7 Ekim 2023’ün erken saatlerinde başlayan Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik yürüttüğü saldırılar yalnızca askeri bir operasyonlar dizisi değil; aynı zamanda toplumsal yapı, medya söylemi ve uluslararası kamuoyu düzleminde derin etkiler yaratan bir savaş biçimi olarak tezahür etmiştir. Bu süreçten sonra İsrail’in soykırım politikası Gazze’de işletilmiş, 19 Ocak 2025’te ise taraflar arasında ateşkese varılmıştır. Fakat İsrail ateşkesi bozarak soykırıma geri dönmüştür. 2025 Mart ayının ikinci haftasından beri ortaya çıkan ve Batı medyasınca “Hamas karşıtı protestolar” olarak lanse edilen gösteriler, ilk bakışta halkın yaşadığı travmaya yönelik doğal bir refleks gibi görünse de dikkatli bir analizle bu eylemlerin söylemsel düzlemde nasıl manipüle edildiği ve hangi jeopolitik bağlamlara yerleştirildiği daha net biçimde anlaşılabilir.
Protestoların Bağlamı
Gazze’nin özellikle kuzey bölgelerinde, Beyt Lahiya gibi kentlerde yaşanan protestolarda öne çıkan talepler arasında savaşın sona erdirilmesi, zorla yerinden edilmelerin durdurulması, temel insani ihtiyaçların karşılanması gibi meşru talepler yer almaktadır. El-Cezire kanalına konuşan protestocular, “Çocuklarımızın kanı ucuz değil”, “Savaş bitsin”, “Yaşamak istiyoruz” gibi sloganlar taşıdıklarını, temel olarak ölüm, açlık ve yerinden edilme tehdidine karşı seslerini yükselttiklerini ifade etmişlerdir. Bu talepler, halkın yaşadığı fiziki ve duygusal çöküşe işaret eden insani bir arayışın yansıması olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla Batı’da lanse edildiği gibi protestoların Hamas karşıtı olmaktan ziyade İsrail ve savaş karşıtı olduğu görülmektedir.
Bununla birlikte, protestolarda dile getirilen bazı söylemlerin –örneğin Hamas’ın yönetimden çekilmesi talebi gibi– medyada ön plana çıkarılması, bu eylemlerin jeopolitik bir mühendislik çerçevesinde kullanıldığına dair ciddi işaretler barındırmaktadır. Batı medyasının (Foreign Affairs, Wall Street Journal, Washington Post vb.) protestoları eş zamanlı olarak manşetleştirmesi, bu eylemlerin uluslararası kamuoyuna belirli bir siyasal çerçevede servis edildiğini düşündürebilir. Özellikle İsrail ordu sözcülerinin protestolara destek verdiği açıklamaları ve İsrail medyasının “Gazze halkı Hamas’ı istemiyor” gibi yorumlarla eylemleri yansıtması, protestoların spontane bir halk hareketinden çok daha fazlası olduğuna işaret edebilir.
Bu süreçte göz ardı edilen temel bir gerçeklik ise Hamas’ın Gazze’yi yönetmeye devam etme konusundaki tutumudur. 2024 yılı boyunca Mısır tarafından sunulan, savaş sonrası Gazze’nin tarafsız bir teknokrat hükümet veya bağımsız idari komite tarafından yönetilmesine ilişkin planı Hamas olumlu karşılamış ve kamuoyu önünde yönetim sorumluluğundan feragat ettiğini beyan etmiştir. Bu bağlamda, seçim yapılması halinde ya da yapılmaksızın, Hamas’ın Gazze’yi yönetmeye devam etmeyeceğini açıkça belirtmiş olması, protestolarda dile getirilen “Hamas yönetime son versin” talebini anlamsızlaştırmaktadır. Bu durum, söz konusu protestoların içeriklerinin sahadaki siyasal gerçeklikten kopuk olduğunu ve belirli aktörler tarafından yönlendirildiğini düşündürebilir. Zaten yönetimden çekileceğini ilan etmiş bir hareketin, bu bağlamda hedefe oturtulması, protestoların meşruiyeti konusunda ciddi soru işaretleri doğurmaktadır.
Dış Müdahale Gölgesi
Protestolarda dikkat çeken bir başka unsur, gösterilere katıldığı tespit edilen bazı aktörlerin kimliğidir. Bunlar arasında Filistin Ulusal Otoritesi’nin (FUO) eski Gazze sorumlusu ve şu anda BAE’de ikamet eden Muhammed Dahlan’a yakınlığıyla bilinen Hişam Biravi gibi isimlerin yer alması, gösterilerin spontane bir sivil refleks olmaktan öte, dış aktörlerin organizasyonuyla şekillendiğini düşündürmektedir. Muhammed Dahlan’ın adı, 2008 yılında Hamas’a karşı organize edilen darbe planı ile anılmaktadır. Bu planın BAE tarafından finanse edildiği ve dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un Dahlan için “bu adam bizim adamımız” ifadesini kullandığı bilinmektedir. Hamas bu darbe girişimini bertaraf etmiş, Dahlan’ı Gazze’den uzaklaştırarak etkisiz hâle getirmiştir. Ancak bugün gelinen noktada aynı isimlerin yeniden ortaya çıkması, sürecin uluslararası ve bölgesel güçlerce kurgulanmış olabileceğine işaret edebilir. 2013 yılında İsrail yanlısı düşünce kuruluşlarında yayımlanan “The Call for Rebellion against Hamas in Gaza” başlıklı yazıda, Dahlan ve FKÖ yöneticileri Macid Farac ile Azzam el-Ahmet’in Gazzelileri Hamas’a karşı ayaklanmaya çağırdığı görülmüştür. Bu çağrıların, bugün sahada şekillenen protestolarla söylemsel olarak benzeştiği görülmektedir.
Medya Söylemleri ve Aşiret İddiaları
Batı ve İsrail medyalarının protestoları aynı anda gündemleştirmesi, medyanın koordineli bir çerçeveleme stratejisi yürüttüğünü göstermektedir. Ayrıca bu medya organlarında protestoların Gazze’nin kuzeyindeki bazı aşiret liderleri tarafından organize edildiği iddia edilmiştir. Ancak bu aşiretlerin kim olduğu, halk arasında ne kadar karşılık buldukları ve toplumsal temsiliyet düzeyleri belirsizdir. Bu noktada İsrail’in daha önce de Hamas’a alternatif bir yönetim üretme çabasıyla aşiret yapılarıyla temas kurduğu bilinen bir vakadır. Bu strateji, İsrail’in Gazze halkı ile direniş hareketi arasındaki bağı koparma arayışının bir uzantısı olarak okunabilir. Aşiretlerin bu süreçte kullanılması, protestoların iç dinamiklerle değil, dış stratejik ajandalarla biçimlendirildiği yönündeki görüşleri destekler niteliktedir.
Direnişin Meşruiyeti Bağlamında Protestolar
Gazze halkı içinde Hamas’a oy vermemiş, farklı siyasi yönelimlere sahip bireylerin bulunması doğaldır. Protesto, demokratik toplumlarda meşru bir hak olarak kabul edilmelidir. Ancak Filistin gibi işgal altındaki bir coğrafyada, bu protestoların işgalci güç tarafından meşrulaştırıcı bir unsur olarak kullanılması, eylemlerin siyasal sonuçlarını derinleştirmektedir. Hamas, geçmişte 7 Ekim operasyonu sürecinde yaşanan sivil kayıplardan dolayı kamuoyu önünde özür mahiyetinde açıklamalarda bulunmuş, aynı zamanda halkın acılarını anladığını ifade etmiştir. Ancak bu eleştirilerin İsrail’in işgalini görünmez kılacak şekilde manipüle edilmesi, protestoları meşru zeminden uzaklaştırabilir. İsrail’in hedefi yalnızca Hamas değil; silahlı direnişi, halk desteğini ve toplumsal bütünlüğü parçalamaktır. Bu bağlamda sivil alanlara kasıtlı saldırılar, yalnızca askeri değil, psikolojik ve toplumsal sonuçlar doğurmayı hedefleyen çok katmanlı bir stratejinin parçası olarak değerlendirilebilir.
Sonuç
Gazze’deki protestolar, halkın içinde bulunduğu ağır insani koşulların ve savaşın yarattığı tükenmişliğin bir sonucu olarak doğal bir refleks biçiminde ortaya çıkmış olabilir. Ancak bu protestoların söylemsel olarak nasıl çerçevelendiği ve kimler tarafından sahiplenildiği, bu eylemlerin gerçek niteliğini anlamada belirleyici bir rol oynamaktadır. Protestoların aynı anda Batı ve İsrail medyasında Hamas karşıtı bir “ayaklanma” olarak sunulması, bu eylemlerin belirli siyasal ajandalara hizmet ettiğine dair kuşkuları artırmaktadır.
Hamas’ın Gazze’yi yönetmeme kararına rağmen yönetimden çekilmesi yönündeki taleplerin hâlen protesto gerekçesi olarak sunulması, halk tepkilerinin dışarıdan yönlendirildiği ve siyasi mühendislik amacıyla kullanıldığı yönünde bir okuma yapılmasına yol açabilir. Bu süreçte özellikle Muhammed Dahlan gibi figürlerin yeniden görünür hâle gelmesi, geçmişteki darbe girişimlerinin güncellenmiş bir versiyonunun sahnelenmekte olduğu yönünde yorumlara zemin sunmaktadır.
Son tahlilde, Gazze’deki protestoların meşru sivil tepkilerle dış müdahalelerin manipülatif etkilerini birbirinden ayırabilmek, Filistin direnişinin sürdürülebilirliği ve toplumsal meşruiyeti açısından kritik önem taşımaktadır. Protestoların sahici halk talepleri mi yoksa işgalin söylemsel aygıtları mı olduğuna dair değerlendirme, sürecin aktörleri, zamanlaması, söylem biçimi ve medya koordinasyonu göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Ancak bu şekilde, direnişin meşruiyetine zarar verecek dış müdahaleler ile halkın haklı talepleri arasında sağlıklı bir ayrım tesis edilebilir.