Suriye Üzerinde Yaklaşan Çatışma
Aralık ayında, Hayat Tahrir el-Şam (HTŞ) grubunun öncülüğündeki bir isyancı koalisyonu, ailesi elli yıldır Suriye’yi yöneten diktatör Beşar Esad’ı beklenmedik şekilde devirdi. Şam’daki yeni rejim, 13 yıllık bir iç savaşla harap olmuş bir ülkeyi devraldı. HTŞ’nin lideri Ahmed el-Şara, Suriye’nin yönetimini üstlendi ve yabancı güçler onun davranışlarını kontrol altına almayı umuyor. Ülkenin iki komşusu olan İsrail ve Türkiye, bu iktidar boşluğundan yararlanarak bölgede birer varlık oluşturdu—ve çoktan karşı karşıya gelmeye başladılar.
Türkiye, Suriye’de baskın askerî güç olarak öne çıktı. 2019’dan bu yana HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib’i elinde tutuyor ve Ankara, yıllardır bu grubu Esad’ın güçlerinden koruyan bir tampon bölge oluşturarak ona dolaylı biçimde destek verdi. Şimdi Türkiye, iç savaşın kaosunda yeşeren Kürtlerin özerklik umutlarını bastırmak ve Türkiye’de yaşayan üç milyon Suriyeli mültecinin geri dönüşünü sağlamak amacıyla Suriye’de daha fazla nüfuz kazanmak istiyor.
Ancak İsrail de Suriye’de daha fazla nüfuz elde etmek istiyor. 1973 Yom Kippur Savaşı’nın ardından, ABD arabuluculuğunda Suriye ile bir ayrışma anlaşması imzalamış olmasına rağmen, Esad son on yıllarda İsrail’in başlıca düşmanı olan İran’la yakın bir ittifak kurdu. Esad’ın yönetimi altında Suriye, İran’dan Lübnan’daki militan grup Hizbullah’a roket ve diğer silahların akışı için kritik bir koridor işlevi gördü ve bu da İsrail ile olan gerilimi artırdı.
On yıllardır süregelen bu düşmanlık nedeniyle, İsrailli liderler Esad’ın devrilmesini stratejik bir fırsat olarak değerlendirdi ve onun iktidardan uzaklaştırılmasından doğan boşluktan yararlanmak amacıyla güney Suriye’de tampon bölgeler ve gayriresmî etki alanları oluşturmak için harekete geçti. İsrail, Türkiye’nin ülkedeki varlığından özellikle endişe duyuyor; çünkü Ankara’nın, Suriye’yi İsrail karşıtı militanlara ev sahipliği yapmaya teşvik edeceğinden korkuyor. Türkiye, siyasal İslam’ı yaymaya çalıştı ve İsrail’e karşı tarihsel bir düşmanlık geçmişine sahip. 30 Mart’taki dini bayram mesajında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘Allah Siyonist İsrail’i yok etsin’ dedi.
İsrailli liderler, Türkiye’nin Suriye’deki emellerinin Suriye-Türkiye sınırının ötesine geçip ülkenin iç kesimlerine uzanmasından giderek daha fazla endişe duyuyor. 2 Nisan’da İsrail, Ankara’nın burada hava savunma sistemleri kurmasını önlemek amacıyla, Tiyas Hava Üssü (T4) de dahil olmak üzere Suriye’deki birkaç askeri hedefi bombaladı. İsrail, komşularının hava sahasını son derece önemsiyor. Geçtiğimiz Ekim ayında, İran’a yönelik bir hava saldırısını Suriye hava sahası üzerinden gerçekleştirerek bunu açıkça ortaya koydu.
İsrail’in güvenlik kaygıları meşru olmakla birlikte, Türkiye ile askeri bir çatışmadan kaçınmak için elinden geleni yapmalıdır. İsrail, Suriye’deki askeri konumunu güçlendirmeye çalışırken Ankara ile ilişkilerini tehlikeye atmamalıdır. Güçleri dağılmış ve uluslararası itibarı dip yapmış olan İsrail’in şu anda en son ihtiyaç duyacağı şey yeni bir düşmandır.
TAMPON BÖLGELER VE BOŞ SÖYLEMLER
1990’lı yıllarda, İsrail-Filistin barışına dair umutların yeşerdiği bir dönemde, İsrail, Türkiye ile yakın ilişkiler kurmuştu. Ancak her iki ülkenin de laiklikten uzaklaşmasıyla birlikte bu ilişkiler bozuldu. Örneğin, 2010 yılında İsrail donanması, Gazze Şeridi’ndeki deniz ablukasını kırmaya çalışan bir Türk gemisini durdurduğunda, dokuz sivil aktivisti öldürdü ve 30 kişiyi yaraladı—yaralılardan biri daha sonra yaşamını yitirdi. Bu olay, Türkiye’nin diplomatik ilişkileri düşürmesine yol açtı. Türkiye, İsrail’i Gazze’de soykırım yapmakla defalarca suçladı. Geçtiğimiz Mayıs ayında, Gazze’deki İsrail operasyonlarını protesto etmek amacıyla Erdoğan, İsrail ile ticareti yasakladığını açıkladı.
Öte yandan İsrailliler ise Ankara’yı, Hamas’ın eski siyasi büro başkan yardımcısı Salih Aruri gibi militan Filistinli liderlerin Türkiye topraklarından İsrail’e saldırı planlamasına izin vermekle suçluyor. Ancak tüm bu farklılıklara rağmen, ne Türkiye ne de İsrail, İran’ın Suriye üzerindeki etkisinin geri dönmesini istiyor.
Türkiye, yeni Suriye rejiminin arkasındaki güç olarak açıkça öne çıkıyor; bu da büyük ölçüde HTŞ ile uzun süredir devam eden bağlarından kaynaklanıyor. Ankara, Suriye’nin yeni liderlerinin yeniden inşa planlarına yardımcı oldu. Ayrıca Türkiye, şu anda kuzeyde yoğunlaşmış olan etkisini ülkenin geri kalanına yayacak bir savunma anlaşması yapmanın peşinde gibi görünüyor.
İsrail, bu gelişmelerden derin bir endişe duyuyor. Suriye’nin yeni rejimiyle ilişkilerin nasıl yönetileceği konusunda iki rakip düşünce okulu ortaya çıktı. Bir grup İsrailli yetkili, Şara’yı düşman ilan etmeden önce onunla iş birliği yapılması gerektiğini savunuyor. Ancak bu görüşe karşı çıkan diğer bir kesim—ki bu gruba İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu da dahil—Sünni İslamcı bir liderlik altında ılımlı ve merkezi bir Suriye hükümetinin ortaya çıkmasının olası olmadığını düşünüyor ve İsrail’in gayriresmî etki alanları kurarak düşmanlığa hazırlıklı olması gerektiğine inanıyor.
Esad Aralık ayında Şam’dan kaçtıktan sonra, İsrail, kendi kontrolündeki Golan Tepeleri’ne komşu olan Suriye’nin güneybatısında bir tampon bölge ele geçirdi. Aralık ayından bu yana İsrail, Suriye’nin yeni hükümeti tarafından kullanılmasından endişe ettiği yüzlerce Suriye askeri tesisini bombaladı. 11 Mart’ta İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, İsrail güçlerinin kuzey İsrail’deki yerleşimleri korumak amacıyla “belirsiz bir süre boyunca” Suriye’de kalacağını açıkladı.
KOMŞU GÖZETİMİ
İsrail’in Suriye’ye müdahalesi, kısmen 7 Ekim 2023’teki yıkıcı saldırılarla sonuçlanan hataların tekrarlanmasını önleme arzusundan kaynaklanıyor gibi görünüyor. İsrailli liderler artık tampon bölgeleri hayati önemde görüyor ve sadece gelişmelere tepki vermekle kalmayıp, komşu ülkelerin güvenlik ortamını aktif olarak şekillendirmeyi hedefliyor. 7 Ekim felaketi, onları her türden İslamcı aktörle iş birliği yapma konusunda da daha temkinli hale getirdi.
İsrail, yıllar boyunca Hamas lideri Yahya Sinvar’ın Gazze’deki varlığına göz yumdu. Sinvar, daha militan bir terör örgütü olan Filistin İslami Cihad’la arasına mesafe koyarak ve çok sayıda Gazzelinin İsrail’de çalışmasına izin vererek ara sıra pragmatist bir imaj çizdi. Ancak nihayetinde Sinvar, İsrail’in tarihindeki en kanlı saldırıyı planladı ve uyguladı.
İsrailli yetkililerin çıkardığı ders, sınırlarına yakın hiçbir cihatçı varlığa tahammül edemeyecekleri yönünde görünüyor. Mart ayında Suriye güçleri ile Esad yanlısı Alevî isyancılar arasında çıkan çatışmalarda yüzlerce kişi hayatını kaybettikten sonra, Katz, Şara’nın “maskesini düşürdüğünü ve gerçek yüzünü ortaya koyduğunu: El Kaide ekolünden bir cihatçı terörist” olduğunu söyledi.
Şara’nın gerçekten cihatçı kökleri var—HTŞ, El Kaide’nin bir uzantısı olarak kurulmuştu—ancak kamuoyuna aşırılığı reddettiğini ve İsrail’le çatışma arayışında olmadığını açıkladı. Fakat Şam’da düşmanca bir rejimin konsolide olmasını bekleyen İsrailli liderler, Şara’nın yaptırımların kaldırılması için her şeyi söyleyebileceğine inanıyor. Onlar, ekonomik koşulları iyileştikten sonra Şara’nın tutumunu değiştirmesinden endişe ediyor.
Ancak 7 Ekim, hikâyenin sadece bir parçası. Netanyahu, stratejisinin temel hedefinin Suriye’nin güneyindeki Dürzi dinî azınlığı korumak olduğunu da ifade etti. Geçtiğimiz hafta, Sünni İslamcı savaşçılar ile Dürzi militanlar arasında çıkan çatışmalarda 100’den fazla Suriyeli öldü. 2 Mayıs’ta İsrail, Şam’ı bombaladı. Netanyahu ve Katz, “Şam’ın güneyine herhangi bir gücün gönderilmesine veya Dürzi topluluğuna yönelik herhangi bir tehdide izin vermeyeceklerini” ilan ettiler.
İsrail’in Suriye’ye yönelik yaklaşımı, aynı zamanda ABD ordusunun ülkedeki varlığının ne kadar sürdürülebilir olduğuna dair endişelerden de etkileniyor. 8 Aralık’ta, göreve yeni başlayacak olan Başkan Donald Trump sosyal medyada “Suriye tam bir karmaşa” ve “BİRLEŞİK DEVLETLER’İN BU İŞLE HİÇBİR ALAKASI OLMAMALI” ifadelerini kullandı. 18 Nisan’da ABD hükümeti, doğu Suriye’de konuşlu asker sayısını yaklaşık 2.000’den 1.000’in altına düşüreceğini açıkladı. İsrail, ABD’nin bölgeden çekilmesinin, Türkiye’nin kuzey Suriye’de—ve muhtemelen daha geniş bir alanda—daha baskın hale gelmesine yol açacağından endişe ediyor.
KONUŞA KONUŞA
Ancak İsrail, Türkiye’yi ya da Suriye’yi düşmanlaştırmaktan kaçınmalı ve diyalog için alan bırakmalıdır. İsrailli liderlerin 7 Ekim’deki stratejik başarısızlıklardan ders çıkarmak istemeleri anlaşılabilir; ancak güvenlik kaygılarını uzun vadeli bir stratejiyle dengelemeleri gerekir.
İsrail, Şara hükümetine azınlıklara nasıl davranacağı ve silah kaçakçılığı ile kimyasal silahların imhası gibi konularda nasıl bir politika izleyeceğine dair net kriterler koyabilir. Bu kriterler karşılandığında, İsrail, ABD ve Avrupa ülkelerine Suriye’ye yönelik yaptırımların hafifletilmesi çağrısında bulunmayı değerlendirebilir. Ayrıca, İsrail, Avrupa ve Körfez ülkelerini Suriye’ye yatırım yapmaya teşvik edebilir.
Dahası, İsrail, Suriye üzerinde herhangi bir toprak iddiası olmadığını ve tampon bölgesinin yeni hükümet belirli standartları karşıladığı sürece geçici olacağını açıkça belirtmelidir. İsrail’in Suriye’deki varlığının devam etmesi, İsrail’i bir işgalci olarak niteleyen düşmanlarının eline koz verecektir.
İsrail’in yeni Suriye hükümetiyle ilişkisi büyük önem taşıyor; ancak daha da acil olan, Türkiye ile olan ilişkisidir. Her iki ülke de güçlü askerî kapasitelere sahip ABD müttefikleridir. İsrail’in T4 üssünü bombalaması, olayların ne kadar hızlı tırmanabileceğinin çarpıcı bir göstergesi oldu. Bu iki ülke, aralarında kırmızı çizgiler belirlemeyi düşünmelidir. En azından, Suriye’de farklı etki alanlarında faaliyet göstermeyi kabul ederek doğrudan bir çatışmadan kaçınabilirler.
Trump, İsrail-Türkiye ilişkilerini iyileştirebileceğinden emin ve Netanyahu’ya, “Türkiye ve lideriyle çok iyi ilişkilerim var” dedi. Trump, Erdoğan’ı Suriye’ye hava savunma sistemleri konuşlandırmaktan vazgeçirmelidir. Ayrıca, İsrail ve Türkiye’nin çatışma riskini azaltacak yollar bulmasına da yardımcı olabilir. Örneğin, İran’ın nüfuzuna ve silah kaçakçılığına karşı birlikte çalışabilirler.
İsrail, Türkiye ile iletişim kurmak için savunma ve istihbarat kanallarını; Suriyelilerle temas kurmak için ise arka kapı (backchannel) diplomasisini kullanmalıdır. Şimdiye kadar, Nisan ayında Azerbaycan’da İsrailli ve Türk yetkililer arasında en az bir kez kamuoyuna açıklanan bir görüşme gerçekleşti.
Türkiye ve İsrail, özellikle de her iki taraf da birbirleriyle askerî çatışma istemediklerini açıkça belirtmişken, bu diyaloğu geliştirmelidir. İsrail’in hedefi, Ankara’yı ya da Şam’ı kışkırtmaksızın meşru güvenlik endişelerini ortaya koymak olmalıdır.
Bu dengeleme çabası, Suriye’nin olağanüstü bir değişim sürecinden geçtiği bu dönemde özellikle önemlidir. Yeni rejim, ülke üzerindeki kontrolünü henüz sağlamlaştırmamış durumda ve siyasi pozisyonları değişkenlik göstermektedir. Tarihin bu çarpıcı anında—ortak düşmanları İran’ın zayıflamasının ardından—İsrail ve Türkiye, çatışmak yerine karşılıklı faydaya dayalı yeni bir bölgesel düzen inşa etmeye çalışmalıdır.
Kaynak: https://www.foreignaffairs.com/syria/david-makovsky-simone-saidmehr