Suriye’deki Geçiş Sürecinin Sınırlarına Dair Üç Not

Yeni yönetim, parçalanmış bir ülkeyi miras aldı; toprak bütünlüğü bozulan, kurumları çökmüş bir devleti devraldı. Toplumsal olarak derin bölünmeler yaşayan, alt kimliklerin birleştirici ulusal kimliğin önüne geçtiği yoksul bir toplum söz konusu. Ayrıca, ülkede savaş ağaları mantığıyla yönetmeye alışmış silahlı gruplar bulunuyor ve bu grupların liderleri, yağmalanmış ve kıt kaynaklara sahip bir ülkede hâkimiyet kurmaya çalışıyor.
Şubat 10, 2025
image_print

Yeni Suriye yönetimi henüz iki ayını doldurmamışken onun hakkında hüküm vermenin, performansını değerlendirmenin veya eleştirmenin adil olmadığını düşünüyorum. Bu ancak istikrarlı bir ülkede mümkündür; sağlam kurumları, güçlü bir ekonomisi, bol kaynakları, modern bir idari sistemi, uyumlu bir toplumu, kapsamlı bir ulusal kimliği, köklü bir anayasası ve üzerinde uzlaşılmış bir siyasi sistemi olan bir ülkede. Böyle bir ülkede geniş bir orta sınıf tarafından korunan modern bir siyasi kültür ve makul yaşam koşulları bulunur. Ülke, komşularıyla barış içinde yaşar ve onların doğrudan müdahalelerine maruz kalmaz. Ancak, Suriye’de bunların hiçbiri mevcut değildir.

Yeni yönetim, parçalanmış bir ülkeyi miras aldı; toprak bütünlüğü bozulan, kurumları çökmüş bir devleti devraldı. Toplumsal olarak derin bölünmeler yaşayan, alt kimliklerin birleştirici ulusal kimliğin önüne geçtiği yoksul bir toplum söz konusu. Ayrıca, ülkede savaş ağaları mantığıyla yönetmeye alışmış silahlı gruplar bulunuyor ve bu grupların liderleri, yağmalanmış ve kıt kaynaklara sahip bir ülkede hâkimiyet kurmaya çalışıyor. Dahası, ülke topraklarında dört yabancı ordu konuşlanmış durumda.

Ayrıca, ülkenin elitleri arasında devletin şekli, anayasa ve yönetim sistemi konusunda bir uzlaşı sağlanabilmiş değil. Elitler, anayasa, demokrasi, kamu özgürlükleri ve din-devlet ilişkisi gibi büyük siyasi meselelerle meşgulken ve kamu görevlerini doldurmak için yarışırken, halkın geri kalanı kelimenin tam anlamıyla hayatta kalma mücadelesi veriyor. Güvenlik, ekmek, su, elektrik ve ısınma yakıtı gibi en temel ihtiyaçlara ulaşmakta zorlanan halk için eğitim, sağlık ve hayatın doğal bir parçası olarak görülmesi gereken diğer haklar lüks hâline gelmiş durumda.

Buna rağmen ve daha adil olmak adına, yeni yönetimin rejimin çöküşü arifesinde iki önemli başarıya imza attığını da kabul etmeliyiz. Bunlardan ilki, toplumsal barışın korunmasıdır; yani, toplumsal gruplar arasında yaygın intikam olaylarının önlenmesi. Bu tür olaylar, belki de rejimin çöküşünü yıllarca geciktiren en büyük endişelerden biriydi. İkinci başarı ise devlet kurumlarının korunmasıdır, çünkü rejimin düşüşü sırasında geniş çaplı yağma ve sabotaj olaylarına tanık olmadık.

Bunların ötesinde, son derece önemli bir noktaya da dikkat çekmeliyiz: Yeni yönetim sahneye çıktığından beri, üç farklı ve birbiriyle çelişen tarafın baskısı altında kalmıştır. Bu baskılar arasında denge kurmaya çalışırken zaman zaman kafa karışıklığı ve kargaşa içinde hareket etmekte, ardından hızla geri adım attığı, yeterince düşünülmeden alınmış kararlar verebilmektedir. Bu üç taraf şunlardır:

Birincisi, yeni yönetimin siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarında kendisinden beklentilere uygun bir performans sergilemesini isteyen genel Suriye toplumu. İkincisi, rejimi deviren ve bu nedenle yeni yönetimin kendi vizyonuna göre yönetme hakkına sahip olduğuna inanan destekçileri. Üçüncüsü ise, yeni yönetimin geçmişini tamamen terk ettiğine, gücü tekeline almak istemediğine ve katı bir yönetim biçimi dayatmayacağına dair daha fazla kanıt talep eden uluslararası toplumdur.

Bütün bunların ardından, eğer göz ardı etmeye devam edersek ileride telafisi zor hatalara düşmekten korktuğumuz bazı önemli tespitlerde bulunabiliriz. Bu tespitlerden en önemlisi ve en geçerlisi, özellikle 2012 anayasasının askıya alınmasının ardından, mevcut anayasal boşluk durumunda ilerlemeye devam etmenin yanlışlığıdır. Örneğin, mevcut hükümetin hangi anayasal temele dayanarak yönetildiğini, geçici Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin sınırlarını ve geçiş sürecinin ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Ayrıca, anayasal bir bildirinin yayınlanmasının neden “hazırlıkları aylar sürebilecek” Ulusal Diyalog Konferansı’nın düzenlenmesine bağlandığını da anlayabilmiş değiliz.

İkinci gözlemimiz ise, siyasi süreçteki ilerlemenin son derece yavaş seyretmesine rağmen, ekonomik kurumların –özellikle üretimle ilgili olanların– statüsünün belirlenmesinde haksız bir acelecilik olduğudur.

Bir geçiş yönetimi olarak mevcut otorite, ülkenin geleceğini ve kaderini etkileyecek büyük kararlar alma yetkisine sahip değildir. Aynı zamanda, İsrail ile bir barış anlaşmasına varma yetkisinin olmadığının da farkındadır. Bunun yanı sıra, kamu sektörünün geleceğini belirleme, onu tamamen ya da kısmen özelleştirme, çalışanlarını işten çıkarma veya ulaşım ve enerji gibi stratejik devlet varlıklarını elden çıkarma yetkisi de bulunmamaktadır. Bu tür kararlar, halka sunduğu program temelinde seçilmiş bir hükümetin münhasır hakkıdır ve hatta anayasal güvence altına alınabilir.

Üçüncü ve son nokta ise şudur: Mevcut yönetim, her ne kadar uluslararası ve bölgesel ittifaklar kurmaya çalışsa da, yalnızca bu ağlara dayanarak ülkeyi yönetemez. Çünkü içeride, toplumsal uzlaşıya dayanan geniş tabanlı bir ulusal ittifak olmadan, dış desteklerin etkisi sınırlı kalacaktır. Bir hükümetin meşruiyeti, halkının rızasından gelir; gücünü ise milletin iradesinden alır. Bunu vurgulamamızın nedeni, hepimizin bu sürecin başarılı olmasını istemesidir, çünkü aksi hâlde –Allah korusun– yaşanacak olan şey kaostur.

Kaynak: https://www.alaraby.co.uk