Altı yıl önce, Trump yönetiminin ilk Müslüman yasağı ve göçmen karşıtı sert politikalarının başladığı dönemde, Avrupa’nın kendi göçmen ve mülteci sorunlarını nasıl ele aldığını görmek için Yunanistan’ın Samos adasındaki bir mülteci kampını ziyaret ettim. Bir gün içinde, Beşar Esad’ın acımasız diktatörlüğünden kaçmış ancak kendilerini istemeyen bir ülkede, kirli ve aşırı kalabalık bir kampta, öngöremedikleri bir gelecekle karşı karşıya bulan iki Suriyeli, Eyad Awwadawnan ve Hasan Majnan ile tanıştım.
Bu haziran 2018’deydi ve o zamandan beri her ikisiyle de iletişimde kaldım. Bu nedenle, modern dünyanın belki de en kanlı diktatörlüğünü temsil eden iki nesillik Esad rejimi 8 Aralık 2024’te sona erdiğinde, Eyad ve Hasan’a ulaşarak ne hissettiklerini öğrenmek istedim.
“O gün WhatsApp üzerinden Hasan’a nasıl hissettiğini sordum. ‘Nasıl mı hissediyorum?’ dedi. ‘Gökyüzünde uçuyorum! Son 24 saattir haberleri izliyorum. Gurur duyuyorum. Tarihin doğru tarafındaydım. Sonunda kazandık! Aslan düştü!’
Arapçada ‘Esad’ kelimesi ‘aslan’ anlamına geliyor, ancak bu onun gerçek ismi değildi. Beşar’ın babası Hafız, güçlü görünmek için bu ismi benimsemişti.
Hasan, 2011’deki devrim ve iç savaştan 18 yıl önce, yaklaşık 580.000 sivilin hayatını kaybettiği ve en az 13 milyon insanın yerinden edildiği bu trajediden önce, Suriye’nin kuzeydoğusundaki Menbiç şehrinde doğmuştu.”
Menbiç, Türkiye sınırına yakın stratejik bir konumda bulunduğu için, devrim işaretleri sokaklarında belirmeye başladığı anda birden fazla güç arasında bir savaş alanına dönüştü. İlk olarak Esad’ın kontrolündeydi ve ordusu 2012 yılına kadar şehri işgal etti. Ardından devrimci Özgür Suriye Ordusu’nun eline geçti ve bu ordu 2014 yılına kadar şehri elinde tuttu. Daha sonra Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) şehri ele geçirerek 2016 yılına kadar kontrol etti, ancak sonrasında şehir Suriye Demokratik Güçleri’nin eline geçti. Onlar da daha sonra şehri tekrar, Rusya’nın desteğini almış olan Suriye Ordusu’na kaptırdı. Yakın zamanda ise Menbiç, Kürt milisler ve müttefiklerinin kontrolüne geçti. Bu, şehrin acı ve karmaşık tarihinin yalnızca kaba bir özetidir.
Hasan için, böyle bir siyasi çekişmenin ortasında büyümek hayatının her alanını etkiledi. Yine de iç savaş öncesi Suriye’ye dair anılarının birçoğu oldukça tatlıydı. Bana, “Okulumda Hristiyanlar ve Müslümanlar vardı, Kürtler, Araplar ve Türkmenler vardı,” dedi. “Arkadaştık, aynı sınıfta aynı öğretmenden ders alıyorduk. Suriye’nin tekrar böyle olmasını istiyorum. Farklı dinlerin, bir kardeşimizi ya da arkadaşımızı kaybettiğimiz için birbirimizden nefret etmesinin istemiyorum. Bunların hiçbirinin aramıza girmesini istemiyorum. IŞİD’in galip gelmesini de istemiyorum. Eski günlerdeki gibi, hatta daha iyi yaşamak istiyorum. Barış içinde yaşamak, Suriye’yi birlikte inşa etmek, mutlu olmak ve birbirimize yardım etmek istiyorum.”
2013 yılında Hasan ve tek yumurta ikizi Hüseyin, Beşar olarak adlandırmayı tercih ettikleri Esad’a karşı savaşmak ve Suriye’yi onun elinden kurtarmak için Özgür Suriye Ordusu’na katıldılar. Daha sonra Hasan, IŞİD tarafından yakalandı; tavana asıldı ve herkesin önünde kırbaçlandı. Üç hafta süren bu muameleden sonra, onlardan af dilemesi, 15 gün boyunca şeriat derslerine katılması ve ardından bir savaşçı olarak onlara katılmayı kabul etmesi koşuluyla serbest bırakıldı. Kimliğine el koydular ve eğer reddederse ya kendisini ya da ailesinden birini tutuklayacaklarını söylediler. Hasan, bu zalimlikleri ve dar ideolojileri karşısında dehşete kapıldı ve annesinin de onayıyla Türkiye’ye kaçmaya karar verdi.
Kısa bir süre sonra, kardeşi Hüseyin, IŞİD ile girdiği bir çatışmada öldü. İkisi de o zaman sadece 21 yaşındaydı ve Hasan, bugün bile ikiz kardeşinin ölümünü tam olarak atlatabilmiş değil. Bana, tabuttaki Hüseyin’in bir fotoğrafını gösterdi. Ona bakmak, Hasan’a kendine bakıyormuş gibi geliyordu.
Türkiye’de birkaç yıl boyunca kıt kanaat bir yaşam sürdükten sonra, Hasan, aşırı kalabalık ve dayanıksız bir şişme botla Yunanistan’a geçti ve tanıştığımız Samos kampına ulaştı.
O zamanlar Hasan, yaşadığı zorluklar nedeniyle o kadar bitap düşmüştü ki—saçları kısmen ağarmış, yüzü ince ve çizgilerle kaplanmıştı—onu kırklı yaşlarında bir adam sandım. Sadece 25 yaşında olduğunu öğrenmek büyük bir şok etkisi yarattı.
“Artık Eve Yürüyerek ve Gülerek Gidebilirim”
Hasan’ın hikâyesini, Eyad ile birlikte yazdığım Map of Hope and Sorrow: Stories of RefugeesTrapped in Greece (Umut ve Hüzün Haritası: Yunanistan’da Mahsur Kalan Mültecilerin Hikâyeleri) adlı kitapta anlattım. Ancak kısaca söylemek gerekirse, uzun yıllar süren mücadelenin ardından Hasan şimdi Almanya’da yaşıyor ve Esad’ın düşüşünün ardından ülkesi için umutla dolu.
“Bugün kardeşimi, üç kuzenimi ve ölen birçok arkadaşımı hatırlıyorum,” dedi bana. “Bazıları IŞİD tarafından, bazıları Kürt milisler tarafından, bazıları ise rejim tarafından öldürüldü. Farklı düşmanlar tarafından öldürüldüler ama hepsi aynı amaç için savaşıyordu—Suriye’yi özgürleştirmek.”
Kısa bir duraklamanın ardından şunları ekledi: “Evet, pek çok arkadaşımı kaybettim ama şimdi onlara şunu söyleyebilirim: Huzur içinde yatın, Suriye özgür. Sizlerle gurur duyuyorum ve biliyorum ki siz de benimle gurur duyuyorsunuz. Beni cennetten izlediğinizi biliyorum. Ve bizim için mutluyum. Daha sonra size katılacağız ama önce her Suriyeli için güvenli bir yer ve çocuklarımız için daha iyi, demokratik bir gelecek inşa edeceğimizden emin olacağız.”
Hasan’ın her zaman Suriye’ye dönmek istediğini uzun zamandır biliyordum. Türkiye’deyken hayatını kaybeden annesini, ailesini, dilini ve Menbiç şehrini özlemekten hiç vazgeçmemişti. Bu nedenle Esad’ın düşüşünün ardından, bunca şey değişmişken dönmeyi planlayıp planlamadığını sordum.
“Eve dönmek her zaman planımdı ama Beşar Esad’ın bir gün gideceğini hiç düşünmemiştim,” diye cevapladı. “Bu yüzden planım, Avrupa’da bir odada yalnız başıma ölürsem bir mektup bırakıp cesedimin memleketime gömülmek üzere geri gönderilmesini istemekti. Eve dönmeye dair planım buydu—bir tabutun içinde. Şimdi ise eve yürüyerek ve gülerek gidebilirim.
“Suriye’ye döndüğümde yapacağım ilk şey, diz çöküp yeri öpmek ve Tanrı’ya bizim yanımızda olduğu için şükretmek olacak. Özgürüz! Yeniden ayağa kalkıyoruz! Artık sokaklarda yürüyebilir ve yasemin çiçeğinin kokusunu alabilirim. Evet, yakında evime döneceğim!”
Ardından Hasan, onu tanıdığım altı yıl boyunca hiç duymadığım kadar umut dolu konuştu.
“Belki gidip annemin mezarını ziyaret ederim. Eski arkadaşlarımı görürüm ve topluluğum için iyi bir şeyler yapmaya başlarım. Belki yeni hükümette bir iş ararım. Ya da İngilizcemi daha da geliştirip küçük bir okul açar ve İngilizce öğretmeni olurum. Kolay değil ama mümkün. Son on yılda hiçbir şeyin imkânsız olmadığını öğrendim. Sadece bunun için mücadele etmeli ve elde edene kadar vazgeçmemelisin.”
“Önce Özgürlük İstedik. Şimdi Adalet İstiyoruz”
Hasan, yeni bir Suriye’ye dair tüm umutlarına rağmen, diktatörlüğün çöküşünden sonra Esad’ın kaçmayı başararak Moskova’da sığınma hakkı elde etmesinden derin bir hayal kırıklığı duyuyor. “Onu yakalayamadığımız ve mahkemeye çıkaramadığımız için üzgünüm,” dedi Hasan bana. “Söz veriyorum, adil bir yargılama görecek. Hayatının geri kalanını hapiste geçirecek. Bu hayatta değilse bile, kesinlikle öbür dünyada. Tanrı’ya inanmayı sevmemin nedenlerinden biri de adalete olan inancımdır.”
Ortak yazarım ve arkadaşım Eyad Awwadawnan, Yunanistan’da iki mülteci kampında geçirdiği uzun bir çilenin ardından — şaşırtıcı bir şekilde! — İzlanda’da sığınma hakkı buldu. O da adalet ve geleceğin Suriye’ye neler getireceği konusunda endişeli. Eyad, amcası ve birkaç arkadaşı öldürüldükten sonra ailesiyle birlikte Suriye’den kaçmak zorunda kalmıştı; bu deneyimini 2018 yılında, 23 yaşındayken kaleme aldı. Esad’ın düşüşünden sonra o da tüm gece boyunca haberleri izledi. Ancak sevinci endişe ile gölgelenmişti.
“Mutluluğumun tam olmadığını söyleyebilirim çünkü rejim, en kötü zamanlarında bile durumdan faydalanmanın bir yolunu bulmuştur,” diye yazdı Eyad bana. Bu, tanıdığım her Suriyelinin Esad ve rejimine duyduğu güvensizliği yansıtıyordu. “Şimdi kaos olacak ve bu kaos, Esad’ın suçlarını örtbas edebilir.”
Hasan gibi, Eyad da Esad ve onun işkencecilerinin, katillerinin cezasız kalmasını istemiyor. Onun sözleriyle: “Önce özgürlük istedik. Şimdi adalet istiyoruz.”
Sonrasında, Esad’ın korkunç vahşetiyle ünlü devasa hapishane komplekslerinden sevdiklerinin serbest bırakıldığını gören pek çok Suriyelinin hissettiği mutluluğu konuştuk. Kayıtlar, 100.000’den fazla kadın, erkek ve çocuğun yargılanmadan ya da herhangi bir sebep olmadan bu karanlık kalelere götürüldüğünü ve çoğunun bir daha asla haber alınamadığını gösteriyor.
Samos’ta, Suriye’nin başkenti Şam’dan bir kadınla tanıştım. Bana, rejim tarafından en az yedi kez tutuklandığını, tecavüze uğradığını ve işkence gördüğünü anlattı; üstelik tüm bunlar sadece Esad’a karşı konuştuğu için başına gelmişti.
Yine de Eyad, hapishanelerin bu şekilde rastgele ve plansız bir biçimde açılmasından hoşnutsuz olduğunu belirterek temkinli davranılması gerektiğini dile getirdi. “O kadar düzensiz ki rejimin suçlarına dair birçok kanıt yok edilebilir,” dedi. “Umarım kanıt olarak mümkün olduğunca çok belge saklarlar, fotoğraf çekerler ve hapishanelerden çıkan tüm belgeleri korurlar. Bu kaos, rejimi gelecekte adalet önüne çıkarma şansımızı azaltıyor.”
Gerçekten de Esad rejimi, Nazi rejiminden bir sayfa almış gibi, hapse attıkları, işkence ettikleri ve öldürdükleri insanlara dair titiz kayıtlar tuttu. Asıl soru şu: O kayıtlar şimdi nerede?
“Kadınları Özgürleştirmeyen Bir Devrim, Devrim Değildir.”
Eyad ile kadınların muhtemel kaderini de konuştuk. Bu, New York Times, BBC ve NationalPublic Radio gibi haber kaynaklarında Suriye ile ilgili gördüğüm haberlerde fark edilir bir şekilde eksik olan bir meseleydi. Bunun tek istisnası, Suriyeli yazar Mona Eltawy’ninGuardian’da yayımlanan ve patriyarkayı yıkmayan, kadınları özgürleştirmeyen bir devrimin asla bir devrim olmayacağını öne süren sert bir makalesiydi.
Yeni hükümetin lideri Muhammed el-Culani, kadın haklarına hoşgörüsüyle tanınmayan bir grup olan İslamcı cihatçıların bir üyesiydi. Culani, böylesi aşırılıklardan uzaklaştığını iddia ediyor ve Suriye’de tüm inançlardan ve etnik kökenlerden sivillerin güvende olacağını vaat ediyor. Ancak bildiğim kadarıyla, kadınlara yönelik bir güvence veren tek bir kelime bile etmiş değil.
Taliban’ın 2021’de ilk kez iktidarı ele geçirdiğinde daha hoşgörülü olma sözü vererek Afganistan’da kadınlara uyguladığı aşırı baskıyı göz önünde bulundurduğumuzda, şüpheci olmamak elde değil. Afgan kadınlar artık 12 yaşından sonra eğitim alamıyor, sağlık sektörü dışında herhangi bir işte çalışamıyor, tek başına dışarı çıkamıyor, halka açık parklara giremiyor veya kamusal alanda konuşamıyor.
Suriye, Afganistan değil ve şu ana kadar kadınların rolünde bir değişiklik olduğuna dair herhangi bir belge bulunmadı; kadınlar eğitimlerine ve işlerine olağan şekilde devam ediyorlar. Ancak yeni hükümet, kuzey Suriye’de el-Kaide bağlantılı bir örgüt için yargıçlık yapmış olan Şadi el-Vaisi’yi adalet bakanı olarak atadı. El-Vaisi, zina ve fuhuşla suçlanan iki kadının halka açık idamlarını yönetmişti. Kadınlardan biri bir anneydi ve başından vurularak infaz edilmeden hemen önce diz çökmeye zorlanmış, çocuklarını görmek için yalvarmıştı. Bu durum, en hafif ifadeyle, pek umut verici görünmüyor.
“İnanamıyoruz”
Kadınlardan bahsetmişken, danışacak bir Suriyeli arkadaşım daha vardı: Dunia Kamal. Columbia Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Lisans Programı’nda öğrenciyken tanıdığım Dunia, o zamandan beri gazeteci olarak çalışmış ve şu anda Washington, D.C.’de bir devlet okulunda öğretmenlik yapıyor. Esad’ın düşüşünden iki gün sonra bana şunları yazdı:
“Biz, arkadaşlarım, ailem ve ben, gerçekten ne hissedeceğimizi bilmiyoruz. Sevinçten korkuya, mutluluktan Yermük kampındaki açlık günlerinin anılarına, Hafız’ın başı kesilmiş heykelinin imgelerine, ardından çılgın bir coşkuya, sonra da yaklaşanlara dair kaygıyla karışık acı ve öfkeye doğru sürekli değişen, karmaşık duygular yaşıyoruz. Evet, hepsi bir arada.”
Yermük kampı, Şam’da Filistinli mültecilerin barındığı bir bölgeydi; iç savaş sırasında rejimin bombardımanı ve ardından gelen kuşatma nedeniyle yaklaşık 200 kişi burada hayatını kaybetmişti.
“Rejimi yalnızca eleştirdikleri için topluluklarımızdan koparılıp bir daha haber alınamayan pek çok kişiyi gördük. Hepimiz misilleme korkusuyla, hatta ABD’deyken bile kendimizi sansürlemeyi öğrenerek büyüdük,” diye yazdı Dunia. “Birdenbire bu kadar açık bir şekilde mesajlaşabilmek oldukça sarsıcı. Örneğin, Şam’daki bir arkadaşıma, Beşar’ın düştüğüne dair söylentileri kodla sorarak ilk mesajımı yazdım. Kısa bir süre sonra, neredeyse gerçeküstü bir cevap aldım: ‘EVET! BEŞAR VE ÇETESİ GİTTİ!’
“Bunca yıl süren kan dökme, işkence ve insan hayatına karşı duyulan tam bir kayıtsızlık. İnanamıyoruz. Böyle bir günün geleceğini hiç düşünmemiştik. Umudumuzu kaybetmiştik, ta ki Şam’daki minarelerden gelen tek bir ağızdan ilahi bayram çağrılarını duyana kadar; karanlık ve acılı bir dönemin sona erdiğini ilan ediyordu.”
Şimdi, Esad’ın düşüşünden henüz iki ay bile geçmemişken, dünyanın gözleri Suriye’den tekrar Gazze’ye ve yeni ateşkese, ayrıca Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni yıla girerken karşılaştığımız kıyamet gibi olaylara çevrilmiş durumda: Los Angeles’ı harap eden yangınlar, demokrasiye zerre ilgi göstermeyen bir adamın başkanlık yemin töreni ve Trump’ın Kongre’den geçirmeye çalıştığı beceriksiz ve tehlikeli atamalar silsilesi. Ancak birçok Suriyeli mültecinin aklı başka bir yerde. Şimdi ne olursa olsun—ABD’de yeni bir Müslüman yasağı, dünya genelinde daha fazla göçmen karşıtı duygu, belki de sınır dışı edilmeler—her Suriyeli mültecinin hayatında temel bir şey değişti. Eyad bunu şöyle ifade etti:
“Yıllardır hepimiz vatansızdık. Sürüldük, gidecek hiçbir yerimiz yoktu, ait olduğumuz bir yer de yoktu. Şimdi var. Şimdi, başımıza ne gelirse gelsin, yeniden bir evimiz var.”
* Helen Benedict, Columbia Üniversitesi’nde gazetecilik profesörü ve en son The Good Deed(İyi İş) adlı romanın yazarıdır. On yılı aşkın süredir savaş ve mülteciler hakkında yazılar yazmaktadır. 2021 PEN Jean Stein Edebiyat Sözlü Tarih Bursu ve Ida B. Wells Gazetecilik Cesaret Ödülü sahibi olan Benedict, ayrıca 13 başka kurgu ve kurgudışı kitap kaleme almıştır.