verirken, yanında şehrin diğer bir takımı olan Erciyesspor da aynı amaçla mücadele etmekteydi. Bu yarış sonucunda başarıya ulaşan takım herkesin aşina olduğu Kayserispor değil de Erciyesspor olunca şehrin ileri gelen iş adamları ve yöneticileri bunu adeta bir ayıp ya da nakıse olarak kabul etmiş olacaklar ki, iki takımın isimlerinin değiştirilmesi teklifini ortaya attılar ve bu öneri kabul edildi. Oysa Erciyesspor 1932 yılında Kayserispor 1966 yılında kurulmuştu. Ama başarı olarak çok sonradan kurulun Kayserispor, sarı-kırmızı renkleriyle daha fazla temayüz ettiği için, Kayseri ve futbol maddesinde doğal olarak akla ilk gelen kulüp Kayserispor oluyordu. Erciysesspor, yönetim kurulu kararıyla Kayserispor adını alınca taşlar oturduğu yerde kaldı ve bir daha isim değişikliğine gidilmedi. Hatırladığım kadarıyla sonraki sezonlardan birinde, adını vererek Erciyesspor adını alan “eski” Kayserispor da en üste lige gelmiş ve Kayserispor ile Erciyesspor en üst ligde aynı zaman diliminde mücadele etmişlerdi. Buna rağmen önceden değiştirilen isimler tekrar eski yerlerine dönmemiş ve oldukları yerde kalmıştı. 2024-2025 sezonu itibariyle Kayserispor yani Erciyesspor süper ligde mücadele ederken Erciyesspor yani eski Kayserispor amatör ligde mücadelesini sürdürüyor.
Bütün bu sergüzeştte isim hakkından feragat eden takımlar, şehrin diğer takımı karşısında bir nebze bilinmedik, bir nebze âtıl, bir nebze evin küçük çocuğu konumunda oldukları için ağabeylerine iltica ederken aynı zamanda kendi renklerinden de bir fedada bulunup renk değişiminde de ağabeylerine dönük bir iltimasa imza atıyorlardı. Gerek Aliağaspor gerek Malatya Belediyespor gerekse Erciyesspor isimlerini terk edip Göztepe, Malatyaspor ve Kayserispor isimlerini alırken, enteresandır ki aynı zamanda bu üç kulübün de ortak rengi olan sarı-kırmızı renkleri de bünyelerine alıyorlardı. İsim değişikliği mevzusunda sarı ve kırmızı renklerin bir mağduriyete uğrayıp üç şehrin takımlarının da, şehrin ikincil takımlarının renklerini sarı-kırmızıya dönüştürmesi elbette tesadüf ama tesadüf olmayan bir şey var ki yıllardır ne kulüp başkanları ne federasyon başkanları ne de yönetimler bu konuda en ufak bir girişimde dahi bulunmuyorlar. Nedir bu kulüpleri isim değişikliğine kadar götüren mukadderat? Türk futbolunun yıllar içinde birike birike dağ gibi sorunlarından biri olan ekonomi yönetimi daha doğrusu ekonomiyi yönetememe problemi. Carlos, Eder ve Serginho’nun o dönem için epey ses getiren transferinde ülkenin büyük çoğunluğu, İstanbul’un “para babası kulüpleri” bu futbolcuları transfer edecek güce erişememişken nasıl oluyor da Malatya gibi mütevazı bir şehir bu futbolcuları getirebiliyor hissine kapılmıştı doğrusu. Çok geçmeden bu hissin geçici ve aldatıcı bir heves olduğunu da anlayacaktık zaten Türkiye olarak. Dönemin Malatyaspor başkanı Nurettin Güven, o zamanın şartlarına göre çok iyi sayılacak rakamlarla söz konusu üç Brezilyalıyı ardını arkasını düşünmeden transfer etmiş, sonrasında da borç kapıya dayanmıştı. Netice itibariyle söz verilen paralarını alamayan Eder birkaç ay sonra, Serginho bir sezon sonra ülkeyi terk ederken kaleci Carlos iki sezon adeta asgari ücretle oynadıktan sonra terk etmişti şehri. Başkan Güven ise hepsinden önce gitmişti şehirden.
Kulüplerin yönetim planlamasındaki bu uçuk vaziyet, popüler olmak adına zaman zaman başka takımlarımız tarafından da devam ettirilmiş, futbol hayatının sonuna yaklaşan dünya yıldızlarına dönemin şartlarına göre binlerce ya da milyonlarca lira aktarılmış, kimine söz verilen paralar ödenmiş kimine de ödenemeden birkaç maçlık bir hal ile vaziyet idare edilmiştir.
Şunu kabul etmemiz gerekiyor ki, Türk futbol kulüpleri taraftarın heva ve hevesleriyle hareket edip ucube transfer politikalarıyla görünür olmaya devam ettikçe Türk futbolu bir gram ağırlık kazanamayacak. Göztepe’nin atmışlı yılların sonunda kendi potansiyeli ile yarı final oynadığı Avrupa macerası gözümüzün önünde duruyorken her gün yeni uçuk maceralara yelken açan kifayetsiz muhteris yöneticiler eliyle çamura daha da gömülen Türk futbolunu kim kurtaracak buradan bilemiyorum. Fakat yabancı futbolcu sınırının genişlemesi sonucu kadrosunu tam anlamıyla “oradan buradan” futbolcularla dolduran ve o futbolcuların birçoğunu neredeyse hiç oynatmadan bir sezon, iki sezon sonra gönderen yönetim anlayışıyla bu işin çözümü hiç de kolay değil. Takım on birinde kaç yabancı oyuncu olması gerektiğinin üst sınır olduğu, bu kuralın isterseniz hiç yabancı oyuncu oynatmayacağınız anlamına da geldiğini ilk kim idrak edecek bakalım diye bir cümle kurmak isterdim ama başkan ve yöneticilerin bunu idrak edemediklerini düşünmüyorum. Bilerek idrak etmediklerini düşünüyorum. Çünkü önlerinde bunu idrak etmelerine zaten ket vuran bir menajerlik sistemi var ki her şeyi ayan ediyor. Şehrinizde, söz gelimi Güney Afrika’dan, Belçika’dan, Meksika’dan vesaire getirdiğiniz ikinci, üçüncü sınıf futbolcudan daha değerli ya da en azından onunla eşit seviyede performans sergileyecek yerli futbolcu varken niye o ülkelerden futbolcu getirilir ve sezonda beş maça bile çıkmadan gönderilir? Cevap çok basit. Menajerlerin, yöneticilerin, başkanların “maddi kazancı” ancak söz konusu ülkelerden futbolcu getirilmesiyle oluyor, şehrin alt yapısından gelen futbolcudan bir şey kazanamıyorsunuz.
Ben bu satırları yazarken, Trabzonspor’dan menajerler vasıtasıyla İngiltere’ye, Hull City’ye gönderilen ve yakın zamanda İngiliz devlerinden birinde oynar gözüyle bakılan Abdulkadir Ömür’ün Çaykur Rizespor’a transferi gerçekleşti. Ömür’ün bu transferi istemediği ama araya hatırlı kişilerin girerek onu ikna ettiği de söylendi. Hani bir söz dizimi var bizde. O söz dizimini buraya uyarlarsak, hayaller Manchester City gerçekler Çaykur Rizespor… Bir kariyer planlaması rezaleti.
Görüldüğü gibi futbolumuz, toplumuzun birebir yansıması. Aksi düşünülemez zaten. Toplum hayatımız çok iyi futbolumuz ve futbol planlamamız çok kötü olsa ya da toplum hayatımız çok kötü futbolumuz ve futbol planlamamız çok iyi olsa muhakkak birinden birinde hata yapmışız demektir zaten. Çünkü ikisi de birbirinin yansıması olmak durumunda. En azından buna sevinebiliriz. Futbolumuz bizi ayniyle temsil ediyor hiç olmazsa.
İsim hakkı feragatlerinden tutun da Carlos, Serginho ve Eder’in Malatya’ya gelmesi, Abdulkadir Ömür’ün Rize’ye dönmeye icbar edilmesine kadar her şey elimizde kalıyor Türk futbolunda. Bahsini ettiğimiz borç batağından güzide İstanbul takımları da şehir takımları da aynı oranda etkileniyor aslında fakat İstanbul sermayesi işin kolayını şimdilik buluyor. Bu bağlamda şehir takımları ile İstanbul takımları arasındaki uçurum, aslında endüstriyel süreçle birlikte kapanıyormuş gibi gözükse de gittikçe açılıyor. Hep söylediğim gibi, İngilizlerin “güzel oyun” diye tesmiye ettiği futbol, bu ekonomik döngüde tamamen yok oluncaya kadar, bizler saha içindeki oyunda kalıp orayı gözlemlemeye devam edeceğiz. Ama kifayetsiz muhterislerin bu oyunu “güzel” statüsünden çıkarmak için el birliğiyle uğraştıklarını da görmüyor değiliz.
Ne diyor hakemler. “Oyna devam”