Siyonist Teopolitika

İsrail devleti başkasının acısı üzerinden yükselirken gasbederek egemenlik alanı ilan ettiği topraklarda yaşayan Yahudi dışı diğer insanlara yönelik uyguladığı politikalarla ırkçı bir organizasyon gibi davranmış ve hiçbir kutsal ya da insani değeri olmadığını göstermiştir. Bugüne kadar devlet kisvesi altında yaptıklarıyla Tanrı’nın seçilmiş kulları olmadıklarını aksine Filistinlilere baskı uygulamak ve onları yok ederek ortadan kaldırmak amacını güttüklerini göstermektedir.
Ekim 14, 2024

Sesli Makale:

 

Yahudiliğin temel dini söylemlerini ırkçı bir perspektifle yeniden inşa etmeye çalışan Siyonizm, Birinci Dünya savaşının sarsıcı küresel değişim ve yeni siyasal dizayn ortamından yararlanarak söylem düzeyinde güçlü bir hale gelmişti. Avrupa’da başlayan iç savaşlar ve Nazi Almanya’sının uyguladığı faşist politikaların mağdurlarından bir olan Yahudi elitler Siyonist söylemi benimseyerek sistematik bir şekilde işgal edilen Filistin topraklarında yurtlarını inşa etme sürecini hızlandırdılar. İkinci Dünya savaşının önemli sonuçlarından bir de Filistin’in gasbedilmiş topraklarında bir Yahudi devleti olan İsrail’in kuruluşunun ilan edilmesi ve kısa bir süre içerisinde Batı devletleri tarafından kabul edilmesidir.

Siyonizm bir Yahudi devleti inşa etmeyi planlarken aynı zamanda bu devletin ulusunu da yeniden inşa veya icat etmek zorundaydı. Çünkü bir devleti var edecek şartlar sadece ortak bir dini aidiyetten ibaret değildi ve başta Avrupa olmak üzere farklı kıtalarda dağınık halde yaşayan Yahudileri bir araya getirdikten sonra onları birbiriyle uyum içinde bir arada tutmak gerekiyordu. Almanya, Fransa, Polonya, İspanya, Ukrayna, Fas, Tunus, Irak ve Yemen’in birbiriyle benzerlikleri neyse buralardan gelen Yahudilerin de birbiriyle uyumları oydu. Dolayısıyla öncelikli hedef Kitab-ı Mukaddes’in dili olan İbranice ve vaad ettiği toprak olan “Eretz İsrael” ortak paydası etrafında yeniden bir bellek oluşturulmaya çalışılmıştır. “Israil’de bu bellek yığınları kendiliğinden oluşmamıştır. Bunlar, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren geçmişi yeniden inşa eden maharetli eller tarafından katman katman biriktirilmiştir: Yahudi ve Hıristiyan dininin bellek parçalarını bir araya getirmişler, bu temelin üzerinde de verimli hayal güçleri sayesinde Yahudi halkı için süreğen bir soy zinciri icat etmişlerdir.”[1] Aslında icat edilen bu yeni Yahudi belleği, Yahudiliği diğer dinlerin aksine “kan bağı” paydasına indirgemiş ve din-ırk özdeşliğini merkeze almıştır. 19. Yüzyıldan itibaren Avrupa’da antisemitistlerin Yahudileri ayrı, yabancı farklı bir ırk olarak gösterip dışlamaya çalışırken kullandıkları argümanların tasdikinden ibaret bir söylem inşası tuhaf bir çelişkiyi de barındırmaktadır. Anlaşılan o ki bu tuhaf çelişkiyi barındıran yeni icat Yahudi belleği bugün İsrail’in resmi tarih tezine dönüşmüş durumda: “Tarihte buna yakın bir ironi yoktur: Bir zamanlar Avrupa’da Yahudilerin kökenleri itibariyle yabancı bir halk oluşturduğunu ile­ri sürenlerin antisemitist olarak görüldüğü bir dönem oldu. Günümüzde ise, tersine, dünyada Yahudi olarak kabul edilenlerin başlı başına ayrı bir halk ya da bir ulus oluşturmadığını ilan etmeye cesaret eden kişi, derhal “Israil düşmanı” olarak damgalanıyor.”[2]

Nazi Almanya’sında yaşanan Holokost’tan hareketle acı ve seçilmişlik üzerinden bir zihniyet inşa etmeye çalışan Siyonizm, Yahudilerin Yahudi olmayan tüm insanlardan alacaklı olduğu şeklinde görmeye çalışır. Kendi çektikleriyle diğerlerinin çektiği acılar arasında ahlaki olmayan bir ayrım yapar ve acılarının eşsiz-benzersiz olduğunu ileri sürerek seçilmişlik -üstünlük duygusunu nesilden nesile aktarmakla canlı tutar. Bundan dolayı da “Yahudi elitleri, kurumsal ve sınıfsal çıkarlarını saldırgan bir şekilde korumak için yeni muhafazakâr politikalarına karşı çıkan herkesi antisemitik olarak damgaladılar.”[3]  Holokost’un bu bağlamda İsrail dışında yaşayan Yahudilerin çıkarlarını korumaya yönelik olarak istismar edilmesi Yahudilerin benzersizlik anlayışını onların çektikleri acıların benzersizliğiyle tahkim edilmeye çalışılması aslında başta ABD olmak üzere Batı dünyasında sahip oldukları konumlarını korumaya yönelik bir hamle olduğu sonucunu doğurmuştur. “ABD’de yaşayan Yahudi elitler, “ikili sadakat” suçlamasına maruz kalma korkusundan dolayı bir Yahudi devletinin kurulmasını şüpheyle karşılamışlardır. Soğuk savaş döneminin ABD- SSCB rekabetinde kendilerini soldan ayrıştırıp Amerika devleti nezdinde prestij elde etmek için Sovyetleri suçlamak amacıyla Nazi Holokostunu dile getirmeye başlamışlardır.”[4] Holokostu kendi çıkarlarına koruyucu bir zırh yapan tüccar yahudiler, Holokost’un tarihte eşi yaşanmamış benzersiz bir olay olduğunu ve Yahudi olmayanların Yahudilere karşı duydukları nefreti temsil ettiğini söyleyerek acı istismarcılığı ve tekelciliği de yapmışlardır.

19.yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkan Siyonizm ideolojisi tüm Yahudileri tek çatı altında aynı toprak parçasında bir araya getirme idealiyle hareket ederken dönemin ulus hareketlerinden ve milliyetçi akımlarından etkilenmiştir. Özellikle Alman milliyetçilik düşüncesinin Siyonizm üzerinde etkili olduğu göz önünde bulundurulduğunda Nazizm-Siyonizm benzerliği öykünmenin ötesinde aynileşmeye varan bir boyut kazanmıştır. Günümüz Yahudi tarihçilerinden Şlomo Sand, Siyonizm’in Alman ırkçılığının gölgesinde geliştiğini dile getirdikten sonra Siyonizm’in teorilerinin oluşmasında, yayılmasında ve hayata aktarılmasında Polonya, Ukrayna, Litvanya, Romanya ve Rusya’daki şehir-yerleşim bölgelerinde yaşayan Yahudiler olduğunu belirtir.[5] Siyonizm ideolojisi, asırlar boyunca birbirinden farklı coğrafyalarda yaşayan ve Yahudiliğe mensup olmanın ötesinde ortak özellikleri bulunmayan toplulukları “Yahudi tarihi”, Yahudi kültürü”, “Yahudi ırkı”, “Yahudi dehası”, “Yahudi edebiyatı” ve “Yahudi sanatı” gibi kavramlarla homojen bir toplulukmuş gibi göstermiştir. Bu kavramların içerikleri de belirli şablon ifadelerle doldurulmasıyla aslında Yahudi topluluklarının sahip olduğu farklı kültürel ve sosyal çeşitliliğinden kaynaklanan zenginliği de inkâr edilmiştir.[6]

1947 BM Genel Kurulunda alınan karar gereği Filistin topraklarında biri Yahudi diğeri Arap olmak üzere iki devletin kurulması oy çokluğuyla kabul edilmesinin ardından 1948 yılında İsrail tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti ve dönemin büyük devletleri tarafından tanındı. İsrail devletinin ilan edilmesiyle birlikte dünyanın değişik böğlerinde yaşayan Yahudiler büyük teşvik ve yönlendirmelerle işgal edilen Filistin topraklarına doğru harekete geçerken maruz kaldıkları terör ve tehcir politikaları karşısında direnemeyen Filistinliler de yersiz yurtsuz kalmıştır. Böylece Nazi vahşetiyle birlikte doruğa ulaşan Yahudi sorununa çözüm bulunmuş ve kendi topraklarındaki Yahudilerden de kurtulmak isteyen ABD ve diğer Avrupa devletleri bu Siyonist projeyi desteklemişlerdir. İsrail dışında yaşayan pro-siyonistlerin bulundukları bölgelerde kalıp iktidar, sermaye ve medya merkezlerine yakın durarak karar alma mekanizmalarını İsrail lehine etkilemişlerdir ve bugün İsrail devleti en büyük gücünü bunlardan almaktadır. Batı dünyasındaki Yahudi kurumları her ne kadar “kutsal topraklar” dışında “sürgünde” oldukları propagandası yapıyorlarsa da aslında onlar İsrail’in en büyük gücünü oluşturmaktadır. Onlar da “kutsal toprakların” bekçisi olarak gördükleri İsrail devletine en büyük küresel desteği vererek sadakatlerini göstermiş olmaktadırlar.

İsrail devleti başkasının acısı üzerinden yükselirken gasbederek egemenlik alanı ilan ettiği topraklarda yaşayan Yahudi dışı diğer insanlara yönelik uyguladığı politikalarla ırkçı bir organizasyon gibi davranmış ve hiçbir kutsal ya da insani değeri olmadığını göstermiştir. Bugüne kadar devlet kisvesi altında yaptıklarıyla Tanrı’nın seçilmiş kulları olmadıklarını aksine Filistinlilere baskı uygulamak ve onları yok ederek ortadan kaldırmak amacını güttüklerini göstermektedir. Filistin toprakları üzerindeki emellerini gizlemeyen Ben Gurion “bugünkü dünya güçten başka bir şeye saygı duymuyor, yarım yüzyıl sonra da Filistin sorununun resmi kararlarla değil silahla çözümleneceğini” söyleyerek Siyonistlerin gerçek yüzünü göstermiştir.[7] Filistin topraklarında kendi kaderini belirleme ve bu amacını gerçekleştirmek için o toprakların gerçek sahiplerini yurtsuzlaştırma hakkını kendinde görmeleri Siyonistlerin bağlamından kopararak kullandıkları seçilmişlik duygusunun çelişkili bir tezahürüdür.

İsrail dışında yaşayan Yahudiler özellikle de son yirmi yıl boyunca abluka altında tutularak bombalanan Gazze’den dünyaya yansıyan acı tablo karşısında Siyonizm’i sorgulamaya başlamışlardır. Her ne kadar bu sorgulama ve eleştiriler İsrail’in katliamlarına engel olamazsa da İsrail’in son yarım yüzyıllık kredisinin tükenmeye doğru ilerlediğini göstermektedir. “Haziran 1967’deki parlak zaferinden sonra İsrail Batıda pek çok destekçi kazanırken son yıllarda bilhassa da Avrupa’da hemen hemen gözden düşmüş bir devlet seviyesine geriledi. Avrupa Birliği’nin 2003’te yaptığı bir anket İsrail’i dünya barışına en büyük tehdit olarak niteliyordu. 2008’de yapılan bir küresel kanı araştırması İsrail’i, İsrail-Filistin meselesinde barışın önündeki en büyük engel olarak niteliyordu.”[8] Siyonist bir örgüt reflekslerinden bir türlü kurtulamayan ve devlet olma sorumluluğuyla hareket edemeyen İsrail, kuruluşunun 75. yılında Gazze’ye uyguladığı jenositle tüm dünyaya sorunun kendisi olduğunu ortaya koymuştur. Kendilerini diaspora Yahudileri olarak tanımlayan çevreler de artık bu koşulsuz sadakatin kendileri için büyük bedel olduğunun farkındalar çünkü bu Yahudi kurumlarının demografik gücü zayıflamakta ve genç kuşakların motivasyonları farklılaşmaktadır. “Yahudilerin “Sürgün” ülkelerinde rahat ikamet ediyor olmaları, gençler arasında önlenemeyen aşklar ve Antisemitizm’in sevindirici bir şekilde azalmasının bedeli yüksektir. Kamuoyu araştırmaları yalnızca karma evliliklerin arttığını göstermekle kalmıyor, aynı zamanda otuz beş yaşın altındaki Yahudiler arasında İsrail’e yönelik destek ve ilginin azaldığını da gösteriyor. Yahudi devletiyle dayanışma altmış yaşın üstündeki kişilerde istikrarlı ve yaygın bir unsur. Bu verilere göre İsrail gücünü sürekli olarak ulus aşırı diasporadan almaya devam edemeyecektir.”[9]

[1] Şlomo Sand, Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi? (Kitabı Mukaddes’ten Siyonizme), Çeviren: Işık Ergüden, Doğan Kitap, 2011, s. 36.

[2] Sand, a.g.e., s. 41.

[3] Norman G. Finkelstein, Holokost Endüstrisi (Yahudi Acılarının İstismarı), Tercüme: Utku Umut Bulsun, Kutadgu Yayınları, 2023-İstanbul., s. 56.

[4]  Finkelstein, age., s. 36.

[5] Şlomo Sand, Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi? (Kitabı Mukaddes’ten Siyonizme), Çeviren: Işık Ergüden, Doğan Kitap, 2011-İstanbul, s. 310.

[6] Abdulvehhab el Mesîrî, Men humu’l-Yehud ve ma hiye’l-Yahudiyye Daruş-Şurûk, Kahire-2009, s. 279.

[7] Stefan Goranov “Irkçılık: Siyonizm’in Temel Bir İlkesi”, Siyonizm ve Irkçılık, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara-1982, s. 33.

[8] Norman G. Finkelstein, Bu Kez Çok İleri Gittik, Çeviri: Deniz Özlem Çevik, Nefes Yay. İstanbul-2014, s. 101.

[9] Şlomo Sand, Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi? s. 378.

Ramazan Yıldırım

Prof. Dr. Ramazan Yıldırım İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesidir. Din-devlet ilişkileri, İslam kelam ekolleri ve çağdaş İslami hareketler alanında araştırmalarını sürdürmektedir. Arap Devrimleri ve İslami Hareketlerin Siyasal Dönüşümü, Hasan-ı Basri, Hâkim el Cüşemi Uyunu’l Mesail (Tahkikli Neşir), Selefîlik: Tarihsel Süreci ve Görüşleri, Mutezile’nin Kelamî Polemikleri, 20. Yüzyıl İslam Dünyasında Hilafet Tartışmaları, Medreseden Üniversiteye Ali Özek isimli çalışmaları yayınlanmıştır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA

Bakmadan Geçme