Modern Toplumda Aile Sorunları Ve Boşanma Nedenleri

Ailelerin dağılmasında etkili olan kişisel hatalar; iletişim eksikliği, bencillik, öfke kontrolsüzlüğü, güvensizlik ve kıskançlıklar, sadakatsizlik, aile büyüklerinin aşırı müdahalesine izin verme, bağımlılıklar (alkol, madde kullanımı), yetersiz sevgi ve ilgi gösterme, sorunları sürekli ertelemek gibi nedenler var. Bunlar varken bireyler çözüm yoluna gitmek yerine kolaya kaçarak boşanma yolunu tutuyor. Halbuki ailenin dağılmasına engel olmak da mümkün.
Haziran 2, 2025
image_print

“Aile, insanın kalbinde taşıdığı bir vatandır.”

Ahmet Hamdi Tanpınar

 

Türkiye’de bozulan aile yapısı, son yıllardaki toplumsal değişimlerle birlikte sıkça tartışılan bir konu. Türkiye’de ve dünya genelindeki evlilik ve boşanma oranları, toplumsal yapının önemli göstergeleri arasında yer alıyor. Aileyi dönüştüren olayların en önemlisi Sanayi Devrimi ve sonrasında yaşanan süreçtir. Aile, toplumun temelidir. Ailenin sağlıklı bir zeminde olması demek, toplumun sağlıklı bir temelde oturması demek. Bu bağlamda aile içi iletişimin sağlıklı ve etkin olması gerekir. Aile içi sağlıklı iletişim kurulması, bireylerin ve toplumun sağlığı ve huzuru açısından çok önemli.

Prof. Dr. Erol Göka, Aile ve Aşk Üzerine adlı kitabında şöyle diyor:

“İnsanlığın büyük bir ahlak ve maneviyat krizi yaşadığından” bahsediyor. “Cinsel kimliklerimizin temelleri büyük sarsıntı geçireli epey zaman oluyor. Yetmiyor, çocukların cinsel kimliklerini tercih edebileceklerinden bahsediliyor. Tüm insan ilişkileriyle birlikte “aile” de değişiyor. Sosyolojide aile, genellikle “toplumsal kurumlar” başlığı altında ele alınır ve “toplumun en küçük birimi” diye söze başlanır. Aile tipleri konusunda birçok sınıflandırma yapılır.  İlk ailelerin nasıl olduğuyla ilgili elimizde yeterli bir bilgi olmasa da, Leakey ve arkadaşlarının incelemeleri, bize en azından 1.6 milyon yıl önce bile aile benzeri bir organizasyonun var olduğu şeklinde bir yorum yapma hakkı veriyor. Aile, tarih boyunca insanın temel varoluş formlarından birisi. Ailesiz bir toplum yok; değişik toplumların değişik aile tipleri var. Demek ki ortada Hazreti Peygamberin (SAV) yok etmeye teşebbüs etmediği, gücünü onayladığı, desteklediği “aile bağları” diye bir toplumsal gerçek bulunmaktadır. Ailenin türün yeniden üretiminin yani soyun devamlılığının sağlandığı mecra olması, tarih boyunca her toplumda görebileceğimiz işlevlerden ikincisidir. İnsan yavrusu dünyaya geldiğinde son derece acizdir. Hayatını kendi kendine sürdürmesi mümkün değildir ve kendisine bakım verecek yetişkinlere mutlak bir bağımlılık içerisindedir. Türün yeniden üretimiyle ilgili diğer temel aile işlevi, çocukların eğitimi ve toplumsal normlara uygun biçimde yetişmesinin sağlanmasıdır. Günümüzde ailenin tehlike altında olduğu söyleniyor. Biz de bu kanaati paylaşıyoruz. Bugün yaşadığımız teknomedyatik dünyada, bir süredir “ailenin ölümü”nden bahsedildiği gibi ideolojilerin ve büyük anlatıların da sonundan bahsedilmektedir. İnsanın benliği, kendini algılama biçimi, kimliğini meydana getiren unsurlar inanılmaz bir değişim içinde yaşadığımız dünyada. Peki insan böylesine değişir de toplumsal yaşantısı, aile anlayışı yerinde durur mu? Durmuyor elbette, aile bağları çözülüyor, mahremiyet, aşk ve erotizm biçim değiştiriyor. Sosyolojik araştırmalar, son yüzyıl içinde ailedeki rol dağılımında ciddi değişiklikler olduğunu gösteriyor. Kadınların sosyal statülerindeki, eğitim ve ekonomik bağımsızlık düzeylerindeki yükselme bu değişimlerle yakından ilişkili. Çocuklar artık neredeyse tamamen ailenin dışında büyütülüyor. Evde aile ortamında birlikte olunan zamanlar televizyonun karşısında geçiriliyor, birlikte oturup yemek bile yiyemiyoruz. Herkes kendi odasında, kendi bilgisayarının başında, ortak telefonumuz dahi yok. Düşünürler, ailede yaşadığımız tüm bu değişimlerin esası olarak babanın temsil ettiği otoritenin ortadan kalkmış olmasını görüyorlar. Ebebeynin önemi giderek azalıyor. Bugünün dünyasında belki evlilik hala yaygınlığını koruyor ama bu artan boşanmalarla birlikte oluyor ve artık evlilik çift olmanın tanımlayıcı bir öğesi değil. Aileyi, aşkı ve ahlakı korumak, geliştirmek istiyorsak öncelikle bu yenidünyayı çok iyi tanımak zorundayız. Önce tanımalı, sonra eleştirmeliyiz; hem onları, hem kendimizi. Elbette sorunların çözümü, ailenin yeniden ihyası için “Önce ahlak ve maneviyat” çıkış formülüne dayanmalıyız.”

Aile yapımızı dönüştüren önemli etkenlerden biri de modernleşme ve “kentleşme”dir. Kentleşme ve Ailenin Değişimi isimli çalışmasında Enes Battal Keskin şöyle diyor;Kentleşme, aynı zamanda, insanların kentte örgütlenme biçimini ifade eden bir toplumsal değişme sürecidir. Bu bağlamda kentleşme, toplumsal bir kurum olan aileyi de etkilemekte ve değişime sebep olmaktadır. Sanayileşme sürecine 1950’li yıllarda giren Türkiye’de kentleşme, sanayinin iş talebinden ziyade kırsal kesimin nüfusu itmesi sonucunda kent merkezlerine yığılmasıyla gerçekleşmiştir. Kentleşme ile meydana gelen değişimler bir bakıma modernleşme sürecindeki değişmelerdir. Modernleşme ve kentleşme süreciyle birlikte ekonomik temelli bir ortaklık olan ve toplumsal statü elde etmenin önemli bir aracı olarak görülen evlilik, yerini giderek bireysel istek ve arzuların hakim olduğu bir birliktelik türüne bırakmaktadır. İstek ve arzular keyfi ve göreceli olduğundan örtüşmediğinde veya karşılanmadığında evlilik ilişkisi tehlikeye girmekte ve çoğunlukla boşanmayla sonuçlanmaktadır. Bireyselleşmenin ve keyfiliğin yanı sıra artan hukuki haklar, değişen ahlaki ve kültürel değerler ile boşanmanın toplumsal kabulü de boşanmanın artmasında rol oynayan önemli faktörlerdir. Son yirmi yılı aşkın dönemde ABD’de ve İngiltere’de boşanma oranlarının doğurduğu kaygılar, ahlaki panik boyutuna ulaşmıştır.”   

Modernleşme ile yaşanan sanayileşme, teknolojik gelişmeler, kentleşme süreci geniş aileden çekirdek aileye geçişi hızlandırdı. Ailenin anlamı, kuruluşu, aile içi ilişkiler, kadın erkek ve çocuk rolleri gibi pek çok hususta köklü değişimler oldu. Sanayi toplumlarında değişmeler ailenin işlevlerini aşındırmış, aile bağlarını zayıflatmış, eşlerin birbirine karşı sorumluluklarını değiştirmiş, yardımlaşma ve dayanışma anlayışı yerini kişisel menfaatlerin üstün tutulduğu bir düzene bırakmıştır. Modernleşme adına kaybettiklerimiz arasında en değerlisi, sıcak bir aile ortamıdır. Çekirdek ailede eşler arasında gücü elinde tutabilmek için bir mücadele yaşanmaktadır. Boşanmalardaki bu artış da kadın ve erkek arasındaki güç dengesinin değiştiğinin bir göstergesidir. Aşk sembolüne yüklenen anlamın değişmesiyle eşler evlilikte artık duygusal tatmin aramakta. Evliliğinde bu tatmini sağlamak isteyen eşler, gerçekçi olmayan beklentiler içerisine girebilmektedir. Bu yüzden eşler beklentilerinin gerçekçi olmadığını göremeyip boşanmaktadır. Boşanmalar arttıkça hem boşanmaya yüklenen olumsuzluk azalmış hem de boşanma kişisel değişme ve yeni bir hayata başlama fırsatı olarak görülmeye başlanmıştır. Türkiye Boşanma Nedenleri Araştırması sonucuna göre en sık rastlanan boşanma nedenleri yakın çevrenin evliliğe müdahalesi (%40), duygusal ilişkide yaşanan sorunlar (%38), aldatma (%35), ekonomik sorunlar (%34) ve şiddettir (%34). Eski eşinin veya kendisinin alışkanlıkları (%31), yaşam tarzı (%25) veya değerleri (%20) nedeniyle evliliğini sona erdirenlerin oranı da azımsanmayacak düzeydedir. Bunun yanı sıra cinsel hayat (%20), çalışma hayatı/işsizlik (%15), evlilik öncesi eşini yeteri kadar tanımama (%14) gibi nedenler de boşanmaya yol açmaktadır.

Türkiye’de boşanma oranları son 10-15 yılda ciddi şekilde arttı. Bu durum hem aile kurumunun kırılganlaştığını hem de yeni aile kurma eğiliminin azaldığını gösteriyor.

Kadınların iş hayatında daha fazla yer alması olumlu bir gelişme olsa da, aile içi rollerin yeniden tanımlanması gerekti. Bu denge kurulamadığında çatışmalar ortaya çıkabiliyor. Toplum daha birey odaklı hale geldikçe “ben” duygusu “biz” duygusunun önüne geçiyor, bu da aile bağlarını zayıflatabiliyor.

Artan hayat pahalılığı, işsizlik ve ekonomik belirsizlikler aile içi stresi arttırıyor, boşanmalara ve huzursuzluklara neden olabiliyor. Özellikle büyük şehirlerde konut maliyetlerinin artması gençlerin evlenmesini zorlaştırıyor, evlilik yaşı yükseliyor veya evlenmeden birlikte yaşama eğilimleri artıyor.

Aile bireylerinin ekranlara gömülmesi, yüz yüze iletişimi azaltıyor. Ayrıca sosyal medya üzerinden idealize edilmiş hayatlar, beklentileri gerçek dışı hale getiriyor. Özellikle çocuklar ve gençlerde telefon, tablet bağımlılığı aile içi ilişkileri zayıflatıyor. Sosyal medya ve dijital platformlar, aldatma ve gizlilik ihlallerini kolaylaştırmakta, bu da güven sorunlarını artırmaktadır.

Geleneksel otoriter ebebeynlik anlayışı yerini daha serbest modellere bıraktı; bu da bazen çocukların sınır tanımamasına neden oluyor. Çocuklarla sağlıklı bağ kurulamaması, onları sosyal medyaya veya akran çevresine daha bağımlı hale getiriyor.

Türkiye’de boşanmaların artmasında toplumsal, ekonomik, kültürel ve psikolojik pek çok etken var. Bu artışın sadece bireysel değil sosyolojik boyutları da var. Önceki kuşaklarda aileler boşanmayı engelleyici bir güç olarak rol oynarken, günümüzde bu baskılar önemli ölçüde azalmıştır. Boşanma oranlarının artması ve evliliklerin azalması, doğurganlık oranlarının daha da gerilemesine neden oluyor. Genç nüfus azaldıkça toplum yaşlanır, bu durum sosyal güvenlik sistemini zorlayabilir. Boşanma sürecinde çocukların yaşadığı travma, özgüven problemleri, davranış bozuklukları ve akademik başarısızlık gibi sonuçlara yol açabilir.

Tek ebeveynli aileler artış gösterecek ve bu aile yapıları daha “normal” kabul edilmeye başlanacaktır. Boşanma oranlarıyla birlikte evlenmeden birlikte yaşama eğilimi daha da yaygınlaşabilir. Çocuk sahibi olmadan evlilik veya çocuk sahibi olmadan birlikte yaşama; aile tanımı dönüşüme uğrayabilir. Aileyi destekleyici sosyal politikaların artırılması (aile danışmanlığı, ebeveyn eğitimi, ekonomik destekler) kaçınılmaz hale gelebilir.

Boşanma oranlarının artışı, yalnızca iki bireyin ilişkisini değil, aynı zamanda toplumun bütününü etkileyen çok yönlü bir olgudur. Bu eğilim devam ederse, Türkiye’de aile yapısının daha da bireyselleştiği, çocuk sayısının azaldığı ve geleneksel normların yerini daha esnek yapıların aldığı bir toplumsal düzene doğru evrileceğimizi söyleyebiliriz.

Boşanma oranlarının yüksek olduğu ülkelerde genellikle kadınların ekonomik bağımsızlığı, boşanma işlemlerinin kolaylığı ve toplumsal kabul düzeyi gibi faktörler etkili olmaktadır. Öte yandan, boşanma oranlarının düşük olduğu ülkelerde ise geleneksel aile yapısı, dini ve kültürel normlar, boşanmanın sosyal damgalanması gibi unsurlar ön plandadır. Bu veriler evlilik ve boşanma dinamiklerinin sadece bireysel tercihlerle değil, aynı zamanda toplumsal yapı ve politikalarla şekillendiğini göstermektedir.

Ailelerin dağılmasında etkili olan kişisel hatalar; iletişim eksikliği, bencillik, öfke kontrolsüzlüğü, güvensizlik ve kıskançlıklar, sadakatsizlik, aile büyüklerinin aşırı müdahalesine izin verme, bağımlılıklar (alkol, madde kullanımı), yetersiz sevgi ve ilgi gösterme, sorunları sürekli ertelemek gibi nedenler var. Bunlar varken bireyler çözüm yoluna gitmek yerine kolaya kaçarak boşanma yolunu tutuyor. Halbuki ailenin dağılmasına engel olmak da mümkün… Dinlemeyi bilerek, açık konuşarak, hakaret etmeden küçük görmeden sevgi ve saygı ile yaklaşarak, empati, roller ve sorumlulukların paylaşılıp sabırlı ve hoşgörülü olarak, manevi değerleri korumak ve eş ilişkisini sadece ebeveynliğe indirgemeden ve çocuklar için değil “çocuklarla birlikte” yaşayarak ailemizin dağılmasını engelleyebiliriz.

Sevranur Yetkin

Sevranur Yetkin
Araştırmacı yazar, müzisyen. haber10, ezcümle ve yarın dergilerinde yazıları yayınlandı. Halen yazı ve müzik çalışmalarına devam ediyor.Evli ve 1 çocuk sahibi

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.