Konu bir anlamıyla Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünyanın ürettiği örgütler meselesi. Batılılar tarafından ‘üretilen’/yol verilen örgütlerin üzerinden yapılan temel faaliyet, sürekli bir tehdit tanımlaması üzerinden kendi toprakları dışındaki coğrafyaları teyakkuz halinde tutmaktır. Uzun yıllar komünizm tehdidiyle kontrol edilen halklar/ülkeler için yeni aparatlara ihtiyaç vardı. SSCB’nin yıkılması sonucu, küresel düzenin tek aktörü haline gelen ABD, ortaya çıkan yeni duruma ilişkin farklı kriz ve kaos testlerini devreye koydu. ‘Afganistan cihadı’ üzerinden Müslüman kitlenin nabzı kontrol edildi, ardından “küresel cihat” kavramı üretildi ve sonra “İslami terör” tanımlaması ile genelleme yapmanın yolu açıldı. Bu, milyonlarca Müslümana terörist demenin yoluydu. Hıristiyanlık, Yahudilik veya diğer dinler için yapılmayan genellemeler Müslümanlar için yapılmaya başlandı ve Müslümanlar töhmet altına alındı.
IŞİD Terör Örgütü
Irak işgali ile bu süreç farklı bir evreye taşındı. İran ile iş tutan ABD, “terör konusu Sünni İslam’ın işi” propagandası üzerinden yeni bir kavramsallaştırma yaptı. Bunun karşılık bulması ve işgali meşrulaştırmak için ihtiyaç duyulan yeni örgütlerin kurulması amacıyla Afganistan’dan Irak’a kimi isimler taşındı. IŞİD bu operasyonun ürünü. Aslında, 1990’lı yıllarda Afganistan’da ortaya çıkan örgütler, bahsettiğimiz 40 yılda izlenen kirli politikaların ‘meyveleri’. Bu örgütlere yüklenen anlam, Müslüman halkların yaşadığı coğrafyadaki düzenin bozulması, istikrarsızlaştırılması ve Arap coğrafyasındaki demokrasi dışı yönetimlere karşı ortaya çıkan doğal değişim taleplerinin bastırılması. Örgüt, bu süreçte yapılan testlerin ürünü olarak ortaya çıktı. Yani, işgalci unsurların ortak akıl ve tecrübeyle organize ettikleri asimetrik savaşın ürünü. Gladio koduyla tanımlamak gerekirse, Irak Baas kadroları, uyguladıkları politikalarla bu kadrolara alan açan Maliki–Esad desteği/lojistiği, coğrafya dışındaki kimi istihbarat örgütlerinin ‘kalifiye’ eleman nakli ve yönlendirici katkılarıyla yapılandırılıp yönetilen terör örgütü.
Konuyu daha iyi anlamak isteyenler, örgüte ilişkin araştırma raporlarına bakabilirler. Kaba haliyle, IŞİD’i oluşturan iki toplumsal zeminden bahsetmek mümkün. Ağırlıklı grup, Afganistan’dan Irak’a transfer edilen isimlerin önderliğinde toplanan Irak Baas rejimi kadroları, Suriye, Arabistan ve Kuzey Afrika ülkelerinden katılanlardan oluşan ana kitle. Diğer grup ise literatüre ‘yabancı savaşçı’ olarak geçen ve 100’ü aşkın ülkeden bölgeye taşınan unsurlar. Bu gruba ilişkin birçok rapor yayılandı. Bu konuda bakılabilecek ana raporlar, BM’nin raporu ve King’s College Uluslararası Radikalizm Çalışmaları Merkezi(ICSR) raporlularıdır.
Misyon Yüklenen Örgüt
Örgütü kuran aktörler IŞİD’e iki farklı misyon yüklemişti. İlki; örgütün ortaya çıktığı dönemde, bölgede süren halka dayalı doğal değişim süreçlerini sabote etmek, halkı terörize etmek ve küresel güçlerin kontrolü dışında ortaya çıkabilecek olası siyasal düzenlerin önüne geçmek. Bu misyon en çok Suriye’de karşılık bulmuştu. ABD, İran ve Rusya’nın ortak hedeflerine hizmet eden örgüt, Suriye muhalefetinin terörle ilişkilendirilmesi için kullanıldı. Bir adım daha ileri giderek, bölgedeki devletler, halklar ve örgütler, IŞİD aracılığıyla formatlandı. Bölgede, herhangi bir aktörün üstün gelmeyeceği veya yenilmeyeceği kaotik bir denklemin devamı için asimetrik terörün en organize örnekleri oluşturuldu. Ayrıca, ihtiyaç halinde küçük bir müdahale ile harekete geçirilebilecek ‘uyutulmuş’ çatışma zeminleri/fay hatları da üretildi. Suriye iç savaşının on yıla aşkın bir süre devam etmesi bu dinamiğin ürünüydü.
Örgüte yüklenen diğer misyon ise dini dönüşüm amaçlıydı. Yani, hariciliğin ve vahabiliğinselefilik adıyla yeniden kurgulanması ve bunun halkı Müslüman ülkelere transfer edilmesi. Bu ‘oyun’un amacı hem Müslümanlar arasında yeni fay hatları oluşturmak hem de Müslüman halkların terör sarmalına sokulması için zemin hazırlamak. Bu kirli politikayı; kriz bölgeleri oluşturma, sivil tahribatlar üzerinden dehşet salma, tepki olarak ortaya çıkanları daha radikaliyle bölüp işgali meşrulaştırma ve kaosu zamana yayarak sağlıklı bir düzenin kurulmasını öteleme olarak özetlemek mümkün.
İşte, IŞİD üzerinden yürütülen kirli ve kanlı politikanın özeti bu. Gerekli tedbirler alınmadığı, hatta küresel güçler tarafından yön verildiği için bu politikalar şu an Afrika ülkelerine sıçramış durumda. Örgütün şu an Afrika’da Vilayet olarak adlandırdığı (Batı Afrika, Çad Gölü bölgesi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Kuzey Mozambik) şubesi var. Sonuç olarak örgüt, dünya genelinde yükseltilen İslam düşmanlığının yaygınlaşmasının ve bunun meşrulaştırılmasının aracı olarak kullanılmaya devam ediliyor.
IŞİD’in Türkiye’ye Yönelik Saldırıları
IŞİD’in ortaya çıkmasıyla birlikte hedeflediği ülkelerin başında Türkiye gelir. Türkiye’ye yönelik saldırılar iki yönlüydü. Yıpratmaya dönük psikolojik saldırılar ve özel seçilmiş terör saldırıları. Psikolojik saldırılar, genellikle IŞİD ile Türkiye’yi ilişkilendirmeye yönelik propaganda saldırılarıydı. Türkiye ile IŞİD’i ilişkilendirmeye yönelik bu propaganda kampanyaları, kimi isimlerin yabancı medyaya konuşması, yabancı medyanın bunları isim vermeden servis etmesi ve sonra aynı kişilerin ”bakın uluslararası medyada Türkiye ve hükümet hakkında şunlar şunlar yazılmış” demeleri şeklinde cereyan ediyordu. Oldukça kirli ve kara propaganda mekanizması işletiliyordu. Bu propaganda mekanizması PKK, FETÖ ve Esadcı/İrancı çevrelerce yürütülüyordu. FETÖ, PKK ve Esadcı/İrancı çevreler Türkiye ile IŞİD’i ilişkilendirmeye çalışırken, IŞİD Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında “kafir”, “tağut”, “mürted” gibi ifadeler üzerinden “ölüm fetvası” veriyordu. Bu durum; IŞİD, PKK, FETÖ ve Esadcı’İrancı çevrelerin aynı merkez tarafından yönetildiğinin işaretiydi. IŞİD’in diğer önemli saldırısı ise Türkiye içine yönelik ve özel olarak seçilmiş fay hatlarına ilişkin saldırılardı. Musul Konsolosluğu, Reyhanlı, Raina, Suruç katliamı, Süleyman Şah Türbesi, İstanbul havaalanı, Sultanahmet, Taksim, Gaziantep, Diyarbakır, Gar katliamı gibi terör saldırılarının tümü özel seçilmiş hedeflerdi. Bu saldırılar üzerinden Türkiye’deki temel fay hatlarının (Alevi-Sünni, Seküler-Muhafazakâr, Kürt-Türk, dış politika, ekonomi vb.) tahrip edilmesi, tetiklenmesi hedeflenmişti.
Suriye’de Tutulan IŞİD’lilerin Yakınları
IŞİD’e ilişkin bu genel çerçeveyi, Suriye’nin kuzeyindeki cezaevleri, toplama kamplarında tutulan ve örgüt elemanlarının yakınları olduğu iddia edilen insanların durumunu anlamak için tazelemek istedim. Uluslararası Af Örgütü’nü 17 Nisan 2024 tarihli raporuna göre, Suriye’deki el Hol ve Roj kamplarında toplam 56 bin kişi tutuluyor. 11.500 erkek, 14.500 kadın ve 30.000 civarında çocuk. Raporda, ABD’nin kamplarda kalan 11 vatandaşını ülkesine götürdüğü ve altı Kanadalının, dört Hollandalının ve bir Finlandiyalının ülkelerine götürülmesine yardımcı oldukları da yazıyor. Rights and Security International raporuna göre; Maldivler 26, Ukrayna 31, Kanada 32, Finlandiya 36, Arnavutluk 37, İsveç 37, ABD 38, Belçika 45, Azerbaycan 56, Hollanda 66, Almanya 108, Fransa 223, Kosova 242, Rusya 294, Özbekistan 339, Tacikistan 384, Kırgızistan 454, Kazakistan 719 olmak üzere, 2019 yılından bu yana kamplardan alınan kişi sayısı toplam 3.167 kişi. oplam rakamın içinde AB üyesi ülke vatandaşlarının 3 bin civarında olduğu ifade ediliyor. Ama ilgili ülkeler kendi vatandaşlarını geri alma konusunda istekli değiller.
Raporda, kamplarda tutulanların büyük bir kısmının Suriyeli ve Iraklı olduğu belirtiliyor. Bu iki ülke vatandaşlarının toplamının 50 bin civarında olduğu ifade ediliyor. Geri kalanlar ise 74 ayrı ülkenin vatandaşlarından oluşuyor. Irak hükümetinin vatandaşlarını alma talebi sürekli bir biçimde öteleniyor. Irak hükümetine, her ay 50 kişi teslim etme kararı alınmış. Bu durumda, 20-25 bin Iraklının nakli için 400-500 ay gerekiyor. Bunun adı nakil değil, bunlarınvarlığından yararlanma, istismar etme, kendi meşruiyeti için kullanmadır. Aynı durum Suriyeliler için de geçerli. Bu iki ana grup ülkelerine döndüklerinde ve sorumluluk vatandaşı oldukları devlete devredildiğinde konu büyük oranda çözülmüş olacak. Yeni Suriye yönetiminin bu konuda izleyeceği tutum da önemli. Yeni yönetimin bu kampları kontrol etmesi, uygulamaları denetlemesi ve vatandaşlarını almak isteyen ülkelere kolaylık sağlaması önemli.
IŞİD’le ilişkisi olduğu değerlendirilen kişilerin ya kendi ülkelerinde ya da tutuldukları Suriye devleti yargısı tarafından yargılanmaları gerekir. ABD’nin öncülük ettiği süreç hem bu kişilerin yargısız bir biçimde yıllarca gözaltında tutulması açısından hem de terörle ilişkilendirilen kişilerin örgütle ilişkisi olmayan çocuklar ve kadınlarla aynı yerden tutulmasının üreteceği riskler açısından problemli. Bu tür toptancı yaklaşımların, küresel güvenlik açısından farklı sonuçlar üretmeleri kaçınılmaz. Bu konu IŞİD’le ‘Mücadele’ Koalisyonu’nün sorunu. Bu sorunu başka bir terör örgütünün insafına terk ederek sorumluluktan kurtulma imkânı yok. Maalesef bahsettiğimiz riskler, IŞİD’le ‘Mücadele’ Koalisyonu’nün gündeminde yok. Çünkü ana aktör, örgütü üreten aklın ve politikaların sahibi.
Af Örgütü ve BM’nin Tespitleri
Yıllardır kamplarda tutulan bu kişilerin maruz kaldıkları ihlaller raporda detaylıca anlatılmış. İşkence, öldürme, acımasız muamele, sağlık hizmetlerinden yoksunluk, asgari insani ihtiyaçlardan mahrumiyet, göz altında ölüm, hukuksuzca, yargılamadan zorla ve keyfi olarak alıkoyma gibi hukuk dışı uygulamalar raporda detaylıca yer almış.
Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, raporda YPG/SDG’nin işlediği suçları, “Özerk yetkililerin işkence ve acımasız muamele, savaş suçlarını ve cinayet savaş suçunu işledikleri”şeklinde ifade ediyor. Ayrıca raporda bu işkence sisteminin kurulmasında ABD’nin sorumluluğuna vurgu yapılarak, “Bu gözaltı kamplarında ve tesislerinde tutulan çocuklar, kadınlar ve erkekler şok edici bir zulüm ve şiddete maruz kalıyor. ABD hükümeti, önlenebilir ölümlerin yüzlerce kişinin öldüğü bu sistemin oluşturulmasında ve sürdürülmesinde merkezi bir rol oynamıştır ve bunu değiştirmede rol oynamalıdır.” değerlendirmesi yapılıyor. Raporun başka bir yerinde ise “ABD hükümeti bu sistemin oluşturulmasında ve sürdürülmesinde merkezi bir rol oynamıştır. ABD hükümeti, sistemik insanlık dışı ve aşağılayıcı koşullar, yasadışı cinayetler ve işkencenin yaygın kullanımı ile karakterize edilen büyük ölçüde yasa dışı bir gözaltı sisteminin kurulmasına ve genişletilmesine katkıda bulundu.” ifadeleriyle ABD’nin rolünün altı çiziliyor.
Rapor, “Kuzeydoğu Suriye’de devam eden ihlaller sadece daha fazla şikâyet sağlıyor ve bir nesil çocuğun yalnızca sistematik adaletsizliği bildiği anlamına geliyor. Özerk yetkililer, ABD liderliğindeki koalisyon üyeleri ve BM, bu ihlalleri düzeltmek, istismar ve şiddet döngülerini sona erdirmek için harekete geçmelidir.” ifadeleriyle ihlallerin düzeltilmesini talep ediyor. Raporda, gözaltı sisteminde tutulanlar arasında IŞİD mağdurlarının da olduğu yazılıyor. Kimi Yezidiler, örgüt üyeleriyle zorla evliliğin kurbanı olan kadınlar, onların çocukları ve çocuk yaşta örgüt tarafından alı konulan çocukların bugün suçlu olarak kamplarda tutulduğu ifade ediliyor. Raporda ABD tarafından kurulan sistemin YPG/SDG tarafından yönetildiği de ifade ediliyor.
BM destekli Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu, IŞİD örgütünün Suriye’de kontrol ettiği son toprak parçasını kaybetmesinden sonra toplama kamplarına görülen kişilerin ve özellikle çocukların istismara maruz kaldığı belirtiliyor. Komisyon, istismara uğrayan çocuk sayısını yaklaşık 30 bin olduğuna söylüyor. Komisyon Üyesi Lynn Welchman durumu, “Bu çocuklar IŞİD’in yönetimi sırasında zaten mağdur edilmişlerdi, bir de yıllarca devam eden insan hakları ihlallerine ve istismarlarına maruz kaldılar.” ifadesiyle açıklıyor. Welchman “Bu çocukların hepsi IŞİD’in hakimiyeti sırasında sadece 8-10 yaşında ya da daha küçüktü – hangi suçlar onların gözaltında tutulmaya devam edilmesini haklı çıkarabilir?”sözleriyle tepkisini ortaya koyuyor.
ABD-PKK Ortaklığı ve Yeni Misyonu
Af Örgütü raporunda belirtildiği gibi PKK ve türevlerinin insafına terk edilmiş ve IŞİD’lilerin yakınların olduğu iddia edilerek tutulan on binlerce insan üzerinden, farklı misyonlara ulaşılmak istendiği açıkça gözleniyor. Bu anlamda iki ayrı misyondan bahsetmek mümkün. İlki, bu insanları, PKK/YPG’nin meşrulaştırılmasının aracı olarak kullanmak. Diğer misyon ise Esad rejimini yıkan yeni Suriye yönetiminin ‘test’ edilmesi ve yeni yönetimin tüm Suriye toprakları üzerindeki egemenliğini sınırlamaya çalışmak. Ortada, örgüt değil isim var ve isim ihtiyaca göre formatlanıyor. Sorun olan, örgüt elemanlarının yakınları olduğu iddia edilen binlerce insanın, yeni iki misyonun karşılanması amacıyla kamplarda tutuluyor olması. Bu iki temel misyonun yanı sıra, bu kişilerin varlığı, ABD’nin PKK ile ilişkisini meşrulaştırmak ve Suriye kaynaklarını sömürmek için de kullanılıyor. Bu misyonların devam etmesi için ise düzenli aralıklarla IŞİD tehdidine vurgu yapan yayınlar çıkartılıyor. Kendi vatandaşlarını alan ABD, diğerlerinin ülkelerine dönmesine engel oluyor.
Bahsettiğimiz yeni misyonlar için binlerce kişi kamplarda tutuluyor. Af Örgütü raporuna göre yargılama yok, binlerce insan sadece yakınlarına atfedilen suçlardan dolayı bu kamplarda tutuluyor. Raporda, “Adil yargılama önlemlerinin olmaması nedeniyle, bir kişinin IŞİD’e bağlı olduğu suçlaması, onları yıllarca keyfi gözaltında tutulmalarına neden oluyor. Kadınlar ve çocuklar ise yakınlarına atfedilen suçlamalar nedeniyle kamplarda tutuluyor.”değerlendirmesi yapılıyor. Raporun en ilginç bölümü ise “Suriye’nin kuzeydoğusunda gözaltına alınan kişilerin hiçbiri savaş suçları, insanlığa karşı suçlar veya soykırım da dahil olmak üzere uluslararası hukuk kapsamındaki suçlardan kovuşturulmadı.” değerlendirmesi kıymetli. Rapordaki ifadeler, değerlendirmelerin tümü bahsettiğimiz yeni misyonları teyit ediyor.
Human Rights Watch uzmanları, Suriye’deki tutukluların durumunu “tırmanan insani kriz” olarak tanımlıyor. Özellikle çocukların durumunun endişe verici olduğu vurgulanıyor. BM Çocuk Hakları Komitesi, çocukların tutuklanmasına dikkat çekiyor. Konuyu detaylıca incelmek isteyenler International Crisis Group, Human Rights Watch The New Yorkerdeğerlendirmesine ve BM İnsan Hakları Ofisi raporlarına bakılabilir.
IŞİD, Haşdi Şabi ve PKK İşbirliği
Bu noktada üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise IŞİD ile coğrafyada var olan diğer terör örgütlerinin işbirliğidir. Öncelikle IŞİD ve Haşdi Şabi ilişkisine değinmekte yarar var. Bu iki örgütün yüklendiği misyonlar ve ortaya çıkardıkları sonuçlar dikkate alındığında, farklı mezheplere yaslanmakla birlikte iki örgütün de İran’ın bölgesel siyasetine hizmet ettiği görülür. IŞİD, coğrafyanın doğal yapısının ürünü olan Müslüman kitlenin içinde yer aldığı anaakım hareketlerin radikallik parantezine alınmalarına ve mahkûm edilmelerine hizmet etti. Özel olarak, Arap Baharı fikrini, idealini ‘gayri meşrulaştırdı’. Örgütün diğer önemli bir fonksiyonu ise yaptığı vahşetle İran’ın bölgesel politikalarına ve bölgedeki devletlere nüfuz etmesine meşruiyet kazandırmasıydı. Örneğin, IŞİD’le mücadele söylemi, Haşdi Şabiörgütünün, Irak Başbakanlığına bağlı ‘meşru’ bir güç olarak kodlanmasına zemin hazırladı.
Benzer şekilde; IŞİD, yıllardır Türkiye’de terör faaliyetleri sürdüren, on binlerce insanı katleden PKK ve onun bölgesel ağının toplumsal ve uluslararası meşruiyetine de katkı sağladı. IŞİD’in devreye girmesinin bir sonucu da “Türkiye’nin en önemli toplumsal barış projesi” olan çözüm sürecinin akamete uğramasıdır. Aslında bu konu için PKK, IŞİD ve FETÖ ittifakından bahsetmek daha doğru olur. Bu üç terör örgütü hem Türkiye’nin IŞİD üzerinden uluslararası kamuoyunda suçlanması hem de çözüm sürecinin akamete uğramasında ortak çalıştılar.
Hasılı; IŞİD’in jeopolitik ve siyasal olarak nereye oturduğunu anlamak için örgütün İran, Haşdi Şabi ağı ve PKK ile etkileşimine ve kesişimine bakmak yeterli olur. Açık olan şu; bölgedeki doğal değişim taleplerini zehirleyen ve coğrafyayı terör merkezi haline getiren tüm örgütler, coğrafyada yaşayan halklar için tehdittir. Sonuç olarak IŞİD, özellikle ABD, Rusya, İran ve Avrupa’nın sorumluluktan kaçınmak için ürettikleri bilinçli kötülüğün veya ihtiyaç duyulan şeytanın adıdır.
Batı Koruması için İnsanları Kalkan Olarak Kullanmak
ABD ve YPG/SDG, çoğunluğu Iraklı ve Suriyeli olan binlerce insanı AF Örgütü’nün değerlendirmesiyle “esir almış” durumdalar. Yapılan muamelenin “savaş suçu” olduğu da Af Örgütü tarafından ifade ediliyor. Bu anlamıyla, bahsedilen insanların kobay olarak kullanıldığı söylenebilir. YPG/SDG alan hakimiyetini korumak için kamp bekçiliğini bir fırsat olarak görüyor. Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumayı hedefleyen yeni Suriye yönetiminin bu duruma sıcak bakmadığı biliniyor. Bölgesel medyada yer alan haberlere göre, Ferhat Abdi Şahin, Suriye’nin geleceğini konuşmak için kendini Şam’a davet eden Ahmet Şara ile görüşmeye ABD’li vasisiyle birlikte girmeye çalıştı. Düşük rütbeli ABD’li asker ile birlikteŞam’daki görüşmeye katılma isteği, YPG/SDG’nin ne olduğunu, kime hizmet ettiğini ve kimin himayesine sığındığını anlamak için iyi bir örnek. “İlkel milliyetçiliğin” somut göstergesi.
Suriye Devrimi ve sonrasında kurulan yeni Suriye yönetiminin söylem ve politikalarına yansıyan demokratik ve üniter bir Suriye iddiası da Bahçeli’nin girişimiyle başlayıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteğiyle yürütülen “Öcalan üzerinden PKK’ya silah bıraktırma” süreci de bu çarpık durumu ortadan kaldırma irade ve kapasitesine sahip görünüyor. Esat rejiminin ürettiği otorite boşluğu dolayısıyla işlevsellik kazanan “bekçilik” ve ABD himayesi, Suriye Devrimi sonrasında anlamını ve geçerliliğini kaybetmiş durumda. Bölgede gelişen yeni jeopolitik durum, PKK/YPG’nin IŞİD’lilerin yakınları olduğu iddia edilen kişilerin bekçiliği ve ABD himayesi üzerinden mevcut koşullarını sürdürmesini imkânsız kılıyor.
Bölgedeki gelişmelerden etkilenen bir ülke olarak, “IŞİD bir tehdit olarak elde dursun mu, bitsin mi?” sorusunun cevabı Türkiye için önemli. On binlerce insanın kötü koşullarda ve raporlara yansıyan haliyle işkence/şiddet ortamında kalmalarının, olası yeni örgütlere zemin hazırlayacağını herkes bilir. Doğru olan soruna çözüm bulmaktır. Ancak ABD, Fransa, İngiltere ve PKK türevlerinin ortak faaliyetler dikkate alındığında, örgütün bir tehdit unsuru olarak elde durmasının istendiğini söylemek mümkün. Yabancı ülkeler ayrı bir gündem olmakla birlikte, YPG için doğru olan, jeopolitik dinamiklerin değiştiğini, “bekçilik” ve ABD himayesi kartlarının miadını doldurduğunu görüp, Suriye’nin yeni yönetiminin bir parçası olma teklifini kabul etmesidir. Aksi bir karar, askeri operasyon ve çatışma senaryosuna davetiye çıkarmaktır. Bunun çatışmadan beslenen karanlık odaklar dışında bölgemizdeki hiçbir unsura fayda sağlamayacağı açık.