Yazan: Ceyda Nur Türkmen – sde.org.tr
Giriş
Dünyanın kenarında bir ada devleti olarak çok kısıtlı bir etkiye sahipken ticaret yollarının denizlere kayması İngiltere’nin yıldızının parlaması ve küresel güç olması ile sonuçlandı. Bu kolay olmadı elbette. Batı Roma, Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorlukları gibi uzun süreli etki üreten bir imparatorluk kurmak için stratejik akıl ve bunu uygulayacak kadrolar gerekiyordu. Bu makalede İngiltere’nin Orta Doğu’da etki oluşturma süreci John Philby üzerinden anlatılacaktır.
Hegemonyaya Giden Yolun Kilometre Taşları
İngiltere’nin hegemon güç olma süreci, 16. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar uzanan bir dizi tarihsel gelişmeyle şekillenmiştir.
Ticaret ve Deniz Gücü (16.-17. Yüzyıl): İngiltere, Elizabeth I döneminde (1558-1603) denizcilik ve ticarete odaklandı. İspanyol Armadası’nın 1588’de yenilmesi, İngiltere’nin denizlerdeki gücünü pekiştirdi. Doğu Hindistan Şirketi (1600) gibi ticari girişimler, küresel ticaret ağını genişletti.
Sömürgecilik ve Merkantilizm (17.-18. Yüzyıl): İngiltere, Kuzey Amerika, Karayipler, Hindistan ve Afrika’da sömürgeler kurdu. Merkantilist politikalarla zenginleşti ve köle ticaretiyle ekonomik gücünü artırdı. 1707’de Büyük Britanya’nın kurulması, İngiltere ve İskoçya’nın birleşmesiyle siyasi istikrar sağladı.
Sanayi Devrimi (18.-19. Yüzyıl): 18. yüzyılın sonlarında başlayan Sanayi Devrimi, İngiltere’yi dünyanın ilk sanayi gücü yaptı. Buhar makinesi, tekstil üretimi ve demiryolları, ekonomik ve askeri üstünlük sağladı. Bu dönemde Britanya, küresel ticaretin merkezi oldu.
Pax Britannica (1815-1914): Napolyon Savaşları sonrası İngiltere, dünya lideri konumuna yükseldi. Britanya İmparatorluğu, “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak anıldı. Deniz gücü, sömürgecilik ve ekonomik üstünlük, bu dönemde İngiltere’yi hegemon yaptı.
Gerileme (20. Yüzyıl): I. ve II. Dünya Savaşları, İngiltere’nin ekonomik ve siyasi gücünü zayıflattı. ABD ve SSCB’nin yükselişiyle hegemonya 20. yüzyılın ortalarında ABD’ye geçti. Geriledi ama ABD ile geliştirdiği “özel ilişki” statüsün ardına saklanarak yıkılmaktan kurtuldu.
İngiltere’nin Ortadoğu Stratejileri: Hedefi Tanımak
İngiltere’nin Orta Doğu’da hegemonyasını yaymak için kullandığı stratejiler, tarih boyunca sistematik bir yaklaşımı yansıtır. Bu süreçte kültürel, etnik ve dini yapıları manipüle ederek kaos yaratma ve ardından askeri müdahalelerle kontrol sağlama taktikleri, özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda belirginleşmiştir.
Kültürel ve Antropolojik İncelemeler: İngiltere, sömürgecilik döneminde hedef bölgelerin kültürel, etnik ve dini yapısını anlamak için uzmanlar yetiştirdi. Orta Doğu’da bu, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamaya başladığı 19. yüzyılda yoğunlaştı.
Doğu Çalışmaları (Orientalizm): İngiltere, Orta Doğu’nun dillerini, dinlerini ve toplumsal yapılarını incelemek için “oryantalist” akademisyenler ve araştırmacılar yetiştirdi. Örneğin, İngiliz arkeologlar ve dil bilimciler, Arapça, Farsça ve Osmanlı Türkçesini öğrenerek bölge halklarının geleneklerini, mezhepsel farklılıklarını ve kabile yapılarını analiz etti. Bu bilgiler, bölgedeki güç dengelerini manipüle etmek için kullanıldı. 17.yılda ilk çalışmalar din ve daha çok tasavvuf araştırmaları şeklinde başladı. Osmanlı, Hilafetin merkezi olarak İslam’ı temsil ediyordu. Oradan başladılar tanımaya. Hilafetin güç dinamiklerindeki etkisi merak ettikleri en önemli konuydu. İşlerini oldukça ciddiye aldılar, bulundukları İslam ülkelerinde tam bir Müslüman gibi yaşadılar: Örneğin Edward Henry Palmer (1840-1882) Mısır’da Şeyh Abdullah olarak tanındı, William Lane (1801-1876) Mansûr el-Fakir ismini kullandı.
Coğrafi Keşif ve İstihbarat Ağı: Oryantalistler dil öğrendiler, dilleri, inançları, kültürleri, gelenekleri İngiliz Üniversitelerindeki kürsülerinde sahada çalışacak ajanlara öğrettiler. Orta Doğu’nun coğrafi ve stratejik özelliklerini anlamak için özel ajanları bölgeye çeşitli kılıflarda sızdılar. Kimi arkeolog, kimi kaşif, kimi botanikçi oldu. Bu kişiler, hem haritalama hem de yerel liderlerle bağlantı kurma görevini üstlendi. Orta Doğu’nun petrol yatakları, ticaret yolları, su kaynakları ve stratejik noktalarını haritalandırıldı. Köy köy, kasaba kasaba etnik, dini ve mezhebi inanç haritası çıkarıldı. Aşiretler arasındaki çekişmeler not edildi.
Askeri Operasyonlar ve Kontrol:
Stratejik hazırlıkların ardından askeri müdahaleler devreye girdi, manda rejimleri ve kukla yönetimlerle kontrol sağlandı. İngiltere’nin Orta Doğu’da hegemonyasını kurma süreci bu aşamalardan geçerek olgunlaştı. Bölgede coğrafi keşif ve askeri operasyonlar sürecinin en etkili figürü şüphesiz John Philby’ydi.
Pax Britannika’nın Ortadoğu’daki “Abdullah”ı: John Philby
John Philby, 3 Nisan 1885’te Ceylon’da (bugünkü Sri Lanka) İngiliz bir çay plantasyonu yöneticisinin oğlu olarak doğdu. Babasının sömürge idaresindeki görevi, Philby’nin erken yaşta imparatorluk kültürüyle tanışmasını sağladı. İngiltere’ye dönerek prestijli Westminster School’da ve ardından Cambridge Üniversitesi, Trinity College’da eğitim gördü. Cambridge’de tarih, dil bilim ve doğu dilleri (özellikle Arapça ve Farsça) okudu. Bu eğitim ile kaderi de belirlendi. Cambridge saha ajanlarının yetiştirildiği üniversiteydi. Soğuk Savaş’ın en ünlü casusu olan oğlu Kim Philby de daha sonra buradan mezun olacaktı.
1908’de Hindistan Sivil Servisi’ne katıldı ve İngiliz Hindistan İdaresi’nde çalıştı. Bu dönemde Pencap’ta görev yaptı ve yerel dilleri öğrenerek saha deneyimi kazandı.
1915 – Philby, İngiliz Mezopotamya Seferi Kuvvetleri’nde finans şube sorumlusu olarak Bağdat’ta göreve başladı. Percy Cox’un emrinde çalıştı ve ünlü oryantalist Gertrude Bell’in kontrolü altında istihbarat toplama becerilerini geliştirdi.
1916 – İngiliz İşgal Altındaki Topraklar’da Gelir Komiseri olarak görev yaptı. Bağdat ve Basra’da Osmanlı’ya karşı yerel güçlerle ilişkileri koordine etti ve istihbarat topladı. İngilizler, Mezopotamya’da Osmanlı kontrolünü kırmak için Arap kabileleriyle ittifaklar kuruyordu. Philby’nin görevi, yerel liderlerin sadakatini kazanmak ve mali kaynakları yönetmekti. Yani aşiret şeyhlerine rüşvet vermek onun işiydi.
1917 – Bağdat Yüksek Komiseri Percy Cox tarafından Riyad’a gönderildi ve Abdülaziz İbn Suud ile ilk kez görüşerek Vahhabi güçlerini İngiliz çıkarlarına çekmeye çalıştı. Arap İsyanı’nda Şerif Hüseyin’in liderliği ön planda olsa da İngilizler, Necd’deki İbn Suud’un potansiyelini değerlendirmek, Osmanlı’ya karşı Şerif Hüseyin’le ortak hareket etmesini sağlamak istiyordu. Philby, İbn Suud’un liderliğini Haşimilerden daha etkili buldu. Daha sonra da Gertrude Bell ile çelişme pahasına İbn Suud’un liderliği konusunda ısrarlı oldu ve bunu başardı.
1918 – Mezopotamya’da İngiliz idaresinin yerel güçlerle ilişkilerini güçlendirme çalışmalarına devam etti. Osmanlı’nın yenilgisi sonrası manda rejimlerinin kurulması için zemin hazırladı. I. Dünya Savaşı’nın sonu, Ortadoğu’nun Sykes-Picot Anlaşması’yla paylaşılmasını getirdi. Philby, bu yeni düzenin uygulanmasında rol oynadı.
1919-1920: Philby, savaş sonrası Hindistan Sivil Servisi’ne döndü ve İngiliz Hindistan İdaresi’nde idari görevler üstlendi. Ortadoğu’daki deneyimlerini raporlaştırarak İngiliz stratejilerine katkıda bulundu.
Gölge Vali: John Abdullah Philby
1921-1924: Ürdün’de İngiliz temsilcisi olan Philby, Emir Abdullah’ın liderliğini denetledi, Bedevi kabileleriyle ilişkileri düzenledi ve Haşimi-Suudi rekabetini yönetti. İbn Suud’u desteklemeye devam etti. Bir nevi “Gölge Vali” gibi çalıştı. Kendinden önceki temsilci meşhur Thomas Edward Lawrence (1888 – 935), nam-ı diğer Arabistanlı Lawrence idi. 1922 yılında “The Heart of Arabia” adlı eserini yayımladı. Bu kitap, Arabistan’daki yolculuklarını ve kabile yaşamını detaylandırarak İngiliz kamuoyuna ve istihbaratına bölge hakkında bilgi sağladı.
1925 – Suud’un Hicaz’ı Haşimi hanedanından alarak Suudi devletinin temellerini atmasına destek verdi. İbn Suud’a siyasi ve stratejik danışmanlık yaptı. Ürdün’den sonra Suudi Arabistan “Gölge Valisi” olmuştu. 1928 yılında “Arabia of the Wahhabis” adlı eserini yayımladı. Vahhabi hareketinin tarihini ve İbn Suud’un yükselişini inceledi, İngiliz istihbaratına ve kamuoyuna bilgi sağladı.
1930’lar – Philby, İslam’a geçerek “Abdullah” adını aldı ve Suudi bir kadın olan Rozya bint Ali ile evlendi. Yeni kimliği ile daha az dikkat çekiyor ve rahat hareket edebiliyordu. Böylece İbn Suud da kendi toplumuna karşı Philby’nin varlığını açıklamakta zorlanmadı. Gölge Vali tamamen perdelenmiş oldu. Suudi eliti bu din değiştirmeye pek inanmasa da ses eden olmadı. Bu ona en büyük keşfinin kapısını da açtı: PETROL.
1932 yılında Rub’ al-Khali çölünü keşfeden ilk Avrupalılardan biri oldu. Bu yolculuk, “The Empty Quarter” (1933) adlı eserinde detaylandırıldı ve petrol yataklarının haritalandırılmasına katkı sağladı. Keşif, Suudi Arabistan’ın petrol potansiyelini ortaya çıkardı ve İngiliz-Amerikan şirketlerinin ilgisini çekti. 1933 yılında Standard Oil of California (bugünkü Chevron) ile İbn Suud arasında petrol anlaşmasının yapılmasında aracı oldu. Bu aracılık işinden yüklü bir komisyon aldı. 2.Dünya Savaşı öncesi İngiltere, Fransa’ya karşı ABD’yi tercih ediyordu.
1939 – yılında John Philby, İngiliz Mandası altındaki Filistin’de artan Yahudi-Arap gerilimlerini çözmek için “Philby Planı” nı önerdi; bu plan, Yahudilerin Batı Filistin’e yerleştirilmesini ve yerinden edilen Araplar için 20 milyon sterlinlik bir tazminat fonu ile Suudi Arabistan’a mali yardım sağlanmasını içeriyordu. Philby, Siyonist hareketin önde gelen lideri ve Rothschild ailesiyle yakın bağları olan Chaim Weizmann ile görüşmeler yürüttü; Weizmann, Yahudi yerleşimini kolaylaştıracağı için planı destekledi. Ancak, Kral İbn Suud plana sıcak bakmadı ve plan uygulanmadı. Baba oğul Philby’lerin belki tek ortak çalışma konusu Yahudiler olmuştu. Viktor Rothscild ile Cambridge’den arkadaş olan oğul Philby ilk görev yeri olan Avusturya’da Nazi baskısından kaçan Yahudilerin göçüne, kendisi de Yahudi olan, eşi Litzi ile birlikte yardım etmişlerdi. Daha sonra 1940 yılına kadar İspanya’dan Yahudi göçüne yardım etti. Baba Philby de göç ile gelen Yahudilere Filistin’de yer açma planı geliştiriyor, planın kabulü için çaba harcıyordu.
1940’lar – 1940 yılında Hitler yanlısı söylemleri nedeniyle Hindistan’da tutuklanıp İngiltere’ye gönderildi ancak kısa süre sonra serbest bırakıldı. İngiltere’de gözetim altında tutulduğu sırada oğlu Kim Philby MI6’da “resmen” işe alındı. 1941 yılında Suudi Arabistan’a döndü ve 1955 yılına kadar krala danışmanlık yapmaya devam etti. Savaştan sonra ABD yeni hegemon güç olarak Suudiler üzerindeki etkisini artırmaya başladıkça Philby’nin pozisyonu da zayıfladı. 1955 yılında Kral’ın harcamalarını eleştirdiği gerekçesiyle S.Arabistan’dan sürüldü. 1956’da geri dönse de eski itibarı kalmamıştı. 1960 yılında Beyrut’ta oğlu Kim Philby’nin evinde öldü. Son sözü “çok sıkıldım” olmuştu.
1944 yılında, Türk istihbarat ajanı “Afin” tarafından yazılan ve 25 Nisan 2025’te Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından yayımlanan 14 Eylül 1944 tarihli raporda, John Philby’nin Ürdün’de MI6 ajanı olarak faaliyet gösterdiğini belirtilmektedir. MİT’in Adana Merkez Amirliği’nden gelen bu rapor, Philby’nin II. Dünya Savaşı sırasında faaliyetlerinin izlendiğini gösteriyor. İslam Ansiklopedisi, Osmanlı Devleti üzerindeki yıkıcı faaliyetlerini göz ardı etse de MİT’in 1944 şartlarında Philby’i takip ediyor olması Türkiye’nin bölge üzerinde hassasiyetle durduğunu göstermektedir.
John Philby hakkında Türkiye’de kısıtlı sayıda yayın bulunmaktadır. Derli toplu en geniş çalışma Leyli Sedef Kalaycı tarafından yazılan ve 2020 yılında yayımlanan “Arabistanlı Philby: Bir İngiliz Casusunun Vehhabî Devleti’nin Kuruluşundaki Rolü” adlı kitaptır. Türkiye’de Philby’ye özel başka bir monografik kitap bulunmamakla birlikte, Ortadoğu tarihi ve İngiliz istihbaratı üzerine yazılmış genel kitaplarda ve Akademik çalışmalarda Philby’den bahsedilmektedir.
Sonuç
Harry St John Philby, İngiltere’nin Ortadoğu’daki hegemonya stratejilerinin uygulanmasında kilit bir figürdü. Lawrance ve Gertrude Bell gibi ajanlar politika uygulayıcıların iken Philby hem uygulayıcı hem politika oluşturucu rolü ile daha etkili bir profil çizmektedir. Günümüzde diğerlerine göre daha az bilinir olması onun açısından bir talihsizlik.
Müslüman kimliği, “Abdullah” olarak bölgede serbestçe hareket etmesini sağlayan stratejik bir kılıf oldu, İbn Suud ile yakınlığını sorgulanmadan sürdürdü. Philby’nin mirası, Osmanlı’nın yıkılmasına etkisi, Suudi Arabistan’ın modern devlet oluşumuna katkısı ve petrol ekonomisinin şekillenmesindeki rolüyle anılır. Onun hikayesi, Pax Britannica’nın Ortadoğu’daki karmaşık ve çok katmanlı hegemonya çabalarının bir yansımasıdır. İngiltere için yararlı bölge halkları için zararlı faaliyetlerinin bilinmesi, “tarihin tekerrür” etmemesi açısından önemlidir. Bunun için de çok daha fazla Akademik çalışmanın konusu yapılmalıdır.
İngiltere küresel hegemon yolunda ilerlerken 1800’lerin başından itibaren İslam ve Hint inançları ile ilgili araştırmalara başlamıştı. İnanç ve kültür coğrafyasının keşfinden sonra etnik ve fiziki coğrafya keşfi için ajanlarını sahaya sürdü. Peşinden kaos mekanizmasını çalıştırdı ve yüzyıl sonra Orta Doğu’da nüfuzunu kurmayı başardı. 1945’den sonra hegemonluk statüsünü yitirse de ABD’nin gölgesinde yeniden toparlandı. Yeni kaos planlarını uygulamaya koyacak güce ulaştı. Yeni Şeyh Abdullahlar uzakta değil. Düşman uyumaz ancak su da uyumuyor. Halk da bilmeli Şeyh Abdullahları.