Suriye’deki hapishanelerle ilgili haberlerde bu hapishanelerin on yıllardır terör şüphelilerinin acımasız sorgulamalar için gönderildiği olağanüstü gözaltı merkezlerine dönüştürüldüğü göz ardı ediliyor.
İsyancı güçlerin Suriye’nin başkentine akın etmesi ve Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Rusya’ya kaçmasıyla birlikte, Suriyeliler kutlama için sokaklara döküldü. Bazıları, kayıp ailelerini aramak için “insan mezbahası” adını verdikleri askeri hapishane Sednaya’ya koştu. Ne yazık ki, çok azı bulunabildi. Suriye İnsan Hakları Ağı’na göre, 2011-2013 yılları arasında 30.000’den fazla insan “infaz, işkence ya da açlıktan” öldü ve “2018-2021 yılları arasında en az 500 kişi daha yaşamını yitirdi.” Diğerleri ise çok daha önce kayboldu, çünkü Suriye hapishaneleri onlarca yıl boyunca işkence taktiklerini mükemmelleştirdi.
Ancak, Suriye hapishaneleriyle ilgili dünya genelindeki haberler, 20 yıl önce ABD’nin terör şüphelilerini sorgulanmak üzere gönderdiği başlıca yerlerden biri olarak oynadığı rolü gözden kaçırıyor.
Korkunç işkencelerin utanç verici ayrıntıları arasında gizlenen oldukça çirkin bir gerçek var: ABD, teröristleri avlarken, daha 11 Eylül’den önce CIA, “olağanüstü gözaltı” adı verilen dahiyane bir plan başlattı. Bu plan, “yüksek değerli” şüphelilerin ülke dışında sorgulanmasını sağlıyor ve böylece ABD işkence yasalarından kaçınılıyordu. İlk şüpheliler 1990’ların ortalarında Mısır’a götürüldü ve program 2007 yılına kadar devam etti.
CIA kaç kişiyi teslim etti? 2014 tarihli bir Senato İstihbarat Komitesi raporunda, kesin sayının bilinemeyeceği belirtiliyor çünkü “o dönem CIA direktörü olan Michal Hayden, waterboarding’in etkinliğinden CIA’in elindeki tutuklu sayısına kadar Komite’ye defalarca yanıltıcı bilgiler verdi.”
Ancak 26 Aralık 2002 tarihli bir Washington Post makalesine göre, “binlerce kişi tutuklandı ve ABD’nin yardımıyla mahkûmlara acımasız davranmasıyla bilinen ülkelerde tutuldu.”
2004 yılında eski bir CIA ajanı olan Robert Baer, New Statesman dergisine şunları söyledi: “Kavramsal olarak bu uygulama işkenceye yönlendirmedir. Ciddi bir sorgulama istiyorsanız mahkûmu Ürdün’e gönderirsiniz. İşkence görmesini istiyorsanız Suriye’ye gönderirsiniz. Birinin ortadan kaybolmasını istiyorsanız Mısır’a gönderirsiniz.”
Sednaya’dan kurtulanlar korkunç hikâyeler anlatıyor: Kılıçlarla tecavüze uğradılar, kafeslerden zincirlerle asıldılar, demir çubuklarla dövüldüler, tabut büyüklüğünde dondurucu hücrelerde çıplak bırakıldılar, hücre arkadaşlarını öldürmeye zorlandılar ve aç bırakıldılar. Bazıları cinsel organlarına elektrik şoku verildiğini söylüyor. Eski bir mahkûm, mahkûmların yamyamlığa zorlandığını da belirtti.
İşkenceciler, kurbanların suçlarını itiraf etmelerini talep ediyor, ardından da genellikle asılarak infaz ediyorlardı.
Olağanüstü gözaltı (rendition) süreci şöyle işliyordu: CIA, aradığı şüphelilerin listelerini oluşturuyor ve bu şüphelileri yakalamak için ajanlarını taşıyacak küçük havayolu şirketleri (işaretsiz uçaklarla) kiralıyordu. İnsan kargolarını aldıktan sonra, ABD’nin sorgulama yöntemleri konusunda hiçbir çekincesi olmadığını bildiği müttefiklere uçuruyorlardı.
Suriye’nin yanı sıra CIA, şüphelileri Mısır, Özbekistan, Fas, Cezayir, Ürdün, Pakistan, Polonya, Tayland ve Romanya’ya gönderdi. CIA, gönderim yeri konusunda pek seçici davranmıyordu. Time Magazine’in 13 Ekim 2006 tarihli bir makalesinde belirtildiği gibi, “Suriye ile ABD arasındaki derin siyasi güvensizlik nedeniyle iki ülke, terörle savaşta doğal ortaklar değillerdi.” Ancak CIA bu işi yaptırmak istiyordu ve kimin yapacağını da biliyordu.
Yardımları karşılığında bu ülkeler cömertçe ödüllendirildi. Senato raporunda “CIA’in gizli gözaltı merkezlerine ev sahipliği yapmaları için yabancı hükümet yetkililerine milyonlarca dolar nakit ödeme yaptığı” belirtiliyordu. Ne kadar ve kime? Bu bilinmiyor, çünkü raporda isimler ve rakamlar sansürlendi. Ancak eski bir CIA ajanı, “silahlar, casus kameralar, hatta gece görüş gözlükleri bile aldılar. Ne istedilerse aldılar,” dedi.
Bu uçuşlar, 2006 yılında Uluslararası Af Örgütü ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Parlamenter Meclisi tarafından belgelenmiştir.
Peki neden bu kadar karmaşık bir süreç tercih edildi? Çünkü ABD topraklarında işkenceye izin verilmediği için CIA bunu dışarıda yaptırmak zorundaydı. 17 Mart 2005 tarihli bir Washington Post makalesine göre, adı açıklanmayan bir ABD yetkilisi, “onlara kötü muamele etmediklerini söylüyorlar ve bu yasal gerekliliği karşılıyor. Ama hepimiz biliyoruz ki yapıyorlar,” itirafında bulunmuştu.
ABD’nin prosedürlerini netleştirmek için Beyaz Saray avukatı John Yoo, Ağustos 2002’de “işkence notu” olarak adlandırılan bir belge kaleme aldı. Bu belge, CIA’in şüphelilere ne yapabileceğini belirtiyordu. 2002-2007 yılları arasında görev yapan CIA direktörleri George Tenet ve Michael Hayden bu notu onayladı ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney, terörle mücadele faaliyetleri konusunda genel yetkiye sahipti.
Olağanüstü gözaltı (rendition) programını başlatma kararı, teşkilatın en büyük birimi olan terörle mücadele birimindeki üst düzey CIA yetkilileri tarafından alındı. Bu birimin başında John Brennan bulunuyordu.
Eski bir CIA ajanı, “hükümetin hiçbir kademesinde hiç kimse bunu durdurmaya istekli değildi,” dedi.
Maher Arar’ın durumu bu süreçle ilgili öğretici bir örnektir. Suriyeli doğumlu bir Kanada vatandaşı olan telekomünikasyon mühendisi Arar, Tunus’a yaptığı bir ziyaretten dönerken 26 Eylül 2002’de JFK Havalimanı’nda ABD ajanları tarafından alıkonuldu. Kanadalı polisin Arar’ın bir El Kaide ajanı olabileceği yönündeki istihbaratı üzerine harekete geçen ajanlar, onu 12 gün boyunca sorguladı, bir avukata erişmesine izin vermedi ve onu gizlice Suriye’ye uçurdu.
Sonraki 10 ay boyunca, Suriyeli sorgucular Arar’a işkence ederek Afganistan’da eğitim aldığını itiraf etmeye zorladı (oysa Arar hiç orada bulunmamıştı). Ekim 2003’te Suriye, ona herhangi bir suçlama yöneltmeden serbest bıraktı.
Suriye’nin ABD Büyükelçisi İmad Mustafa, 2004 yılında CBS’in 60 Minutes programında verdiği bir röportajda, “Soruşturmalarımızı yaptık. Bağlantıların izini sürdük. Bir şey bulmaya çalıştık. Ama bulamadık,” dedi. Ayrıca, “ABD ile her zaman bilgi paylaşırız,” diye ekledi.
Arar daha sonra Kanada’ya iade edildi ve 19 Şubat 2012 tarihli Guardian makalesine göre, “terörizmle herhangi bir bağlantısı olmadığı” anlaşıldı. Ancak Bush döneminde olduğu gibi Obama döneminde de ABD hükümeti bu konuyu tartışmayı ya da özür dilemeyi reddetti.
Beklendiği üzere, ABD sürekli olarak işkenceye karıştığını reddetti. Aralık 2005’te Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, “ABD işkenceye izin vermez veya bunu hoş görmez ya da tutukluları işkence amacıyla bir ülkeden başka bir ülkeye nakletmez… Uygun olduğu durumlarda, ABD, transfer edilen kişilere işkence yapılmayacağına dair güvence ister,” dedi.
ABD Adalet Bakanlığı, 2004 yılında Yoo notunu geri çekti. Ancak uygulama 2007 yılına kadar devam etti.
Amerikalı tarihçi, eğitimci, JFK’nin danışmanı ve kamu görevlisi Arthur Schlesinger Jr., “Hiçbir tutum, Bush’un işkence politikasından daha fazla Amerika’nın dünya çapındaki itibarına zarar vermemiştir,” dedi.
Kaynak: https://www.thenation.com/article/world/torture-prisons-syria-war/