HATIRAT, TEFRİKA DERLEMECİLİĞİ VE YAKIN TARİH: SUPHİ NURİ İLERİ’NİN MUSTAFA KEMAL’E DAİR HATIRALARI
Kemalizm, Atatürkçülük ve Mustafa Kemal hakkında hukukî takipten masun kalarak eleştiri yapmak için ya sosyalist ya da sol-liberal olmak gerekiyordu. Ben ikisi de değildim ve 3.yol bulmam gerekiyordu.
Bu yolda başarılı olduğumu zannediyorum çünkü muhafazakar-mütedeyyin insanların dahil veya müdahil olduğu hadiselerde bile o hadiseye veya hadise ile ilgili delil ve nakillere şahit olan ama dindar olmayan 3.şahısları arayıp buluyorum.
Rıza Nur’un Hayat ve Hatıratım eserinde anlatılanların %80’inin doğru olduğunu tespit ve çoğunu tevsik ettim ama bu defa da Rıza Nur’un antipatik kişiliği sebebiyle ona yapacağım atfın kitap ve makalelerimin kıymetini azaltacağı için onu kaynak kullanmama şeklinde bir prensip kararı aldım.
İlahiyat profesörü ya da kendine has cemaati olan meşhur “eski” İslamcı isimlerin Mustafa Kemal’i bir kurtarıcı gibi kutsamaları 3.yol stratejimin ne kadar doğru olduğunu da gösterdi çünkü ben Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu ve Mustafa Müftüoğlu’na istinat etme yerine onları intikad (eleştiri) ediyorum.
Bir dönem İslamcı olarak da bilinen ancak şimdi sadece İslamcılık ile değil İslam ile de ilgi ve ilişkisini kesmiş görünen isimlerin Mustafa Kemal ve Atatürkçülük güzellemesi salt geleneksel çevrelere destek çıkan iktidara bir itiraz şekli değil yeni ve farklı bir müşteri çevresi edinme gayesidir. Ne kadar çok Mustafa Kemal ve laiklik güzellemesi yaparlarsa o kadar rant elde ediyorlar. Kısaca bir dönem düşman oldukları şeyden şimdi taraf görünerek menfaat temin ediyorlar. Bu sebeple Kemalist-Atatürkçü ve laikler cüzdanlarını kontrol etsinler. Ayrıca ben kendini önce tanrı katına sonra da hâşâ onun üstüne yerleştiren birinin de iddia ettiği kişilerden değilim, yani Rıza Nur üzerinden Mustafa Kemal eleştirisi yapmıyorum, bütün eleştirilerimde istifade ve istinat ettiğim mehazların hemen hepsi Kemalist kaynaklardır.
Yıllardır tamamlayamadığım bir yazım var, sebebi ise yavaş yazıyor oluşum değil, klavyenin başına geçince 10 saat durmadan yazabilirim ama mesele ikna edici anektod yani delil vasfında tevsike müsait şahitlik ve anı bulmakta.
Mustafa Kemal, öldükten sonra bürokraside bazı isimlerde bir rahatlık hasıl oluyor ve İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı memnuniyeti mucip oluyor çünkü Mustafa Kemal muhataplarını kırıcı, rencide edici tavırlarda bulunuyormuş. Sevdiklerine dahi yaptığı muamele onların kaldıramayacağı ağırlıkta. Mesela Hamit Zübeyir Koşay ile Yusuf Hikmet Bayur gibi bürokraside yüksek mevkideki iki ismi Çankaya’da herkesin önünde güreştirmesi, Osmanlı padişahlarının bile teşebbüs etmediği ağırlıkta bir muameledir.
Mustafa Kemal; bürokrat, siyasetçi, aydın gazeteci fark etmiyor, herkese kırıcı, rencide edici söz söyleyecek yapıda biri. Ahmed Ağaoğlu gibi Talat ve Enver’in “hocam” diye hitap ettiği birine sırf muhalif bir gazete çıkardığı için “unutma ki sen bir sığıntısın” diyebilmektir. Türk dünyasının 3 kafa ismi Zeki Velidi Togan, Sadri Maksudi Arsal ve Zakir Kadiri Ugan’a yönelik ağır sözleri tahammül edilir gibi değildir.
Bu siyakta Rasih Nuri İleri’nin babası Suphi Nuri ile ilgili hatıratı hazine kıymetindedir. Mustafa Kemal’in irtibat subaylığını da yapan hukuk doktoru, gazeteci, üniversite hocası Suphi Nuri”yi Mustafa Kemal özler ve onu görmek ister. İstanbul’a geleceğini, Darülfünun’u ziyaret edeceğini söyler ve “Suphi imtihanı geciktirsin, gelip onu dinleyeceğim” diye haber gönderir ancak Suphi Nuri, “öğrencilerin yarın da imtihanı var, geciktiremem” diyerek çıkıp gider. Mustafa Kemal, Darulfünuna gelip Suphi Nuri’yi göremeyince sinirlenmiş, onun yerine girdiği imtihanda ise Trablus Türk-İtalyan savaşı sorusunda kendi adı geçmeyince buna da kızmış ve zaten az sonra da darülfünun üniversiteye dönmüştür.
Rasih Nuri babasına niye böyle yaptığını sorunca -ki böyle yapmak arslan yüreği yemiş olmayı gerektirir- Suphi Nuri şunu demiştir: “Son yıllarda bazı kişilere çok ters muamelelerde bulunuyor, Ahmet Rasim Bey’e açık olarak hakaret etti, ne olur ne olmaz ters bir durumla karşılaşmaktan korkuyorum, görmemeyi tercih ediyorum”.
Mustafa Kemal’in meşhur tarihçi Ahmed Refik Altınay’a yaptığı ağır hakaret ise bu ülkede hiç kimsenin Kemalist ve Atatürkçü olmamasına yeter.
İşte böyle anektodları çoğaltmak istediğim için mezkur yazıyı henüz bitiremedim.
Gelelim Suphi Nuri İleri’nin Gazetecilik Hatıralarım’ına. Tefrika derleyiciliği, elbette arşivde vesika tetkikçiliği kadar olmasa da bir tez ve telif eser için mühim bir hammaliye meşgalesidir. Hammaliye olmadan tarihçilik olmaz. Şimdi tefrika derlemeciliğine bakalım.
Sevgili dostum merhum İsmail Dervişoğlu başta yakın tarihe dair tefrikaları derleyenler bizim yerimize hammallık yapan ama mesailerine mukabil çok az bir ücret alan insanlardır. İbrahim Özen, Tahsin Yıldırım ilk akla gelenler. Telif ve tercüme eserleriyle iştihar eden sevgili dostum Ömer Hakan Özalp de tefrika derlemesi yapanlardan.
Ben bu derlemecilerin hepsine saygı duyuyor, çalışmalarına kıymet veriyorum çünkü beni büyük bir zahmetten kurtarıyorlar. Ben avukatlık mesleğini icra ederken bu işlerle de iştigal ediyorum ve ne kütüphaneye ne de arşive gidecek vaktim var. Gerçi sevgili dostum Ramazan Minder ne zaman birşey istesem yok demiyor ama onu da yoğun mesaisi arasında böyle ilave işlerle yormak istemiyorum.
Bu sebeple tefrika derlemeciliği asla küçümsenmemelidir. Ayrıca bu derlemelere ciddi notlar da düşülmektedir.
Bu tefrika müstakil bir tanıtımı hak etmekle birlikte bir anektod kimi zaman hatırat olmadan vesikanın hakikatin bütününü temsil ve ifade edemeyeceğine dair mühim bir delil vasfı kazanmaktadır. O da şudur: Mustafa Kemal ile ilgili Filistin mağlubiyeti ve Şam’ın savaşmaksızın terki sebebiyle bazı isnad ve ithamlarda bulunulmaktadır. Dürüst olmak gerekirse ben bu hususta müstakil ve mufassal bir tetkik yapmadığım için yorum hakkına sahip değilim çünkü fakir ancak tüketircesine okuma ve tetkik yaptığı ve %90 yaklaşık bir kanaate vasıl olduğu hususlarda kanaat izhar etmektedir.
Bu hatırattaki anektod şudur: Suphi Nuri “Şam’ın müdafaasız teslimine ve Suriye Cephesi’nin mağlubiyetine dair Erkân-ı Harpçe bir münakaşaya” girer. Halbuki kendisi böyle bir tartışma yapacak kurmay bilgisine sahip değildir. Meğerse bu 5-6 makaleyi yazan Mustafa Kemal’miş ve bunu da yaveri ile gazeteye göndermiş. Oysa herkes bu yazıları Suphi Nuri yazıyor zannediyormuş.Yazılar Mersinli Cemal’i hedef alıyormuş. Mersinli Cemal birgün Suphi Nuri’yi gördüğünde “biliyorum senin kabahatin yok, yazıları yazan belli” demiş.
Yakın tarihe dair arşivlerde netameli çok şeyler var ama maalesef Tayyip Erdoğan döneminde bile Cumhurbaşkanlığı arşivinde birçok vesika araştırmacılara verilmiyormuş. M.Şükrü Hanioğlu gibi sahasında dünyanın 1 no’lu otoritesine dahi bazı vesikalar netameli diye verilmiyorsa TTK’daki Latife Hanım evrakının açıklanma süresinin uzatılmasına da kızmamak lazım. Hayret ki ne hayret!