Cumhuriyet tarihimizde Necip Fazıl gibi tesir sahibi ikinci bir isim var mıdır, tartışılır ancak tesir bakımından Nazım Hikmet’i onunla kıyaslayanlar kıyas kaidelerine zulmediyorlar. Necip Fazıl’a mesafeli biri olarak söylersem en büyük tesellim onun Kemalist-Atatürkçü olmamasıdır aksi halde Mustafa Kemal kültü onun ikna ediciliğiyle daha muhkem bir itikat-inanç haline gelirdi oysa onun dindar ve anti-Kemalist kişiliği bir dönem Kemalizme ve Kemalist laikliğe karşı bir kalkan ve kale işlevi görmüştür.
Necip Fazıl, Kemalizme ve Kemalist laikliğe karşı mücadelesinde bizim cenahı tahkim ederken Mustafa Kemal kültüne karşı bir Abdülhamid-Vahidüddin kültü oluşturmuştur halbuki böyle yapmasa da bir cephe şuurunda başarılı olabilirdi.
Necip Fazıl’ın fikir ve inançla mücehhez siyasî mücadele hikayesi, yaşadığı hayatın bir aksidir. Zekâsının hakkını verememiş biridir Necip Fazıl. Dehaya yakın bir ateşîn zekânın ihtiyaç duyduğu en büyük gıda okuma ameliyesidir ancak ne yazık ki hızlı hayatı buna imkan tanımamıştır.
Hayatî bir ihtiyaç olan okuma olmaksızın düşünme ameliyesi-gayreti pek müsmir olmaz ama buna rağmen Necip Fazıl’ın müessir olmadaki muvaffakiyeti ciddi tetkikleri hak ediyor. Efsane halinde anlatılan Necip Fazıl’ın zekasına dair yüzlerce anektod vardır. Hiç bilmediği bir konuda 10-15 dakika bilgi istediği insanların, o kısacık bilginin nasıl 3 saatlik konferans haline dönüştüğüne şahit olduklarında yaşadıkları “buhran” mahiyetindeki hayranlık kimi zaman inanılmayacak kadar gerçektir.
Necip Fazıl, salt felsefeye taalluk eden düşünme ve buna uygun okuma meşgalesinde bulunsa muhtemelen ya sıradan biri olur ya da çağa yön veren bir düşünür olurdu ancak Necip Fazıl sadece taşkın zekasıyla değil taşkın ruhuyla da yaşadı ve vasat hatta vasat altı bir fikir adamı ama büyük bir mücadele ve dava adamı oldu.
O, nereye, nasıl, ne şekilde, ne ile hitap ve tesir edeceğini anladığı anda düşünceyi ve düşünmeyi mümkün olacak kadar uzağa fırlattı. Ona düşünce ve düşünmeden ziyade lazım olan şey, bir dava ve mücadeleyi sürdürmek için asgarî seviyede şart olan sathî malumat ama müessir bir hitabet ve kitabet idi. Bu, Necip Fazıl, düşünceye ve düşünmeye hiç ihtiyaç duymadı demek değildir sadece ana gayesi o değildi demektir.
Necip Fazıl, şifahî kültürle beslenen siyasî-sosyolojik geniş kitlenin eleştirel bir zihnî çabaya ihtiyacı olmadığını hiç unutmadı ve eleştiriyi sadece karşı cepheyi zayıflatmak için kullandı. Necip Fazıl İslamcı değildi çünkü İslamcılık ikili bir eleştirel ameliye ile kaimdi.
Teorik olarak İslamcılık geleneğe de modernliğe de belli oranda tepki ve tenkid ile temayüz ederdi, bunu pratikte ne derecede başardığı ayrı bir tartışmadır ancak Necip Fazıl, geleneğe sıkı sıkıya bağlanan bir çizginin Akıncıbeyi idi.
Bunun en mühim sebebi de bohem hayat tarzından sonra biraz da tasavvuf ile dindar kişiliğe bürünmesi idi. Gençliğinde ve Paris’te yaşadığı hayat, herkesin içinden çıkıp kurtulacağı bir hayat değildi ancak tasavvufun vesile olması onun kurtarıcı olmasını gerektirmezdi.
Necip Fazıl, bohem hayattan doğrudan tasavvufla da kurtulmuş sayılmaz, bir ara dönemi vardır ancak ölünceye kadar tasavvufa ve geleneksel dini inanışa bağlı kaldı, pratik dindarlığı çok zayıf olsa da.
Necip Fazıl, hitap etmekten ve yazmaktan başka şeye pek fırsat bulamadı. Ya istemedi ya da talihi yaver gitmedi dava-mücadele adamlığını siyasî liderlikle buluşturamadı.Necip Fazıl’ın fikrî lider olarak dava-mücadele adamı olması ile onun fikri değil bir davayı merkeze alması nasıl telif edilecek? Dindarlar, Tek-Parti Kemalist-sekülarist baskıcı rejimi karşısında düşünceye fazla hacet duymadılar çünkü mücadele entelektüel bir ikna ve ispat meselesi değildi onlar için. Rejimin kaba laikliği fikrî-entelektüel bir mücadeleye ihtiyaç duymadan, tepeden inme şekilde devlete ve millete hakim olmuştu. Bu, laikliğin hiç düşünceye dayanmadığı ve belli bir tabana sahip olmadığı manasına gelmez ancak serbest bir seçimde, referandumda hilafet değil saltanat da kaldırılmazdı. Esas nüfus dindardı ve onların zekaya, fikre değil mevcut baskıyı izale edecek bir çabaya ihtiyaçları vardı. Bu, ise sadece cesaret ile mümkündü. Bu siyakta Necip Fazıl, Müslümanların en dindarı, en mütefekkiri, en sahih inanışlısı değil ama en cesuru, en mücadeleci adamı idi. Gerçekten de bir dönem ancak Necip Fazıl gibi biri tesir sahibi olabilirdi.
Necip Fazıl’a haksızlık yapmadan onu tenkid eden biriyim. Her şahıs ve grup kendi dönemleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Mesele şu ki Necip Fazıl’ın tesirinde kalanlar hem bu tesiri hem de Necip Fazıl’ı mutlaklaştırıyor.
Bugün Necip Fazıl’ın mücadele tarzı yerine fikrî-entelektüel gayrete ihtiyacımız var. Maalesef sevgili ve sayın cumhurbaşkanımız belki samimî belki de seçmen kitlesi gereği taktik olarak uzun müddet Necip Fazıl tarzı bir mücadele çizgisini takip etti son zamanlarda ise Kemalist soslu garip bir siyaset takip ediyor. Necip Fazıl hayatta olsa “Tayyip Tayyip” diye başlar ve zannımca hayli ağır şeyler söyleyerek onu haşlar idi. Tabii bunda Necip Fazıl’ın siyasî liderlik sorumluluğu olmamasının da tesiri olurdu.
Gelelim sadede: Bizim gibi İslamcılar geleneksel çevreler tarafından modernist olmakla suçlanıyor halbuki modern süreci dikkate almak ne modernizmdir ne de Batıcılık. Ayrıca modern dönem sözkonusu olmadan da geleleneksel dinî inanışın ciddi problemleri var. Mesela Erol Güngör’ün İslam Tasavvufunun Meseleleri kitabında tasavvuf; tarikatlar ve şeyh-mürid ilişkisi ve hurafeler üzerinden değil felsefî açıdan ve tevhid üzerinden ele alınıyor. Necip Fazıl ise bir şeyhin mutlak bağlısı olmuştur, bu bakımdan İslamcılığa en büyük düşmanlığı sergileyenlerden biri vasfını kazanmıştır.
Zannımca mesele modern çağ ile ilgili değilse de onu da dikkate almadan bir din yorumu belli bir müddet sonra felaketimiz olacaktır çünkü kimse entelektüel bir dert, acı çekiş ve çırpınış neticesi dindar veya dinsiz olmuyor. Somut davranışlara bir tepki ve mevcudun kimi vasıflarını yetersiz bulma ile dinden soğuyor veya uzaklaşıyor.
Her ne kadar düşünce ile alakalı olmayan bir fecaat ile karşı karşıyaysak da çaremiz entelektüel-fikrî bir gayrete vabestedir( dayalıdır). Cübbe, sarık, sakal artık birşey ifade etmediği için değil gerçekte de dinin bir lazimesi, unsuru, emri olmadığı için dikte edilmemeli. İtiraz ve tenkid kültürü çağın lazimesi olduğu için değil, tasavvuf-tarikatın istediği mutlak bağlılığın, İslam’a aykırı olduğu için dayatılmasından vazgeçilmeli.
Son olarak “suyun öte yakası” söylemi ile Anadolu’ya gelen muhacir Türkler hakkında olumsuz bir algı meydana getiren Necip Fazıl’ın hem babaannesi hem de annesinin Girit muhaciri olması bir ironidir. Doğum tarihine göre annesi Necip Fazıl’ı 12 yaşında doğurmuş. Zübeyde Hanım’ın da bir rivayete göre Mustafa Kemal’i 13 yaşında doğurduğu dikkate alınırsa daha dün sayılacak bir tarihte erken yaşta evlilik hayli yaygınmış.Apandisitten, eğitimli ebe yokluğundan, salgın hastalıktan erken yaşta ölümün cari olduğu bir çağda erken evlilik makulmüş.