Küresel Kaos mu, Küresel Topluluk mu?

Putin, Netanyahu ve Trump, küresel gerçeklikle bağlarını tamamen koparmış, aşırı milliyetçi hayallere kapılmış durumdalar. Bugün insanlığın hayatta kalması; iklim felaketi, yeniden hız kazanan nükleer silahlanma yarışı, salgın hastalıklar ve yaygın yoksulluk gibi küresel çözümler gerektiren krizler tarafından tehdit edilirken, bu liderler ve diğer ülkelerdeki sağcı müttefikleri milliyetçi fantezilere saplanmış halde hareket etmektedir. Putin, Rus emperyal ihtişamına hayranlık duymakta, Netanyahu Büyük İsrail hayalleriyle takıntılı bir şekilde meşgul olmakta ve Trump, "Önce Amerika" anlayışına kendini kaptırmış bulunmaktadır. Ve her biri, kendi fantezisinde Yüce Lider olarak kahramanca bir duruş sergilemektedir.
Mart 19, 2025
image_print

Dünya ülkeleri her ne kadar uluslararası hukuka ve küresel sorumluluk sistemine saygı göstermeyi taahhüt etmiş olsa da, son dönemde bazı ülkelerin sergilediği tutumlar bu düzenlemeye ciddi bir meydan okuma niteliği taşımaktadır.

Üç yılı aşkın süredir Rus hükümeti, Ukrayna’ya yönelik acımasız bir askeri istila, işgal ve ilhak gerçekleştirmektedir. Bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da görülen en büyük ve en yıkıcı askeri operasyonudur. Rusya, Ukrayna ile imzaladığı barış anlaşmasını, Uluslararası Adalet Divanı’nın Rusya’nın Ukrayna’daki askeri operasyonlarını durdurmasını talep eden kararını, Birleşmiş Milletler Şartı’nı ve dünya uluslarının ezici çoğunluğunun Rusya’nın eylemlerini kınadığı BM Genel Kurulu kararlarını hiçe sayarak, daha küçük ve daha zayıf komşusuna karşı emperyalist saldırganlığını inatla sürdürmektedir.

Sonuçlar ise korkunç olmuştur. Rus ve Ukrayna askeri güçlerinin toplamda yaklaşık bir milyon ölü veya yaralı verdiği tahmin edilmektedir. Dahası, savaş Ukrayna’nın sivil nüfusu üzerinde de ağır bir yıkıma yol açmıştır; yaklaşık 42.000 sivil ölmüş veya yaralanmış, 10 milyondan fazla insan ise ülkeyi terk etmek zorunda kalmış ya da ülke içinde yerinden edilmiştir.

Temmuz 2024 itibarıyla, Rus ordusunun sivil altyapıya yönelik ayrım gözetmeksizin gerçekleştirdiği bombardıman ve topçu ateşi sonucunda 1.600’den fazla Ukrayna sağlık merkezi zarar görmüş, 200’den fazla hastane tamamen tahrip olmuştur.

Savaşın ilk bir buçuk yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), Rus işgalinin ülke genelinde okulları ve anaokullarını harap ettiğini ve 3.790’dan fazla eğitim tesisinin hasar gördüğünü veya yok edildiğini rapor etmiştir.

Bu önde gelen insan hakları kuruluşunun daha yakın tarihli bir çalışmasına göre, Rus güçleri işgal altında tuttukları Ukrayna bölgelerinde savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlemiştir. Bunlar arasında sivillere yönelik işkence ve cinayetler, cinsel şiddet, zorla kaybetmeler, Ukraynalıların Rusya’ya zorla nakledilmesi ve yasadışı sınır dışı edilmeleri yer almaktadır.

İsrail hükümeti ise uzun süredir, Filistinlilere yönelik insan hakları ihlalleri ve özellikle 1967 Ortadoğu Savaşı sırasında ele geçirdiği Filistin topraklarındaki askeri işgali sona erdirmeyi reddetmesi nedeniyle Birleşmiş Milletler ile karşı karşıya gelmektedir. Daha büyük bir İsrail inşa etmeye kararlı olan sağcı İsrail hükümet yetkilileri, işgal altındaki Batı Şeria’daki Filistin topraklarına el koymuş ve bu bölgeyi yaklaşık 700.000 ağır sübvansiyonlu İsrailli yerleşimciyle doldurmuştur. Buna karşılık BM Genel Kurulu, ezici bir oy çokluğuyla İsrail’i uluslararası hukuka uymaya, askeri güçlerini geri çekmeye, yeni yerleşim faaliyetlerini durdurmaya ve Batı Şeria’daki yerleşimcilerini tahliye etmeye çağırmıştır.

Devam eden İsrail-Filistin çatışması, Ekim 2023’te Hamas’ın bir terör saldırısına yanıt olarak İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Gazze’ye yönelik tam kapsamlı bir askeri işgal başlatmasıyla yeniden alevlenmiş ve büyük bir insani krize yol açmıştır. Çoğu sivil olmak üzere tahmini 46.788 Filistinli öldürülmüş, 110.453 kişi ise yaralanmıştır. Birleşmiş Milletler’e göre, İsrail’in hava saldırıları nedeniyle 1,9 milyon kişi (nüfusun %90’ı) ülke içinde yerinden edilmiş, tüm yapıların %69’u yıkılmış (hastanelerin %50’si tamamen yok edilmiş, geri kalanı ise sadece kısmen işlevsel kalmıştır) ve yaklaşık 1.060 sağlık çalışanı hayatını kaybetmiştir. İsrail hükümetinin gıda ve su kaynaklarına yönelik ablukası nedeniyle, nüfusun tahmini %91’i ciddi düzeyde açlıkla karşı karşıya kalmıştır.

Beyaz Saray’a yeni dönmesine rağmen Donald Trump, ABD’nin uluslararası taahhütlerini kaldırarak yerine Amerikan imparatorluğunu genişletmeyi amaçlayan iddialı bir program başlatmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yaptırımlar uygulanmasını ve ABD’nin iki önemli BM kuruluşundan (Dünya Sağlık Örgütü ve İnsan Hakları Konseyi) çekilmesini emretmiş, ayrıca Birleşmiş Milletler Büyükelçisi olarak Temsilci Elise Stefanik’i seçmiştir. Stefanik, dünya örgütünü Trump’ın “Önce Amerika” öncelikleriyle uyumlu hale getirme sözü vermiştir.

Trump’ın uyguladığı ciddi iç sosyal harcama kesintilerinin aksine, askeri harcamaların artırılması çağrısında bulunmuş ve ABD’nin yıllık askeri bütçesini 842 milyar dolardan 1 trilyon doların üzerine çıkarmayı hedeflemiştir. Bu artan askeri güç, Trump’ın göreve döndüğünden bu yana Panama Kanalı ve Grönland’ı ele geçirme, Gazze’yi kontrol altına alma ve Kanada’yı 51. Amerikan eyaleti yapma yönündeki iddialı hedeflerini gerçekleştirmek için faydalı olacaktır.

Her üç durumda da, dar tanımlanmış ulusal çıkarların pervasızca peşinden gidilmesi, dünya toplumunun ortak çıkarlarının önüne geçmiştir.

Bu durum tesadüf değildir, zira Putin, Netanyahu ve Trump, küresel gerçeklikle bağlarını tamamen koparmış, aşırı milliyetçi hayallere kapılmış durumdalar. Bugün insanlığın hayatta kalması; iklim felaketi, yeniden hız kazanan nükleer silahlanma yarışı, salgın hastalıklar ve yaygın yoksulluk gibi küresel çözümler gerektiren krizler tarafından tehdit edilirken, bu liderler ve diğer ülkelerdeki sağcı müttefikleri milliyetçi fantezilere saplanmış halde hareket etmektedir. Putin, Rus emperyal ihtişamına hayranlık duymakta, Netanyahu Büyük İsrail hayalleriyle takıntılı bir şekilde meşgul olmakta ve Trump, “Önce Amerika” anlayışına kendini kaptırmış bulunmaktadır. Ve her biri, kendi fantezisinde Yüce Lider olarak kahramanca bir duruş sergilemektedir.

Ne yazık ki, bu olguyu ve bunun yıkıcı sonuçlarını daha önce de defalarca gördük.

Bununla birlikte, çok sayıda insan, işlerin bu şekilde olmak zorunda olmadığının farkında. Gerçekten de Putin, Netanyahu ve Trump, dar ulusal çıkarların pervasızca takip edilmesinin bir felaket tarifi olduğunu kabul eden ve etmeye devam eden birçok ulusal lider ve toplumsal hareketin görüşleriyle örtüşmemektedir. Bu felaketi önlemek adına, ileri görüşlü seleflerimiz Birleşmiş Milletler’i, Uluslararası Adalet Divanı’nı, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni ve diğer uluslararası kurumları kurmuşlardır. İşte bu nedenle bu kurumlar güçlendirilmelidir; çünkü küresel hukukun uygulanmadığı bir dünyada, ulusal sorumsuzluk hızla yayılacaktır.

İnsanlığın önümüzdeki on yıllarda hayatta kalabilmesi için, uluslar arasındaki pervasız rekabet ve çatışmaların iş birliği ve ortak hareketle yer değiştirmesi zorunludur. Savaşın yerini barış, ayrıcalığın yerini eşitlik ve güç kullanımının yerini hukukun üstünlüğü almalıdır.

Her şeyden önemlisi, hiçbir ulus tek başına hareket edemez; çünkü hepimiz aynı dünyanın bir parçasıyız ve buna uygun şekilde hareket etmeliyiz.

 

*Dr. Lawrence Wittner, SUNY/Albany’de tarih profesörü emeritus olup Confronting the Bomb (Stanford University Press) kitabının yazarıdır.

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/03/19/global-chaos-or-global-community/

SOSYAL MEDYA