Çin ile ABD arasında mutabık kalınan 90 günlük süreç hakkında ısrarla ABD’nin şu an için avantajı elinde tuttuğunu ifade etmem lazım.
Daha yazının başında öncelikle şunu söyleyeyim ki giriş cümlemden yazının gidişatına yönelik yanlış çıkarımlarda bulunulmasın.
Bu hikayenin, yani meşhur Thukydides Tuzağı çerçevesinde, iki yükselen güç arasındaki gerek ticari gerekse sıcak savaşın (birgün yaşanmasını kaçınılmaz görüyorum) ne zaman bitecek olursa olsun sonunda muhakkak Çin’in galibiyetiyle sonuçlanacağını düşünenlerdenim.
Fakat kısa vadede Çin’in dünyanın patronu olma hususunda başarılı olacağına inanlardan ayrıştığım nokta, gelenin gideni aratacağı ve ne yazık ki dünyanın başının da daha önce ancak Moğolların istilası devrinde görüşmüş bir çapta belaya gireceği hususundaki distopik beklentilerim.
Yine de süreç konusunda, tüm bunlarla beraber ABD’nin kolay lokma olmadığını, hala teknolojik ve kültürel açıdan üstünlüğü elinde tuttuğunu, Çin’in bir gün “en güçlü” olmayı başarabileceğini ama öyle ya da böyle ABD gibi dünyanın çoğunluğunca “lider” kabul edilmesine daha çok uzun yolu olduğunu, lider olmakla en güçlü olmak arasında çok ciddi farklar olduğunu ifade etmek gerekir diye düşünüyorum.
ABD zorda! Bu doğru. Ama maç asya çimlerinin üzerinde tonlarca ağırlıktaki filler tarafından oynanıyor. Oyunu evinde, coğrafyanda kabul etmek çok zor iş. İki dünya savaşı da Avrupa’da çıkmış olsa dahi acısını en çok Asyalılar çekti. Hem de ne acılar! Malakka Boğazı’ndan ABD-Hindistan ablukası yüzünden dünyanın fabrikası olması hasebiyle en bağınlı olduğu şeyi, yani enerjiyi korka korka ithal eden Çin, kendine bir kanal açmak üzere yıllardır Pakistan’da ABD ile mücadele veriyor.
Öyle bir mücadele ki kazandığı gün tüm dünyaya açılan sihirli bir kapısı olacak. Fakat başaramıyor. Kuşak Yol Projesi’nin gündeme geldiği 2012’den ve 60 milyar dolar yatırım yaptıktan sonra zor bela dibindeki ülkenin yönetimini değiştirmeyi ve ABD’lilerden şimdilik kurtulmayı başardı. Fakat şimdi de kurtardığı ülke Hindistan ile olan ve bitmek bilmeyen kan davası yüzünden ringe çekiliverdi.
Gerçi bu sıkıntıları göğüslemede yanında olacak ve “şartları en azından heybette dengeleyecek bir Rusya’sı var!” diyenlere “eyvallah” denecek bir pozisyon yok. Çin-Rusya ilişkisinde iki lider toplamda 11’i başbaşa olmak 40 kere görüşüp rekor kırmış olabilir. Birbirlerine doğum günlerinde dondurma gönderecek samimiyete ulaşmış olabilir. İki ülke arası ticaret 200 milyar dolarları aşmış da olabilir. ama Ruslar asla Çinlilerle son dakikaya kadar asla tam manasıyla müttefik olamaz. Kedi işin sonunda kaplanın illa kendini yiyeceğini bilir.
Nüfusu azalan, bomboş toprakları ve zenginlikleri Çin’e çağ atlaracak değerde olmasına rağmen savunacak gücü olmadığı Ukrayna Savaşı ile ortaya çıkan Rusya böylesine zayıf olduğu bir anda coğrafyasında Çin ile baş başa kalmayı asla istemez. Onun derdi bu büyük kavga esnasında yaşlı ve yabancılar tarafından istila edilmiş, güçsüz Avrupa’yı yemek ya da en azından burdan güç devşirecek kadar uzun zaman her cephede zaman kazanmaya çalışmak.
ABD’liler bunu bildiğinden, vakti zamanında yaptıklarını yapmak istiyorlar. Kissinger’ın uyguladığı şeytani planlarla Çin’in nasıl Sovyetlerle ittifakı önlendiyse bu defa tam tersini yani Rusya’yı Çin’den koparmaya çalışıyorlar. O günkü ABD bugünkünden 10 kat daha kudretli olduğundan başarmaları pek mümkün değil ama Trump elinden geleni yapıyor.
Bu uzun girişi ve ihtimal hesaplamalarını tam burada bırakıp yazımın rotasını artık savaş sahasının ardındaki akılların sahiplerine çevirmek istiyorum.
Malumunuz geçtiğimiz sayılardan birinde dergimizde ABD’nin bu savaştaki ekonomiden sorumlu kurnaz generali Bessent hakkında kapsamlı bir yazı yazıp Trump’ın sahnelediği tiyatronun arkasındaki en önemli şahıslardan birini sizlere tanıtmaya çalışmıştım.
Şimdi de gönlü ve zihni Çin’den yana olanlar için ya da dünyanın iki devi arasında tüm tarihin akışını değiştirecek bu mücadelede Çin’in hamlelerinin arkasındaki üst akılı tanımaya hevesli olanlar için satranç tahtasının diğer tarafındaki Vezir’i biraz tanıtmak istiyorum: Sabırlı Kartal HE LIFENG…
Haydi, başlayalım.
Evet, bazı insanlar tarih sahnesine aniden çıkmaz. Yıllar süren bir birikimin, görünmeyen bir emeğin ve stratejik sadakatin sonunda, doğru yerde doğru zamanda, tam da sistemin ihtiyaç duyduğu bir aktör olarak görünür olurlar. He Lifeng’in hikâyesi de tam olarak böyle bir profilin resmi.
2023 yılında Başbakan Yardımcılığı görevine gelen bu teknokrat, 2020’li yılların ortasında sadece Çin’in değil, küresel ekonominin de en çok dikkatle izlediği isimlerden biri haline gelmişti zaten. Onun yükselişini sadece bir bürokratın kariyer gelişimi olarak görmek, büyük resmi ıskalamak olur. Çünkü He Lifeng’in yükselişi, Çin’in ekonomik evriminde devletin rolünü yeniden tanımlama çabasının da bir yansımasıdır.
1955 yılında Çin’in Fujian eyaletinde doğan He Lifeng’in hikâyesi, dönemin kıtlık ve geçim sıkıntılarının gölgesinde şekillenen bir kuşağın dramından sıyrılarak, disiplin ve sadakatle yükselen tipik bir teknokrat hikâyesi gibi başlar. Eğitim hayatını Xiamen Üniversitesi’nde sürdüren Lifeng, finans alanında lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerini tamamladı. Bu akademik kimlik, onun Çin Komünist Partisi bürokrasisinde saygınlık kazanmasına yetti; ancak onu asıl öne çıkaran şey, gençlik yıllarında Xiamen’de tanıştığı bir diğer önemli isimle kurduğu derin bağ oldu: Xi Jinping.
O dönem Xiamen’de yerel düzeyde yönetici olan Xi ile He Lifeng’in yolları burada kesişti. Bu tanışıklık zamanla siyasi sadakate dönüştü. Çin siyasetinde sadakat, liyakat kadar belirleyici bir faktördür.
He Lifeng, sadakatin gerekliliğini erken kavramış isimlerden biri olarak, kariyeri boyunca Xi Jinping çizgisinden bir milim sapmadan ilerledi. Bu çizgi sadakatle birleştiğinde, Lifeng’in ismi 2017 yılında Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu’nun başına getirilmesiyle artık ekonominin kalbinde anılmaya başladı.
Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu, Çin ekonomisinin fiili planlayıcısı konumunda bir kurumdur. Merkezi planlamanın modern versiyonu olan bu yapı, enerji politikalarından ulaşım projelerine, sanayiden dijital ekonomiye kadar birçok stratejik alanın koordinasyonundan sorumludur.
He Lifeng burada sadece bir uygulayıcı olmadı; aynı zamanda şekillendirici oldu. Özellikle Xi Jinping’in küresel vizyon projelerinden biri olan ve yukarıda bahsi geçen Kuşak ve Yol Projesi onun yönettiği en büyük projelerden biri olarak ön plana çıktı.
Bu proje Çin’in 21. yüzyılda dünyayla kurduğu ekonomik bağların yeniden tanımlanmasıdır. Bu proje sadece bir altyapı hamlesi değildir; aynı zamanda finansal sistemin, ticaret rotalarının ve diplomatik ilişkilerin yeniden kurgulanması anlamına gelir.
Lifeng, bu devasa projenin ekonomik planlamasını yapan, finansman modellerini oluşturan ve çoğu zaman bu projelere ev sahipliği yapacak ülkelerle masaya oturan isim olarak projenin mimarlarından biri haline geldi. Pakistan’daki Karakurum otoyolundan Sri Lanka’daki Hambantota Limanı’na, Kenya’daki demir yolu projelerinden Macaristan’daki yüksek hızlı tren hattına kadar birçok proje Lifeng’in masa başında şekillendi.
Korkunç derecede özel bir tecrübe…
Ama onun asıl etkisi sadece projelerle sınırlı kalmadı. Çin ekonomisinin 2010 sonrası girdiği dönüşümde, büyüme modelinin ihracata dayalı yapıdan iç tüketime yöneltilmesi stratejisinin teorik temelini de oluşturanlardan biri oldu.
Bu dönüşüm kolay olmadı. Zira Çin’in onlarca yıldır süregelen büyüme motoru, düşük maliyetli iş gücü ve ihracat odaklı sanayiydi. Ancak dünya ekonomisinde yaşanan değişim, iç piyasayı büyütmeden sürdürülebilir bir kalkınmanın mümkün olmadığını gösterdi.
Lifeng, işte bu noktada devreye girdi. Hem iç talebi artıracak teşvik politikalarını hem de özel sektöre sunulacak yeni destek modellerini planlayarak, Çin’in büyüme formülünü yeniden yazdı.
Yine de tüm bu dönüşümler kolay ve sakin bir zeminde gerçekleşmedi. 2018 yılında başlayan ve ABD’nin Çin’e karşı uygulamaya koyduğu tarifelerle başlayan Ticaret Savaşları, Çin ekonomisinde büyük kırılmalar yarattı. O dönem görüşmelerin yüzü olarak Liu He ön plandaydı. Ancak perde arkasında teknik analizleri yapan, sektör sektör ABD ile rekabet avantajını hesaplayan isim yine Lifeng’di.
Nitekim Liu He’nin yerini zamanla daha sert ve devletçi bir tutuma sahip Lifeng’in alması da tesadüf değildir. Çin artık “gönül alıcı” değil, “karar verici” bir ekonomik aktör olmak istiyordu. Lifeng’in devlet merkezli ekonomi yaklaşımı da bu dönüşümle tam uyumluydu. Sonuçta da haliyle mükemmel bir eşleşme oldu.
Bu yıllarda dikkat çeken bir başka gelişme ise Çin’in finans sisteminde daha merkezi ve disiplinli bir yapı kurulması oldu. Yeni oluşturulan “süper finansal düzenleyici” sistemin başına getirilen Lifeng, böylece Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme Kurumu ve Menkul Kıymetler Komisyonu gibi kurumların da koordinasyonundan sorumlu hale geldi. Bu, Çin için sadece bir iç reform değil, aynı zamanda dışa karşı verilen bir mesajdı. Finansal istikrar artık bireysel kararlara değil, merkezi disipline bağlı olacak.
Böylesine büyük bir ekonomide bu tip yetkiler daha önce hangi ekonomi yöneticisine verilmiştir diye düşünsek aklımıza gelen her isim solda sıfır kalır. Boşuna kimse kafasını yormasın…Eşi, benzeri, örneği yok!
Tüm bu gelişmelerin sonunda 2023’te Devlet Konseyi Başbakan Yardımcılığı koltuğuna oturan Lifeng, Çin’in ekonomik ve diplomatik yüzü olarak küresel görüşmelerde yer almaya başladı. Bir teknokrat olarak başlayan kariyeri artık diplomatik masaların ana aktörlüğüne dönüşmüştü. Bu dönüşüm, birkaç gün önce Cenevre’de yaşanan tarihi görüşmeyle de elbette yeni bir boyut kazandı.
Cenevre’de birkaç gün önce gerçekleşen ve yankısı büyük olacak şekilde tamamlanan toplantı, küresel ekonomik güç savaşlarının yeni perdesini araladı.
Bessent ve Lifeng, 2025’in ortasında belki de yıllarca sürecek bir dengenin ilk taşlarını dizdiler. Görüşmenin merkezinde ticaret savaşlarının ikinci raundu değil, bu savaşların “yeniden şekillendirilmiş” versiyonu vardı. Artık mesele sadece gümrük vergileri, cari açıklar ya da döviz manipülasyonları değil; küresel tedarik zincirlerinin nasıl yeniden örüleceğiydi.
Toplantıya geçmeden önce kısa bir arka plan hatırlatalım. 2024 yılı, Çin ile ABD arasında ithalat-ihracat dengesinin Amerika aleyhine daha da açıldığı bir yıldı ve 295 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Bu, Trump döneminin en sert dönemlerinden bile daha yüksek bir olumsuz sonuç oldu. Bessent, Hazine Bakanı olarak göreve başladığında bu tabloyu masaya koydu ve tek cümleyle özetledi: “Bu sürdürülebilir değil.”
Bessent’in yaklaşımı, Peter Navarro’nun daha saldırgan ve izolasyonist çizgisinden ayrışıyor. Onun planı, Çin’i tamamen dışlamak değil; onu kendine daha bağımlı hale getirerek dizginlemek. Bu yüzden Cenevre görüşmesi sırasında üç önemli başlık öne çıktı: ABD’nin Çin dışındaki ülkelerle yaptığı 90 günlük tarife ertelemesi, Çin’in ihracat sübvansiyonlarının kısıtlanması ve döviz kuru şeffaflığı.
Lifeng’in pozisyonu ise netti: Çin, ekonomik genişlemesini durdurmayacak ama çatışma alanlarını minimalize edilecek. Dolayısıyla görüşmelerde en dikkat çeken uzlaşma, Çin’in bazı stratejik sektörlerde sübvansiyon oranlarını düşürme sözü vermesi oldu.
Bu elbette ABD açısından şu an için güzel bir kazanç. Fakat Lifeng de başka bir alanda avantaj elde etti: teknoloji ve nadir toprak elementleri ihracatında hiçbir taviz verilmedi. ABD, Çin’in bu alanlardaki tekelci pozisyonuna dokunamadı.
Öte yandan, Çin’in ABD’den bazı yüksek teknolojili makineleri ithalatında yaşanan engellerin hafifletilmesi yönünde sözlü bir mutabakat sağlandı. Bu da Çin için güzel bir artı. Ancak burada da Bessent, güvenlik gerekçesiyle yarı iletken teknolojilerinin ihracatına devam eden kısıtlamaların süreceğini net şekilde vurguladı.
Bu denge hali, aslında her iki tarafın kendi seçmenlerine “kazandık” diyebileceği bir yapı sunda da aslında stratejik üstünlük savaşı çok daha derin.
Lifeng’in stratejisi burada bir kez daha devreye giriyor. O, uzun vadeli planlamanın ve sabırlı ekonomik genişlemenin savunucusu durumunda. Zaten Bessent ile arasındaki fark da bu. Örnek olarak Çin’in Afrika’da, Orta Asya’da ve Doğu Avrupa’da yürüttüğü projeler verilebilir. Hiç birinde anlık kazançlar kovalanmadı. Aksine on yıllık kuşatmalar kurgulandı ve ciddi başarı sağlandı.
Bessent ise hızlı manevralar, yüksek frekanslı müdahaleler ve finansal baskılarla etkili olmayı hedefleyen, elinde tam kendi planlarına uygun şekilde ortalığı karıştırma yeteneği olan üst düzey bir yatırım bankacası gibi davranıyor.
Bu fark aslında iki ülkenin ekonomik karakteriyle de doğrudan örtüşüyor. ABD, sermayeyi hızla döndüren ve krizi yöneten bir yapıyı; Çin ise krizi önceden sezip yapısal önlemlerle onu sönümlendiren bir sistemi temsil ediyor.
Cenevre’deki görüşmenin ardından ABD basını, Çin’in bazı alanlarda geri adım attığını yazarak başarı hikayesi oluşturdu. Çin basını ise “karşılıklı anlayış”, “çok kutuplu dünyada işbirliği” gibi diplomatik ifadeler kullanmayı tercih etti haliyle.
Bu her ne kadar Çin’in siyasi sistemiyle ilişkilendirilse de o iklimde büyük savaşlar kazanmayı alışkanlık haline getiren He Lifeng’in daha sessiz ama derin etkili diplomasi anlayışının bir yansımasıydı da.
Evet, Lifeng’in bugünkü pozisyonunu özel kılan şey, Çin’in içinde ve dışında aynı anda inşa ettiği iki farklı ekonominin yöneticisi olması. Bir yandan Çin içinde iç tüketime dayalı, dijitalleşmeyi önceleyen bir yapıyı güçlendirirken, dışarıda enerji, altyapı ve üretim üslerine yatırım yaparak dış pazarları Çin’e bağlayan dev bir ağ kuruyor. Bu ağın en önemli düğüm noktası ise Kuşak ve Yol Projesi ile kurulan finansal altyapılar: Asya Altyapı Yatırım Bankası, dijital yuan projeleri ve ikili swap anlaşmaları.
Bu bağlamda, Lifeng’in ekonomideki etkisini sadece rakamlarla değil, kurduğu sistemlerle değerlendirmek gerekir. O, Çin’in sadece bir ekonomik dev değil, aynı zamanda bir kurumsal model ihracatçısı olmasını sağlayan isimlerden biri.
Her görüşmede, her anlaşmada, görünmeyen satır aralarında onun etkisini görmek mümkün. Bessent, Cenevre’de bunu yakından gördü. Belki bazı başlıklarda geri adım attırdı ama stratejik üstünlük alanında Çin’in kurduğu düzenin yerinden edilmesi o kadar kolay değil.
Bundan sonra ne olur? ABD kısa vadeli kazanımlarını hızla nakde çevirmek isteyecek. Amaç zaten buydu. O yüzden kaptan köşkünde Merkez Bankalarını shortlayıp servet kazanmayı becerebilen Bessent oturuyor.
Çin bu süreci bir yumuşama olarak değil, yeniden konumlanma fırsatı olarak görecektir. Özellikle Güneydoğu Asya ve Orta Doğu ile ilişkilerini sıkılaştırarak, ABD’ye olan bağımlılığını daha da azaltmaya çalışacaktır.
Lifeng’in son dönemde Körfez ülkeleri, Rusya ve Afrika ile yaptığı görüşmeler bu stratejinin zaten ipuçlarını vermişti zaten fakat hamleleri önden gören ABD çoktan körfez ülkelerini gezip hepsini haraca bağladı bile. Yakın zamanda Çin ile yakınlaşan Araplar ortadoğudaki son gelişmelerden sonra yeniden yüzlerini mecburen Trump’a döndüler. İbre daha çok defa yön değiştirebilir olsa da şimdilik Çin’in işi zor.
Meselenin başka bir yönüne tarihsel bir karşılaştırmayla bakacak olursak ABD’nin 1980’lerde Japonya ile yaşadığı ticaret savaşlarıyla bugün Çin ile yaşadığı savaş arasında bazı yapısal benzerlikler var diyebiliriz.
O dönemde ABD, Japonya’ya karşı “Plaza Anlaşması” ile döviz kuru üzerinden bir baskı kurmuştu. Bugün ise Çin’e karşı hem teknoloji hem enerji ambargosu hem de tedarik zinciri ayrışması üzerinden benzer bir yönelim söz konusu.
Ancak Japonya gibi dışa bağımlı bir ülke olmayan Çin, bu baskılara karşı çok daha dirençli bir duruş sergiliyor. Bu direncin merkezinde ise planlamaya, devlet yönlendirmesine ve stratejik sabra dayalı bir anlayış var. Bu anlayışın en önemli temsilcilerinden biri de şüphesiz He Lifeng.
Fakat tüm bunlara rağmen ABD şimdilik fenetillin maddesini bahane ederek tüm dünyanın gözleri önünde havalarda uçuşan vergi oranları meselesinde Çin’e %20 fazla vergi koyarak her ne kadar ticaret açığına derman olacak bir çare bulamasa da psikolojik olarak üstünlüğü ele geçirdi. Yani yazının başında bahsettiğim yayında ifade ettiğim üzere avantajı ele geçirdi…
Sonuç olarak, Lifeng artık sadece Çin’in bir teknokratı değil, küresel ekonomik satranç tahtasında soğukkanlı ve uzun vadeli oynayan bir büyük usta. Onun varlığı, sadece Çin’in iç politikalarında değil, tüm dünya ekonomisinin seyrinde belirleyici olacak.
Bu etki bugün tam olarak anlaşılamasa da veya bizim ülkemizde Çin gerektiği gibi takip edilmediğinden önemi fark edilemese de Çin’in gelecekteki lider adaylarından birinin hamleleri tüm dünyayı uzun zamandır derinden etkiliyor. Cenevre’de karşı karşıya oturup sözleşen bu tarafları bir zaman geldiğinde gerçek bir savaşta karşı karşıya görme ihtimalimiz her geçen gün artıyor.
O gün geldiğinde Sabırlı Kartal’ı çok daha güçlü bir koltukta göreceğimizden eminim…