İran’ın seçkinleri nükleer ikilemi çözmeye çok yakın
Suriye’deki iktidar değişikliği Tahran’ı caydırıcı bir güçten mahrum bıraktı
ÇEVİRİ ve TAKDİM: Cengiz Sözübek
Henry Kissinger “Suriye müdahalesi küresel düzeni altüst etme riski taşıyor” başlıklı yazısını yazdığı 2012 yılında, İran siyasetinin önde gelen isimlerinden Ali Laricani İran Meclis Başkan Vekili sıfatıyla şöyle söylemişti:
“Suriye’ye askeri bir müdahalenin yol açacağı herhangi bir kriz, Siyonist rejimi kesinlikle yutacaktır. ABD’li askeri yetkililer muhtemelen kendilerini ve bölgesel meseleleri yeterince anlamıyor çünkü Suriye hiçbir şekilde Libya’ya benzemiyor ve Suriye’de yeni bir Bingazi yaratmanın etkileri Filistin’e yayılacak ve alevlerden yükselen küller kesinlikle Siyonist rejimi saracaktır.”
Kissinger meşhur yazısında Vestfalya sistemini anlatsa da; bahsettiği “küresel düzen”in ağırlık merkezinin bir kanadında “O’nu anlamak istiyorsanız, Kavgam kitabını değil Dostoyevski’yi okumak lazım” dediği ve onlarca kez ziyaret ettiği Putin’in Rusya’sı, diğer bir kanadında ise yine Kissinger’ın 2015 yılında söylediği ve sonradan inkâr ettiği “10 yıl sonra bildiğimiz anlamda İsrail olmayacak” tespitindeki İsrail ile diğer tarafta adeta karşılıklı mıknatıs kutuplarıyla birbirini var eden ve böylece “meşruiyet” kazanan Baas-İran ile kurulan düzen vardı.
Son kitabı “Yapay Zekâ Çağında Savaş ve Barış” kitabında Vestfalya düzenini artık yapay zekânın yıkacağını öngörse de, Esad rejiminin yıkılmasıyla küresel sistemin eski (yenisi elbette uzak asyada kuruluyor) ağırlık merkezinde –yapay zekâyı beklemeden- eksen kayması olacağını söylemek mümkün.
Kuşkusuz Suriye düğümünün en “kör” ilmiklerini dokuyan İran için dönem sonu muhasebe kayıtlarının atılacağı, “ya yeni hâl ya izmihlâl” olarak özetlenebilecek bir yol ayrımı da görünüyor.
Laricani’nin 2012 yılında tehdit soslu itiraf gibi açıklaması Kissinger’ın kendisini “korumak ve kollamakla” mükellef gördüğü düzeni de ifşa ediyordu.
Middle East Eye yayın grubunun İran’lı siyasi ve sivil çevrelerle yaptığı görüşmeleri derlediği “İran Müesses Nizamı Suriye Konusunda Bölündü” başlıklı analiz, İran’ın yaşadığı “travma”ya da ışık tutuyor. Malum kanattan “Libya benzeri bir Suriye’nin olası bataklığında Filistin ve Lübnan direnişi yeniden inşa edilecektir” salvoları gelse de, bir maceranın sonuna gelindiğini gören bir çok isimden –en başta İran adına- üçüncü bir yol talepleri dile getiriliyor:
“Stratejik derinliğimiz ne Suriye ne de Lübnan…İran aptalca dış politikasının bedelini ağır ödedi.
Görünen o ki İran Suriye’deki güç ağını kaybettikçe Lübnan’ı da kaybedecek.
Ulusal çıkarlarımız temelinde İsrail gibi ülkeleri düşman değil rakip olarak görmeliyiz.”
Rusya’nın saygın gazetelerinden Nezavisimaya Gazeta da, Esad’ın devrilmesinden sonra ilk kez Suriye konusunda 18 Aralık’ta bir baş yazı yazarak İran’ın bıçak sırtı pozisyonunu değerlendirdi.
Gazete İran’ın müesses düzenininin vereceği kararı Middle East Eye’de çıkan görüşlere de yer vererek “İran’ın nükleer ikilemi çözmeye yakın olduğunu” yazdı.
Trump Amerika’sının İran’ın nükleer alt yapısına doğrudan saldırma ihtimalinin İran tarafından ciddiye alındığına işaret edilerek, İran’ın nükleer silah konusunda vereceği kararın çok önemli olacağına dikkat çekiliyor.
Nezavisimaya Gazeta’nın bir başyazısında Esad sonrası ilk kez Suriye meselesine bu şekilde dahil olması da, Rusya’nın Suriye’de yaşadığı hezimetle ilgili kısa süreli bir tepki sonrası Ukrayna’ya dönerek “sessizliğe” bürünmesinin devamı gibi görünüyor.
Rusya kuzey sınırlarını tanımadığı Kazakistan’la savaşın eşiğindeyken, bir kaç ay sonra Kazakistan’dan Ukrayna’ya rotasını çevirerek Ukrayna savaşına başladı. Suriye’den çıkması da bir başka rotanın işareti olabilir.
Gazetenin başyazılarının Ukrayna’dan sonraki diğer ana gündem maddelerinden birisi de Avrupa sahasındaki NATO-Rusya muhtemel savaş hazırlıkları.
İran’ın seçkinleri nükleer ikilemi çözmeye çok yakın
Bir zamanlar Tahran için değerli bir müttefik olan Şam’daki merkezi hükümetin hızla çökmesi, İran’ın Orta Doğu’daki nüfuz projesini önemli ölçüde zayıflattı. İslam Cumhuriyeti uzun bir süre boyunca ideolojik olarak yakın paramiliter hareketler ve devletlerden oluşan çoklu ittifaklar kurarak bölgedeki başlıca düşmanı İsrail’i çevrelemeye çalıştı. Tahran’ın, Yahudi devletiyle son savaşın bir sonucu olarak askeri ve idari potansiyeli önemli ölçüde azalmış olan Şii grup Hizbullah ile ilişkileri de benzer bir blok modeli üzerine inşa edilmişti.
Suriye, İran’ın yayılmacı projesinde özel bir role sahipti. Akdeniz kıyılarına bir geçiş yolu ve İsrail ile savaşta ilk savunma hattı olarak görülüyordu. Ancak Şam yönetiminin son dört yılda isyancı bölgelerden kaynaklanan tüm riskleri hesaplayıp satın alamaması, bugün Suriye’de İran karşıtı bir tampon oluşmasına neden oldu. Bu tampon Türkiye’ye yakın İslamcı gruplardan oluşuyor ve 27 Kasım’da başlayan Şam saldırısının hedefi sadece hükümet ordusunun mevzilerini yok etmek değil, aynı zamanda Şii oluşumları da devirmek.
“Suriye artık aynı Suriye değil. Lübnan artık aynı Lübnan değil. Gazze artık aynı Gazze değil. Ve “eksen ‘in (’direniş ekseni” – Tahran’a yakın paramiliter hareketler ve ülkelerden oluşan gayrı resmi bir grup. – “NG”) başındaki İran da artık aynı İran değil,” diyor İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu bir konuşmasında memnuniyetle.
İran müesses nizamı içinde, ülkenin kendi sınırlarını savunmaya odaklanması gerektiği yönünde sesler duyulmaya başlandı. “İran aptalca ve dini motivasyonlu dış politikasının bedelini ağır ödedi. Stratejik derinliğimiz Suriye ya da Lübnan değil,” diyor The Middle East Eye’ın İranlı reformist çevrelerdeki muhataplarından biri.
Orta Doğu’daki genel durum İranlı yönetici elitin tedirginliğini büyük ölçüde arttırdı. Bu durum, 13 Aralık’ta yürürlüğe girmesi beklenen ancak İran’ın Suriye ve Lübnan’daki imaj kayıpları bağlamında hükümetin bir kısmının “sosyal sonuçlardan” korkması nedeniyle “gözden geçirilmek üzere” parlamentoya iade edilen daha sert başörtüsü kurallarına ilişkin yasa tasarısının değerlendirilmesiyle ortaya çıktı.
İran müesses nizamının bir diğer korkusu da ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Ocak ayında göreve gelmesinin ardından İsrail’in zayıflayan “direniş ekseninden” faydalanmak istemesi ve İslam Cumhuriyeti’nin nükleer altyapısına doğrudan saldırı izni vermesi. Bir başka endişe kaynağı da Şam’ın yeni efendilerinin hamisi olan ve Suriye’de merkezi hükümetin çöküşüyle birlikte toprak kazanımlarını genişletmekte sakınca görmeyen Türkiye’nin kavgacı tutumu.
Trump yönetiminin İran’a Orta Doğu’daki genel gerilimi azaltma parametreleri üzerinde anlaşmalar içeren geniş çaplı bir anlaşma önermeye karar vermesi mümkündür. Ancak bu diyaloğun başarısız olması ve bölgede çatışmacı bir atmosferin devam etmesi İran’a uzun vadede tek bir caydırıcı seçenek bırakıyor: Uluslararası denetçilerin İslam Cumhuriyeti’nin tamamlamaya her zamankinden daha yakın olduğuna inandığı nükleer bomba elde etmek.
Batı ile müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlandığı bir ortamda İran’ın nükleer bombaya sahip olması, Tahran’ın büyük bir yenilgiye uğramış göründüğü bölgede devam eden savaş ve kargaşanın sonuçlarından biri olacaktır. Ancak nükleer bomba tek başına kimseye barış ve huzur getirmeyecektir. Uzun vadeli refah her zaman siyasi kararlara dayanır. Ve bugün bu konuda yaygın bir eksiklik söz konusudur.
Hamaney’in arkasındaki Dünya Ehlibeyt Kurultayı genel sekreteri olan Ayetullah Ahteri’mi?