Trump yönetimi, Çin’i caydırmayı Rusya’ya tercih etmek yerine, her iki güçle de gerilimi azaltmayı düşünmelidir.
Merhum devlet adamı Henry Kissinger, 1972 yılında Başkan Richard Nixon’ın Pekin’i ziyaret etmesine yol açan gizli diplomasisiyle tanınır. ABD-Çin yakınlaşması önümüzdeki on yıl içinde gelişerek, 1979’da resmi diplomatik ilişkilerin kurulmasına yol açtı.
Kissinger’ın diplomasisi, Çin ile SSCB arasındaki büyüyen ayrılığı genişletmekle kalmadı; aynı zamanda Pekin’in Sovyetler Birliği’nin doğu kanadına yönelik yirmi yıllık küstah meydan okumasını kolaylaştırarak elverişli bir güç dengesi sağladı.
Bugün Washington’daki birçok stratejist, Kissinger’ın ustaca diplomatik manevrasından bahsediyor. Yönetim destekçileri, Donald Trump’ın Rusya’yı Çin’den uzaklaştırarak sözde “ters Kissinger” politikasını yürüteceğini umuyor.
Bu olasılık hakkında açıkça sorulan bir soruya Dışişleri Bakanı Marco Rubio, ABD’nin “[Rusya’yı] Çinlilerle olan ilişkilerinden tamamen koparmakta başarılı olacağından” emin olmadığını söyledi. Rubio, “ABD’ye karşı ittifak kuran iki nükleer güç” konusunda endişeli olduğunu ifade etti ve “Rusların Çinlilere giderek daha fazla bağımlı hale geldiğini, bunun da iyi bir sonuç olmadığını” belirtti.
Trump’ın, Moskova ile ilişkileri normalleştirmek amacıyla birçok alışılmadık girişimde bulunduğu doğru. Hatta, Rusya ile Ukrayna arasındaki barış görüşmeleri tıkanmış olsa bile, bunu yapmaya istekli olabilir. Çin’e uygulanan gümrük tarifeleri en azından geçici olarak azaltılmış olsa da, yönetim yetkililerinin Asya-Pasifik bölgesindeki ABD kuvvetlerini güçlendirme yönündeki taahhütleri, “ters Kissinger” politikasının ana hatlarını ortaya koymuştur. Bu yaklaşım, ABD’nin stratejik odağını Avrupa ve Orta Doğu’dan Çin’e kaydırmayı hedefleyen sözde “öncelikçiler” ile tamamen uyumludur.
Ne var ki, bu yaklaşımın başta uzun vadede uygulanabilirliği olmak üzere sayısız sorunu vardır. Daha sağlam bir strateji, Moskova ve Pekin ile ilişkileri aynı anda geliştirmeyi hedefleyen bir “çifte Kissinger” yaklaşımını benimsemek olacaktır.
Şu bir gerçek ki, Avrasya’nın iki devi son otuz yılda oldukça sağlam ve kapsamlı bir ilişki kurmuştur. Bu ortaklık, stratejik koordinasyonun bazı özelliklerini taşıyan ancak resmi bir ittifaktan oldukça uzak olan bir “yarı ittifak” (quasi-alliance) olarak tanımlanabilir. Çin ve Rusya, düzenli ortak askeri tatbikatlar yapmaya devam etmektedir; ancak bu tatbikatlar büyük ölçekli değildir ve ortak komuta yapıları geliştirme yönünde bir girişimde de bulunmamışlardır.
Moskova’nın Çin-Rusya stratejik ortaklığını güçlendirmek ve hatta resmileştirmek istediğine inanmak için sebepler vardır; ancak bu isteksizlik Pekin’den gelmektedir. Bu isteksizliğin kökeninde, böyle bir askeri ittifakın Washington’u huzursuz edeceği ve hatta Çin’in özellikle kaçınmak istediği bir “yeni soğuk savaş”ı tetikleyebileceği bilgisi yatmaktadır.
Yine de Washington, Çin’i açıkça “sınırlamayı” (contain) amaçlayan saldırgan bir strateji izlerse — bu ister ticaret engellerinin artırılmasıyla, ister Batı Pasifik’teki askeri güçlerin takviyesiyle, isterse Tayvanlı milliyetçilerin teşvikiyle olsun — Pekin’in isteksizliği ortadan kalkabilir. Önümüzdeki yıllarda, uzay, nükleer ya da denizaltı alanlarında ABD ulusal güvenliğini çeşitli şekillerde tehdit edebilecek gerçek bir Çin-Rusya ittifakı ortaya çıkabilir.
Sonuçta, Kissinger’ın Soğuk Savaş’ın ikinci yarısında ABD için meyve veren stratejisini taklit etmek amacıyla Rusya’yı Çin’e karşı kullanmak pek olası değildir. Kissinger’ın asıl niyeti, Çin ve Sovyetler Birliği ile ilişkileri neredeyse eşzamanlı olarak geliştirmek gibi görünüyor. Nixon’ın meşhur Pekin ziyaretinden sadece üç ay sonra Moskova’ya giderek Sovyet lideri Leonid Brejnev ile silah kontrolü ve ticaret hakkında görüşmesi tesadüf değildi.
Nixon’ın Çin’le yakın zamanda sağladığı diplomatik ilerlemenin etkisiyle, Sovyetlerin müzakereye daha istekli hale geldiği görüldü. ABD Başkanı’nın SSCB ziyareti olağanüstü verimli geçti ve büyük güçler arasındaki gerginliğin azaltılması yönünde önemli ilerleme kaydedildi. Stratejik silahları sınırlayan SALT I ve füze savunmalarını kısıtlayan ABM anlaşmaları bu tarihi anda imzalanarak gelecekteki tüm silah kontrol anlaşmaları için örnek paradigma haline geldiler.
Bugün, böyle bir “çifte Kissinger” stratejisi sadece mümkün değil, aynı zamanda zorunludur. Trump yönetimi, Rusya ile diplomasiyi “sıfırlamak” için çalışırken, Çin ile ilişkileri geliştirmek üzere diplomatik çabaları canlandırmak konusunda da akıllıca davranacaktır. Moskova ve Pekin, 1990’lardan bu yana yapılan zirvelerden itibaren çok kutupluluk (multipolarity) hedefini paylaştıklarını açıkça ortaya koymuştur. Her iki ülke de Washington ile daha pragmatik, daha az ideolojik bir yaklaşımla çalışmak istediklerine dair sinyaller vermiştir.
“Çifte Kissinger” stratejisi, yeni ve daha istikrarlı bir dünya düzeninin kurulmasına yardımcı olabilir. Böyle bir düzen içinde nükleer silahların kontrolü, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve bölgesel güvenlik gibi birçok alanda ilerleme sağlanabilir. Genel olarak bu yaklaşım, küresel gerilimin çok ihtiyaç duyulan bir şekilde azalmasını sağlayarak ekonomik ve çevresel sorunlara yeniden odaklanılmasını mümkün kılacaktır.
Harvardlı tarihçi Niall Ferguson, geçen yıl ABD dış politikasında yumuşama (détente) anlayışının yeniden keşfedilmesini savunurken şöyle yazmıştı: “Muhafazakâr alternatif, 1950’ler ve 1960’ların uçurumun kenarında gezinme politikasına dönmekti ki bu da nükleer kıyamet riskini doğuruyordu.” Ferguson ayrıca Kissinger’ın şu sözünü de aktarmıştı: “Birlikte yaşamanın alternatifi yok.”
Biraz umut verici olan ise, Başkan Trump’ın böyle bir vizyonu çoktan dile getirmiş olmasıdır. Trump, Şubat ayında “Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile üç ülkenin askeri bütçelerini yarı yarıya indirmeyi görüşmek üzere bir araya geleceğini” söylemişti. Ancak Trump yönetiminin ABD’nin askeri harcamalarını ciddi şekilde artırmaya kararlı olduğuna dair son sinyaller göz önüne alındığında, bu pek olası görünmemektedir. Yine de, belki de Trump’ın yapması gereken tek şey, küresel gerilimi azaltma hedefini anlayan ve aynı anda hem Moskova hem de Pekin ile yakınlaşma sürecini yürütebilecek, “yürüyüp aynı anda sakız çiğneyebilen” kendi Kissinger’ını bulmaktır.
*Lyle Goldstein, Savunma Öncelikleri (Defense Priorities) kuruluşunda Asya İlişkileri Direktörüdür.
Kaynak: https://nationalinterest.org/feature/reverse-kissinger-no-double-kissinger