Sınır Değişiklikleri Çağı mı Geliyor?

Washington yeni bir standart belirlerse, diğer devletleri toprak değişikliklerini daha açık bir şekilde takip etmeye teşvik edebilir. Bu durum, etnik temizlik ve hatta soykırımlara zemin hazırlayabilir. Washington’un bu dinamiği kontrol edebilme kapasitesi kanıtlanmış değil; tıpkı ortaya çıkan dış anlaşmazlıklara ve potansiyel iç bölünme girişimlerine nasıl yanıt vereceğinin belirsiz olması gibi. Rusya ve İsrail ile yapılacak toprak anlaşmaları Beyaz Saray’a siyasi manevra alanı kazandırabilir, ancak bundan sonra ne olacağını kestirmek imkânsız.
Şubat 27, 2025
image_print

Donald Trump’ın Ukrayna ve İsrail’deki çatışmaları çözme planlarına yönelik tartışmalar sürerken, ABD Başkanı aylardır NATO müttefikleri üzerinde sürekli bir baskı uyguluyor. 2024 seçim zaferinin ardından Trump, 2019’da ilk kez gündeme getirdiği Danimarka’ya ait Grönland’ı ilhak etme fikrini yeniden ortaya attı. Bir zamanlar uçuk bir öneri olarak görülen bu çıkış, önemli bir müttefike karşı tekrar dile getirilmesiyle Avrupa ve uluslararası toplumda şok etkisi yarattı.

Trump ayrıca Kasım 2024’te Kanada’yı ABD’nin 51. eyaleti yapma niyetini açıkladı ve bu tutumunu defalarca yineledi. Her ne kadar 19. yüzyılın ortalarına kadar iki ülke arasında şiddetli çatışmalar yaşanmış olsa da, günümüzde böyle bir ilhak, lojistik zorluklar, derin bağlar ve dostane ilişkiler nedeniyle neredeyse imkânsız görünüyor.

Ancak Trump bu söylemlerini daha da ileri taşıdı. Panama Kanalı ve Gazze’yi ele geçirme yönündeki ek açıklamaları, dünyanın en güçlü ülkesinin ciddi şekilde toprak genişletme fikrini değerlendirdiği yönündeki endişeleri artırdı.

Trump’ın motivasyonları—Kanada’ya karşı bir ticaret taktiği mi, Grönland’da daha fazla askeri hak elde etme çabası mı, yoksa başka nedenler mi olduğu—hala belirsizliğini koruyor. Ancak Washington’un yayılmacı politika değişimi, Rusya ile yürütülen ve muhtemelen Moskova’ya toprak bırakılarak sona erdirilmesi planlanan Ukrayna savaşını bitirmeye yönelik hızla ilerleyen müzakerelerle aynı zamana denk geliyor.

Bu sırada İsrail, sınırlarını güçlendirme planları yapıyor. Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki Filistinlilerin kalıcı olarak sınır dışı edilmesi ve Suriye’ye ait Golan Tepeleri’nin resmen ilhak edilmesi gibi adımları değerlendiriyor. Bir zamanlar sadece siyasi bir gösteri olarak görülen Trump’ın hamleleri, artık sınırlar konusundaki söylemi yeniden şekillendirmeye yönelik daha büyük bir stratejinin parçası gibi görünüyor ve yeni, öngörülemez bölgesel çatışmaların önünü açma riski taşıyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası toplum, sömürgecilikten kurtuluş sürecinde dahi istikrarsızlık, ayrılma ve fetih korkusuyla sınır değişikliklerine büyük ölçüde direnç gösterdi. 1975 Helsinki Anlaşmaları ise Avrupa’nın savaş sonrası sınırlarını sağlamlaştırarak şiddet içeren değişiklikleri caydırırken, barışçıl ve karşılıklı uzlaşmayla yapılan düzenlemelere kapı araladı.

İyimserler, Soğuk Savaş sonrasında da bu modelin geçerliliğini koruyacağını umuyordu. Almanya’nın 1990’daki yeniden birleşmesini, Çekoslovakya’nın 1992’de dostane bir şekilde bölünmesi takip etti. O dönemde, Batı’daki toprak anlaşmazlıkları büyük ölçüde hukuki mücadelelere indirgenmiş ve bu yaklaşımın Doğu Avrupa’ya ve ötesine yayılması beklenen çok taraflı, kurumsal bir çatışma çözümü modeli olarak görülmüştü.

Ancak, eski komünist Avrupa’dan çıkan yeni bağımsız devletlerde toprak anlaşmazlıkları patlak verdi ve bunların çözümü için net yollar bulunmuyordu. Eski Sovyetler Birliği’nde, Moldova ve Gürcistan’daki Rus destekli ayrılıkçılar çatışmaların çözümsüz kalmasına neden oldu. Eski Yugoslavya’daki ABD ve NATO müdahalesi huzursuz bir barış sağladı, ancak Batı’nın Kosova’nın 2008’deki bağımsızlığını desteklemesi istikrarsızlığı derinleştirerek müttefikler arasında bölünmelere yol açtı. Benzer şekilde, Batı’nın desteklediği Eritre (1993) ve Güney Sudan (2011) bağımsızlık girişimleri uzun süreli şiddete neden oldu ve diğer ayrılıkçı ya da ilhak hareketleri, Batı’nın küresel ölçekte toprak bütünlüğünü yönetme konusundaki kararlılığını sürekli olarak test etmeye devam etti.

Bu zorluklara rağmen, ABD öncülüğündeki statükoyu koruma çabaları büyük ölçüde 2022 yılına kadar sürdü. Ancak o yıl, Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’daki en büyük toprak genişleme savaşını başlatmasıyla dengeler değişti. Batılı güçler Ukrayna’ya milyarlarca dolarlık askeri ve ekonomik yardım sağlayarak Rusya’nın Kiev’i ele geçirmesini engelledi, ancak NATO’nun kapısında gerçekleşen bu işgali önleyemediler. Batı’nın caydırıcılık kapasitesinin sınırlı olduğu gerçeğinin ortaya çıkması, yerleşik sınırların kalıcılığına olan güveni sarsmış durumda.

Eğer gerçekten yeni bir sınır değişiklikleri çağı başladıysa, Trump bunu normalleştirmeye ve ABD’yi bu sürecin en büyük kazananı olarak konumlandırmaya istekli görünüyor. Grönland ya da stratejik açıdan kritik Panama Kanalı üzerinde tam anlamıyla ilhak gerçekleştirmeden fiili kontrolü artırmak bile—dünyanın farklı yerlerinde sınır değişiklikleri müzakere edilirken—bazı sınırların zayıflığını gözler önüne seriyor ve ABD’ye değişen dünya düzeninde hâkimiyet kurma fırsatı sunuyor.

Trump, ilk başkanlık döneminde, Rusya’nın 2014 yılında Ukrayna’dan aldığı Kırım’ı tanıyabileceğinin sinyallerini vermişti ve şimdi de Ukrayna’nın 2022 öncesi, hatta 2014 öncesi sınırlarına geri dönemeyeceğini kabul etmiş görünüyor. 18 Şubat 2025’te ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suudi Arabistan’da Ukrayna barış görüşmeleri için bir araya geldi; ancak bu görüşmelere Kiev ve Avrupalı müttefikler dahil edilmedi.

ABD’nin Ukrayna’ya yönelik taahhütlerini muğlak tutması, Trump’a desteği azaltma konusunda manevra alanı sağlıyor. Ancak asıl amacı ne? Maliyetleri düşürmek, ABD’yi barış yanlısı bir aktör olarak konumlandırmak, uluslararası piyasaları yatıştırmak ve potansiyel olarak Ukrayna’nın kaynaklarına erişimi güvence altına almak gibi olasılıklar öne çıkıyor. Ancak, ABD dış politikası açısından bir kazanım gibi görünecek bir anlaşma oluşturmak zor olacak ve bu nedenle Washington’un kendi toprak genişlemesi algısı kilit bir faktör haline gelecek.

Kanada üzerindeki kontrolü artırmak pek olası görünmese de Moskova, Trump’ın Grönland hakkındaki açıklamalarını “yakından izliyor.” ABD’nin 1946’da Grönland’ı gizlice satın alma girişiminde bulunmasının ardından Trump’ın bu konudaki açık teklifi, belli bir ağırlık taşıyor. Rus yetkililer ve medya, Grönland’ın eşit olarak bölünmesi fikrini ortaya atsa da, daha ciddi bir şekilde Washington’un Danimarka’ya daha fazla askeri erişim için baskı yaptığını düşünüyorlar. Danimarka’dan olası bağımsızlığının ardından Grönland ile bir Serbest Ortaklık Anlaşması gibi öneriler, Kuzey Kutbu’ndaki artan askeri varlıkları göz önünde bulundurulduğunda, Rusya ve Çin’den sert tepkiler alabilir. Moskova’nın direnci, Ukrayna’da verilecek tavizlerle yumuşatılabilir, ancak bu hala belirsizliğini koruyor.

Washington’un çok taraflı tahkimi atlayarak iki taraflı bölgesel düzenlemelere açık olması, yine de Ukrayna’nın rızasını ve Grönlandlıların (ya da başka herhangi bir bölgenin) isteklerinin dikkate alınmasını gerektirecektir. Yine de, Rusya ve ABD arasında varılacak herhangi bir toprak anlaşması, Aralık 2024’te Beşar Esad hükümetinin çöküşünün ardından İsrail’in Gazze ve Suriye ile ilgili toprak hedeflerini etkileyebilir.

Trump, 2019 yılında İsrail’in 1967 Altı Gün Savaşı’ndan bu yana kontrol ettiği stratejik açıdan önemli bir Suriye bölgesi olan Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini resmen tanıdı. Daha sonra Biden yönetiminin de onayladığı bu karar, ABD’nin İsrail’in toprak taleplerini tanıması için bir emsal teşkil etti. Esad hükümetinin çökmesinin ardından İsrail güçleri hızla BM tarafından belirlenen tampon bölgeye girerek kontrolünü pekiştirdi ve İsrail hükümeti buradaki nüfusunu iki katına çıkarmayı planladığını duyurdu.

Golan Tepeleri, İsrail’e stratejik bir askerî üstünlük sağlayan yüksek bir konum, hayati tatlı su rezervleri ve diğer doğal kaynaklar sunuyor. Suriye hükümetinin çökmesi ve Şam’ın artık büyük bir tehdit oluşturmamasıyla birlikte, İsrail’in bölgedeki kontrolünü sağlamlaştırmasına karşı ciddi bir muhalefet kalmamış görünüyor. Bu sürecin bir parçası olarak BM’yi bölgeden çıkarması da olası. İsrail, Golan’daki hâkimiyetini güçlendirerek aynı zamanda mevcut askerî operasyonlarını bir zafer olarak çerçeveleyebilir ve bunu “İran’ın vekil ağının” zayıflamasıyla ilişkilendirebilir.

Esad’ın düşüşüne rağmen Rusya, Suriye’de askerî varlığını sürdürmek istiyor. Bu durum, Moskova’nın ortaklarını İsrail’in Golan Tepeleri’ndeki hamlelerine karşı koymaktan alıkoyabileceği gibi, Gazze’de Hamas üzerindeki etkisini kullanarak gerilimi yönetmesine de imkân tanıyabilir. İsrail ile Trump’a yakın bağları üzerinden iş birliğini derinleştiren Moskova, bu yolla Ukrayna konusunda tavizler koparmayı umabilir. 24 Şubat 2025’te İsrail, ABD de dahil olmak üzere 18 ülke ile birlikte, Rusya’yı Ukrayna’daki eylemleri nedeniyle saldırgan olarak kınayan BM kararına karşı oy kullandı.

Trump’ın İsrail’e verdiği sarsılmaz destek, İsrail’in bölgedeki konumunu güçlendirirken çevre ülkeler üzerinde de baskı oluşturarak onları İsrail’in politikalarına uyum sağlamaya zorluyor. Golan Tepeleri’nden gelen suya bağımlı olan Ürdün, muhtemelen İsrail’in eylemlerini kabul etmek zorunda kalacak ve bu dinamik Gazze’ye de yansıyacak. 11 Şubat 2025’te Ürdün Kralı II. Abdullah, Trump ile bir araya gelerek Trump’ın Gazze’deki Filistinlilerin yeniden yerleştirilmesi önerisini görüştü. Filistinli mülteciler konusunda geçmişte yaşadığı istikrarsızlık nedeniyle temkinli olan Kral, Filistinlilerin büyük ölçekli yeniden yerleştirilmesi teklifini kesin bir dille reddetti. Ancak, 2.000 yaralı çocuğu derhâl kabul etme önerisi, Trump’ın daha büyük planına istemeden de olsa bir ölçüde güvenilirlik kazandırarak sınırlı bir yeniden yerleştirmenin uygulanabilir olduğunu zımnen kabul etti.

Bu anlaşmaların zaman çizelgesi belirsizliğini koruyor, ancak Rusya ve İsrail ile yapılacak anlaşmalar küresel sınır normlarını yeniden şekillendirebilir ve ABD’nin toprak bütünlüğünü koruma rolünden çekilmesi, kontrol edilemez sonuçları tetikleyebilir. Hem Rusya hem de İsrail muhtemelen daha fazla kazanım peşinde koşacaktır.

İsrail’in hamlelerinin ötesinde, Suriye kuzeyde Türkiye’nin kontrolü ve Kürt bağımsızlık hareketleriyle mücadele ediyor. Kürtlerin bağımsızlık talepleri Irak, İran ve Türkiye’ye kadar uzanarak bu ülkelerle doğrudan çatışırken, Türkiye’nin “Büyük Türkiye” hedefleri Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde geniş bir kontrolü de içeriyor.

Afrika’da Sudan, hem Güney Sudan hem de Etiyopya ile toprak anlaşmazlıkları yaşarken, Etiyopya’nın da Eritre ve Somali ile uzun süredir devam eden sınır ihtilafları bulunuyor. Öte yandan Somali’de derinleşen iç bölünmeler, ülkenin daha da parçalanma riskini artırıyor.

Ayrıca, Fas ile Cezayir destekli Batı Sahra arasındaki onlarca yıldır süren çatışma 2020’de yeniden alevlendi. Trump’ın ilk başkanlık döneminin son haftalarında ABD, Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanıyan ilk ülke oldu. Bu hamle, Fas’ın Aralık 2020’de İsrail’i tanıması karşılığında gerçekleşti. Ancak burada Trump, yeni bir sürecin önünü açmış gibi görünüyor; İsrail 2023’te, Fransa ise 2024’te Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanıdı. O zamandan bu yana düzinelerce ülke Fas’ın pozisyonuna giderek artan bir destek sunsa da, tam anlamıyla onay vermekten kaçınıyorlar.

ABD’nin Fas konusunda yalnızca erken bir adım atmış olup olmadığı bir yana, dünyanın başka yerlerinde tehlikeli bir tırmanış riski bulunuyor. Rusya’nın Ukrayna’da elde edebileceği muhtemel kazanımları izleyen Çin, geleneksel jeopolitik stratejisinin bir parçası olarak birçok toprak anlaşmazlığını tırmandırabilir. Özellikle Tayvan ve Güney Çin Denizi üzerindeki gerilimler, ABD ve müttefikleriyle doğrudan çatışmalara yol açabilir. Çin ve Hindistan, son dönemde sınır gerilimlerini azaltmaya yönelik adımlar atmış olsalar da, Himalaya sınırındaki çekişme devam ediyor. Hindistan ve Pakistan ise nükleer tehdidin riskleri artırdığı Keşmir meselesinde hâlâ karşı karşıya bulunuyor.

Daha yakın bir bölgede, Belize-Guatemala sınırındaki gerilimlerin tırmanma riski taşıdığı görülüyor. Ayrıca, 2023’ten bu yana Venezuela’nın Guyana’nın topraklarının %70’ini oluşturan Essequibo bölgesi üzerindeki hak iddiaları, Amerika kıtasında önemli bir değişime işaret ediyor. Şiddet olaylarının patlak vermesi, ABD’nin güney sınırındaki göç krizini daha da kötüleştirebilir ve Amerikan sınırlarının artan baskılara dayanıklılığını test edebilir.

Sınır bütünlüğünü koruma çabalarına rağmen, sömürge döneminden kalma sınırlar, uzun süredir devam eden anlaşmazlıklar ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından yaşanan ani devlet çöküşleri, toprak istikrarını sarsmaya devam etti. Batı, büyük ölçüde düzeni korumaya çalışırken, Trump’ın stratejisi küresel toprak yönetiminin çaba sarf etmeye değmeyeceğini öne sürüyor. Bunun yerine, yönetimi yurtiçinde sınırları güçlendirmeye odaklanırken, yurtdışındaki kırılganlıkları kendi lehine kullanmayı amaçlıyor. Ukrayna ve İsrail’deki değişimler bir anda gerçekleşmeyebilir, ancak yıllar süren altyapı çalışmaları ve devam eden müzakereler bu süreci hızlandırabilir ve potansiyel olarak ABD’nin toprak genişlemesini de içerebilir.

Diğer ülkelerin ya da gelecekteki yönetimlerin bu hamleleri kabul edip etmeyeceği belirsiz. Ancak Washington yeni bir standart belirlerse, diğer devletleri toprak değişikliklerini daha açık bir şekilde takip etmeye teşvik edebilir. Bu durum, etnik temizlik ve hatta soykırımlara zemin hazırlayabilir. Washington’un bu dinamiği kontrol edebilme kapasitesi kanıtlanmış değil; tıpkı ortaya çıkan dış anlaşmazlıklara ve potansiyel iç bölünme girişimlerine nasıl yanıt vereceğinin belirsiz olması gibi. Rusya ve İsrail ile yapılacak toprak anlaşmaları Beyaz Saray’a siyasi manevra alanı kazandırabilir, ancak bundan sonra ne olacağını kestirmek imkânsız.

*John P. Ruehl, Washington, D.C.’de yaşayan Avustralyalı-Amerikalı bir gazetecidir. Strategic Policy dergisinde editörlük yapmakta ve çeşitli dış politika yayınlarına katkıda bulunmaktadır. Şu anda 2022’de yayımlanması planlanan Rusya üzerine bir kitabı tamamlamaktadır.

 

Kaynak: https://asiatimes.com/2025/02/a-coming-age-of-changing-borders/#   

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.