Suriye’de Realpolitik/Riyalpolitik Rekabetini Kim Kazanacak?

Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin yeni Şam yönetimine sunabileceği fırsatlar, hem ekonomik hem de diplomatik açılardan belirgin farklılıklar gösteriyor. Körfez ülkeleri, Suriye’nin yeniden inşasında parasal destek ve uluslararası ilişkilerin onarılması konusunda avantajlara sahipken, Türkiye’nin bu alanlarda daha sınırlı bir etkisi bulunuyor. Türkiye, Suriye devrimi sürecinde yoğun askeri destek sağlamış olsa da devrim sonrası Suriye’nin yeniden inşasında Türkiye’nin askeri kabiliyetlerinin beklenen faydayı sağlayacağına dair Şam’da bazı tereddütler bulunuyor. Bu çerçevede, Şam yönetimi için Körfez ülkeleriyle işbirliği daha cazip bir seçenek olarak öne çıkmaktadır.
Ocak 3, 2025
image_print

Şam’da Esed rejiminin 8 Aralık’ta devrilmesinin ardından, Türkiye bölgedeki yeni döneme hızlı bir şekilde adapte oldu ve Şam’a ilk resmi ziyareti gerçekleştiren ülke oldu. Bu çerçevede, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın tarihi ziyareti dikkat çekerken, hemen ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Şam’a gerçekleştirdiği resmi ziyaret, Türkiye ile Yeni Suriye Hükümeti arasında güçlü bir işbirliği zemininin oluştuğuna dair önemli bir işaret olarak değerlendirildi. Zaten Suriye devriminin Türkiye’nin askeri desteği olmadan gerçekleşmesinin mümkün olmadığı, bölgesel güç dengeleri ve sahadaki gerçekler ışığında sıkça dile getirilen ve tüm tarafların kabul ettiği bir gerçekti.

Bütün bu gerçeklere rağmen, Şam’dan gerçekleştirilen ilk resmi ziyaretin adresinin Riyad olması bazı soru işaretlerine yol açtı. Yeni Suriye Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani’nin Suudi Arabistan’a yaptığı bu ziyaret, bölgedeki yeni denklemlerin ve dengelerin şekillenmesinde başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin kritik bir rol oynayacağına dair önemli bir işaret olarak okunabilir mi? Bu ziyarete ilaveten Suriye Milli Ordusu’ndan (SMO) bazı üst düzey isimlerin Yeni Suriye Hükümeti’nden dışlandığına dair paylaşımlar ve Hakan Fidan’ın  “Suriye’de kendini sıkıntıda hisseden kim olursa olsun, Türkiye bunların da hamisidir” şeklindeki açıklaması Suriye’de yeni yönetimin şekillenmesine dair bazı endişeleri ortaya çıkardı.

Bu yazı, dış politikada “realpolitik” ve “riyalpolitik” kavramları üzerinden Yeni Suriye Hükümeti’nin son dış politika yönelimini ele almayı amaçlamaktadır. Realpolitik kavramı, uluslararası ilişkilerde siyasi gerçekliği ön plana çıkaran, askeri güç ve kabiliyetlerin stratejik bir araç olarak kullanılması anlamında kullanılacaktır. Buna karşılık, riyalpolitik ise, petrol zengini Körfez ülkelerinin dış politikadaki hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak petro-dolara ya da çek defterlerine başvurmalarını tanımlamak için kullanılacaktır.

Bu bağlamda yazıda, Türkiye’nin Suriye’nin kriz sonrası dönemde izlediği stratejiler incelenecek ve finansal kaynaklarla desteklenemeyen askeri kabiliyetlerin Suriye sahasında Türk dış politikası açısından beklenen sonuçları üretmekte zorlanacağı savunulacaktır. Özellikle, Türkiye’nin Suriye’deki çatışma sahasındaki etkileri ve bölgesel güç dengelerinin askeri kabiliyetin yanı sıra ekonomik boyutları da dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekliliği üzerinde durulacaktır.

Suriye Devrimi: Tarihsel Birikimin ve Yeni Başlangıcın Eşiği

Suriye’nin son yüzyılda maruz kaldığı felaketlerin kökenleri, I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan olaylara ve savaş sonrası kurulan statükoya dayanmaktadır. Savaş yıllarında hastalık, kıtlık ve yoğun çatışmalar nedeniyle meydana gelen büyük can kayıpları, ülkenin demografik yapısında telafisi zor yaralar açtı. Bununla birlikte, savaşın ardından Suriye’de kurulan Fransız mandası, ülkenin toparlanmasını engelleyen ve krizleri daha da derinleştiren bir süreci başlattı. Fransızların hatalı politikaları ve kötü yönetimi, Suriye’nin sosyal, ekonomik ve siyasi yapısını büyük ölçüde zayıflattı.

Bu ağır tarihsel miras, II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Baas rejimiyle yeni bir döneme evirilemedi. Baas rejiminin, ülkenin kırk yılı aşkın bir süredir devam eden makus tarihinde yeni bir sayfa açmak yerine, ülkedeki hasarı derinleştiren uygulamaları, Suriye’yi içeride zor bir durumla karşı karşıya bıraktı. Bugün Suriye’nin içinde bulunduğu zor durum, tarihsel süreçte biriken felaketlerin ve kötü yönetimlerin üst üste gelmesinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir

8 Aralık’ta Türkiye’nin sahada sağladığı destek sayesinde Suriye’de yaşanan devrim, ülkeyi iki haftada 1914’ten 2024’e taşıyan bir tarihsel dönüm noktası olarak değerlendirilmelidir. Bu devrimin gerçekleşmesinde en kritik aktör ise askeri endüstriyel kapasitesi ile sahada devrime büyük destek sağlayan Türkiye’dir. Türkiye’nin muhaliflere sağladığı askeri destek olmasaydı Esed rejimin devrilmesi mümkün değildi.

Devrim sonrası ve artık Yeni Suriye’yi inşa etme çalışmalarına odaklanmak gerekiyor. Bu bağlamda, Suriye Devrimi’ni gerçekleştiren aktörler, ülkenin bir asrı aşkın süredir biriken enkazıyla yüzleşmek ve bu mirasla mücadele etmek zorundalar. Kolonyal dönemin neden olduğu jeopolitik ve kültürel bölünmelerin yanı sıra, Baas rejiminin derinleştirdiği mezhepçi politikalar, yeni hükümetin öncelikli çözüm bekleyen meseleleri arasında yer alacaktır.

Bu ağır mirasa, on üç yılı aşkın bir süredir devam eden iç savaşın yol açtığı yıkım da eklendiğinde, yeni hükümetin karşılaştığı zorluklar daha da belirgin hale geliyor. İç savaşın sebep olduğu ekonomik, sosyal ve fiziksel tahribat, hükümeti yalnızca içeride değil, dış politikada da cesur ve riskli kararlar almaya zorlayacaktır. Bu doğrultuda, Dışişleri Bakanı düzeyindeki ilk resmi ziyaretin Riyad’a gerçekleştirilmiş olması, bu yeni dönemin stratejik risklerinin somut bir göstergesi olarak öne çıkıyor.

Türkiye ve Körfez Ülkelerinin Suriye Vizyonu: Rekabet ve Farklılıklar

Arap Baharı sürecinde Türkiye ile Körfez ülkelerinin Suriye’ye yönelik vizyonları, bölgesel stratejiler ve çıkarlar temelinde belirgin farklılıklar gösterdi. Körfez ülkelerinin, bölgede statükonun korunmasını ve otokratik rejimlerin istikrarını savunan duruşu Arap Baharı’nın tetiklediği demokratikleşme dalgasına karşı statükoyu destekleyen bir politika benimsemelerine yol açtı. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi önde gelen Körfez monarşileri, demokratik taleplerin kendi yönetim sistemlerini ve bölgesel nüfuzlarını tehdit ettiğini düşünerek, bu tür değişimlere karşı aktif bir diplomasi ve askeri strateji yürütmeyi tercih ettiler.

Ayrıca Körfez ülkeleri, bu süreçte Türkiye ve İran’ın Arap meselelerine müdahalesine karşı mesafeli bir yaklaşım sergilediler. Çünkü bölgenin Arap olmayan iki aktörü olarak Türkiye ve İran’ın Arap meselelerine müdahil olmaları Körfez ülkelerinin bölgede marjinalleşemesini doğurmaktaydı. Bu yüzden Körfez ülkeleri, Türkiye ve İran’ın bölgedeki nüfuzunu sınırlandırmak amacıyla yoğun diplomatik ve ekonomik hamleler yaptılar.

Körfezin statükoculuğuna karşın Türkiye’nin Suriye politikası, halkın taleplerini ve demokratik dönüşümü ön planda tutan bir vizyon çerçevesinde şekillendi. Türkiye, Arap Baharı’nın başlangıcından itibaren bölgedeki demokratikleşme çabalarını destekledi ve uluslararası platformlarda bu taleplerin savunucusu oldu. Özellikle Suriye’de, demokratik bir dönüşüm sürecinin hayata geçirilmesini ve halkın çıkarlarını gözeten bir yönetimin oluşmasını hedefledi. Bu hedefe ulaşabilmek için hem Suriye sahasına doğrudan askeri müdahaleler yaptı hem de muhaliflere önemli ölçüde askeri destek sağladı.

Türkiye’nin Suriye politikası ekonomik, güvenlik ve jeopolitik çıkarlarla bağlantılıdır. Dolayısıyla realist bir dış politikadır.  Bu çerçevede, Türkiye’nin ulusal güvenlik politikaları bağlamında Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve güney sınırında bir “terör devleti” oluşumunun engellenmesi stratejik bir öncelik olarak öne çıkmaktadır. Doğu Akdeniz’den İran sınırına kadar uzanması planlanan “koridor,” Türkiye açısından yalnızca bir güvenlik meselesi değil, aynı zamanda bölgesel istikrar ve ulusal egemenlik açısından hayati bir konudur.

Ankara, Suriye’de ticaret, enerji ve ekonomi gibi alanlarda işbirliği yapabileceği bir yönetimle ilişkiler kurmayı arzu etmektedir. Suriye ile güçlü ekonomik entegrasyon, Türkiye’nin hem ekonomik büyümesine katkı sağlayacak hem de bölgesel istikrarı destekleyecektir. Ayrıca, Suriye’nin coğrafi konumu, Türkiye için Arap dünyasına açılan bir kapı niteliğindedir. Bu nedenle, Suriye’de istikrarlı ve Türkiye ile iyi ilişkiler geliştiren bir hükümetin varlığı Türkiye’nin ulusal güvenlik ve bölgesel stratejileri açısından kritik önemdedir.

Türkiye’nin Suriye’ye yönelik vizyonunun bir diğer boyutu, Doğu Akdeniz’deki stratejik çıkarlarıdır. Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de yaşanan enerji rekabetinde Suriye ile olumlu ilişkiler, Türkiye’nin elini güçlendirecektir. Bu bağlamda, Suriye’de Türkiye’nin çıkarlarına uygun bir yönetimin iş başına gelmesi, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları, enerji kaynakları ve bu kaynakların tüketim merkezlerine taşınmasında daha etkin bir rol oynamasını sağlayabilir. Sayılan faktörler Türkiye’nin Suriye politikasının, bazı kesimlerin idealist dış politika eleştirilerinin aksine, realist gerekçelere dayandığını gösteriyor.

Türkiye ve Körfez ülkeleri arasındaki Suriye vizyonu farklılıkları, bölgesel siyasetin geleceğini şekillendiren önemli unsurlardan biri olacaktır. Türkiye, demokratik dönüşüm ve bölgesel entegrasyonu destekleyen bir aktör olarak rolünü sürdürürken, Körfez ülkeleri, statükoyu koruma ve Türkiye’nin bölgesel nüfuzunu sınırlandırma çabalarını koruyor. Bu dinamik, Suriye’nin geleceğini belirlenmesinde Körfez ve Türkiye’nin vizyonu arasında bir rekabeti doğuracaktır.

Suriye sahasında vizyonları arasında rekabet olan her iki aktörün dış politikada kullandığı araçlar da birbirinden oldukça farklı. Örneğin Körfez ülkeleri çözümü askeri kapasiteye dayanan hiçbir bölgesel krizde varlık gösteremezken Türkiye sahip olduğu güçlü askeri kapasite sayesinde gerektiğinde güce başvurarak sonuç alabilecek önemli bir aktördür. Buna karşın Körfez ülkelerinin sahip olduğu petro-dolarlar dış politikada çek defteri kullanımını teşvik etmektedir. Dolayısıyla Körfez’in en önemli dış politika aracı “riyalpolitik” olarak da isimlendirilen çek defteri politikasıdır. Körfez’in çek defteri politikası hem Körfez-Batı ilişkilerinde hem de Körfez’in bölgesel nüfuzunun yayılmasında etkili sonuçlar üretebilmektedir. Örneğin Mısır’da Mursi sonrası kurulan rejim Körfez’in “riaylpolitik” siyaseti sayesinde hem uluslararası meşruiyet kazanmış hem de iç politikada karşı karşıya kaldığı sorunları aşabilmiştir.

Relapolitik mi Riyalpolitik mi?

Suriye’deki iç savaşın ardından Şam yönetimine sunulan fırsatlar, Türkiye ve Körfez ülkeleri arasında belirgin farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar, hem ekonomik kaynaklar hem de diplomatik ve askeri yaklaşımlar bakımından iki tarafın Suriye üzerindeki etkisini şekillendirebilecek temel unsurlardır.

Körfez ülkeleri, Yeni Suriye Hükümeti’nin ABD ve bölgedeki müttefikleriyle ilişkilerini onarabilecek önemli diplomatik avantajlara sahip. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MbS) ve BAE’nin lideri Muhammed bin Zayed (MbZ), Trump’ın ilk döneminde artan etkileriyle uluslararası arenada güçlü bir profil sergilemişti. Trump’ın ikinci dönemiyle birlikte bu etkinin devam edeceğini öngörmek mümkün. Körfez hanedanlarının başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri ile “riyalpolitik” üzerinden geliştirdikleri bu yakın ilişkileri, Şam yönetiminin uluslararası meşruiyet kazanma sürecinde önemli bir destek sağlayabilir. Buna karşın Türkiye, Batı ile yaşadığı sorunlar ve İsrail’i açıktan eleştiren tutumu nedeniyle Şam yönetiminin uluslararası meşruiyet arayışlarını zayıflatma potansiyeline sahip.

Türkiye’nin Suriye’deki askeri stratejisi, özellikle Esed sonrası dönemde, netlikten yoksun görünüyor. Fırat’ın doğusu ve YPG konusunda açık bir söylem geliştiren Türkiye, YPG’nin bölgedeki varlığını sona erdirme noktasında harekete geçmekte tereddütlü bir duruş sergiliyor. Benzer şekilde Türkiye’nin İsrail karşısındaki askeri caydırıcılığı da yeterince güçlü görünmüyor. Bu aşamada Türkiye’nin, Yeni Suriye Hükümeti’ni savunmak için Suriye topraklarının bir kısmını işgal eden İsrail ile askeri sahada doğrudan karşı karşıya gelme ihtimali zayıf gözüküyor. Körfez ülkeleri ise Suriye’ye doğrudan askeri müdahalede bulunmaktan ya da Suriye hükümetine askeri destek sağlamaktan kaçınmakla birlikte, dolaylı yollarla etkilerini artırabilecek stratejiler geliştiriyorlar. Körfez ülkelerinin Batı ile yakın ilişkileri YPG’nin yeni hükümete eklenmesi ve İsrail’in saldırganlığını engellenmesinde diplomatik çözümler üretebilir. Bu durum, Türkiye’nin Suriye üzerindeki etkisini sınırlayan bir başka faktör olarak öne çıkıyor.

En önemlisi de Körfez ülkeleri, özellikle Suudi Arabistan ve BAE, Suriye’nin yeniden inşası için gereken finansal kaynaklara sahip. İç savaş sürecinde Suriye’nin karşı karşıya kaldığı yıkım, yeniden inşa sürecinin başlayabilmesi için dış finansal katkıyı hayati hale getiriyor. Savaş sonrası altyapının yenilenmesi, ekonomik kalkınma projeleri ve halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması gibi konularda Körfez ülkeleri, Suriye yönetimine önemli parasal destek sağlayabilir. Türkiye ise ekonomik açıdan bu düzeyde bir destek sunabilecek kaynaklara sahip değil. Türkiye’nin mevcut ekonomik sorunları ve yüksek enflasyon oranları, Suriye’nin yeniden inşasına katkı sunma kabiliyetini sınırlıyor. Yeni Suriye Hükümeti’nin toplumsal meşruiyet tabanını genişletebilmesi kamu hizmetlerinin aksamadan sürdürülebilmesi ve ülkenin imarı ile yakından alakalı. Burada Mısır’da Muris yönetimine karşı yükselen, çoğunlukla Mısır halkının karşı karşıya kaldığı ekonomik zorluklar tarafından beslenen, protestolara yakından bakmak gerekiyor. Dolayısıyla Suriye devriminin istikrarı büyük miktarda finansal desteğe bağlı durumda.

Sonuç olarak, Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin yeni Şam yönetimine sunabileceği fırsatlar, hem ekonomik hem de diplomatik açılardan belirgin farklılıklar gösteriyor. Körfez ülkeleri, Suriye’nin yeniden inşasında parasal destek ve uluslararası ilişkilerin onarılması konusunda avantajlara sahipken, Türkiye’nin bu alanlarda daha sınırlı bir etkisi bulunuyor. Türkiye, Suriye devrimi sürecinde yoğun askeri destek sağlamış olsa da devrim sonrası Suriye’nin yeniden inşasında Türkiye’nin askeri kabiliyetlerinin beklenen faydayı sağlayacağına dair Şam’da bazı tereddütler bulunuyor. Bu çerçevede, Şam yönetimi için Körfez ülkeleriyle işbirliği daha cazip bir seçenek olarak öne çıkmaktadır. Şam’dan ilk resmi ziyaretin Riyad’a gerçekleşmesi de Suriye’de yeniden yapılanma sürecinde Körfez’in Türkiye’den bir adım öne geçtiğini gösteriyor. Dolayısıyla dış politikada hedeflenen başarılar ile ekonomik kabiliyetler arasında bir paralelliğin olduğunu söyleyebiliriz. Eğer dış politikamızda belli sonuçları elde etmek istiyorsak askeri kabiliyetlerimizi ekonomik güçle desteklemek bir zorunluluktur.

*Doç. Dr.Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm başkanı., [email protected].

Necmettin Acar

Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm başkanı.,
Eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünde, yüksek lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler anabilim dalında, doktorasını Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler anabilim dalında tamamlayan Acar halen Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Başlıca çalışma alanları Orta Doğu siyaseti, enerji güvenliği, Basra Körfezi güvenliği ve Türkiye’nin Orta Doğu politikası olan Acar’ın bu alanda yayınlanmış çok sayıda çalışmaları bulunmaktadır. İletişim: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır

SOSYAL MEDYA