Bu kitapla tanışma tarihim 1992’dir. Bir arkadaşım TRT DİNLE üzerinden kitabı dinliyordu, ben de 30 sene sonra bu usulle kitabı tekrar okumak istedim ama bu usul bana göre değil. Birkaç bölüm sonra ses ve gözle kitabı bitirmeye karar verdim.
Avusturyalı Yahudi bir ailenin oğlu olan Leopelde Weiss’in hidayet hikayesi Hollywood yapımı 12 bölümlük bir diziyi hak ediyor. Zannımca en ilginç ve mücadeleci bir hidayet hikayesi Esed’inki.
Esed’in mücadele ettiği şey, Kur’an’ın Allah’ın vahyi mi yoksa Hicazlı Muhammed isimli birinin kendi sözleri mi olduğudur.Esed ateşli bir İslam müdafii olduğu anlarda bile bu meseleyi halledemediği için kelime-i şehadet getirmemiş ne zaman kalbi itminan bulmuş o zaman iman etmiştir.
Esed’in Kur’an’ın Allah’ın vahyi olduğuna iman edişini izah ederken entelektüel gayreti hayli dikkat çekicidir. Nazi kampında ölen ailesi İslam oluşuna sıcak bakmamıştır. Anlaşılan Esed’in kendisinden 15 yaş büyük ve Hicaz’da vefat eden eşi de kendisi gibi iman etmiştir.
Esed, Hicaz ve bahusus Mekke merkezli bir hidayet hikayesine sahiptir ve coğrafya ile iman arasındaki ilişkiyi izah ederken sergilediği entelektüel performans da hayli yüksektir. Çöl ve Bedevîler onun kaleminde bambaşka bir şekil alıyor.
Esed, genç yaşına rağmen Batı’daki teknik ilerlemeye rağmen tefessühün, çürümüşlüğün her açıdan hissedilir olduğunu görüyor ancak maddî hayat gailesinin ve kesafetinin bunu mümkün mertebe perdelediğini söylüyor. Kendisi böyle bir manevi açlık sürecinde Müslüman olmuştur.
Esed, İslam’ın yüceliğini ve kurtarıcılığını keskin zekasıyla cedelci bir üslupla anlatırken Vehhabiler ve Araplar hakkında acı ama dengeli tespitlerde bulunur. Ona göre Vehhabiliğin Necd kabileleri arasındaki biçimiyle İslamî uyanış hareketi olmasını engelleyen iki unsur vardır.
Biri “hareketin düşünce planında kendini nassların lafzî içeriğiyle bütünüyle sınırlı tutması, öteki de, Arap mizacının uzlaşma nedir tanımayan, ateşli ve kendinden emin çizgiden bir adım şaşmaya tahammülü olmayan hissî yapısı”.
Esed nazik bir üslupla İbni Suud’u ufuksuz bulur. Esed ve Şekip Arslan ona Bişa Vadisi’nin fenni usulle ekilse tüm Hicaz’ı doyuracak buğday çıkacağını söyler. Ancak Kral bunun için 10 sene gerektiğini öğrenince bunu çok bulur ve kabul etmez,”biz Bedeviler bugün bulur ve yeriz” der.
Esed, Ibni Suud ve Vehhabilerin müziğe yaklaşımını da nasların lafzîliğini katı şekilde anlamının tezahürü olarak görür.
Esed, İslam’in zaruret hariç tek eşliliği esas aldığını ancak gayrimüslimlerle Müslüman kadınların evliliğinin yasaklandığını yine cedelci bir usulle yazar.
Eserinin satır aralarında Vehhabiliğin putperest Necdliler arasında İslam’ı yaydığını, Hicaz’da tecdid anlayışını genel bir uyanış hareketi haline getiremediğini söylerken onların Abduh çizgisinden istifade edemeyişlerine hayıflanır.
Esed, Müslümanların perişanlığına rağmen İslamî ilkelerin ihtişam ve hayat verici hususiyeti üzerinden İslam’a ısınmıştır. Mesela İslam’daki temizlik ve banyo olgusu, bir de “komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisi onu çarpmıştır.
“Müslümanlar değildi İslam’ı yücelten, büyük kılan, tersine İslam’dı Müslümanları yücelten. Ama ne zaman ki İslam onlar için bilinçle izlenen bir hayat programı olmaktan çıkıp da bir alışkanlık haline geldi, işte o zaman uygarlığın temelinde yatan yaratıcı dinamizm de yok olup yerini uyuşukluğa, kısırlığa ve kültürel yozlaşmaya bıraktı” tespiti gibi birçok tespite yer vermekte bu eserinde. Bunun yanında Batılıların İslam’a ve İslam dünyasına bakışlarındaki ahlaksızlığa da merkezî bir yer tahsis ediyor.
Esed’in Türkler ve Türk mezarlığı ile ilgili tespiti de çarpıcıdır: “İnsan hiçbir yerde ölümün uyku olduğunu burada[Üsküdar] olduğu kadar derinden hissedemez. Hayatın sükunet içinde devam etmesine izin veren bir dünyanın ölüleriydi bunlar; hiç de acelesi olmayan bir çağın ölüleri”.
Esed, “Araplar arasında kimse, başkasının kendinden daha iyi olduğunu kabule yanaşmaz” şeklindeki düşünce tarzının “Arap tarihinin felaketi olduğunu” da iddia eder.
Esed’in Medine için “yeryüzünde hiçbir şehir, bir tek şahsiyetin aşkına bu kadar çok sevilmemiştir ve yeryüzünde hiçbir insan, 14 yüzyıl boyunca o büyük yeşil kubbenin altında yatan şahsiyet kadar sevilmemiştir” derken tespit şeklinde bir kalp çarpıntısını izhar eder.
Esed, Şii olan Türkler, Araplar ve Peştunlar için değil de İranlılar/Farisîler hakkında sert şeyler yazar. Onların Şiiliğini “ulusal bir husumetin dinsel bir doktrine dönüşmesi demekti” diye izah eder. İranlıların Hz.Ömer düşmanlığını onun İran’ı fethine bağlar.
İranlılarda Şia öğretisinin “papalık kurumu” ve “havariler zinciri” şeklinde temellendiğini bunun da eski dinlerinde mevcut bir telakkinin tezahürü olduğunu iddia eder. Bu sebeple apostolik silsile Hz.Peygamberin soyuna tahsis ediliyordu.
Esed, İranlıların Kerbala ayinlerindeki dövünmelerinde sadece Ehl-i Beyt’in uğradığı yıkım için değil aynı zamanda kaybolan eski İran ihtişamı için de ağladıklarını yazar ki burada en azından genelleme açısından bir aşırılık olduğu söylenebilir.
Esed, Ömer Muhtar ve Şeyh Ahmed Sunusi’yi çok seviyor ama Trablusgarb/Libya meselesinde Osmanlı’ya haksızlık yapıyor. Şeyh Ahmed, Osmanlı’nın cihad çağrısına uyarak İngilizlerin desteğini kaybedip husumetini kazanmıştır ancak uzun vadede bu, onların lehineydi.
Esed’in zekası ve kalem kudreti çok yüksek. Bu eser ara ara okunmalı.