Suriye’deki durum Libya’daki kaosa benziyor, ancak çok daha fazla aktör (yerel ve harici) faaliyet gösteriyor ve bu da ne olacağını öngörmeyi zorlaştırıyor.
Suriye’deki mevcut rejimin -olduğu gibi- gelecekte de yerinde kalacağını varsaymak saflık olur.
Suriye şu anda huzursuz bir geçiş sürecindedir ve çeşitli silahlı ve sivil gruplar arasındaki çatışmalar çözülmediği sürece siyasi-askeri durum değişken kalmaya devam edecektir.
Arap ayaklanmaları döneminde gördük ki, bir rejimin çökmesi her zaman istikrarlı ya da demokratik bir hükümet ortaya çıkarmıyor. Tunus’ta demokratik geçiş süreci, mevcut cumhurbaşkanının İslamcıları iktidardan dışlamaya ve bir despot olarak yönetmeye karar vermesiyle sona erdi.
Mısır’da BAE ve Suudi rejimleri, Müslüman Kardeşler’in seçilmiş iktidarına son vermek için General Abdülfettah El Sisi başkanlığında bir askeri hükümetin kurulmasına yardımcı oldu. Bu ülkelerdeki çatışmalar sadece iç gelişmelerin sonucu olmayıp, çoğu zaman bölgesel çatışmaları, komploları ve rekabeti yansıtmaktadır.
Türkiye ve Katar Müslüman Kardeşlerin iktidarını desteklerken, Suudi Arabistan ve BAE onların devrilmesini ve yönetimden dışlanmasını destekliyor. Bu durum Suriye’de bundan sonra ne olacağını anlamada merkezi bir rol oynayacaktır.
İsrail ve ABD, Suudi-BAE kampına yakın olmakla birlikte Katar’a da yakınlar; Müslüman Kardeşler ise ABD ile iyi çalışıyor ve hatta İsrail’e karşı radikal bir çizgi izlemekten kaçınıyor gibi görünüyor.
Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi İsrail ile barış anlaşmasını feshetmeye kalkışmadı ve hatta İsrail ile askeri-istihbarat koordinasyonunun devam etmesine izin verdi.
Dahası, Washington’daki Yakın Doğu Politikası Enstitüsü’nde (WINEP) yapılan bir toplantının ardından Tunus’taki İslamcıların lideri Raşid Gannuşi, ABD’nin isteklerine uyarak Tunus parlamentosunda İsrail ile normalleşmeyi suç sayan bir tasarıyı dondurdu.
Suriye çeşitli nedenlerden dolayı daha karmaşık bir siyasi ve askeri durum arz etmektedir.
ABD Suriye’de oldukça büyük bir toprak parçasını işgal altında tutuyor. ABD ne zaman yerel hükümetin kontrolü dışında faaliyet gösteren bir ülkede asker bulundursa, o ülke (ya da en azından bir bölümü) ABD işgali altında demektir.
Irak’ta ABD birkaç bin asker bulunduruyor, ancak hükümet üzerinde muazzam bir etkiye sahip olmaya devam ediyor ve parlamentonun bu askerlerin geri çekilmesi yönündeki çağrılarını reddediyor.
Geçtiğimiz haftalarda Suriye’deki ABD askeri gücünün büyüklüğünün kamuoyuna söylenenin iki katı olduğunu ve küçük bir askeri birliğin varlığının bile bölgede büyük bir askeri destek gücü gerektirdiğini öğrendik.
ABD sadece IŞİD’le savaşmakla kalmıyor (ABD IŞİD’e karşı bitmek bilmeyen mücadelesi için bir takvim ya da yol haritası vermiyor), aynı zamanda Suriye’de kendi kontrolü altındaki milislere de destek sağlıyor.
ABD, ABD’nin vekil milislerinin bir ülkede faaliyet gösterdiği durumlar dışında, Ortadoğu’da güç kullanımının devletin tekelinde olduğunu vaaz etmektedir.
Türkiye ve İsrail’in rolleri
Türkiye’nin Suriye’de güçlü bir askeri varlığı var ve -ABD gibi- sahadaki gelişmeleri kolayca etkileyerek Suriye’de ortaya çıkabilecek herhangi bir hükümet için işleri kolaylaştırabilir ya da zorlaştırabilir. Türkiye’nin askeri ve istihbari müdahalesi Beşar Esad’ın devrilmesinde kilit rol oynadı.
İsrail, Suriye topraklarındaki işgalini genişletti ve rejimin çöküşünden sonra ülke içinde yüzlerce bombalama saldırısı düzenledi. Diğer aktörler gibi İsrail de gelecekteki hükümetin yönelimini ve politikasını şekillendirmek istemekte ve radikal ya da demokratik bir rejimin ortaya çıkmasını engellemeye çalışmaktadır.
Bölgesel çatışma henüz kesin bir çözüme kavuşmuş değil.
Şimdiye kadar Türkiye-Katar-İsrail-ABD ekseni Suriye’de önemli başarılar elde etti (şu anda ülkeyi yöneten eski El Kaide milislerine verdikleri destek ya da gösterdikleri hoşgörü sayesinde) ancak Rusya ve İran hala intikam almaya ya da bölgesel güç statülerini arttırmaya çalışabilir.
Rusya ülke içindeki önemli bir stratejik askeri varlığını, İran ise Suriye üzerinden Hizbullah’a ulaşan doğrudan bağlantısını kaybetti.
Tunus ve Mısır’da olduğundan çok daha fazla sayıda milis Suriye’de faaliyet gösteriyor ve hepsinin de dış destekçileri var. Suriye’de yeni hükümetin kurulmasında dış güçler de yer alacaktır.
Suriye’nin durumu Libya’daki kaosa benziyor ancak orada faaliyet gösteren çok daha fazla aktör (yerel ve harici) var.
Altı senaryo
Yerel ve bölgesel çatışmaların Suriye’de yeni ve potansiyel olarak istikrarlı bir hükümetin ortaya çıkışını nasıl etkileyeceği net olmamakla birlikte, şu senaryoları göz önünde bulundurmak mümkündür.
1. Libya modeli
Suriye de pekâlâ Libya örneğini takip edebilir. Libya’da olduğu gibi, İslamcıları destekleyenler ile onlardan nefret edenler arasındaki bölgesel çatışmalar uzun yıllar boyunca devam edebilir.
Obama yönetimi 2011’deki NATO saldırısından sonra büyük bir heyecanla Libya’da yeni bir demokrasi ve zalim yönetimin sona ereceği sözünü vermişti.
Suriye’de ise çeşitli İslamcı milislerin kan dökme geçmişi Heyet Tahrir Şam’ın (HTS) merkezi hükümetin kontrolünü -en azından resmi olarak- ele geçirmesiyle sona ermeyebilir.
Yeni hükümetin milis gücü büyük değil ve çeşitli cephelerden askeri meydan okumalarla karşılaşabilir. Suriye’nin Libya senaryosunu izlemesi Rusya, Türkiye, Katar, BAE ve ABD’nin de işin içine girmesi anlamına gelecektir. Ayrıca Şam’da bir müşteri rejimi kurmaya büyük ilgi duyan İsrail’i de işin içine katacaktır.
Esad’ın devrilmesinden bu yana İsrail’in Suriye’yi yoğun bir şekilde bombalaması, Suriye’nin askeri altyapısını yıkmayı ve yeni hükümete gözdağı vermeyi amaçlıyordu. HTŞ kısa sürede İsrail’e karşı bir gündemi olmadığının sinyalini verdi ve Suriye topraklarını İsrail işgalinden kurtarmak gibi bir amacı -sözlü olarak bile- yok.
Suriye Libya’dan çok daha az homojen (etnik ve dini açıdan) olduğu için dağılma ve parçalanma potansiyeli özellikle yüksek. Yeni hükümetin Alevilere yönelik baskıları, Alevi bölgesinde öfke ve öz savunma çağrılarını tetikledi.
2. Askeri darbe
BAE ve Suudi Arabistan, Mısır’daki Sisi gibi bir müşteri askeri despot kurmak için pekâlâ bir askeri darbe düzenleyebilir.
BAE 2013’teki Mısır darbesinde etkili oldu ve medyası Şam’daki yeni rejimle ilgili endişelerini dile getirmekte yalnız kaldı. Ne de olsa BAE lideri Esad’la sonuna kadar yakın temas halindeydi ve onu İran’dan ve “direniş ekseninden” uzaklaştırıyordu.
Aslında Esad BAE ile yakınlaşmaya başladığından beri İranlı ve Hizbullahçı subayların hareket ve faaliyetlerini kısıtlıyordu. Bu darbe senaryosu, Suudiler ve BAE’ye bağlı cumhuriyetçi despotik rejimlerden oluşan bölgesel bir ittifak kurmak için işe yarayacaktır.
BAE bugüne kadar Somali, Yemen (güney), Libya, Sudan (RSF ile) ve Mısır’da siyasi ve askeri iradesini dayatmada daha başarılı oldu.
Suudiler İsrail ile bir barış anlaşması üzerinde mutabakata vardığında, kurulu bir askeri rejim kolayca İbrahim anlaşmalarına entegre edilebilir. Bu senaryodaki sorun BAE’nin Suriye’de nüfuz sahibi olan Müslüman Kardeşler’in bölgedeki en büyük rakibi olması.
Bu da tıpkı Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden önce ve sonra İhvan’ın üssü olan Mısır’da olduğu gibi onlara karşı kaba kuvvet uygulamak anlamına gelecektir.
3. Demokrasi
Yeni hükümet birçok Suriyelinin çağrısına kulak verecek ve serbest seçimlerin yapılacağı ve yeni bir anayasanın hazırlanacağı bir geçiş dönemi başlatacaktır. Bu da Suriye’nin demokratik düzenin çok kusurlu olduğu ve dış müdahale ve manipülasyona maruz kaldığı 1950’lerden bu yana tecrübe etmediği demokratik bir hükümetin kurulmasına yol açacaktır.
Bu demokratik senaryo, halkın kendi haline bırakılmasının Batı ve İsrail’in çıkarlarına hizmet etmeyeceğinin farkında olan İsrail ve ABD’yi telaşlandıracaktır. Despotik yönetim Batı ve İsrail için her zaman tercih edilir. ABD Suriye halkına yönelik acımasız yaptırımlarını henüz kaldırmadı (HTŞ liderinin başına konan 10 milyon dolarlık ödülü kaldırmış olsa da) çünkü Washington bunu gelecekteki herhangi bir Suriye hükümetine şantaj yapmak için kullanabilir.
4. HTŞ diktatörlük yönetimi
HTŞ siyasi gücü tekeline alacak ve daha geniş temsil taleplerini göz ardı ederek tek başına yönetecektir. Yeni yöneticilerin ideolojik kökenleri göz önüne alındığında böyle bir senaryo dini azınlıkları ve kadınları endişelendirecektir. Eğer alternatif Filistin yakınlarında kontrol edilemeyen bir demokrasi ise ABD ve İsrail bu senaryoyu tercih edebilir.
5. Suriye parçalanıyor
Suriye toprak bütünlüğünü kaybedebilir ve Dürzilerin kendi vilayetlerini yöneteceği, Alevilerin ve Kürtlerin de aynı şeyi yapacağı yarı bağımsız, mezhepsel yerleşim bölgelerinden oluşan bir yama haline gelebilir. Bu senaryo, Suriye içinde bağımsız bir Kürt devletçiğini ezmek için askeri güç kullanmaya hazır olan Türkiye için çok endişe verici olacaktır.
Batı ve İsrail böyle bir sonucu destekleyecektir; ne de olsa Joe Biden ve Antony Blinken2003’teki Amerikan işgalinden sonra Irak’ın üç bölgeye bölünmesini savunmuşlardı. Bu senaryo gerçekleşirse, Kuzey Lübnan (Trablus ve Akkar) Sünni yerleşim bölgesine katılmayı isteyebilir.
6. Restorasyon
En az olası senaryo ise İran ve Hizbullah’ın yardımıyla eski rejimin yeniden kurulması. “Direniş ekseni” üyeleri iktidarı bu kadar çabuk terk ettiği için Esad’a öfkeli; ayrıca Suriye’yi İran’dan uzaklaştırmak için BAE ile yakın koordinasyon içinde olduğunun ortaya çıkmasına da kızgınlar.
İran ve Hizbullah zayıflamış durumda ve Esad geri dönmek istediğini belirtirse güçlerini devrik rejimi savunmak için riske atmayacaklar. Onun adına Suriye’ye müdahale etmeleri İsrail’in onları hedef almasını tetikleyecektir.
Suriye’nin siyasi geleceğini tahmin etmek çok zor. Yönetilmesi hiçbir zaman kolay bir ülke olmadı ve on yıllar boyunca Esad rejimi altında yaşamanın kabus gibi deneyimi pek çok Suriyeliyi hayata küstürdü.
Ancak Suriye’nin yeni yöneticilerinin getirdiği ideoloji, çok çeşitli ve laik eğilimleri olan bir topluma çok yabancı. Ülke içinde iktidara talip çok sayıda kişi ve Suriye’den (mecazi ya da gerçek anlamda) pay almak isteyen çok sayıda dış güç var.
Her ne olursa olsun, bir sonraki aşama barışçıl olmayacaktır.
Kaynak: https://consortiumnews.com/2024/12/29/six-scenarios-for-syria/
Çeviri: Yavuz Aslan