İsrail Suriye’yi Parçalamak İstiyor; Ama İnanç Ve Direniş Onu Yenecek

İsrail’in tüm hesaplarına rağmen, stratejisi ölümcül bir yanılsamaya dayanıyor: bir ülkenin bir halkın haritalar yeniden çizilerek, bombalarla yok edilebileceği sanrısı. Oysa Suriye sadece toprak değildir. Suriye; Neva’dır ve Yermük’tür, İbn Kesir ve Selahaddin’dir, Sultan el-Atraş ve Halid bin Velid’dir. O, vücut bulmuş tarihtir; toprağa kazınmış onurdur. Suriye yok olmayacak. Sessizce parçalanmayacak. Ve halkı – her ne kadar yorgun olsa da – uyanıyor.
Mayıs 1, 2025
image_print

İsrail’in stratejileri sınırların ya da azınlıkların çok ötesine uzanıyor. Onun Suriye ilişkin vizyonu Suriye’nin kalıcı bir şekilde parçalanmasıdır.

Salı günü Tel Aviv’den ürkütücü bir açıklama yankılandı. Destekçilerine hitap eden İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich şöyle dedi: “Savaş, yüz binlerce Gazeli Gazze’den ayrılana… ve Suriye bölünene kadar devam edecek.”

Sözleri sosyal medyada hızla yayıldı ve İsrail’in sözde “meşru” bahane olarak kullandığı son kılıfları da ortadan kaldırdı. İsrail’in savaşları “güvenlik” ya da “terör” meselesi ile ilgili değildir. Bu savaşlar haritayı yeniden çizmekle, ulusları parçalamakla, halkları yerinden etmekle ve tarihi yeniden yazmakla ilgili.

Nisan ayının başlarında, İsrail savaş uçakları bir kez daha Suriye semalarında dolaşarak, askeri bölgeleri ve sivil mahalleleri hedef alan füze yağmurları başlattı.

Saldırılar, merkezi hava üslerinden Neva kenti yakınlarına kadar uzandı; burada İsrail kara birlikleri bir toprak işgaline girişerek açarak dokuz sivili öldürdü.

Resmî İsrail anlatısı; her zaman olduğu gibi “savunma” ve “önleyici saldırı” şeklindeydi. Ama anlamla yüklü gerçek, coğrafyadan veya politikadan daha derindi; bu, hafızanın kendisine yapılan bir saldırıydı.

Çünkü Neva hedef alındığında, İsrail yalnızca bir kasabayı vurmadı. Müslüman mirası ve entelektüel tarihi barındıran bir sığınağa saldırdı. Nevâ, İslam medeniyetinin en saygın alimlerinden biri olan ve eserleri asırlar ve kıtalar ötesinde yankılanan İmam Nevevî’nin doğum yeridir.

Kur’an’ı burada ezberlemiş, ticaretin telaşını terk ederek ilmin huzuruna yönelmiştir. Adı bugün bile Kahire’den Kuala Lumpur’a kadar evlerde, okullarda ve minberlerde saygıyla anılır. Bu şehri bombalamak, bir bilgeliğin soy ağacını bombalamaktır.

Nevâ’ya çok uzak olmayan bir mesafede, Kudüs’ün anahtarlarını almak üzere Medine’den yola çıkan Halife Ömer bin Hattab’ın bulunduğu Tell el-Cebiye yer alır. O antik tepede komutanlarıyla buluşmuş, tarihi bir el değiştirmenin eşiğinde durmuşlardı. Ayak izleri bugün bile Havran toprağında yankılanır. Burası sadece inançla değil, tarihin ağırlığıyla kutsanmış bir yerdir.

Güneyde ve doğuda tarihimizin diğer yüksek zihinlerinin memleketleri yer alır. Büyük hukukçu ve ilahiyatçı İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Deraa’daki İzra kasabasından gelmiştir. El-Bidaya vel-Nihaya’nın ünlü yazarı İbnü’l-Kesir, Busra yakınlarındaki Mecdel köyünde doğmuştur.

Bu bölge, Havran, uzun zamandır bir ilim kaynağı olmuş; sınırların, mezheplerin ve imparatorlukların ötesine uzanan bir medeniyeti beslemiştir.

Ve yine aynı yer, Yermuk Nehri kıyısında, Halid bin Velid’in 636 yılında Bizanslılara karşı muazzam bir zafere imza attığı, imparatorluk yönetimini parçaladığı ve dünya tarihinde yeni bir sayfa açtığı yerdi.

Direnişin, fethin ve uyanışın diyarı

Bu topraklara savaş açmak yalnızca egemenliğe saldırmak değildir. Arap ve İslam sürekliliğinin özüne saldırmaktır. Havran’ın toprağı pasif değildir – direniş, fetih ve dirliş yüzyıllarının şahididir bu topraklar.

İsrail’in saldırıları bu nedenle sadece fiziksel değil; aynı zamanda semboliktir. Bu saldırıları sadece askerî üstünlük için değil, izleri silmek için yapılmaktadırlar.

8 Aralık 2024’te Esad rejiminin düşmesinden bu yana İsrail, yıllardır Suriye topraklarına yönelik gerçekleştirdiği en yoğun saldırı kampanyasını yürütüyor. Yüzlerce hava saldırısı, askeri altyapıyı, hava savunma sistemlerini ve silah depolarını yok etti.

İleri sürülen gerekçe ise çok basit: İsrail, yeni geçiş hükümetine güvenmiyor. Ancak saldırıların kapsamı ve zamanlaması daha derin bir amacı ifşa ediyor. Esad Moskova’ya kaçtıktan sadece bir gün sonra, İsrailli liderler Suriye topraklarında yaklaşık 400 kilometrekarelik – Gazze Şeridi’nin toplam alanından büyük – “steril bir güvenlik bölgesi” oluşturma niyetlerini açıkladılar.

İsrail güçleri uluslararası hukuka açıkça aykırı biçimde Suriye tarafındaki Hermon Dağı çevresine konuşlandı. Yetkililer başta işgalin geçici olabileceğini ima etse de artık bu maskeyi takmıyorlar.

Artık bir zaman sınırı yok. Bir çıkış planı yok.

“Sonsuza kadar burada olacağız” dedi Savunma Bakanı İsrael Katz, dağın zirvesinde durarak. “Güney bölgesinin tamamen silahsızlandırıldığından emin olacağız ve Dürzi topluluğuna yönelik tehditlere izin vermeyeceğiz.”

Böylece performans başladı – azınlıkların korunması çağrısı. İsrail, yeni Suriye yönetiminin hayalî tehditlerinden Dürzileri koruduğunu iddia ediyor. Ancak tarih, bu iddiaların ne kadar içi boş olduğunu gösteriyor.

Boş İddialar

Uzun süredir İsrail ordusunda görev yapan Filistinli Dürziler, eşit muamele göreceklerine inanarak İsrail devletine kanlarını canlarını verdiler. Bunlar resmî olarak İsrail vatandaşı olan Celile Dürzileridir; devletin hizmet çağrısına olumlu cevap verdiler, ancak kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş olarak muamele gördüler.

Yine de ihanet sistematikti. Konut, eğitim, arazi mülkiyeti ve siyasi tanınma konusunda ayrımcılık derinlere iniyor. İsrail’in önde gelen düşünce kuruluşu Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (INSS) 2024 tarihli bir raporunda şu uyarıda bulunuldu: “İsrail Dürzi toplumunun karşı karşıya olduğu sorunları görmezden gelmeye devam ederse, topluluk üyeleri terk edilmişlik duygusu hissedecek ve bu da devletle ilişkilerini tehlikeye atabilir.”

2018’de çıkarılan ve İsrail’i “Yahudi ulus devleti” olarak tanımlayan Ulus Devlet Yasası, Yahudi olmayanları kalıcı bir alt konuma indirerek birçok Dürzi için bir kırılma noktası oldu. Bir zamanlar gururla anılan “kan sözleşmesi”, artık acı bir mezar yazısına dönüştü.

Dürzi evleri yıkımla karşı karşıya. Dürzi protestocular sokakları dolduruyor. Buna rağmen İsrail, Suriye’de onların kurtarıcısı gibi davranıyor – oysa onları kendi ülkelerinde bile koruyamıyor. Aynı durum, İsrail işgal ordusunda görev yapan ve daha sonra yasadışı sayılan köylerine geri dönen, evleri yıkılmak üzere işaretlenen Arap olan Bedeviler için de geçerlidir.

Bu bir koruma değil, endişe kisvesi altında bir sömürüdür.

Gerçekte, İsrail’in hedefleri sınırların ve azınlıkların çok ötesine uzanıyor. Onun Suriye vizyonu, kalıcı bir parçalanma üzerine kuruludur.

Esad’ın kaçışından sadece bir gün sonra, İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar açıkça şunu söyledi: Suriye artık birleşik bir devlet olarak var olmamalı. Her topluluğa özerk bölgeler – kantonlar – kurulmalı. “Tek bir egemen Suriye fikri gerçekçi değil,” dedi.

İsrailli hukukçu ve askeri eğitmen Rami Simani daha da açık bir ifadeyle şunu ilan etti: “Suriye yapay bir devlettir ve dağılmıştır. Hiçbir zaman gerçek bir var olma hakkına sahip olmamıştır. Ne Arap devletidir, ne de herhangi bir halkın ulus devletidir… Erdoğan birleşik bir Suriye’yi destekliyor. İsrail’in çıkarı Erdoğan’ın istediğinin tam tersidir. İsrail, Suriye’nin ortadan kalkmasını sağlayabilir ve sağlamalıdır. Yerine beş kanton kurulacaktır… İsrail, Suriye’nin iç bölgelerindeki etkisini derinleştirmelidir.”

Bu sadece söylem değil, uygulanan politikanın ta kendisidir.

Paramparça bir Suriye

İsrail, parçalanmış bir Suriye hayal ediyor: kuzeydoğuda bir Kürt kantonu, güneyde bir Dürzi himaye bölgesi, kıyıya yakın bir Alevi bölgesi ve egemenliği elinden alınmış dağınık Sünni bölgeler.

Amaç barış değildir. Felç etmektir.

Paramparça bir Suriye topraklarının işgaline karşı koyamaz. Bölünmüş bir Suriye Filistin adına konuşamaz.

Federalize bir Suriye bağımsızlık hayali kuramaz. Ve böylece, “güvenlik” bahanesiyle İsrail etkisini derinleştirir. Ancak bakışı Suriye’nin ötesine – Türkiye’ye – uzanıyor.

Ankara defalarca çatışmadan kaçınma sözü vermiş olsa da, İsrailli stratejistler artık Türkiye’yi İran’dan daha büyük bir tehdit olarak görüyor.

Türkiye birleşik bir Suriye’yi destekliyor. İsrail ise onun dağılmasını istiyor.

Nisan ayı başındaki saldırılar, özellikle Neva yakınlarındakiler, yalnızca Şam’a değil, Ankara’ya da bir mesaj taşıyordu: Burası bizim etki alanımız.

Şam’dan gelen sessizlik dikkat çekiciydi. Hâlâ dengesini bulamamış olan yeni Suriye yönetimi, sadece temkinli açıklamalar yaptı. Bazı yetkililer barış fikrini bile ortaya attılar. Suriye’nin yeni başkanı Ahmed el-Şaraa, “1974 anlaşmasına bağlıyız” dedi ve ekledi, “Suriye topraklarının saldırılar için kullanılmasına izin vermeyeceğiz.”

Daha ileri bir girişimde, Şara’nın bir ABD milletvekiline Suriye’nin İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye ve “doğru koşullar” altında İbrahim Anlaşmaları’na katılmaya hazır olduğunu, yaptırımların hafifletilmesini ve İsrail’in güneybatı Suriye’yi işgaline bir çözüm bulunmasını istediğini söylediği bildirildi. Ancak daha sonra Şara, Suriye işgal altında kaldığı sürece İsrail ile ilişkilerini normalleştirebileceği iddialarını reddetti.

Yine de bu jestlere diplomasiyle değil, daha fazla bombayla ve her türlü uzlaşma görüntüsünü silen açıklamalarla karşılık verildi.

İsrail askeri öğrencilerine hitap eden Başbakan Binyamin Netanyahu, İsrail’in ne Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) güçlerine ne de yeni Suriye ordusuna “Şam’ın güneyine girmesine izin vermeyeceğini” ilan etti.

Kuneytra, Dera ve Süveyda vilayetlerinin tamamen silahsızlandırılmasını talep etti ve İsrail’in “güney Suriye’deki Dürzi topluluğuna yönelik herhangi bir tehdide tahammül etmeyeceğini” söyledi.

İsrail’in duruşu nettir: Egemen bir Suriye’ye yer yoktur.

İmkânsız Talepler

Washington’da İsrail, yaptırımların sıkılaştırılması için lobi yapıyor. ABD yetkilileri Şam’a, Suriye topraklarında tüm Filistin siyasi faaliyetlerinin yasaklanmasını da kapsayan imkânsız bir talepler listesi sunuyor.

14 yıllık savaştan perişan olmuş bir halka, yalnızca bağımsızlığını değil, ittifaklarını, hafızasını, sesini de feda etmesi söyleniyor.

Yine de Suriye’de bir şeyler kıpırdıyor.

Neva’da öldürülen dokuz kişinin cenazesi, meydan okuyan bir yürüyüşe dönüştü. Ülke genelinde Suriyeliler sokaklara döküldü.

Savaşın yorgunluğu yerini yeni bir kararlılığa bırakıyor. Bir zamanlar umudunu kaybetmiş bir nesil, umudunu yeniden buluyor – hükümetlerde değil, toprakların kendisinde.

Çünkü Suriye sadece bir devlet değil – bir medeniyettir. İmparatorlukların beşiği, istilacıların mezarıdır. Haçlı Seferlerine direndi, sömürgeciliği püskürttü, zorbalığa başkaldırdı.

Yaraları çok ama ruhu canlıdır. Düşman güçlü olabilir. Ama toprak hatırlar.

İsrail’in tüm hesaplarına rağmen, stratejisi ölümcül bir yanılsamaya dayanıyor: bir ülkenin bir halkın haritalar yeniden çizilerek, bombalarla yok edilebileceği sanrısı. Oysa Suriye sadece toprak değildir. Suriye; Neva’dır ve Yermük’tür, İbn Kesir ve Selahaddin’dir, Sultan el-Atraş ve Halid bin Velid’dir.

O, vücut bulmuş tarihtir; toprağa kazınmış onurdur. Suriye yok olmayacak. Sessizce parçalanmayacak. Ve halkı – her ne kadar yorgun olsa da – uyanıyor.

İsrail’in güney Suriye’de uyandırdığı şey boyun eğiş değil, hatırlayıştır.

Suriye ve Filistinliler için mücadele ortaktır, yara birdir.

Ve tarih – imparatorlukların yükselişine ve düşüşüne uzun süre tanıklık eden tarih – onların yanındadır.

*Sümeyye Gannuşi, Tunuslu yazar ve Orta Doğu siyaseti uzmanıdır. Tunus’un meşru Başkanı Raşid Gannuşi’nin kızıdır. Yazıları; The Guardian, The Independent, Corriere della Sera, aljazeera.net ve Al Quds gibi yayın organlarında yer almıştır. Yazılarına soumayaghannoushi.com adresinden ulaşılabilir ve Twitter’da @SMGhannoushi kullanıcı adıyla paylaşım yapmaktadır.

Kaynak:

https://www.middleeasteye.net/opinion/israel-syria-break-up-faith-history-resistance-defeat-it

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA