Çeviri ve Takdim: Cengiz Sözübek
İsrail’in son yirmi yılında askeri, istihbari ve siyasi otoriterlerinden birisi olan Moshe (Bogie) Ya’alon; Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Dairesi (AMAN) Başkanı, Savunma Bakanı, Stratejik İşler Bakanı ve Başbakan Yardımcısı ve milletvekilliği gibi üst düzey görevlerde bulundu.
İsrail, Eylül 2023’te Hizbullah tarafından Ya’alon’a yapılan suikast girişiminin İsrail iç istihbaratı Shin Bet tarafından engellendiği duyurmuştu.
Tel Aviv’e yakınlığıyla bilinen ve Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde istihbarat ve güvenlik çalışmaları yapan akademisyen Eldad Ben Aharon’un, Mosher Ya’alon’la 7 Ekim Aksa Tufanı’nın arifesinde yaptığı mülakat “Intelligence and National Security” dergisinin Kasım’2024 sayısında yayımlandı.
Derginin önceki sayılarında MOSSAD’ın sekizinci ve dokuzuncu başkanlarıyla yapmış olduğu röportajları yayımlanan Aharon, Ya’alon’la görüşmesinden üç ay kadar sonra başlayan Aksa Tufanı’na giden süreci şöyle anlatıyor:
“2015’ten ve özellikle de 2019’dan bu yana İsrail’in siyasi yelpazesi ve toplumu, üç yıldan kısa bir süre içinde art arda beş seçim turuna yol açan ciddi bir kutuplaşmadan muzdarip. Bu gerilim Ocak 2023’te Başbakan Benjamin Netanyahu ve Adalet Bakanı Yariv Levin’in tartışmalı bir yasa paketiyle yargıyı yeniden şekillendirme girişimleri nedeniyle İsrail toplumunun ve siyasi ortamının aşırı derecede kutuplaşmasıyla daha da arttı. İsrail’in ulusal güvenliğiyle bağlantılı kritik konulardan biri de özellikle İsrail Hava Kuvvetleri’ndeki seçkin savaş pilotları arasındaki askeri taslaklar sorunuydu. İsrailli pilotlar daha önce benzeri görülmemiş bir hareketle eğitime katılmama yemini ederek hükümeti protesto etti. Bu iç gerilimler tırmanırken, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki sürpriz saldırısının ardından İsrail’in çok yakında daha da önemli bir krizle karşı karşıya kalacağını çok az kişi tahmin etmişti.”
Ya’alon’un 7 Ekim’deki İsrail’in istihbarat başarısızlığı ile ilgili görüşünü bilmiyorsak da, 50 yıl önceki 1973 Yom Kippur Savaşı’ndaki istihbarat başarısızlığıyla ilgili olarak tespiti şöyle:
“..örgüt kültürlerinin bir düşünce tiranlığına dayandığı sonucuna varmanız gerekir. Bu 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın kibriyle bağlantılı. Pek çoğu bundan kaynaklandı. Hiç kimsenin AMAN’ın başkanının söylediklerinden şüphe etmeye ya da onu herhangi bir şekilde eleştirmeye cesaret edemediği bir kültür keşfediyorsunuz.”
O dönemde bu istihbarat zaafiyetine karşı kendisinin getirdiği prosedürü de şöyle ifade ediyor:
“bir AMAN araştırmacısının, kıdemsiz bir subay bile olsa, Başbakan, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, AMAN Başkanı ve diğer tüm üstlerine kopyaları gönderilmek üzere bir makale yazabileceğini ve hatta yazması gerektiğini..”
Ya’alon İsrail’in istihbarat yapısını oluşturan dört ana kurumun (MOSSAD-İstihbarat ve Özel Operasyonlar, AMAN-Askerî İstihbarat, Shin Bet-İç İstihbarat ve Ulusal Güvenlik Konseyi-bu üç istihbarat örgütlerinin bilgilerini koordine eden) arasındaki istihbarat ve nüfuz mücadelelerini “bilimsel rekabet” olarak değerlendirerek olumlu gördüğünü belirtiyor.
Aksa Tufanı’yla büyük ölçüde boşa düşen İbrahim Anlaşması’na ve Çin-Türkiye aksına alternatif olarak geliştirilen Amerika’nın mimarisini çizdiği Hindistan’ın öncülüğünde planlanan “Küresel Güney-İpek Yolu” projesini ima ederek; körfez ülkelerinin “çöle teknoloji getireceklerse” ve küresel ekonomiye entegre olacaklarsa İsrail’e muhtaç olduklarını, Filistin’in Araplara bir şey getiremeyeceğini ve o yüzden İsrail’le işbirliği kurmaları gerektiğini iddia ediyor.
Almanya devletiyle ve özelde istihbaratıyla özel ilişkilerini, Almanya’nın Nazi dönemiyle ilgili “suçluluk psikolojisi”yle açıklarken; Azerbaycan’la yakın ilişkilerinin çıkış noktasının enerji ve ortak düşman İran olduğunu (eski MOSSAD başkanı aynı dergide çıkan mülakatında daha da ileriye giderek “İran’la savaş durumunda Azerbaycan topraklarını kullanmak istediklerini söylemişti); 2010 Mavi Marmara için İsrail siyasetinin (özellikle Netenyahu ve Ehud Barak) yaptığı yanlışları görünce “bir fiyaskoya sürüklendiğimizi anlamıştım” diye düşündüğünü ve toplamda bu olayı “kaybedilmiş bir dava” olarak tanımlayan Ya’alon’un mülakatında öne çıkan başlıklar şöyle:
-Karar alma mekanizması üzerinde etki sahibi olmak çok önemlidir. İsrail’in güvenlik kurumlarında birçok pozisyonda bulundunuz: Genelkurmay Başkan Yardımcısı, Genelkurmay Başkanı, AMAN Başkanı, Savunma Bakanı, Başbakan Yardımcısı vb. Bu kurumlar arasındaki gerilim ve rekabetten bahsedebilir misiniz? Elbette bu bir hükümetten diğerine değişiyor; ben daha genel olarak bu rekabetin İsrail’in ulusal güvenlik kültürünü nasıl yansıttığını soruyorum.
MBY: Her şeyden önce gerilim olmalı. Ayrıca rütbeler ve kademeler arasında benim verimli sürtüşme olarak adlandırdığım sürtüşme de olmalıdır. Orduda, [basit] askerden Genelkurmay Başkanına kadar, daha sonra Genelkurmay Başkanı ile siyasi kademe arasında bu doğrudur. Herkes olaylara biraz farklı bir perspektiften bakar ve sonrasında siyasi kademeden [basit] askerin sahadaki uygulamasına kadar bir tür tutarlı/birleşik tanım ve amaç yaratmanız gerekir. Bu bir meydan okumadır. Bunu kademeler arasındaki gerilimlere ayırmak da mümkündür – siyasi stratejik, askeri stratejik, askeri operasyonel, askeri taktik – ve bir tutarlılık olması gerekir. ‘Stratejik onbaşı‘ tabiri boşuna söylenmemiştir.
Başka bir deyişle, bazen Yahudiye ve Samiriye’de tek bir askerin karıştığı bir olay, [İsrail] Başbakanı’nın ABD Başkanı ile konuşmasıyla sonuçlanan stratejik bir olaya dönüşebilir. Olayların iki yönlü etkisi vardır. Peki tutarlılık nasıl sağlanır? Ben bunu ilk elden öğrendim. Alanı ya da rütbesi ne olursa olsun herkes kendisinden bir üst kademedekini anlamaya çalışmalı ve ona ihtiyaç duyduğu bilgiyi sağlamalıdır. Rütbeler arası/kademeler arası söylem, siyasi kademeden Genelkurmay Başkanı, AMAN Başkanı gibi en üst rütbeli askerlere kadar. Daha sonra Genelkurmay Başkanı rütbesinden bölge komutanlıklarının komutanlarına kadar.
Bu söylem sadece bilgi aktarmak, emir vermek ya da rapor sunmak için değil, temel bir gerekliliktir. Bu söylem bilgi yaratmalıdır. Ordu içinde benim Genelkurmay Başkanı olarak oturmam ve insanlara ne yapmaları gerektiğini söylemem yeterli değildir. Bunu ilk elden öğrendim ve bunu bir öğrenme ve düşünme sürecine dönüştürdüm. Normalden daha az hiyerarşik bir söylemin mümkün olduğu think-tank tipi bir forum kurdum. Biraz zorlama bir şekilde masanın başına değil, ortasına oturdum ve açık bir tartışma yürüttüm. Sadece katkıda bulunacak bir şeyim olduğunda konuşuyordum ve aynı şekilde ben konuştuktan hemen sonra bir teğmen söz alıp düşündüklerini söyleyebiliyordu. Astlarımın önünde hiçbir zaman her şeyi bildiğimi göstermedim.
Aksine, karar verme sürecimle ilgili bilgi vermelerini talep ederim. Nihayetinde stratejik bir hedefin ifade edilmesine yol açan şey bu çok aşamalı süreçtir.
-Takip eden bir soru – AMAN ve Mossad istihbarat ve nüfuz için rekabet ediyor. Bu nasıl ortaya çıkıyor?
MBY: Rekabet sağlıklıdır. Buna ‘bilimsel rekabet’ (Talmud’da geçen bir ayete de vurgu var. – Dipnot çeviri) denir ve büyük bir bilgelik içerir. Zaman zaman sağlıklı rekabetin sınırlarını aşabilir, ancak bu kişilere bağlıdır ve burada herhangi bir örnek vermeyeceğim. Nihayetinde, ‘her şey insanlarla ilgilidir’. Ben hep bunu söylerim. Ama bakın, biz Yom Kippur [Savaşı] yaşamış bir ulusuz ve bu savaşın travmasını henüz atlatamadık. Orada çok büyük hatalar yapıldı. Hem siyasi kademede hem de askeri kademede. Geriye dönüp baktığınızda kültürle ilgili pek çok şey keşfediyorsunuz.
Dahası, AMAN ‘ın başına getirileceğimi duyduğumda ‘Agranat Raporu’nun (Agranat Raporu”, İsrail hükümetinin Yom Kipur Savaşı (1973) sırasında yaşanan başarısızlıkları araştırması sonucunda ortaya çıkmıştır. İsrail, Mısır ve Suriye’den gelen sürpriz bir saldırıyla hazırlıksız yakalandıktan sonra, Kasım 1973’te, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin üçüncü Başkanı Shimon Agranat’ın liderliğinde “Agranat Komisyonu”nu kurdu. Komisyon, adını aldığı Agranat’tan dolayı bu ismi taşımaktadır. 1974 ve 1975 yılları arasında aşamalı olarak yayımlanan komisyon raporu, saldırıya neden olan askeri ve istihbarat başarısızlıklarını incelemiş ve büyük ölçüde IDF üst komutanlığını sorumlu tutmuştur. – Dipnot çeviri) istihbaratla ilgili gizli bölümünü okumak için kendime bir not aldığımı söyleyebilirim. Ben de öyle yaptım. Bu materyali ilk kez görüyordum ve bu olayla ilgisi olan kişileri aramaya karar verdim.
Onlarla yaptığım görüşmeler beni hayal kırıklığına uğrattı. Aptal insanlarla görüşeceğimi ve neden başarısız olduklarına dair bir açıklamam olacağını düşünmüştüm. Ama bunun yerine zeki adamlarla, gerçek entelektüellerle karşılaştım. Tümgeneral Eli Zeira – Yom Kippur Savaşı olmasaydı Genelkurmay Başkanı ya da daha fazlası olabilirdi. O gerçekten etkileyici bir insan. Orada olanlara baktığınızda, örgüt kültürlerinin bir düşünce tiranlığına dayandığı sonucuna varmanız gerekir. Bu 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın kibriyle bağlantılı. Pek çoğu bundan kaynaklandı. Hiç kimsenin Eli Zeira’nın söylediklerinden şüphe etmeye ya da onu herhangi bir şekilde eleştirmeye cesaret edemediği bir kültür keşfediyorsunuz. Ben de AMAN Başkanı olarak liderliğimin kapsayıcı olacağını söyledim. Adını da böyle koydum: kapsayıcı liderlik, yani ‘bana meydan okumanızı istiyorum’. Benden şüphe edin. Eleştirel olun.
Nihayetinde, eylem disiplinle yapılır ve bu da onaydan geçmelidir. Aldığım kararlar da yeniden incelemeye tabi tutuldu: bu doğru muydu, yanlış mıydı, doğru yönde miydik, değil miydik? Yom Kippur Savaşı’ndan sonra, ‘aksine/au contraire’ ve ‘farklı görüş’ prosedürü gibi bir sürü prosedür getirildi. Bu, bir AMAN araştırmacısının, kıdemsiz bir subay bile olsa, Başbakan, Savunma Bakanı, IDF Genelkurmay Başkanı, AMAN Başkanı ve diğer tüm üstlerine kopyaları gönderilmek üzere bir makale yazabileceğini ve hatta yazması gerektiğini söyleyen bir belgeydi.
– Son yirmi yılda, İsrail de dahil olmak üzere, istihbarat camiasının çalışmalarını sistematik olarak ifşa eden hükümetlerin sayısının arttığını gördük; örneğin Netanyahu’nun İran’ın nükleer arşivini ifşa etmesi ya da Bennett’in Ron Arad’ın akıbetiyle ilgili yeni bir operasyonu ifşa etmesigibi. Gantz da Reichman Üniversitesi’nde Hizbullah’la bağlantılı milislerin insansız hava araçlarıyla silahlandırıldığına dair verileri ifşa etmiştir. Akademisyenler buna genellikle OPID (Official Public Intelligence Disclosure – Resmî Kamu İstihbarat Açıklaması – çn) adını vermektedir. Güvenlik ve devlet sırları konularında kamusal söylemi şekillendirmeye yönelik olarak hem İsrail’de hem de küresel ölçekte daha önce izlenen muğlaklık politikasındaki değişimin başlıca nedenleri nelerdir? Ve Knesset’in, hükümetin istihbaratı sınırsızca ifşa etmesinin parlamento tarafından denetlenmesindeki rolü nedir?
Liderler/siyasetçiler tarafından istihbarat materyallerinin ifşa edilmesinde bir fayda-maliyet analizi uygulanmalıdır. Maliyet, kaynakları ve eylem yöntemlerini gelecekte kullanılamayacak şekilde ifşa etmektir (istihbarat kaynaklarınızı ve yöntemlerinizi yakmak). Bazen bu maliyete değer.
Savunma Bakanı Moşe Dayan, Cemal Abdül Nasır ile Kral Hüseyin arasındaki konuşmayı (7 Haziran 1967 tarihli, Mısır Cumhurbaşkanı Nasır ile Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal arasında geçen kaydedilmiş bir telefon konuşmasına atıfta bulunmaktadır. Bu konuşma sırasında, iki lider, Amerikan ve Britanya uçaklarının İsrail tarafında askeri kampanyaya katıldığını iddia eden sahte bir anlatıyı kamuya sunmaya karar verdiler. Nasır, doğu Akdeniz’deki uçak gemilerinden kalkan Amerikan ve Britanya uçaklarının Mısır ve Ürdün’deki havaalanlarına yönelik saldırılara katıldığını bir sonraki sabah duyurmalarını önerdi. Bu yanlış sunumun, Pan-Arab kamu diplomasisine hizmet etmesi amaçlanmış olabilir; çünkü İsrail gibi küçük bir ülkeye karşı yaşanan utanç verici bir yenilgi ile ABD ve Birleşik Krallık gibi batılı güçlere karşı yaşanan bir yenilgi arasında önemli bir fark vardır. Kablosuz bir telefon hattı üzerinden gerçekleşen bu telefon konuşması, AMAN’ın dinleme birimi olan Birim 515 (şimdi Birim 8200 olarak bilinir) tarafından asker Shlomo Habusha tarafından dinlenmiştir. – Dipnot çeviri) ortaya çıkardığında buna karar vermişti. Bu konuşmada Ürdün’ün Altı Gün Savaşı’nda Arap saldırısına katılması tartışılıyordu ki bu Tümgeneral Aharon Yariv’in isteklerine aykırıydı.
Birçok ifşa siyasi amaçlara hizmet eder ve ulusun çıkarları söz konusu olduğunda maliyet-fayda düzeyinde haklı gösterilemez. Politikacıların istihbaratı ifşa etme cazibesi çok büyüktür ve tüm politikacılar ulusal güvenlik çıkarları konusunda sorumluluk göstermemektedir. İsrail’de kuralları çiğneyenler için bir düzenleyici mekanizma ya da yaptırım bulunmamaktadır.
-Almanya ile ‘özel ilişki’ bağlamında, İsrail ile olan tarihi bağa da değinebilir misiniz? 1952 tazminat anlaşmasından Alman bilim insanları meselesinden (“Alman Bilim İnsanları Olayı” olarak da bilinen “Damokles Operasyonu”, Temmuz 1962’de Mossad tarafından düzenlenen gizli bir girişimdir. Ana hedefi, özellikle roket geliştirme ile ilgilenen FRG bilim insanlarının, Mısır’ın füze programına yardım etmesini engellemektir. Operasyon, bu bilim insanlarının Mısır ile olan işbirliklerini bozmak amacıyla tehditler, korkutma ve zaman zaman şiddet eylemleri karışımını kullanmıştır. Özellikle, Mossad bu çabası kapsamında eski Nazi Otto Skorzeny’yi (1908–1975) yardım almak için görevlendirmiştir. – Dipnot Çeviri), Münih Olimpiyatları’nda on bir terör kurbanından ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasından ve tabii ki Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Holokost’un sorumluluğunu kabul etmesinden bu yana.
MBY: Ben bu ilişkiyi Almanların suçluluk duygusu üzerinden tanımlardım. Almanya’ya ilk seyahat ettiğimde Paraşütçü Keşif Birliği’nin komutanıydım ve Alman GSG 9 Terörle Mücadele Birimi ile ortak bir eğitime davet edilmiştim. Almanya’ya gitmeden önce Holokost’tan kurtulan anneme sordum, “Ne düşünüyorsun? Gitmeli miyim?” Oraya gitmemi pek hoş karşılayacağından emin değildim. Ama bana onay verdi. O zaman bile sonuçlarını gördüm. Almanlar vicdan azabıyla geliyorlar. Almanlar bize denizaltıları bedelsiz olarak sağladılar ve daha sonra indirimli fiyattan teklif ettiler. Tazminat anlaşması ve tüm bunlar elbette suçluluk duygusunun bir sonucuydu. Vicdanlarını rahatlatmak istediler ve bu bizim çıkarlarımıza hizmet etti. Yıllar içinde iyi bir ilişki kurmayı başardık. Hem Genelkurmay Başkanı hem de Savunma Bakanı olarak Almanya’yı ziyaret ettim ve Dr. Ursula von der Leyen ile harika bir ilişkim oldu.
Şu anda AB’de bir pozisyonu var ama o zamanlar Almanya’nın Savunma Bakanıydı. Mükemmel bir ilişkimiz var. Suçluluk duygusuyla gelip gelmemesi umurumda değildi. Avrupa’da mükemmel bir ilişkiye sahip olduğumuz bir ülkedir. Almanya bizden askeri ekipman da satın alıyor. Amerikan insansız hava aracına karşı yarışan ve kazanan [IAI] Heron [insansız hava aracını] gerçekten takdir ediyorlar ve şimdi de Arrow var. 1972 Münih Olimpiyatları da Almanların vicdan azabını arttırdı ve haklı olarak büyük bir hata yaptılar. Terörle mücadele birimleri arasında gelişen ilişki, GSG 9’a komuta eden Albay Wegener ile başlattığım bir şeydi. Bizden çok şey öğrendiler. İşbirliği ve ortak tatbikatlar temelinde başarılı oldular.
-2010 yılındaki filo olayı (Mavi Marmara) Başbakan Yardımcısı ve Stratejik İşler Bakanıydınız. Bu olay İsrail’in güvenlik yaklaşımını nasıl etkiledi? Türkiye gibi İsrail’in dostu olarak algılanan bir ülke nasıl oldu da İsrail’in egemenlik sınırlarına ve güvenlik kurumlarına bu şekilde meydan okuyabildi?
MBY: Bu, siyasi kademe açısından çok büyük bir hataydı. Ben Başbakan Yardımcısı ve Stratejik İşler Bakanıydım. Bu pozisyonda, aksi takdirde çatlaklar arasında kalacak konular için sorumluluk alıyordum. Filodan üç hafta önce ofisimde bir durum değerlendirmesi yaparken “Bu filoya nasıl hazırlanacağız?” diye sordum.
O zamana kadar sadece tek gemilerle karşılaşmıştık. Onların kontrolünü ele geçirdik. Burada 10 gemiden bahsediyoruz (sonunda altı gemi geldi). Sorular sormaya başladım ve bu konuyu Başbakan olan Benjamin Netanyahu’ya açtım. Bana bu işin peşini bırakmamı söyledi. ‘Savunma Bakanı ilgileniyor’. Ama ben peşini bırakamadım. Ofisimdeki tartışmalara bir Savunma Bakanlığı temsilcisinin yanı sıra IDF ve NSC temsilcilerini de getirerek henüz ele alınmamış konuların nerede olduğunu görmeye çalıştım. Görevimi bu şekilde gördüm.
Zaman geçtikçe kimsenin sorunları ele almadığını görüyorum. Ne demek istiyorum? On geminin gelmemesini sağlayabilirsiniz; daha azının gelmesini sağlayabilirsiniz. Zaman geçtikçe hiçbir şeyin işe yaramadığını görüyorum. Tekrar Netanyahu’ya gidiyorum, o da bana o sırada Savunma Bakanı olan Ehud Barak’ın konuyla ilgilendiğini söylüyor. Sonunda, filodan bir gün önce, Başbakan Kanada’ya gitmeden saatler önce acil bir görüşme yapıyoruz. Ve tüm tartışma filo etrafındaki propaganda ile ilgilidir. Filonun tüm hikayesi birkaç gemiden ibaret, bunlardan biri de Marmara gemisi. Tüm bu malzeme gözümüzün önündeydi ve biz bunu vaktinden önce durdurmadık. Ne diplomasiyle ne de başka yollarla. Propaganda ile uğraşmak. Peki Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi bu acil durum toplantısına ne getiriyor? Geminin kontrolünü ele geçirmeyi. Karine A ‘nın ve tüm o gemilerin kontrolünü ele geçirme şeklimiz. Ve birden bir fiyaskonun içine doğru yürüdüğümüzü fark ettim. Ve bu şekilde gelişti.
Benim bakış açıma göre bu, Başbakan’ın bunu yönetmesi ve Savunma Bakanı’na bırakmaması ve sonunda başarısız bir şeyle sonuçlanmaması yerine siyasi kademenin nasıl uyuduğunun olumsuz bir örneğidir. Bu benim ‘son savaşa hazırlanmak‘ dediğim şeydir: tek bir gemiyle başa çıkmaya geldiğinizde bu bir şeydir, ancak bir tür filoyla başa çıkmaya geldiğinizde … Üç hafta boyunca ne olacağını biliyordunuz ve hiçbir geminin veya sadece bir tanesinin gelmediğinden emin olmuyorsunuz. Bu tamamen farklı bir şey.
Dahası bu, bir siyasi kademenin bir olayı idare etme görevini yerine getirmekte nasıl başarısız olduğunun ve sonunda, bir gün önce, bir propaganda tartışmasına giriştiğinin tam bir örneğidir. Ben buna kaybedilmiş bir dava diyorum. Sonuçta Türkiye ile ciddi bir kriz yaşadık. Ayrıca, ilişkilerimizin olduğu bir ülkenin milli (Türk) bayrağını taşıyan bir gemiyle ciddi bir çatışma yaşadık. Çatışmayı önlememiz gerektiği şekilde ele almadık ve sonrasında da iyi yönetemedik, ilişkilerimiz olan ve aynı zamanda NATO üyesi olan bir ülkeden sorumluluk talep ettik.
– Azerbaycan’la ilişkiler İsrail için daha çok İran’la olan çatışma ve Kafkasya’daki jeopolitik konumu nedeniyle önemlidir. Sizin düşüncenize göre İsrail ve Azerbaycan arasındaki işbirliği ulusal güvenliğimiz açısından ne kadar önemli?
MBY: Eğer kuşatma altında bir ülkeyseniz, zor bir bölgede yaşıyorsanız, ortak düşmanlara dayalı stratejik ittifaklar ararsınız. Bu organik olarak gelişir. Var olma hakkı sorgulanan çok fazla ulus yoktur; biz böyle bir ulusuz. Bugüne kadar İsrail’in en temel stratejik güvenlik sorununun bölgedeki pek çok oluşumun Yahudi halkının ulus devleti olarak var olma hakkımızı tanımayı reddetmesi olduğunu söylüyorum. Böyle bir sorunla karşı karşıya kalındığında Güney Afrika ile bile ittifaklar kurulabilir. Elbette ortak arayışına girilir. Azerbaycan ile ilişkiler de bu şekilde gelişti.
Bunun nedeni enerji: Azerbaycan bugün İsrail’in başlıca enerji kaynaklarından biri. Ancak aynı zamanda Azerbaycan’ı kendisine karşı gelebilecek bir ülke olarak gören İran’a yakınlığı nedeniyle de.