Yaşadığımız yüzyıl, kadim şehirlerin sırayla yerle bir edildiği tuhaf bir yüzyıl oldu…
Yıkılan sadece şehirler de değil. Bugün Suriye, zarif devrim sonrası yeni baharını yaşamaya başladı ancak düne kadar Rusya, İran, ABD, İsrail gibi ülkelerin de müdahil olduğu bir iç savaş hüküm sürdü. Nusayri- Esed rejiminin halkına açtığı bu savaş sonrası Suriye’de bahar yeniden filizlense de açılan yaralar kolay kolay kapanacak gibi görünmüyor. Yine Filistin’de bir asırdır süren bir işgal ile yakın dönemde gerçekleşen Afganistan-Irak işgalleri, Bosna-Hersek katliamı…
Bosna’nın yeşil tepeleri, Irak’ın kızıl çölleri, aynı kederle titredi. Zulüm aynı, ölüm aynı. Sadece coğrafya değişti. ABD ve Avrupa’nın destek verdiği bu felaketler silsilesi bugün halen Gazze’de sürmekte… Aslında tüm bu olanlar yeni Haçlı istilasının işaretleri.
Günümüzde dünya genelinde birçok ülke ve bölge ciddi gıda kıtlıkları ve açlık krizleriyle karşı karşıya. Bu krizlerin başlıca sebepleri arasında çatışmalar, ekonomik şoklar ve iklim değişikliğinin olumsuz etkileri var. Sudan, Güney Sudan, Yemen, Etiyopya, Nijerya, Haiti, Mali… Bu ülkelerde gıda yetersizliği “felaket” düzeyine ulaşmış durumda. 2023’te 59 ülke ve bölgede yaklaşık 282 milyon kişi yüksek seviyede gıda yetersizliği yaşamış, acil gıda ve geçim desteğine ihtiyaç duymuştur.
Bir diğer iç acıtıcı konu ise pedofili ve bunun toplumsal boyutu.. Son yıllarda çocuklara yönelik cinsel istismar vakaları ciddi artış gösterdi. Uzmanlar çocuklara yönelik şiddetin artışını endişe verici bulmakta. Dünya genelinde çocuklara yönelik cinsel istismar, ciddi ve yaygın bir sorun. Özellikle kız çocukları bu cinsel istismarın ana mağdurları. Uluslararası Çocuk Merkezi (UÇM), istatiksel olarak açıklanan vakaların, buzdağının görünen kısmı olduğunu açıklıyor. Türkiye’de de bu vakalar son yıllarda ciddi artış göstermiş durumda. Ancak cinsel istismar sonucu ölen çocukların verilerine dair spesifik ve güncel istatistikler sınırlı. Irmak, Leyla, Sıla, Narin… Bu trajik olaylar, çocukların korunması ve cinsel istismarın önlenmesi konusundaki çabaların artırılması gerektiğini, konuyla ilgili yasal düzenlemelere ihtiyacımız olduğunu göstermektedir.
Bir diğer konu ise geçmişten çok daha yoğun oranda gündemimizi meşgul eden eşcinsellik konusu. Eşcinsel kimliğin küreselleşmesinde LGBT aktivizminin rolü büyük. Avrupa’da yeşeren eşcinsel aktivizmi sadece Avrupa özelinde kalmamış ayrıca Avrupa dışına LGBT haklarının teşviki ve eşcinsel tanınırlığın sağlanması konusunda rol oynamakta. Dünya genelinde eşcinsel bireylerin durumu ülkeden ülkeye farklılık gösterirken, bazı ülkeler LGBT bireylerine geniş ölçüde hak tanıyor. Eşcinsel karşıtlığı ya da eşcinsel haklarının yeterli düzeyde olmayışı ile suçlanan Müslüman toplumlar, medeniyetin gerisinde kalmak ve Avrupalı kimliğinin dışında olmakla itham ediliyor. Aynı şekilde medeniyet üstünlüğü söylemi yeniden üretilerek, eşcinsellik savunusu yapmayan kişi, grup ve toplumlar Avrupa ve Batı standartlarının gerisinde kalmakla ve medeni olmamakla itham edilmekte. Cinsiyetin sadece kadın ve erkekten ibaret olmadığını savunan bu düşünce biçimi ne yazık ki sağlıksız görünüyor. Cinsiyet, erkek ve kadından oluşur ve değiştirilemez. Cinsel yönelim ile cinsiyet kimliği ilişkisi sosyal inşa açısından önemlidir. Yetişkinler olarak bizim bu akımdan kendimizive daha da önemlisi çocuklarımızı korumamız gerekir. Geleneksel aile değerlerimizi korumalı, LGBT hakları söylemine mesafeli durmalıyız. ABD’de bugün çok keskin biçimde devam etmekte olan tartışmalar, toplumsal kutuplaşmanın temel konularından biri haline gelmiş durumda ve siyasi ayrışmanın merkezine oturmaktadır.
Son yıllarda işlenen kişisel suçlarda da belirgin bir artış var. Hırsızlık, cinsel suçlar, uyuşturucu, öldürme ve yaralamalar, taciz… Bireylerin temel haklarına, özgürlüğüne ve özel hayatına zarar veren bu eylemlerin hukuk tarafında da ne yazık ki pek bir karşılığı yok.
Ayrıca tüm toplum kesimlerinde ciddi siyasi kutuplaşmalar var. Bu kutuplaşmalar, toplumun farklı grupları arasında keskin ayrışmalara ve karşıt görüşler arasında düşmanlıklar oluşmasına neden oluyor. Bu durumun birçok olumsuz etkisi var. Toplumsal bütünlüğün bozulması, demokratik süreçlerin tıkanması (seçmenler adayların politikalarını değil sadece ait olduğu grubu desteklemeye odaklanıyor), hoşgörü ve diyalog kültürünün zayıflaması, ekonomik ve sosyal krizlerin derinleşmesi, şiddet ve kaos ortamının oluşması, bilim ve gerçeğin göz ardı edilmesi…
“Kıyametten korkmalı mıyız?” sorusunu sormamıza gerek yok. Kıyamet zaten kopmaktadır… Ancak kıyamet, kötülüğün bitmesi demektir. Hz. Muhammed’in bir hadisinde söz ettiği üzere “Kıyamet kopuyor olsa bile elinizde bir fidan varsa onu dikin” çevre bilincini ve umudu anlatan güzel bir hadistir. Yani, iyiler için kıyametten korku yoktur ve umut hep vardır.
Ölüm, bir yok oluş değil yeniden varoluştur. Önemli olan iyiliğe ve çalışmaya devam etmektir. İyiliğin ve azmin karşılığı bazen hemen, bazen geç, bazen hiç gelmez ama iyilik kaybolmaz. Her şeyin bir sonu vardır, önemli olan o sona nasıl yaklaştığımız. İnsanın kıyameti, vicdanını kaybettiği an kopar.