Kölelerin Saltanatı Nasıl Yıkılır?

Akıllı kişiler asla kaldıramayacağı yükü sırtlamaz. Sağlam karakteri olanlar ise güçle ilgilenmez. Çünkü sağlam bir karakterden yani sahici bir Adem olma halinden daha güçlü bir güç yoktur. Erdem, Ahlak ve iman, insanı insan yapar ve gerçek güç budur. Her şey, insanı, köleliğe mahkum etmiş olan tarihsel kaderinden, eşitsiz ilişkilere dayalı alışkanlıklarından arınacağı imkanları, fırsatları çoğaltıp, sağlam karaktere kavuşturmaya ayarlanmalıdır. Dünyayı, ülkeleri, toplumları, insanı köle ruhlu güç sahipleri bozar. Adem tözü olanlar düzeltir. Bu kural hiç değişmez.
Haziran 1, 2025
image_print

Güç istemi ve güçsüzlük duygusu

İnsanın kullandığı ilk alet başka bir insandır. Doğayı kullanabilmek için hayvanları evcilleştirmek, bitkileri seçip yetiştirmek, toprağı sürmek, ormanları, madenleri, suları, ateşi işlemek, ilk günden beri insan emeği gerektirmiştir ve bir şekilde bir grup insan, hayvan ve bitkilerin evcilleştirilmesinden mülhem, başka insanları da evcilleştirip kendine hizmetkar yaparak insanlar arası eşitsizliği başlatmıştır.

Erkeğin kadını evcilleştirmesinden başka bir insanın da evcilleştirilebileceği öğrenilmiştir. Bundan sonrası insanın önce (sahip) efendi ve (sahiplenilen) köle (köylü-amele-işçi-memur-çalışan), sonra giderek yöneten-yönetilen, güçlü-zayıf, üstün-aşağı insanlar halinde eşitsiz bölünme ve bunlar arasındaki ilişki tarzı, yani kölenin ihtiyaçlarını nasıl ve ne kadar karşılayacağı, kölenin bedenini nasıl kullanacağı, bu bağımlılık ilişkisinin kuralları ve akıbetinin tartışılmasıyla geçmiştir. Mülkiyet, Hukuk, devlet ve kurumsal dinler  bu ilişkiden ve bunun organize edilip yapısal-kurumsal hale yola sokulmasından veya sınırlanıp daha adil-eşit düzeye çekilme ihtiyacından doğmuştur. Savaşların, çatışmaların, işgal ve fetihlerin de temel sebebi, bu tarihsel çelişkilerdir.

Ama bu tarihsel trajedinin en ürkütücü sonucu, insanların bunu içselleştirmesi, evrensel bir yasa halinde sürdürmesi, genetik mirasla bu diyalektiğin zayıf, güçsüz, edilgen tarafı olmamak için efendi arketipini taklit etmeyi, yani efendi olma arzusunu hayatın ana amacı olarak kodlamasıdır. Her doğan çocuk bu genetik mirasın içine doğar ve aile, toplum, dünya içerisinde alışılagelmiş, kanıksanmış bu adaletsiz ilişkilerden kurtulmak için formüller arar. En aşina formül, kölelikten kurtulup efendi olmak, efendi gibi yaşamaktır. Köle, artık sadece efendinin değil, bizatihi bu efendi-köle ilişkisinin de kölesidir. ‘Sen ruhunda gereksinim duyduğun şeyin kölesisin’ (G. Jung)

Efendi olma arzusu, güç istemidir. Güç sahibi olmaktır. Güç biriktirmektir. Bu tarihsel-evrensel trajediyi sorgulamak ve efendisiz-kölesiz bir dünya tasarlamak ise, çok az ve aykırı insanların karakteri olarak kalmıştır. İbrahimi-Hanif dinin Allahtan başka bir şeye tapmama-tevhid inancına daveti, bir tanrı seçimi veya teolojik bir mevzu değil, Adem neslinin özüne, eşit ve özgür karakterine dönüşmesine dönük bir davettir. Musa’nın İsa’nın Muhammed’in davası da, daveti de insanın insana kulluğunu reddetmektir.. Efendiler bu davetten ürkerken, köleler bu davete icabet ediyormuş gibi yapıp köle alışkanlıklarıyla tanrıya da bir efendiye tapar gibi tapar hale gelmiş, bu devrimci davetin asıl özünü köle ruhunun sorumsuz beklentileriyle metafizik düzeye çekip bulandırmıştır.

Köle olmamak, kölelikten kurtulmak için efendileşme çabası, zayıf karakterli insanların yani köleliği içselleştirmiş genetiğin dramatik tercihidir. Çünkü bu karakterin Adem tözündeki seçme ve sonuçlarına katlanma özelliği, yani sorumluluk duygusu zayıftır. İnsanın kendi engelleri, yani kafalarındaki bariyerler, dışardakinden daha çok ve güçlüdür. Bu nedenle en kolay olanı, en sorumsuz yolu tercih ederler. Mitolojik ve dinsel söylencelerde, masal ve destanlardaki ve bunlardan mülhem film ve dizilerdeki en yaygın cennet-kurtuluş-zenginlik-saltanat-güçlü olma anlatılarının tasvir ettiği yaşam, emeksiz, çabasız, sorumsuz ama mutlak zevk ve sefahatla yaşamaktır. Köle, efendinin böyle yaşadığını zanneder ve bu dünyada, olmazsa öte dünyada bu saltanat ve şatafata bir an önce kavuşmak için uğraşır. Efendi-köle ilişkisinin en kadim, en organize ve en kurumsal biçimi olan Hint kast sisteminin, reenkarnasyon denilen, bir sonraki hayatta geri gelip üst kast gibi yaşama inancı, Hristiyanlık ve İslam yorumlarında bu Hint samsara inancının etkisiyle yerleşmiş olan cennet tahayyülü, işte bu adaletsiz dünyanın somut eylemle değil, kaderin-feleğin çarkının dönerek bir şekilde sıranın kendisine de geleceğine olan inancı beslemiştir. Ne var ki, bu inanç sahiplerinin çoğu, zamanla arzularını ötelemeden peşin tahsil etmenin, yani bu dünyada biraz gayretle kısmen de olsa cennetteki gibi yaşanabileceğine dair örneklerin olduğunu fark eder ve bütün hayatını buna adar.

İnsanlığın cennette yaşama düşü, cennetten kovulma sebebini cennete geri dönme yolu olarak görme şaşkınlığını üretmiştir. Bu insanlar için cennetteki gibi ebedi yaşam, güç sahibi olmaktan geçmektedir, bu nedenle güç biriktirerek güçsüzlüğünü aşmaya, eksikliğini gidermeye, amaçlarına ulaşmaya çalışır. Bu gücü yanlış kodlamanın eseridir. Oysa bu dışsal güç tahayyülü yanıltıcıdır ve İçindeki, özündeki, beynindeki, kalbindeki töze yabancılaşan her insan, arzularını dışsal nedenlerle gidermenin peşine düşerek aslında daha da güçsüzleşir. Her şeyin son tahlilde insanın içinde, beyninde, kalbinde olup bittiğini yani insanın kendini bilmesinin her şeyin başı olduğunu anlatmaya çalışan ilahi öğretiler, dış dünyanın, daha doğrusu somut adaletsizliklerin ve acıların yarattığı zalim bir yaşamın zorunlulukları karşısında tutunamaz. Yani zayıf karakterli, köle ruhlu insan çoğunluğu için ilahi öze dönüş, manevi arınma, tözsel olgunlaşma, kendini-rabbini-haddini bilme daveti, sadece lazım olduğu kadar başvurduğu bir yedek güç imkanıdır. Bu davete sahici bir cevap verebilecek insanlar, tarih boyunca çok az olmuştur ve insan çoğunluğunun güç yarışından yorulup fiziksel veya ruhsal olarak kendi dünyasına çekilmek isterler.

Arınma Ve Ayrışma

Erdemli insanlar, kendilerini bu insan çöplüğünün anlamsız hercü mercinden ayrıştırırken aslında insan genetiğindeki bu tarihsel sapmadan, eşitsiz ilişkiler ve bu ilişkilerin ürünü sahte var olma biçimleri, sahte efendilik cennetleri, sahte arzu ve güç istemlerinden arındırırlar. Arınma; iman, takva ve ahlakla, yani kendini kendi isteği ve çabasıyla sınırlamak-terbiye etmek ve her daim yenilemekle olur.

Köle ruhlu insanlar ise benzer bir ayrılma-ayrışmayı, tam tersine daha özgür-özgün insan olabilmek için değil, daha efendi gibi yaşamak için tercih ederler. İnsanların çoğu nefret ettiği, küçümsediği, aşağıladığı özelliklerden kendini arındırmak yerine, bu düşkün özellikleri olduğunu düşündüğü insanlardan kendini ayrıştırmak için uğraşır. Bu hem daha kolay ve az maliyetli hem de daha bencilcedir. İnsanın kendisini tanıması, bilmesi, kendisini değişmeye-değiştirmeye çalışması yüksek bir karakter ve erdem gerektirir. Yükseklik asıl budur. Ama kendini ayırıp başkasını aşağılamak, başkalarından ayrılıp yükseleceğine zannetmek insanın en dramatik hatasıdır. “Insanlar dünyada çabuk yükselen şeylere değer verirler. Ama hiç bir şey toz ve tüy kadar çabuk  yükselmez.” (Horace Mann)

Güç, yani insanı doğadan ve başka nedenlere bağımlılıktan azade kılacak araçlar, bu zayıf karakterli insanlar için bir yükselme yani kendini ayrıştırma imkanı olarak görülür. İktidar, para, mülk, silah, bazı özel yetenekler, bilgi, hatta bazan farklı bir özellik, bu insanlar için güç kaynaklarıdır. Daha doğrusu zayıf karakterliler için yükselme aracı olan güçlerdir. Ve bu güçler, ötekinden ayrılmak, ötekinin üstünde hissetmek ve ötekini yönetmek için gerekli donanımlardır. Çünkü zaten köle ruhlu insan çoğunluğu için bu böyledir ve aslında kendilerince doğru bir şey yaparlar. Çünkü mevcut dünya bu şeytani güç algısı üzerinde dönmektedir.

Efendi-köle diyalektiği, efendiliği bu güçlere sahip olmak, köleliği ise bu sahiplere hizmet etmekle kodlamıştır. Ama Hegel’in mutsuz bilinç kavramıyla anlatmaya çalıştığı gibi, aslında efendiler bu diyalektiğin sürekliliğine mahkum olduğu için kölelerden daha mutsuzdur. “soytarı, kraldan daha akıllıdır, çünkü oynadığının bir rol olduğunu bilir, oysa kral kendini gerçek sanır. Aptallığın bilgeliği, bilgenin aptallığını gösterir. öyleyse, soytarının kudreti zayıflığında yatar. acizlikleri oranında hürdürler.” (Terry Eagleton)

İşte bu güç algısı, yani eşitsiz dünyada insanları başkasından üstün kılan mal mülk makam şöhret bilgi, her karaktere yük bindirir. İçindekini kusturur. Kimin içinde ne varsa dışa vurur. Çünkü iktidar, makam, mülk, para, yetki, bilgi, şiddet, aslında gücün kendisi değil, insanı deşifre eden, aslını neslini açığa çıkaran, maskelerini düşüren bir turnusoldür. Zayıf karakterine hak etmediği, kaldıramayacağı bir güç yüklenince, kısır tipler içine çöker, travmatik geçmişleri olanlar intikama yönelir, zayıf ve ezik karakterler adeta sarhoş olur, muhterisler zalimleşir. Bu güç sahipleri, az da olsa var olan karakterlerini, yeteneklerini, özelliklerini, ahlaklarını, değerlerini yani kendilerini Adem yapan gerçek güç kaynaklarını zamanla kaybeder, köreltir, sevimsizleşirler. Adeta yüzlerindeki fer söner, gözlerindeki insan ışıltısı zayıflar, ruhları canlılığını yitirir, kalpleri katılaşır. Görmez, duymaz, anlamaz olurlar. Nitekim, Tanrının paraya verdiği değer, para verdikleriyle ölçülür denmiştir

Güç sahipleri, bünyelerine fazla gelen güçlerini yönetemezler. Bu nedenle daha fazla eforla daha çok rol yaparlar. Bir süre sonra rolleri kişilikleri olur. Dostoyevski, “Gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim” der.

En trajik olanı, bu noktadan geri dönüş yoktur. Gücü bünyesinde karakterinin yerine ikame edenlerin tekrar normalleşmesi, daha sahici bir varlık olabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, artık tek yapabildikleri bu gücün ebediliğini sağlamak için daha fazla güç temerküz etme çabasıdır. Ama artık denge, tutarlılık, sahicilik, samimiyet kalmaz ve yürüyen yalan dolan talan haline dönüşürler.

Profesör bir öğrenciyi kürsüye çağırıp

-Anlat dersi, demiş

öğrenci başlamış anlatmaya

-Şimdi kürsünün üstüne çık, devam et

öğrenci kürsüye çıkıp devam etmiş

-Kürsünün üstüne bir sandalye koy, üstüne çık devam et

öğrenci denileni yapmış

-Şimdi sandalye üstüne tabureyi koy, devam et..

öğrenci artık düşmemek için dengesini kontrol ederek konuştukça dediklerinde tutarsızlıklar başlamış

Hoca dersi: “İnsan yükseldikçe dediklerinde tutarsızlıklar olur, çünkü artık beyin söyleneni değil, bulunan yerden düşmemeyi önceler” diyerek bitirmiş.

‘Bana bir Köle ver’

Aşırı güç istemi aslında bir eksikliğin, güçsüzlüğün, sakatlığın, tamamlanmamışlığın dışa vurumudur. Güç istemi, narsist karakterlerin alışkanlığıdır ve narsizmin gerisinde sevgisiz çocukluk ve özgüveni zayıf bir karakter vardır. Bu eksikliği olanlar içlerindeki derin boşluğu abartılı kibir, makam ve mal düşkünlüğü, son tahlilde insandan nefret etmenin dışavurumu olan buyurgan otoriterlik, bencil kurnazlık ve başarıdan çok daima kazanma-üstün gelme çabasıyla örter. Tüm bu canhıraş çabalar, dikkatli bakıldığında, aciz, güçsüz, zavallı ve zayıf bir şeytaniliğin yalan ve sahte idealizmin yani münafık dindarlığın kaynağıdır. Ve bu biteviye kendini doğrulamaya çalışan hükümranlık  arzusu, ölene kadar kendini yeniden üretir. “İdealizm olarak algılanan çoğu şey, kılık değiştirmiş nefret ya da kılık değiştirmiş güç sevgisidir.” demiş Bertrand Russell

Güç düşkünü insanların en önemli özelliği başkasına hükmetme, yönetme, başkası adına karar verme, başkasını ezme-yok etme isteğidir. Sahip oldukları gücü, içlerinde kalmış arzu ve şehvetlerini tatminden çok, en çok bu amaçla kullanırlar. Çünkü bu tiplerin çoğu köle genine sahiptir. Kölelikten, daha doğrusu kendi köleliğinden nefret etmeyi, diğer kölelerden nefret ederek yansıtır. Eziklik duygusu, bütün zalimliklerin kaynağıdır. İnsanı insana kul eden her ilişkide, geçmişten veya bugün de yaşanmış bir ezikliğin, bu eziklikten beslenen nefretin, sevgisizliğin, yani başkasına ve aslında tanrıya düşmanlığın izi vardır.

Hayatını kurtardığı efendisinin azat edip ödül olarak ‘dile benden ne dilersen’ dediği bir köle, ‘bana bir köle ver’ demiş. Köle bir şekilde azad olur, güç sahibi olur ama o gücü yönetmek, yani özgürce yaşamı bilmemek onu bu defa başka bir çukura iter. Gücü yönetememek, özgürlüğü bilmeyişin sonucudur. Zalimlerin çoğu, işte bu köle kökenli güç sahipleri arasından çıkar. “Mutlak erk, onu elinde tutan Tiran’ı çıldırtır. Nedeni ise onu nasıl kullanacağını bilmeyişidir. Sınırsız bir yapabilme erk’i ile sınırlı bir beceri arasındaki dengesizlikten daha büyük gaddarlık olamaz.” Michael Tournier /Kızılağaçlar Kralı

Ne efendi ne köle

Bugün efendi-köle düzenini efendiler kadar kölelerin gönüllü kulluğu da sürdürmektedir ve hepsi efendi olma yarışında sıranın kendisine gelmesi için çabalamaktadır. Marx, proleteryanın efendiliğini savunurken anarşistlerin itirazını dinlememiştir. Oysa eşitlik ve özgürlük kölenin efendi olmasıyla değil, yok edilmesiyle sağlanır. Yani önce kölelerin saltanatı-saltanat arzusu- yıkılmalıdır. O zaman, efendi de kalmaz.

Efendi-köle düzenini ortadan kaldırmak için, önce prensip olarak hiç kimseye aşırı güç yüklenmemelidir. Kaldıramayacağı yük vermemelidir. Bütün devlet, hükümet, hukuk, ticaret, dini sistematiğin temel amacı, işte bu haksız ve adaletsiz güç dağılımını engellemek, insanı kölelikten değil, efendi-köle diyalektiğinin bizatihi kendisinden çıkarabilmek olmalıdır.

Akıllı kişiler asla kaldıramayacağı yükü sırtlamaz. Sağlam karakteri olanlar ise güçle ilgilenmez. Çünkü sağlam bir karakterden yani sahici bir Adem olma halinden daha güçlü bir güç yoktur. Erdem, Ahlak ve iman, insanı insan yapar ve gerçek güç budur. Her şey, insanı, köleliğe mahkum etmiş olan tarihsel kaderinden, eşitsiz ilişkilere dayalı alışkanlıklarından arınacağı imkanları, fırsatları çoğaltıp, sağlam karaktere kavuşturmaya ayarlanmalıdır. Dünyayı, ülkeleri, toplumları, insanı köle ruhlu güç sahipleri bozar. Adem tözü olanlar düzeltir. Bu kural hiç değişmez. Sorun ne olursa olsun önce mantıklı çözüm formülleri, mükemmel teoriler, dini veya felsefi kurallar değil, önce Adem tözünü korumuş insanlar öne çıkmalı, karar verici ve denetleyici olmalıdır.

Bütün kurallar, fikirler, teoriler, nasihatlar, ancak ve sadece Adem tözü olan insanlar eliyle uygulanırsa hukuk, adalet ve özgürlük temin edilir, bunlar temin edilirse de güvenlik ve huzur sağlanır. Aksi halde, ayaklar baş olur, köleler efendi kesilir, görmemişler çalar, yalancılar aydın, cahiller alim geçinir, zalimler kin ve husumet kışkırtır, iblisin veletleri insan taklidi yapar. Ve din, bilim, felsefe, hukuk, devlet, her şey ama her şey, insanı tekrar köleleştirmenin, sömürmenin, düşkün ilişkilere mahkum etmenin vasıtası olur.

Bugün, bütün dünyada ve ülkemizde, durum budur.

Ahmet Özcan

Ahmet Özcan: Nüfus kaydı ismi Seyfettin Mut. İ.Ü. iletişim fakültesi mezunu (1984-1993); yayıncılık, editörlük yapımcılık ve yazarlık yaptı. Yarın yayınları ve haber10.com haber sitesinin kurucusu. Ahmet Özcan, yazarın müstear ismidir. -Yer aldığı Dergiler: İmza (1988), Yeryüzü, (1989-1992), Değişim (1992-1999), haftaya bakış (1993-1999), Ülke (1999-2001), Türkiye ve dünyada Yarın (2002-2006) Yayımlanmış Kitaplar: -Yeni bir cumhuriyet için- -Derin devlet ve muhalefet geleneği- -Sessizlik senfonisi- -Şeb-i Yelda- -Yeniden düşünmek- -Teolojinin jeopolitiği- -Osmanlının Ortadoğu’dan çekilişi- -Açık mektuplar- -Davası olmayan adam değildir- -İman ve İslam- -Yenilmiş asilere çiçek verelim- -Tevhid adalet özgürlük- -Devlet millet siyaset.
Kişisel web: www.ahmetozcan.net - www.ahmetozcan.net/en
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA