Habermas Neden İsrail’in Yanında – 3
Calvino, Kara Koyun başlıklı hikayesinde herkesin hırsız olduğu bir ülkeden bahseder. Bu ülkede herkes her gece bir başkasının evini soymak için dışarı çıkar. Herkes hem hırsızdır hem de soyulandır. Böylece ekonomik, sosyal ve siyasal bir denge kurulur, kimsenin diğerine üstünlüğü mümkün olmaz. Lakin bir gün ülkeye dürüst bir adam gelir ve o geceleri dışarı çıkmadığı için bir kişi ev soyamaz, bir kişinin de evi soyulmaz. Dürüst adamın bu eyleme katılmaması zamanla evi soyulmayanların zenginleşmesine, fakirliğin ortaya çıkmasına, zenginlerin kendi mülklerini koruyan anlaşmalar önermelerine, zamanla polis teşkilatına varana dek ‘toplum’ ve ‘devlet’in ortaya çıkışına kadar ilerler. Hikayenin öznesi ülke halkı mıdır yoksa dürüst adam mıdır? Tüm bu süreci yaratan dürüst adam mıdır yoksa diğerlerinin dürüst olmaması mıdır? Ya da dürüst adam hırsızlığı seçseydi zenginlerin fakirleri sömüreceği bir sistem ortaya çıkmayacak mıydı? Postmodernizm, modern olana topluma dair bazı sorular sordu ve bu sorular her gün ya da gece fabrikada emek vererek başkasının zenginleşmesine neden olan bireyin kendini keşfetme sürecini başlattı. Soru dürüst olabilirdi ama bireyin postmodern kalıba sığmamasını da beraberinde getiriyordu. Ulus devletin Big Brother‘ına meydan okuyan sorular, alışveriş merkezlerinin görünür kılan güvenliğine ve bankaların kredi ile kuşattığı tüketim kölelerine sebebiyet verdi. Ulus devletin ve modern bilimin insanlık dışı alanları yerini ifşa, tüketim, şizofreni ağına saplanan yeni keşiflere bıraktı.
Tüketim postmodern dünyanın karşı konulmaz keşfidir. Her türlü değer tüketim şemasının içine yerleştirilebilir. Beden bu tüketimin karşı konulmaz hazzı için bir laboratuvar:
“Modern beden mükemmelliği, ölçülülük, ılımlılık, dinginlik/sükunet ve istikrar ilkesince yönlendirilen Rönesans tipi armoni gibi tasarlanıyordu. Nitekim sosyal bilimler insani gereksinimleri gerilimlerin yatıştırılması ve giderilmesi olarak ve bu gereksinimlerin doyurulmasını da gerilimsizlik durumu olarak tanımlıyordu. Mükemmellik, daha fazla ilerlemek imkânsız olduğu için bütün hareketlerin durduğu bir durum olarak görülüyordu. Postmodern beden eğitimi pratiği ise, tam tersine, sadece aşırılıklardan oluşan ve sadece ortaya çıkan gerilimlerin güzel bir biçimde dengelenmesi yoluyla ayakta durabilen Gotik tarzı bir inşayı doğuruyor.” (Bauman, 2001: 163).
Dirlik, postmodernizmin kapitalist tüketim tarzıyla ilişki biçimini şartları ile ideal bir birlik oluşturduğunu söyler. Bu aynı zamanda onun dolaylı olarak üretim biçimlerini de tüketime endeksli olarak yeniden organize ettiği gerçeği ile bizler yüzleştirir. Dirlik konuyu şöyle özetler: “Eski örgütlenme biçimleri nasıl emeğin seri sınaî üretimin kültürüyle kültürleştirilmesine ihtiyaç duyduysa yeni örgütlenme biçimleri de ona yeni bir esnek üretim kültürü dikte etmektedir. Bir kültür ve epistemoloji olan postmodernizm, postmodernliğin bu dönüşümlere şekil veren güç ilişkileriyle olan bağlantısını ortaya koymadığı sürece, eskiden ifadelerini modernizmde bulan iktidar yapılarının bir eleştirisi olmak şöyle dursun, bu yapıların ideolojik bir dışavurumu haline gelir ve onları meşrulaştırır. Bu anlamda postmodernite, kapitalist üretim tarzının değilse de tüketim tarzının dolaylı olarak üretim tarzının da içinde onu doğuran şartlara sıkı sıkıya bağlıdır.” (2007: 319)
Bu noktada sıkılık aynı zamanda kendi teorik zeminini inşa etme sürecini beraberinde getirecektir. Fakat postmodern alanın teorik algısı onun yapısal özelliği gibi ya da modern ve geleneksel gibi sabit değil değişkendir. Bu tüketim kalıplarının ruhuna istenilen hazza ulaşamama gibi bir zemin inşa etmekte. Tüketimin muazzam akışkanlığı sürekli bir öncekini eskiten yeni ürün yelpazesi oluşturmaktadır. Aslında tüketici aldığı ürünün kısa bir süre sonra eskiyeceğini ve daha gelişmiş bir modele yerini bırakacağını bilir ve arzusu hep sonrakini almaktır. Baudrillard bizleri satın almak istediği ürünü bir türlü satın almayı başaramayan insanlara benzetir (2011: 194). Ama var olanı almadan da yenisinin önüne gelemeyeceği ona ilham olunur. Bu süreklilik her ürünü bir sonrakine yol açan geçiş ürünü kategorisine sokar ki bu tam anlamıyla bir bağımlılıktır. Doyumsuzluk, tüketim kalıpları içerisinde kendini burada açığa vurur. Tüketim asla ulaşılamayacağa dair bir hamledir. Postmodern dünya bir anlamıyla ulaşılamamanın dünyasıdır. Zira temel düsturu ‘hedef’sizliktir diyebiliriz.
Postmodern ironinin en büyük tahammülsüzlüğü ilkeleredir. İlkeler hem modern dünyanın hem de geleneğin tanımlayıcı ve yargılayıcı mottolarıdır. Onların varlığı zorunlu olarak öteki kavramını doğuracaktır. Bu durum onu ilkeleri kaba mizahın konusu haline getirmeye iter. İstikrar ve disiplin de bu ilkeleri inşa eden iki temel kavramdır. İktidarın varlığı bu iki kavramın inşa ediciliğine bağlı olduğundan postmodern dünya bu iki kavramı dışlar. Akbar’a göre Müslümanlar, postmodernizmin hoşgörü, iyimserlik ruhunu ve insanı kendini tanımaya itmesini takdir etmekle birlikte, müstehziliğini ve ironisinin yarattığı tehdidi de görmekteler. Bu, onların dünya görüşünün merkezindeki iman ve dindarlığa karşı bir meydan okumadır (Akbar, 1995: 18). Aksi takdirdi kendilerini inşa eden dindarlıktan ve ihya eden metafizik okuma biçiminden uzaklaşıp içsel bir Protestanlaşma süreci yaşamak zorundadırlar. Akbar’ın dikkat çektiği nokta aynı zamanda katı kuralları ile cemaatini sürekli disiplin altında tutmak isteyen Yahudi’ler için de geçerlidir. Bu koruma refleksi her iki dünyada içe kapanıklığı ve bizce son modern refleks olarak dinsel köktenciliği ortaya çıkarmıştır. Akbar’a göre etnik dinsel köktencilik için, postmodernizm hem neden hem sonuç olabilir (Akbar, 1995: 27). İlkelerin ve kuralların Tanrısal olma vasfını kaybetmesi onları koruma güdüsünde şiddete varan bir eğilim göstermeye iter. Onun şiddet refleksi ise dış dünyada ona karşı antipati ve içerden savunma ve ‘apologist’ yaklaşımları doğurur. İslamfobia tartışmalarını somut bir örnek olarak vermek gerekirse her iki tarafın tutumu açısından iddiamızı destekleyecektir. Postmodern bir muhafazakârlığın ortaya çıkışı da belki bu sürecin ürünü olarak tartışılmalıdır. Kapitalist dünyayla daha uyumlu ve geleneksel değerleri müzede önünden geçerken duygusal doyum yaşanan değerler olarak görüp metalaştıran bir muhafazakârlığa şahit oluyoruz. Belki de Muhafazakârlığın doğası gereği olan bu durum modern muhafazakârlığın aksine teknik ve kalkınma ekseninde bir gelişimi kabullenirken değerler bazında bir değişmeyi uygun görmemekte.
Barthes’ın yazarın ölümünü ilan ettiği yakın zaman aynı zamanda dinsel metinlerin savunucularının onu otoriter tefsir gelenekleri altında anlamaya ve bunu savunma refleksi olarak yaymaya itmiştir diyebiliriz. Postmodern-postyapısalcı eğilimler bize aydınlanma, üst anlatı ve totalitarizm arasında kopmaz bağlar olduğunu söyler (Öztürk, 2010: 256). Geniş bir kitle bu savunma biçimi ve yorumlama tarzının modern tahakkümün baskısı altında ortaya çıktığını düşünerek sorunsuz bir özgürlüğü talep etmektedir. Postmodern öğretiye entelektüel yaklaşım yerine onun açtığı özgürlük alanlarından faydalanmayı anlık bir hazzın doyumu olarak gören bir kitle bu. Her türlü yorumun otoriter bir yoruma karşı kendine alan bulduğu postmodern dünya dinin savunma refleksini radikal anlamda daha sesli dile getiren yapılara bir bakıma bir yöneliş de getirmektedir. Değişim süreçleri her zaman kitlesel dönüşümler getirdiği gibi ona tepki veren yapıları organize etmeyi unutmamıştır. Modern dünya geleneğin değerlerini savunan ‘cemaat’i ‘gelenek’ adıyla tanımlayıp kendi gelişimini bu tepkinin kendince karanlığını formüle ederek sağlamıştır. Geleneksel dünya insanlığa binlerce yıldır karanlık bir arka plan dışında bir şey verememiş ve veremediği gibi metafizik/dinsel bir öngörü ile aklın sınırlandırmış, sınıf oluşturmuş ve onun emeğini ‘Tanrı’ adına sömürmüştür. Modern dünyanın bu iddialardan hareketle üreteceği mekanizma insanı merkeze alan bir sistem olmalıydı. Önce ‘din’in Tanrı merkezli yapısı ‘insan’ı merkeze alacak şekilde değiştirildi. Tabi bu durum Batı/Hıristiyan toplumları için çok önemli bir değişimdir. İslam gibi daha ziyade dünyayı insanın şekillendirmesi gerektiği düşüncesinden hareket eden dinlere nazaran, Hıristiyanlık ve Yahudilikte insan iradesi neredeyse yok hükmündedir. Nietczhe’nin ‘süper insan’ vurgusu, modern paradigmanın zamanla sınıfsal bir hal alan ve insanları fabrikalarda sömüren, kent merkezlerinin soğuk duvarlarına hapseden insanıyla zamanla çelişki halini almış ve modern dünyaya karşı tepkiler ve itirazlar yükselmeye başlamıştır. Çevre felaketleri, kültür endüstrisi, bilimin ‘ne’liği gibi konular bu dönemin başat tartışma başlıkları olmuş ve postmodern teorinin temellerini ortaya çıkarmıştır. Kültür ve siyaset modern dünyanın Afrika merkezli sömürü ağında başat iki kavramdı. Lash, kültür, ekonomi ve politika arasındaki sınırların çöktüğünü ifade eder (Smith, 2007: 303). Bu kavramsal bağ aynı zamanda kendi ulusunun kültürünü dikte eden ve belki de modern dünyaya artık en gerçekçi başkaldırıların doğmasına sebebiyet verecek Faşist devletlerin doğmasına neden oldu. En zehirli örneğini Nazizmin sunduğu geniş ölçekli kültür ve siyaset çiftleşmeleri artık olmayacaktı. Onların yerine, postmodernizm çağında kültürel siyaset olarak bilinen hayli değişik bir tür giderek öne çıktı. Modernizm, kabaca kültürü siyasetin bir alternatifine dönüştürmüştü; postmodernist dürtü ise, aksine, ikisini birbirine bağlayacaktı (Eagleton, 2014: 226).
Orta sınıf, postmodenizm entelektüel öncülüğünü yapsa da, tanımlanmasını kitleler yapmaktadır. Bu da demokratikleşme süreci sayesinde olmaktadır. Kuşkusuz demokrasi kendi iddiası açısından insan ilişkilerini düzenlemenin en ideal yöntemi olarak görülebilir ama tam demokrasi, tam anarşiye en yakın sistemdir. İnsan düşünce ve etkinliğini, en düşük ortak paydaya indirgemek, bazen denetimi çok güç olan güdüleri açığa salmaktır; sürünün kan ve heyecan arzusu da yüzeye çok yakın bir yerdedir (Akbar, 1995: 38). Demokratikleşme salt anlamıyla bireyin politik alana dair bir seçimi olsaydı muhakkak tartışılmaz olurdu. Ama biz onun neden 2000 yıllık tartışma sürecine rağmen 100 yıldır dünyamıza girdiğini sormak ve cevaplamak durumundayız. Onun bireyin ortaya çıkışı, liberalizm, serbest piyasa, kapitalizm, kent, radikalizm gibi kavramların vücudunda hayat bulmaya içkindir diyebilir miyiz?
Postmodern dünya tıpkı modern dünya gibi kimi meselelerde insanlığın ufkunu açacak, hayatını kolaylaştıracak önemli katkılar sunsa da o da başka krizleri önümüze getirdi. İkinci Dünya Savaşından günümüze bitmeyen siyasal karmaşa, 2000 sonrası kendini daha belirgin gösteren ekonomik kriz, toplumsal olaylar vs. hepsi bugün tüm dünyayı aynı anda etkileyebilecek senkronizasyona sahipler. Habermas burada üç farklı tavrın hâkim olduğu bir perspektif çiziyor. Modernitenin kazanım veya üretimlerine karşı geleneksel dünyayı yeniden ayağa kaldırmaya çalışan, kimi zaman özcü söylemlerle şekillenen argümanlar bizi kentin dışında var olmaya davet ediyor. Çerçevesi bir cazibe üretse de yeniden geleneksel üretim ve tüketim süreçlerini dizayn etmeyi iddia eden bu söylem aslında modern hegemonyanın çıkış noktasını tekrar ortaya çıkaracak tarihsel bir karmaşa yaratma potansiyeline sahip. Bu durumda yeniden bir modern dünya inşasının, sınıfsal bir çatışma karmaşasının yaşanması kaçınılmaz olacaktır. İkinci olarak modernitenin kuruluş ilkelerinde açığa çıkan hümanist algıyı yaratarak insanlığı bilimin ve onun ekseninde gelişen üretim araçlarının dünyasına davet eden bazı söylemlerin varlığıdır. Bunlara göre bilim eleştirileri ile başlayan süreç insanlığın binlerce yıllık boyunduruğa karşı elde ettiği kazanımları yok etmiştir. Bu durumda modernitenin ilkeleri adeta kurucu ilkeler sayılarak siyasal ve ekonomik krizlerin çözümü üretilebilir. Ama modernliğin kuruluş aşamasından 1850’lere kadar giden süreçte ortaya çıkan krizler ve yaşanan dramlar sanki modernitenin yapıp etmelerinden bağımsız gibi düşünülebiliyor bu söylemde. Nihayet son olarak modern sonrası bilimsel eleştirilerle şekillenen ve yaşanan krizleri kültürel modernitenin karanlıkta bıraktığı alanlarla anlamaya çalışan bir üçüncü görüş. Bu görüşün sahipleri ne geleneksel dünyanın ne de modern dünyanın insanlığın krizlerine çözüm üretemediklerini iddia ettiler. Onlara göre teknik ilerleme ve kapitalist büyüme modern bilimin tek kazanımıdır. Kapitalizmin tüm bu krizlerden bağımsız görülmesi bir eksiklik olarak görünmektedir. Nitekim teknik ilerleme kapitalizmin yayılımın en büyük destekçisi olarak varlığını hissettirmektedir. Habermas bu üç yönelimi çeşitli yönleriyle eleştirir. Ama gerçekten krizlerin aşılması yönünde arayış krizler var olduğu sürece devam edecektir. Çünkü her ne kadar bu üç akım arasında derin farklar oluşmuş gibi görünse de Habermas’ın dediği gibi Premodern esintiler taşıyan antimodernlik fikirleri bir benzerlik nosyonu ile yaygınlık kazanıyor.
Kaynakça
Akdeniz, E. (2013). Nietzsche’de Dekadans ve Kültür Eleştirisi Olarak Trajik Bilgelik. FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2013 Bahar, sayı: 15, s. 111-126 ISSN 1306-9535, www.flsfdergisi.com
Akbar, S. A. (1995): Postmodernizm ve İslam (çev. Osman Ç. Deniztekin). İstabul: Cep Kitapları
Baudelaire, C. (2017). Modernlik. Çev. Turhan Ilgaz. Haz. Enis Batur. Modernizmin Serüveni; Bir Temel Metinler Seçkisi 1840 – 1990. İstanbul. Sel Yayıncılık. Sf. 22 – 24
Baudrillard, J. (2006): Tüketim Toplumu: Söylenceleri/Yapıları. (Çev. Hazal Deliçaylı – Ferda Keskin). İstanbul: Ayrıntı Yayınları
BAUMAN, Z. (2001): Parçalanmış Hayat; Postmodrn Ahlak Denemeleri. (çev. İsmail Türkmen). İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Benjamin, W. (2017). Paris XIX. Yüzyılın Başkenti. Haz. Enis Batur. Modernizmin Serüveni; Bir ‘Temel Metinler’ Seçkisi 1840 – 1990. İstanbul. Sel Yayıncılık. Sf. 32 – 42
Bock, K. (2006). İlerleme, Gelişme ve Evrim Kuramları. Çev. Aydın Uğur. Haz. Mete Tunçay-Aydın Uğur. Tom Bottomore-Robert Nisbet, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi-I, İstanbul, Kırmızı Yayınları, Sf. 73-133.
Çiğdem, A. (1997). Bir İmkân Olarak Modernite; Weber, Habermas. İstanbul. İletişim Yayınları
Demir, G. Y. (2010). Modernitenin Şafağında Sözün Düşüşü ve Don Quijote. Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 15, 91-99.
Dirlik, A. (2007). Postkolonyal Aura. Çev. Galip Doğduaslan. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları
Erol, P. Ö. (2016). Modernite Projesinin Kökenleri, Dinamikleri ve Sonu. Sosyoloji Dergisi. Sayı 33, sf. 49-66
Farago, F. (2017). Sanat. Çev. Özcan Doğan. Ankara. Doğu Batı Yayınları
Frisby, D. (2012). Modernlik Fragmanları; Simmel, Kracauer ve Benjamin’in Eserlerinde Modernlik Teorileri. Çev. Akın Terzi. İstanbul. Metis Yayınları
Giddens, A. (1990). The Consequences of Modernity. Oxford. Polity Press
Hazard, P. (1973). Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme. Çev. Erol Güngör. İstanbul. Milli Eğitim Basımevi
Hobbes, T. (2019). Leviathan. Çev. Semih Lim. İstanbul. Yapı Kredi Yayınları
Hughes, S. H. (1985). “1890’lı Onyıl: Pozitivizme Başkaldırı” Toplum ve Bilinç: Avrupa’da Toplumsal Düşüncenin Şekillenişi (1890-1930), Çev. Güzin Özkan, İstanbul: Metis Yay. Sf. 32-60
Jameson, F. (1994). Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı. Çev. Nuri Plümer. İstanbul. Yapı Kredi Yayınları
Lefebvre, H. (2015). Gündelik Hayatın Eleştirisi I. Çev. Işık Ergüden. İstanbul. Sel Yayıncılık
Nisbet, R. (2013). Sosyolojik Düşünce Geleneği. Çev. Yusuf Kaplan. İstanbul. Paradigma Yayıncılık
Ong, W. J. (2010). Sözlü ve Yazılı Kültür; Sözün Teknolojileşmesi. Çev. Sema Postacıoğlu Banon. İstanbul. Metis Yayınları
Simmel, G. (2004). Modern Kültürde Çatışma. Çev. Tanıl Bora. İstanbul. İletişim Yayınları
Sunar, L. (2020). Marx ve Weber’de Doğu Toplumları. İstanbul. Ayrıntı Yayınları
———- (2020). Hegel’in Ödipal Sfenksi: Doğu-Batı Karşılaşmalarının Bir Yansıması. Düşünen Şehir, cilt.11, no.6701755, ss.129-135.
Varlık, S. (2017). Ahlak ve Başkası; Modern Felsefe ve İslam Düşüncesinde Öteki. Editör. Lütfi Sunar. İskoç Ahlak Teorisi ve Öteki: Aydınlanma ve Avrupamerkezci Modernitenin Oluşumu,. İstanbul. Nobel – İlem Kitaplığı. Sf. 129 – 161
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. Çev. Osman Akınhay. Ankara. Bilim ve Sanat Yayınları
Taburoğlu, Ö. (2013). Resim Söz Yazı; İmge; Yaratmanın ve Bozmanın Yolları. Ankara. Doğu Batı Yayınları
Tzara, T. (2015). Dada Hiçbir Anlama Gelmez. Çev. Sema Rifat. Haz. Enis Batur. Modernizmin Serüveni; Bir ‘Temel Metinler’ Seçkisi 1840 – 1990. İstanbul. Sel Yayıncılık. Sf. 373 – 375
Urry, J. (2018). Mekanları Tüketmek. Çev. Rahmi G. Öğdül. İstanbul. Ayrıntı Yayınları.
Yılmaz, L. (2016). Modern Zamanın Tarihi; Batı’da Yeni’nin Değer Haline Gelişi. Çev. M. Emin Özcan. İstanbul. Metis Yayınları