Kudüs’ü İsrail’den, Zihinleri İsrailiyattan Kurtarmak

Tarihte ne İsrail diye bir yer var, ne yahudiler Musevi, ne Filistin’de Süleyman mabedi var ne de tanrı bu Hint çingenelerine bu toprakları vaadetmiş!. Baştan aşağı yalancı, sahtekar bir koloni topluluğunun baştan aşağı zulüm ve sömürgeci rejimi İsrail.Sadece Kudüs’ün bu fiili işgalden kurtarılması yetmez, yahudilerin uydurduğu bu yalan tarihin de zihinlerdeki işgaline artık bir son vermek gerekiyor. Kudüs işte o zaman gerçekten özgürleşir ve adına layık bir barış şehri-Jerusalem-darüsselam- olur.
Aralık 12, 2024
image_print

Kudüs’e en son 2017’de, kurban bayramında gidip on gün kalmıştık. Sanıyorum yine arife gününde uçağa binmiştik. Bayram sabahı Mescidi Aksa’da olmak için..  Bu sefer de arifeden uçağa bindik. On kişilik ekibimiz –çocuklar dahil- Ramazan’ın son günü olması hasebiyle oruçluyduk. Kudüs’teki dostlarımız bizim için iftar hazırlıyordu. Bu Kudüs’te ilk iftarımız olduğu için heyecanlıydık. Uçak Telaviv havaalanına indiğinde güneşin batmasına beş on dakika vardı.

Ama İsrail havaalanında artık rutin bir hal alan yolcuların bazılarını alıkoyma ve saçma sapan sebeplerle sorgulama işlemi bizi bekliyordu. Kendilerince şüpheli buldukları iki yol arkadaşımızı kenara çekip İngilizce sorguladılar ve mail adreslerini aldılar. Bu arada hava karardı ve ezan saati geçti. Uçakta bize verilen fındık ve sallama çay eşliğinde bazılarımız orucumuzu açtık. Bazılarımız ise Türkiye saatini bekleyerek Kudüs’e kadar sabretti.  Tabi ki bu saygısız uygulama yüzünden –Ramazan’ın son günü ve iftar saati olduğunu Filistin gibi dinlerin damgasını vurduğu bu kutsal topraklarda bilmemek mümkün değil. önemsememek ise affedilmez bir saygısızlık-

Kudüs’e bir saat gecikmeyle ulaşabildik. Önceden tanıdığımız Filistinli ailenin  hazırladığı mükellef sofraya oturduk. Yemekte sebze çorbası –ki aynı çorba Bosna’da da var, Bosna’da etli versiyonu yapılıyor, bizdeki bezelye havuç ve patatesli yemeğe tekabül ediyor- ve Maklube (pişirilmiş karnabahar, havuç ve tavuk ya da kuzu eti ile karıştırılan, tersine çevrilmiş bir pilav ve fırınlamış patlıcan güveci) vardı. İlk defa tattığımız bu muhteşem tat bize yorgunluğumuzu unutturdu. Hem safranlı hem sebzeli ve et ya da tavukla zenginleştirilmiş bu yemek o kadar hafif ki ikişer üçer tabak yedik ve yine sallama çaylarımızı içerek sohbet ettik.

Bu arada bizim için yurtdışında en önemli sorun; ne şu, ne bu, kahvaltı esnasında ve yemeklerden sonra tiryakisi olduğumuz demleme çayı bulamamak.. İnsan memleketinden uzak olunca, hiç farkında olmadığı şeylere karşı nasıl bağımlı olduğunu fark ediyor. Alışkanlıkların üzerimizdeki etkisinin ne kadar fazla olduğunu fark edemiyoruz. Bize has tatların önemini  de..

İlk gelişte yeni tatlarla tanışma, yeni yerler görme duygusu daha ağır basıyor. Halbuki ilerleyen zamanlarda –dinle ve tarihle güçlenmiş- bağlar ve bunları pekiştiren folklorik ögeler daha bir heyecan verici oluyor.

Gezilen görülen tarihi ve turistik yerler bir tarafa, Kudüs’te en göze çarpan şey; fiili durum, yani Filistinlilerin aşağılanması ve can ve mal emniyetinin olmaması.

Bu zoraki birlikteliğin  İsrail tarafı şiddet ve zorbalıkla yol almaya o kadar alışmış ki daha fazla şiddetin sonuç almaya, fiili durumu sürdürmeye yeteceğini zannediyorlar. Kolaycılığın ve yüzeyselliğin kaba şiddetin ve orantısız gücün sembolü İsrail!

İsrail, ABD, Rusya ve İngiltere’nin Ortadoğu’ya musallat ettiği habis bir ur, bir proje. Bu proje; İrlanda’da, Amerika ve Afrika’da, Asya’da pek çok toplumda uygulanmış.. Mantık olarak terör eylemlerine benzer. Bu terör; küresel ve felsefi argümanlar arkasına saklanarak medya bombardımanıyla desteklenir. Acımasızlığı ve insan muhayyilesini aşan anlamsızlığı ile geçici felç etkisi yaratır. 90’larda bangır bangır kafalarımıza kazınan ‘dünya koca bir köy oldu, dünya küreselleşti, küçüldü’ gibi iddialarla pazarlanan bu tedhiş ideolojisini anlamak için Kudüs, Bosna, Irak, Afganistan,Suriye gibi küresel şiddet ve teröre maruz kalan bölgelere gidip çıplak gözle görmek bizi bilinçlendirir.

Kendi küçük dünyasında mutlu mesut yaşarken insan bu iddiaları zararsız ve pembe ütopyalar olarak algılayabilir. Ancak insan kabuğundan çıkar ve yerinde görürse bunların hiç de öyle masum temenniler, ideolojiler olmadığının farkına varır. Egemenler, ‘dünya küçüldü’ derken cep telefonuyla ya da uçakla Afrika’nın en ücra köşelerine sorunsuz ulaşmayı, bir turistinki gibi serbestçe dolaşmayı kasdetmezler, kendilerinin dünyanın her noktasında kendi çıkarları için rahat rahat dolanmasını kastediyorlar ama bunun da ötesi var. Onların muradı; bütün yerel ve dini değerlerle insanın manevi dayanakları olan aile, cemaat, devlet kurumları ile sosyal ve ekonomik hayata dair her şeyin üzerinde geliştirilmek istenen, kontrol ve nüfuz.

Hitler’in denediği üstün ırk arayışlarının aynı mantıkla farklı araçlarla sürdürülmesi. İnanç ve yaşantıları yüzünden kınanan, küçümsenen koca bir insanlık ve onun bugüne kadar muhafaza edip zenginleştirdiği kültürler; yeme-içme, yaşama, çarşı-pazar, eğitim ve bilgiye dair.Ne demiş ünlü filozof Heraklit? ‘Aynı suda iki kere yıkanılmaz’. İsrail, Hitler’in suyunda yıkanmaya çalışıyor.

Kudüs’te bunun en sembolik işaretlerinden biri  dinin ve gündelik hayatın zaptu rapt altına alınması. Mescidi Aksa’ya da, otantik Musevilerin yaşadığı Nablus’taki Samara’ya da girişte İsrail askerinin kontrol noktalarından geçiyoruz. Samiriler de hapsedilmiş durumdalar köylerine. Hatta havaalanı yolunda bile sürekli durdurulup. on beş yirmi dakika minibüste bekliyoruz. Beklerken uçağımızı kaçırabilirdik. Havaalanında ise tersi bir uygulamayla öbür yolcuların önüne alındık. Bizden bir gün önce havaalanına gelen Türk yolculara ise arama bahanesiyle daha saygısız ve insanlık dışı tacizler yapılmış.

İsrail’in hareket tarzının temelini ‘keyfilik’ ve ‘sorumsuzluk’, insanları hak etmediği muamelelere maruz bırakarak kişiliğini rencide etmek oluşturuyor.

Bütün ilahi öğretilerin yasakladığı ve kınadığı bu hastalıklı yaklaşım; ibadethanelerin ve inananların dokunulmazlığını hiçe sayma hali Kudüs’te rutin olarak yaşanıyor. Mescidi Aksa’ya biz Müslüman olarak kontrolden geçerek, Müslüman olduğumuzu ispatlayarak girerken, batılı turistler hiçbir  şekilde taciz edilip bekletilmeden, içeri alınıyorlar.

Bu Ramazan bayramında el Halil’de 7-8 yaşlarında İsrail askerince tutuklanan çocukların haberi vardı, El Eyyam gazetesinde. Suçları boncuk tabancasıyla oynamaktı. Kudüs dışında yaşayan Filistinliler, dünya gözüyle Mescid-i Aksa’yı görmekten de mahrumlar. Orada sanki İsrail devletiyle Filistin adında iki eşit yönetim var-mış- gibi dünya kamuoyu kandırılıyor.

Kudüs’ten Ramallah’a geçerken asker kontrolünden geçmek gerekiyor ve iki kesim utanç duvarlarıyla ayrılıyor. Bu duvarların amacı Filistinlileri o duvarların arkasına hapsetmek. Geçerli bir izin belgeniz yoksa birkaç kilometre öteye geçmeniz imkansız!.

Biz tam güvenlikten geçerken arabaları köpek eşliğinde aranan bir Filistinli aile, o utanç duvarının kenarına dikilmiş korkuyla bekliyordu. Baba ve bir çocuğu yanında, önde de iki tane daha küçük çocuk; yaşları beş ila sekiz arası, o babanın çocuklarını, korkmasınlar diye kanatlarının altına alması bile imkansızdı. Muhtemelen biz gelmeden önce ‘güvenlik’ bahanesiyle o köpekle taciz edilmişlerdi. Bu insanlık dışı görüntü insanın kanını donduruyor.

İsrail’i Ortadoğu’nun en ileri demokrasisi olarak nitelemek alçak bir propogandadır. İsrail ileri demokrasi ile yönetiliyorsa demokrasi insanlık için ciddi bir tehdittir. Demokrasi kavramını yeniden tanımlamak lazım. Toplumun fertleri arasında ayrım yapan ve adil davranmayan bir yönetim, demokratik olma iddiasını kaybeder.

Ramallah’ı çevreleyen utanç duvarına çizilen resimler önünde fotoğraflar çekindik. Tatil olması hasebiyle Ramallah sokakları bomboştu ve  insan bir sunilik ve tarihsizlik duygusu hissediyor.

Filistin’in kalbi; Kudüs’te, Beytlehem’de, el Halil’de, Eriha’da atıyor. Tarihin ve toprağın kalbi buralarda capcanlı, cıvıl cıvıl. Ama işgalcilerin yeniden kurduğu Tel Aviv, Batı Kudüs, Yafa gibi şehirler, ruhsuz, gri, tekinsiz ve sevimsiz. Adeta o çirkin ruhları şehirlerine de sinmiş. Tel Aviv sokaklarında çocukların bile gözlerinde kin ve saldırganlık akıyordu. Sahte bir mutluluğun arkasında derin bir suçluluk ve bir gün intikam saatinin geleceğine dair fark edilen bir tedirginlik hali vardı. Bu milyonlarca işgalci güruh, ne kendilerine, ne de atalarına ait olmayan bu topraklarda tutunmak için binbir yalan tarih uydurmuş, dünyayı da inandırmaya çalışıyor. Hz. Yahya’yı katleden kral Herod’un sarayını güya Hz. Süleyman mabedi diye uydurup inanmışlar ve onun kalıntısı bir duvara gidip dua ediyorlar. Duvarın ötesindeki mescidi Aksa ve KubbetüsSahra’yı da yıkıp sözde Süleyman mabedini tekrar kurmanın hayaliyle yaşıyorlar. Oysa ne orası Süleyman mabedi ne de yahudilerin Hz. Süleyman’la hiçbir alakası yok. M.Ö. 538’de Filistin’i işgal eden İranlılar-Persler, Hindistan’dan yahudileri getirip Basra körfezi ticareti için Irak’a ve Akdeniz ticareti için de Filistin’e yerleştirerek kolonileştirmiş. (Tıpkı bugün İran’ın Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen’e Afgan, Pakistan şiilerini getirmesi gibi). Persler M.Ö.300’lerde Büyük İskender seferleriyle yenilip geri çekilince, bu koloni yahudileri bu topraklarda tutunmak için Musevi inançlarına inanıyormuş gibi yapıp, ticaretle uğraştıkları için yazı yetenekleri ile duydukları her şeyi kayda geçirmişler. Tevrat, Tanah vb. kutsadıkları kitaplar, işte böyle derlenmiş. Ama tanrıları yahve yani aslında Pers kralı Kyrus-kiroş-Keyhüsrev, onlara ‘bütün bölgeyi yakın yıkın, çoluk çocuk hayvan tüm canlıları öldürün, tüm bölgeyi size vereceğim’ diye vaad etmiş. İşte kutsal kitap dedikleri kitaplarında bunlar yazıyor ve vaad edilmiş toprak efsanesi de bu Pers vaadinden başka bir şey değil. Şimdi 2500 yıl sonra batılı emperyalistlerin kendi Yahudilerinden kurtulmak için icat ettiği İsrail devletini işte bu tarihsel yalanlarla meşrulaştırmaya çalışıyorlar. İsrail dedikleri ise aslında Asur ve zaten Persler Asur’u yıkarak topraklarını işgal etmiş. Pers kralının Filistin valisi Ezra’nın adını İbranice telaffuzla Ezrael yapıp, İsrail yapmışlar. Hem Ezra hem de Asur’u çağrıştıran bu isim maalesef İsrailiyat etkisindeki Hristiyan ve İslam literatüründe de galat-ı meşhur bir kullanıma kavuşmuş. Velhasıl, ne tarihte İsrail diye bir yer var, ne yahudiler Musevi, ne Filistin’de Süleyman mabedi var ne de tanrı bu Hint çingenelerine bu toprakları vaadetmiş!. Baştan aşağı yalancı, sahtekar bir koloni topluluğunun baştan aşağı zulüm ve sömürgeci rejimi İsrail.

Sadece Kudüs’ün bu fiili işgalden kurtarılması yetmez, yahudilerin uydurduğu bu yalan tarihin de zihinlerdeki işgaline artık bir son vermek gerekiyor. Kudüs işte o zaman gerçekten özgürleşir ve adına layık bir barış şehri-Jerusalem-darüsselam- olur.

 

 

Ayşe Doğu

Araştırmacı-yazar. Yarın yayınları editörü. Değişim ve Yarın dergileri ile haber10.com sitesinde yazarlık ve editörlük yaptı.
Kişisel web:http://www.aysedogu.com
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır