Afrika artık çevresel bir arena değil—Moskova’nın küresel stratejisinde merkezi bir platform haline geliyor.
Başkan Donald Trump, Ukrayna konusunda Putin’le bir çıkış yolu ararken, Kremlin oyalama taktikleri uyguluyor ve bu arada başka yerlerde kazanımlar elde ediyor. Washington Doğu Avrupa’ya odaklanmışken, Moskova Afrika’daki nüfuzunu genişletiyor ve Atlantik kıyılarına doğru istikrarlı bir şekilde ilerliyor. Gözden ırak biçimde hareket eden Rusya, askeri üsler kuruyor, savunma anlaşmaları yapıyor ve bölgesel dengeyi Kızıldeniz’den Batı Afrika’ya doğru kaydırıyor.
Eğer Trump yönetimi bu duruma karşılık vermezse, Kremlin NATO’nun güney kanadında yeni bir stratejik dayanak daha kazanacak. Üstelik yalnız da olmayacak: Rusya, Çin ve İran’la koordinasyonunu derinleştirerek kara, deniz, hava ve iletişim alanları dahil olmak üzere birçok cephede Batı’nın üstünlüğüne meydan okumayı amaçlayan düşmanca bir eksen kuruyor.
ABD’nin Nijer’den çekilmesi—ve bunu Fransa’nın Senegal, Mali ve Burkina Faso’dan çıkarılması izlemesi—Batı’nın Sahel bölgesindeki dayanaklarının çöktüğünü gösteriyor. Batı geri çekilirken, Rusya bu boşluğu hızla dolduruyor; güvenlik yapılarının içine yerleşiyor ve etkisini sınırlarının ötesine taşıyor. Üstelik bu sadece siyasi bir nüfuz değil—Rusya, Afrika’nın en büyük silah tedarikçisi konumunda ve kıtanın silah ithalatının yüzde 40’ını sağlıyor.
Bu sadece bir fırsatçılık değil; bu, Putin’in asimetrik savaş stratejisinin bir ürünü. Cuntaları silahlandıran, darbeleri destekleyen ve kaostan faydalanan Moskova, Batı’nın bıraktığı güç boşluklarını ele geçiriyor. Geçtiğimiz Kasım ayında Soçi’de düzenlenen bir zirvede Putin şu vaatte bulundu: “Ülkemiz Afrikalı dostlarımıza tam destek vermeye devam edecektir.”
Moskova’nın Burkina Faso, Mali ve Nijer’de—yeni kurulan Sahel Devletleri İttifakı (AES)—artan etkisi, net bir yönelimi ortaya koyuyor. 2020 ile 2023 yılları arasında bu ülkelerdeki askeri cuntalar, Rusya destekli darbelerle iktidarı ele geçirdi ve bölgesel müttefikleri, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan askeri ve diplomatik bağlarını sona erdirdi. Şimdi ise Moskova’nın rehberliğinde güvenlik iş birliğini derinleştiriyorlar. Nijer, Burkina Faso ve Mali’den oluşan 5.000 kişilik ortak bir kuvvet, Sahel’in merkezine konuşlandırılacak; bu adım Rus etkisini güçlendirirken Batı destekli güvenlik yapılarının devre dışı bırakılmasını sağlayacak.
Ancak Rusya yalnızca bu rejimleri desteklemekle kalmıyor; Wagner Paralı Asker Şirketi (Wagner PMC) aracılığıyla Afrika’nın güvenlik mimarisini kökten yeniden şekillendiriyor. Sadece bir paramiliter grup olmaktan öte, Wagner, güvenlik güçlerinin içine yerleştirilerek bölgenin güç dengelerini yeniden kurmak için kullanılan stratejik bir araç. Moskova, askeri yardım ve diplomatik koruma sağlayarak bu rejimlerin varlıklarının temel dayanağı haline geliyor ve böylece bölgenin geleceği üzerinde uzun vadeli kontrol sağlıyor.
Moskova şimdi bu stratejisini Sahel’in ötesine, Atlantik kıyılarına doğru genişletiyor. 2023 yılında Moritanya’ya gerçekleştirdiği ziyaret, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un daha geniş kapsamlı bir Rus diplomatik hamlesinin parçasıydı. Moritanya hükümeti uluslararası hukuka olan bağlılığını yeniden teyit ederken, aynı zamanda Rusya’nın güvenlik kaygılarını “anladığını” da ifade etti—bu da Moskova’nın söyleminin bölgedeki yankı bulduğunun bir göstergesi.
Ekvator Ginesi’nde Rusya daha doğrudan bir yaklaşım benimsedi. Kasım 2024 tarihli raporlar, Moskova’nın Devlet Başkanı Teodoro Obiang Nguema Mbasogo’nun rejimini korumak amacıyla 200 kadar asker konuşlandırdığını ortaya koyuyor. Bu, Rusya’nın bilindik modelini yansıtıyor: uzun vadeli nüfuz karşılığında rejim koruması sunmak. Petrol zenginliği ve Gine Körfezi boyunca uzanan stratejik konumuyla Ekvator Ginesi, tarihsel olarak Batılı güçlerin hakimiyetindeki bir bölgede Rusya’ya bir dayanak noktası sağlıyor.
Bu değişim Rusya’ya üç kritik avantaj sağlıyor. Birincisi, bir zamanlar Batı’nın güvenilir ortakları olan Çad, Benin, Gana ve Fildişi Sahili gibi komşu ülkeleri, isteseler de istemeseler de Moskova ile ilişki kurmaya zorluyor. Mali, Burkina Faso ve Nijer’in Rusya ile aynı hizada bir tampon bölge oluşturduğu ve Rus destekli güçlerin kıyı devletlerinde faaliyet gösterdiği göz önünde bulundurulduğunda, bölgesel hükümetler ya güvenlik ortaklıklarını yeniden düzenlemeli ya da Moskova’nın hakimiyet kurduğu bir ortamda hareket etmenin riskini göze almalı.
İkincisi, AES (Sahel Devletleri İttifakı), Afrika Birliği ve ECOWAS gibi bölgesel güvenliği koordine eden yapıları bypass ederek bu kurumları zayıflatıyor. Moskova, bu çerçeveleri aşındırarak istikrarsızlığa verilecek tepkilerin kendi koşulları çerçevesinde şekillenmesini sağlıyor. Güç dengesindeki bu değişimi gören Togo’nun şimdi AES’ye katılmak istemesi bir tesadüf değil.
Üçüncüsü, bu strateji ABD ve NATO destekli güvenlik operasyonlarını sekteye uğratıyor. Batılı güçler Sahel’deki kilit merkezlerden koparıldıkça, terörle mücadele çabaları daha kırılgan olan kıyı devletlerine doğru güneye itiliyor. Bu kesinti, istihbarat paylaşımını parçalayarak Batılı güçleri giderek daha reaktif bir tutum takınmaya zorluyor. Bu, Rusya’nın avantaj sağladığı bir tür çatışma ortamı—Batı müdahaleleri yavaş ve yetersiz kalırken, Moskova kendisini yeni güvenlik garantörü olarak öne çıkarıyor.
Ancak Moskova’nın Afrika’daki emelleri kıtayla sınırlı değil—burasını, yeni bir küresel etki mimarisinde kritik bir düğüm noktası olarak görüyor. Moskova, 2026 yılına kadar Gambiya, Liberya, Komorlar, Nijer, Sierra Leone, Togo ve Güney Sudan’da büyükelçilikler açmayı planlıyor; bu da Batı etkisinin azaldığı bölgelerde kendi nüfuzunu pekiştirmeye yönelik bir adım.
Bu değişim, Rusya’nın stratejik bloğunu daha da güçlendiriyor—Kremlin destekli bir darbenin ardından İran, Nijer uranyumunu güvence altına alırken; Moskova Batı etkisini aşındırırken Çin de kendi hakimiyetini genişletiyor. Moskova, Tahran ve Pekin birlikte, ABD’nin küresel çıkarlarına doğrudan meydan okuyan bir eksen oluşturuyor.
Şimdi Rusya gözünü Atlantik’e dikmiş durumda. Afrika’nın batı kıyısında henüz bir deniz üssü ilan edilmiş olmasa da, Gine, Moritanya ve Ekvator Ginesi ile derinleşen bağlar bunun sadece bir zaman meselesi olduğunu gösteriyor. Bugün bir lojistik merkez olarak kurulan yapı, yarın askeri bir ileri karakola dönüşebilir ve bu da Moskova’ya NATO’nun üstünlüğüne meydan okuyacak, hatta Batı’nın tedarik hatlarını sekteye uğratabilecek stratejik bir dayanak sağlayabilir.
Washington harekete geçmeden önce Rusya’nın bu emellerinin kapsamını kavramalıdır. Afrika artık çevresel bir arena değil—Moskova’nın küresel stratejisinin merkezine yerleşiyor. Bu gerçeği görmezden gelmeye devam ederseniz, Rusya, İran ve Çin sahayı karşılıksız biçimde şekillendirecektir. Moskova’nın kilit koridorları güvence altına alması ve yeni güvenlik hatları oluşturmasıyla birlikte Batı’nın tedarik zincirleri kırılabilir, caydırıcılık mekanizmaları çözülebilir ve Avrupa kendini savunmasız bir konumda bulabilir. Batı tepki verdiğinde ise güç dengesi çoktan değişmiş olabilir.
*Yazar Hakkında: Zineb Riboua
Zineb Riboua, Hudson Enstitüsü’ne bağlı Orta Doğu’da Barış ve Güvenlik Merkezi’nde Araştırma Görevlisi ve Program Yöneticisi olarak görev yapmaktadır. Çin ve Rusya’nın Orta Doğu, Sahel ve Kuzey Afrika’daki faaliyetleri, bölgede büyük güç rekabeti ve İsrail-Arap ilişkileri üzerine uzmanlaşmıştır. Hudson Enstitüsü’ne katılmadan önce, Georgetown Üniversitesi’ndeki Yahudi Medeniyeti Merkezi’nde araştırma asistanı olarak çalışmıştır. Riboua’nın makale ve yorumları The Wall Street Journal, Foreign Policy, The National Interest, The Jerusalem Post, Tablet ve diğer yayın organlarında yayımlanmıştır. X’te @zriboua kullanıcı adıyla takip edilebilir.
Kaynak: https://nationalinterest.org/feature/the-rise-of-russias-african-empire