Kanada: Amerika’ya “Komşu” Olmak

ABD ve Kanada arasındaki yeni gerilim, tarihsel olarak birikmiş çeşitli faktörlerin günümüzde yeniden alevlenmesinin sonucudur. Coğrafi yakınlık, derin ekonomik entegrasyon ve ortak kültürel unsurlara rağmen iki ülke arasında ekonomik ve siyasi gerilim potansiyeli hep var olmuştur. Bunun en belirgin göstergesi, gümrük vergileri üzerinden yaşanan krizler ve Kanada’nın ilhak edilmesi şeklindeki uç söylemlerin zaman zaman gündeme gelmesidir.
Mart 6, 2025
image_print

Kanada-ABD İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını

Trump yönetiminin, Çin, Meksika ve Kanada’ya uygulama kararı aldığı yüksek gümrük vergileri 4 Mart itibariyle başladı. Kanada Başbakanı Justin Trudeau, ülkesinin bu karara aynı oranda misilleme yapacağını açıkladı. Trudeau, yaptığı açıklamada, “Trump, Kanada ekonomisinin çökmesini istiyor çünkü bu, ülkemizi fiilen ABD’nin 51. eyaleti haline getirmeyi kolaylaştırır. Ancak bu asla olmayacak!” ifadelerini kullanarak, ABD’nin politikalarının Kanada’nın bağımsızlığına yönelik bir tehdit oluşturduğunu belirtti. Trudeau, konuşmasını güçlü bir ulusal birlik mesajıyla tamamlayarak, “Ama biz Kanadalıyız! Birlik olacağız, Amerikalılara karşı duracağız, haklarımız için mücadele edeceğiz ve kazanacağız” diyerek Kanada halkına da dayanışma çağrısında bulundu.

Bu gelişmelerle son derece gerilimli hale gelen ABD ile Kanada ilişkileri, tarihsel süreç içerisinde yakın komşuluk ilişkilerinin yanı sıra kültürel, ekonomik ve siyasi rekabet gibi farklı dinamiklerden de beslenmiştir. İki ülke arasında, zaman zaman dostane ve stratejik ortaklık niteliğinde ilerleyen ilişkilere rağmen özellikle gümrük vergileri üzerinden yaşanan krizler, önceden de birçok kez gündeme gelmiştir. Örneğin Richard Nixon, ABD’nin 1970’lerin başında altın standardını terk etmesinin ardından yüzde 10 gümrük vergisi uygulamak için yasal düzenlemeler yapmıştı.

İlişkilerin Tarihi Arka Planı

Kanada ile ABD arasındaki tarihsel etkileşim, 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında koloniler arasındaki güç dengeleriyle başlamış sayılabilir. Bugünkü Kanada topraklarının büyük bir kısmı, geçmişte Fransız ve İngiliz kolonilerinin çekişmesine sahne oldu. İngiltere’nin Fransa karşısında Kuzey Amerika’da üstünlük sağlaması, Kanada’nın kurucu unsurlarından biri olan İngiliz nüfuzunu artırdı. ABD ise 1776’daki Bağımsızlık Bildirgesi ve ardından gelen Bağımsızlık Savaşı (1775-1783) ile İngiliz yönetiminden ayrıldı. Bu dönemde Kanada, İngiliz Kraliyeti’ne sadık kalanların (Loyalists) sığındığı coğrafya olarak daha muhafazakâr ve Britanya’ya bağlı bir çizgide konumlandı.

19. yüzyılın başlarında Kanada ile ABD arasında çeşitli sınır ve toprak anlaşmazlıkları patlak verdi. Özellikle 1812 Savaşı, iki taraf arasındaki askeri gerilimi artırarak nüfuz mücadelelerini kızıştırdı. Bu savaşın sonucunda kayda değer bir sınır değişikliği yaşanmasa da hem Kanada’nın hem de ABD’nin karşılıklı güvensizlik duyguları pekişti. Kanada, daha sonra 1867’de bir konfederasyon olarak kurulduğunda, ABD’nin olası genişleme politikalarına karşı kendi kimliğini ve bütünlüğünü koruma refleksini uzun süre taşıdı.

20. yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde, her ne kadar zaman zaman politik gerginlikler yaşanmış olsa da ABD ve Kanada, özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında önemli müttefikler konumundaydı. Savaş sonrası dönemde, 1947’de GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) sürecine dâhil olan iki ülke, ticareti kolaylaştırma ve gümrük tarifelerini azaltma yönünde benzer politikalar geliştirdi. Bu yakınlaşma, Kuzey Amerika’da ekonomik bütünleşmenin ilk işaretlerini verdi. 1965 Otomotiv Anlaşması (Auto Pact) ise otomotiv sektöründe iki ülke arasında üretim ve ticaret entegrasyonunu hızlandırdı.

1994 yılında yürürlüğe giren Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA), ABD, Kanada ve Meksika arasında gümrük vergilerini büyük ölçüde ortadan kaldırarak kıtada kapsamlı bir serbest ticaret bölgesi yarattı. Bu anlaşma, Kanada’nın ABD’ye olan ihracatını önemli ölçüde artırdı ve iki ülke arasındaki ekonomik entegrasyonu derinleştirdi. Ancak Trump yönetiminin 2017 sonrasında NAFTA’yı “ABD için dezavantajlı” görmek suretiyle yeniden müzakere etmesi, iki ülke arasında ticari gerilimleri artırdı. Sonuçta, 2020 yılında NAFTA’nın yerini ABD-Meksika-Kanada Anlaşması (USMCA) aldı. USMCA, önceki anlaşmaya kıyasla otomotiv sektöründe kuralları sıkılaştıran ve fikri mülkiyet hakları gibi konularda daha ayrıntılı düzenlemeler getiren bir çerçeve anlaşması olmuştur.

Bu süreçte Kanada, ABD’ye karşı hem diplomasi hem de ticari misilleme kanallarını kullanarak müzakerelerde haklarını korumaya çalışmıştır. Softwood lumber (yumuşak ağaç kerestesi) ve süt ürünleri gibi alanlarda zaman zaman yaşanan anlaşmazlıklar, gümrük vergileri ve kotalar aracılığıyla iki ülkenin rekabetçi gerilimlerini beslemiştir.

Mevcut Gerilimin Kökleri

ABD’nin Kanada’ya yönelik %25 gümrük vergisi uygulama kararı, büyük ölçüde ABD’nin korumacı ekonomi politikalarına geri dönmesiyle ilgilidir. Trump’ın yeniden seçilmesiyle birlikte, “Önce Amerika” (America First) politikası yeniden ön plana çıkmıştır. Bu yaklaşım; ithalatın, özellikle de kilit sektörlerdeki ithalatın, ABD iç piyasasına zarar verdiği inancına dayanmaktadır. Kanada ise tarihi olarak ABD’nin birincil ticaret ortağıdır ve ABD pazarına yönelik ihracat, Kanada ekonomisinin bel kemiğini oluşturmaktadır. %25 gibi yüksek bir gümrük vergisi oranı, Kanada’nın özellikle tarım ürünleri, otomotiv ve kereste gibi sektörlerinde büyük kayıplara yol açabilir. Buna karşılık Kanada Başbakanı, ABD mallarına aynı oranda vergi koyarak misilleme yoluna gitme planını duyurmuştur. Bu adım, iki ülke arasındaki ticari akışı her iki taraf için de maliyetli hale getirecek ve ticareti ciddi biçimde sekteye uğratacaktır.

Öte yandan Kanada Başbakanı’nın açıkladığı üzere, Trump yönetiminin Kanada’yı “ABD’nin bir eyaleti haline getirme” planı retorik düzeyde kalsa da tarihi bir endişeyi yansıtmaktadır. Zira 19. yüzyılda ABD, topraklarını batıya ve kuzeye doğru genişletme yolunda bir dizi hamlede bulunmuştur. Her ne kadar Kanada’nın zorla ilhakı hiçbir zaman gerçekleşmemiş olsa da, ABD’nin siyasi ve ekonomik gücü göz önüne alındığında, Kanadalılar sıkça ulusal egemenliklerini koruma ve kendi kimliklerini muhafaza etme refleksi geliştirmişlerdir. Bu refleks, özellikle Amerikan kültürünün sinema, televizyon ve dijital medya yoluyla Kanada pazarına yayılmasıyla da canlı tutulmaktadır. Dolayısıyla Trump’ın agresif söylemleri, Kanada’da tarihsel bir alttan alta var olan korkuyu besleyebilmektedir. Kanada’nın kültürel ve dilsel çeşitliliği (özellikle Quebec bölgesindeki Fransızca konuşan nüfus) ile daha sosyal demokratik eğilimli siyasal sistemi, ABD’nin daha liberal-kapitalist ve iki partili siyaset geleneğinden ayrışmaktadır. Bu ayrışma, Kanada halkının büyük kısmında ulusal kimliğin korunmasına yönelik hassasiyeti güçlendirmiştir.

Kültürel ve Ekonomik Rekabet Alanları

Kültürel rekabet, ABD ile Kanada arasında her zaman önemli bir tartışma konusu olmuştur. ABD’nin dünyanın en büyük eğlence ve medya üreticilerinden biri olması, Kanadalı yayıncılar ve sanatçılar üzerinde sürekli bir baskı oluşturur. Kanada devleti, ulusal kültürün korunması adına hem ekonomik destek programları hem de kota uygulamalarıyla yerli yayın, müzik ve sinema endüstrisini korumaya çalışır. Bununla birlikte, ABD’li medya devlerinin dijital platformlar üzerinden Kanada pazarına rahatlıkla girmesi, Kanadalı içerik üreticilerini rekabet açısından dezavantajlı kılabilmektedir.

Öte yandan, Kanada, petrol ve doğalgaz başta olmak üzere birçok doğal kaynak bakımından zengin bir ülkedir. Özellikle Alberta’daki petrol kumulları (oil sands) ve zengin orman varlığı, Kanada’nın stratejik kaynaklara erişim ve ihracat gücünü artırmaktadır. ABD ise uzun yıllar boyunca Kanada’nın en büyük enerji müşterisi konumunda olmuş, Kanada’dan petrol, doğalgaz ve kereste ithalatını artırarak enerji güvenliği sağlamaya çalışmıştır. Ancak Trump yönetiminin enerji bağımsızlığı politikası ve yerli petrol üretimini artırma çabası, Kanada’nın enerji ihracatı açısından dezavantaj doğurmaktadır.

Tarihsel Rekabetin Günümüze Yansımaları

Kanada’nın ABD’ye karşı geliştirdiği ulusal kimlik vurgusu, 20. yüzyılın ikinci yarısında giderek güçlenmiştir. Sağlık sistemi, bireysel silahlanma kontrol politikaları, çokkültürlülük uygulamaları gibi alanlarda Kanada, ABD’den farklılaşan bir siyasi ve toplumsal model ortaya koymaktadır. Bu farklılıklar, Kanadalıların kolektif kimliğinde ABD’ye benzeme korkusunu canlı tutar.

Öte yandan ABD ve Kanada, NATO içerisinde müttefiklik, ortak güvenlik ve savunma işbirliği ilişkilerine sahiptir. Birbirlerine karşı sert gümrük vergileri uygulamak ya da siyasi rekabet atıflarında bulunmak, muhtemelen her iki ülkede de alışılmadık bir durum olarak karşılanmıştır. Dolayısıyla bu son gerginlik, hem kamuoyunda hem de iş çevrelerinde şaşkınlık ve endişeye yol açacaktır. Özellikle Kanadalı küçük ve orta ölçekli işletmeler, kendilerine en yakın dış pazar olan ABD pazarına bağımlılıkları yüzünden ciddi risklere karşılaşacaktır.

Geleceğe Dönük Öngörüler

Öncelikle, her ne kadar Trump yönetimi sert bir tutum benimsemiş olsa da ABD ile Kanada arasındaki ticari bağımlılık oldukça yüksektir. Bu nedenle, iki tarafın da uzun vadede sert gümrük vergileriyle ticareti kısıtlama politikasında ısrarcı olması, özellikle bu duruma hazırlıksız yakalanan sektörler açısından karşılıklı olarak ekonomiye de zarar verecektir. Bu zararın belirginleşmesiyle birlikte, Trump yönetiminin geri adım atması ve gümrük vergilerinin düşürülmesi için yeni bir müzakere sürecinin başlaması beklenebilir. Nitekim hem Kanada hem ABD için alternatif pazarlar var olsa da coğrafi yakınlık ve tarihsel bağlar nedeniyle karşılıklı ticari ilişkiler vazgeçilmez öneme sahiptir. ABD iç siyasetinde Trump’ın sert ticaret politikalarına yönelik eleştiriler, özellikle büyük şirketler ve tarım kesimi tarafından yükselmeye başladığında Trump yönetiminin geri adım atması da olasıdır. Kanada tarafında ise Başbakan’ın sert çıkışı, ulusal egemenliğin ve kimliğin korunmasına dair güçlü bir siyasi mesaj içermesi bakımından kısa vadede iç siyasi desteği artıracaktır. Ancak ekonomik gerçekler, uzun vadede bu tür gerilimlerin sürdürülemez olduğunu gösterecektir.

Öte yandan Kanada, son yıllarda Asya-Pasifik bölgesiyle de ticari ilişkilerini güçlendirmeye çalışmaktadır. Örneğin Trans-Pasifik Ortaklığı’nın (CPTPP) önemli bir üyesi olarak Kanada, Asya pazarlarına açılımı artırmayı hedeflemektedir. ABD ile yaşanan ticari gerginliklerin devam etmesi durumunda, Kanada’nın Çin, Japonya, Güney Kore, Meksika gibi büyük ekonomilerle daha güçlü ticari ilişkiler kurması muhtemeldir. Ancak yine de ABD’nin gümrük duvarlarının yarattığı ekonomik kaybın telafisi için bu yönelimin yeterli olup olmayacağı son derece belirsizdir.

Sonuç

ABD ve Kanada arasındaki yeni gerilim, tarihsel olarak birikmiş çeşitli faktörlerin günümüzde yeniden alevlenmesinin sonucudur. Coğrafi yakınlık, derin ekonomik entegrasyon ve ortak kültürel unsurlara rağmen iki ülke arasında ekonomik ve siyasi gerilim potansiyeli hep var olmuştur. Bunun en belirgin göstergesi, gümrük vergileri üzerinden yaşanan krizler ve Kanada’nın ilhak edilmesi şeklindeki uç söylemlerin zaman zaman gündeme gelmesidir.

Tarihsel süreç, Kanada’nın ulusal kimlik ve egemenlik konularında son derece hassas olduğunu, ABD’nin ise kendi ekonomik çıkarlarını koruma güdüsüyle zaman zaman korumacı politikalara yönelebileceğini göstermektedir. Trump’ın tekrar başkan seçilmesiyle birlikte “Önce Amerika” siyaseti, Kanada ile ticari ilişkilerde yeniden sert bir döneme yol açmıştır. Kanada ise misilleme tehditleri ve alternatif pazar arayışlarıyla ABD’ye cevap vermeye çalışmaktadır.

Geleceğe dair senaryolarda, diplomatik müzakerelerin yeniden yoğunlaşması ve uzun vadede gümrük vergilerinin azaltılmasına yönelik arayışlar öne çıkacaktır. İki ülke arasındaki ekonomik karşılıklı bağımlılık öylesine yüksektir ki, gümrük duvarlarının kalıcı biçimde yükseltilmesi her iki tarafın da çıkarlarına aykırı görünmektedir. Bu gerilim süreci, ABD ve Kanada arasındaki siyasi ilişkileri bir müddet daha gergin tutsa da toplumsal ve ekonomik bağların gücü, ilerleyen süreçte muhtemelen tarafları müzakere masasına yeniden çekecektir.

Ensar Kıvrak

Ensar Kıvrak: 1992 yılında Ankara’da doğdu. 2015 yılında Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. 2018 yılında Sakarya Üniversitesinde Siyaset Bilimi alanında yüksek lisansını tamamladı. 2024 yılında “Milliyetçilikten Arındırılmış Vatanseverliğin Sosyopolitik Imkânları: Teorik Bir Tartışma” başlıklı teziyle aynı üniversitede doktora derecesi aldı. Halen Sakarya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Evli ve üç kız babasıdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA