Bu sorunun cevabı durduğumuz yere göre değişen bir tabiata sahip ve verilen her cevap türü sahibi hakkında oldukça fikir verici. Yani cevabın doğru olması bir yana, düşünme biçimini izhar etmesi açısından sahibi hakkında epey malumat barındırıyor. Peki cevabınçeşitliliğini sağlayan ne?
Pasifik Palisades diye bilinen bölgesindeki şiddetli yangınlar nedeniyle Palisades yangınları olarak da bilinen Güney Kaliforniya yangınları birçok açıdan ibretamiz ve karmaşık bir yozlaşmışlık zincirinin son halkası. Los Angeles bölgesini de etkileyen şiddetli yangınların kaynağı en başından beri A.B.D kamuoyunda birçok spekülasyona konu oldu. Bir komplo teorisine göre her yönüyle iyi planlanmış bir sabotajın sonucu bu yangınlar. Bölgedeki çok sayıda emlakin ve arazinin yeni yapılacak mega kentsel planlamaya uygun hale getirilmesi için bir hazırlık. Tabi yakın zamanda şehrin yeniden yapılanması ve altyapı inşasını da içeren bir kongre öncesi bu tür bir yangının çıkmış olması söz konusu teorilere epey bir malzeme sağlıyor.
Benzer bir yaklaşıma göre de villa sahipleri hem sigorta parası alabilmek hem de ortaya çıkacak yeni yapılanma planlarında arazilerinin değer kazanmasından faydalanmak istedi. Dolayısıyla ortada bir sabotaj yoktuysa da en azından planlı ve kasıtlı bir ihmal vardı. Kalburüstü emlak sahipleri iki türlü de kazançlı çıkmış, müteahhitlik ve yatırım firmaları karlı yatırımlar için hazırlanmış ve günün sonunda sadece felaketten etkilenen sıradan insanlar zarar görmüştü. Bu komplo teorisinin temel sorunu, bu ölçekte bir yangından sonra sigorta şirketlerinin astronomik zararları tazmin imkanlarının bulunduğuna dair ciddi şüpheler. Zaten birçok sigorta şirketi bölgedeki evleri poliçe kapsamına almayı reddediyor. Muhtemelen emlak sahipleri başta olmak üzere ilgililerin bağlantıları sayesinde sigorta şirketleri için örtük bir hükümet kurtarma planı (bail out) mümkün. Ama bunun gerçekleşeceğinin ve öngörülen mega kent projelerinin akıbeti oldukça karanlık. Dolayısıyla gözde bir semtin kalburüstü mensupları için fazlasıyla riskli bir plan.
Bir Müslüman içinse durum oldukça açık: Elbette Allah yaktı. Filistin halkının ahı, Kaliforniya’yı küle çevirdi. Ancak irade sahibinin ve failin Allah olması, fiilin ve mefulün vasfını değersizleştirmiyor, süreçleri ve detayları anlamsızlaştırmıyor, bilakis daha da ibretamiz kılıyor. Zira Allah’ın kudretinin ve iradesinin her iliştiği durumu en temelde iki kategoride anlamak mümkün: Teşriî (beşerî yaşama ve sosyal hayata dair) ve tekvînî (evrenin yaratılışına ve doğal yaşama dair) olgular. Birincisine sünnetullah, ikincisine adetullah deniyor İslami düşüncede. Âdetullaha dair her durum bize kendisini açmasa da kendisini anlaşılır kılmasa da sünnetullahı anlamamız mümkün. Zira kozmik olguların aksine ilahi iradenin bir lütfu olarak anlaşılabilir süreçler barındıran sosyal olgular, rasyonalite açısından benzersiz birer hazine. Bu, hem akıl sahiplerinin ibret almaları hem de ilahi düzeni esas alarak kanunlar koymaları açısından önemli. Dolayısıyla belirsizlikleri ve spekülatif hususları bir yana bırakırsak, eldeki somut veriler yeterince ilginç bir durumu ortaya koyuyor.
Bu çaptaki geniş ve büyük bir olguyu tek bir beşerî faktörle açıklamak, kolaycılığa kaçmak olur. Ancak yangına götüren ihmaller ve yozlaşma zincirini iki temel kategoride ele almak mümkün. İlki aslında ABD’de yıllardır büyüyen ve her alana yayılan bir ur: pozitif ayrımcılık adı altında belli kimliklerin herhangi bir kriter gözetilmeksizin mevki ve makam sahibi kılınması. Her alanda yaygın olan bu ahlaki çürümüşlüğün temelinde belli sosyal sınıfların ve kimliklerin işe alımlarda ve yükseltilmelerde dezavantajlı gruplar oluşturduğunu, dolayısıyla bunu telefi edecek mekanizmaların kurulması gerektiğini iddia eden yaklaşım (affirmative action). Obama yönetiminin ikinci döneminde ivme kazanan üçüncü Obama dönemi diye de anılan Biden yönetiminde ise zirveye çıkan bu yaklaşım hızla dünyaya yayılma eğiliminde. Temelde aslında sapkın cinsel kimliklerin iş hayatında daha görünür kılınmalarını ve ‘cinsiyet çeşitliliği’ni arttırmanın örtük mekanizması. Bilinen en yaygın adıyla Woke (Uyanmışlar) kültürü. Dolayısıyla özellikle sapkın cinsel kimlikleri, kimileyin de ırksal ve dini kimlikleri öne çıkaran bu mekanizmanın bir ölçüsü veya sayısal bir denklemi yok. ‘Hedef sayılar değil, çeşitlilik önemli’ şeklinde ifade edilen bu mekanizmanın makul ve izah edilmiş bir istatistik temeli veya ölçeği yok. Dolayısıyla sayısı ve demografik ölçekteki tam karşılığı bilinmeyen bu yapılar liyakat ve ehliyet kriterlerini aşmanın en kestirme yolu. Böyle olduğunda da çökme ve çürüme kaçınılmaz hale geliyor.
Örneğin, Los Angeles İtfaiye Teşkilatının başkanı Kristina Crowley’in kendisi de LGBT mensubu ve hedeflerinden biri departmanın bu konudaki çeşitliliğini arttırmak. 3500 civarında olan itfaiye mensuplarından yalnızca 150 civarındaki personelin kadın olduğunu ve amacının bu sayıyı her açıdan arttırmak olduğunu defalarca deklare etmiş bir LGBT aktivisti. Başkan yardımcısı KristinaKepner tanınmış bir başka LGBT aktivisti. Diğer bir önemli yönetici Kristine Larson da ‘Çeşitlilik, Eşitlik ve Kapsamlılık’ (DEI) diye bilinen ve özü itibariyle LGBT bürosu gibi faaliyet gösteren yapının başında. Üstelik başkan yardımcısından da daha fazla bir maaş ile kariyerine devam ediyor. Bu üçlünün toplam maaşı yıllık 1,2 milyon doların üzerinde. Ancak özellikle beyaz ortalama Amerikalı için bu üçlü, kifayetsizlik, kayırma ve sistematik yozlaşmayı işaret ediyor. Zira daha geçen sene günlerce yanan şehrin bu yangına da hazırlıksız yakalandığı çok açık olan itfaiye teşkilatının yapısal ve işlevsel olarak mefluç olduğu ortada. Tek sebep LGBT lobisi olmasa da belli ki teşkilatın enerjisinin ve kaynaklarının bir kısmı buraya harcanıyor. Bu durumun oluşturduğu diğer bir sorun elbette terfi ve yükseltmelerde karşılaşılan ‘çeşitlilik’ kaynaklı haksızlıkların oluşturduğu motivasyon ve kalifiye insan eksikliği. Buna bir de yangın söndürme uçaklarının yok denecek sayıda olması eklendiğinde ortaya kifayetsiz bir yönetimin elinde şekillenen korkunç bir ihmaller zinciri çıkıyor.
Diğer büyük sorun, su kaynaklarında yaşanan kıtlık ve kaynaklarının yanlış kullanımı.Zira Los Angeles Su ve Enerji Departmanı başkanı Janisse Quiñones şehrin yangınla mücadele için ayrılmış su stokunun saatler içinde tükendiğini açıkladı. Yıllık 750 bin dolar maaşla alan başkanın 11000 çalışanı bulunan teşkilatına rağmen itfaiye için tahsis edilmiş yangın musluklarına kısa süreden sonra su sağlayamaması ciddi eleştirileri de beraberinde getirdi. Peki su kıtlığının sebebi ne? Bu noktada karşımıza bir endüstriyel dev çıkıyor: TheWonderful Company. Kişisel servetlerinin 8 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilen Lynda ve Steward Resnick çiftinin kurduğu bu cesim tarım şirketi San Francisco’nun 4 katı kadar bir araziye sahip (yaklaşık 2400 km2). Sadece meyve ağaçlarının bir kısmı bile 70 bin hektarlık bir alana yayılıyor (700 km2). Amerika’daki her iki aileden biri mutlaka bu şirketin ürünlerinden birini kullanıyor. Meşhur Fiji içme suları, POM marka portakal ve nar suları, Halos marka portakalları, Wonderful marka Antep fıstıkları, Teleflora çiçek endüstrisi devi The Wonderful Company’nin bünyesinde. Elbette bu ölçekte bir tarım devi, müthiş büyüklükte bir su tüketimini beraberinde getiriyor. Peki şirket bu ihtiyacı yıllardır nasıl karşılıyor? İşte tam burada ortaya korkunç bir yozlaşma ve yasal yollardan yapılmış kamusal kaynakların hortumlanması hikayesi çıkıyor.
Kaliforniya yağmur miktarına göre şekillenen oldukça belirsiz bir su rezervine sahip. Dolayısıyla kimi seneler yağmur nedeniyle su fazlasına sahip olabiliyorken kimi kurak senelerde de su kıtlığı çekebiliyor. Eyalet bu sorunu aşabilmek için büyük göletler şeklinde su rezervuarları inşa ediyor. Buraya kadar belirli bir verimle işleyen sistem 1994 yılında büyük bir değişime uğruyor. 1994 yılında gözlerden uzak bir şekilde toplanan özel sektörden şirket temsilcileri ve Kaliforniya Şehir Su İdaresi yetkilileri açık kaynaklarda ‘The Monterey Plus Antlaşması’ (TMPA) adıyla bilinen belgeyi düzenliyor. Bu belge öncesindeki yasal düzenlemeler, kuraklık zamanlarında ve ihtiyaç halinde doğal su kaynaklarını kamulaştırarakhalkın erişimine açarken tarım arazilerinin sulanmasını ikinci planda bırakıyor. Yeni düzenleme ise toprak mülkiyetine tabi olan su kaynaklarının özel sektörden satın alınmasını ve halka satılmasını gerektiriyor. Dolayısıyla su kaynağına sahip özel sektör isterse suyu satmama veya satacaksa da dilediği oranda satma hakkına sahip. Üstelik bu su fiilen de mevcut olmak zorunda değil; kâğıt üstünde, teorik olarak var olan su satılabilir ve bedeli tahsil edilebilir. Dolayısıyla düzenleme öncesi kamuya ait olan kaynaklar düzenleme ile özel şirketlerin mülkiyetine ve tasarrufuna geçiyor.
Konu bir sonraki adımda daha ilginç bir hal alıyor. The Wonderful Company’nin bünyesinde bulunan iştiraklerden Westside Mutual şirketi, su kaynaklarının satışında hatırı sayılır bir paya sahip. Şirket yöneticisi William Phillimore aynı zamanda en önemli su kaynaklarından biri olan Kern (Kasabası) Su Kaynakları İdaresi’nin de en tepe yöneticisi. Bu ve benzeri iştirakler sayesinde Resnick ailesi Kaliforniya’nın su kaynaklarının neredeyse %60’ına sahip. Ancak Kaliforniya halkı geçen yıllarda Resnickler’den satın almayı talep ettiği suyun sadece %5’ini alabildi. İlginç bir biçimde Silikon Vadisi başta olmak üzere ileri teknoloji temelli gelirlere sahip Kaliforniya’nın hasılasının sadece %2’si tarım kaynaklıyken tarım teknolojileri doğal su kaynaklarının neredeyse %80’ini elinde bulunduruyor.
Elbette Resnickler’in bu hamlesi birçok davanın ve yasal ihtilafın konusu. Ancak bu, mevcut durumu değiştirmiyor. Özellikle hayırseverlik faaliyeti ve çeşitli halkla ilişkiler kampanyaları sayesinde sürekli olumlu bir şekilde anılmaya çabalayan çiftin basındaki ve cemiyet hayatındaki imajı oldukça parlak. Ancak asıl güçleri kampanyalarına yüklü bağışlar yaptıkları politikacılardan geliyor. Örneğin Senatör Dianne Feinstein (asıl adıyla DianneEmiel Goldman) Enerji ve Su Alt Komitesi’nin başkanı ve Resnick ailesinin yakın dostu.Bununla da yetinmeyen çift, Kaliforniya Teknik Üniversitesi’ne (Caltech) yüklü bağışlar yaparak su kaynaklarının yönetimi konusunda teknik raporlar hazırlanmasına da önayak oluyorlar. Son gözde projeleri Kuzey Kaliforniya su yataklarının tüneller aracılığıyla Kaliforniya merkezine yönlendirilmesi. Tesadüfe bakın ki The Wonderful Company’ninönemli tarım arazileri de bu bölgede.
Burada bir Hollywood parantezi açmakta fayda var. Halihazırdaki garabeti detaylı bir biçimde işleyen Hollywood ürünü iki önemli eser var. Biri 1974 yapımı Chiana Town, diğeri Goliath dizisinin 3. sezonu. Goliath özellikle ilginç, zira bugün yaşanan yozlaşmayı ve çöküntüyü neredeyse aynıyla (yangın yerine daha muhtemel kuraklık senaryosunda) resmediyor. Kaliforniya vadisinde her dönemeçte daha da çetrefilli hale gelen yolsuzluk ve sorunları detaylı ve canlı biçimde anlatıyor. Senaristlerden Yahudi Jonathan Shapiro meşhur bir savcı ve hukuk adamı. Diğer senarist David E. Kelly ise Protestan ailede yetişmiş olmasına rağmen senaryolarında güçlü Yahudi karakterlere sık sık yer veren bir yazar ve hukukçu. Detaylı analizi hak eden bir diğer manzara.
Peki adı geçen önemli figürleri birleştiren husus ne? Resnick ailesi ve Senatör Feinstein şehrin birçok önde geleni gibi Yahudi kökenli ve Siyonist. Kaliforniya Eyaleti, New York’dan sonra Yahudi toplumunun, şehrin nüfusuna kıyaslandığında sayıca az olmalarına rağmen, çok büyük bir politik ve ekonomik gücü elinde bulundurduğu en önemli bölge. Politik ve ekonomik karar mekanizmalarında neredeyse tek söz sahibi oldukları eyaletin stratejik ve teknolojik öneminden bahsetmek gereksiz.
Özetle, sünnetullah her yerde olduğu gibi Kaliforniya’da da şaşmadan işliyor: Ahlaki yozlaşmanın en görünür yüzü Woke kültürü ve onunla at başı giden kurumsal yozlaşmanın simgesi politik yozlaşmanın getirdiği yıkım. Filistin’e ve İslam dünyası karşıtı her türlü ileri teknoloji ve medya hamlesinin merkezindeki Kaliforniya ve Kaliforniya’nın yozlaşmasının motoru durumundaki Siyonizm kendisine konak edindiği yapıyı tüketen bir parazit misali. Dolayısıyla elbette Filistin’in ahı Kaliforniya’yı yaktı. Ancak bu sürecin mekanizmaları ve dinamikleri bir o kadar ibretlik. Batı, bizzat beslediği bu parazitin kendi bünyesini tükettiğini görme noktasına geldiğinde çok geç olabilir. Nitekim son iki asırdır Batı, kültürel hegemonyasının temeli olan söylemsel düzeydeki ahlaki üstünlüğü ve kurumsal meşruiyetini 18 ayda tüketti Siyonizm müdafaasıyla. Arapların dediği gibi; bazen sihir, sihirbazı kontrolü altına alır.