Hamas ve Direnişin Siyasi Geleceği

Hamas, yalnızca bir silahlı örgüt değil; Filistin tarihinde geçici egemenlik yapılarının oluşumuna katkı sunan dönüştürücü bir aktör olarak yeniden konumlanabilir. Bu senaryo, hem bölgesel aktörlerin desteğini alabilecek esnekliğe sahip olması hem de sahadaki meşruiyet krizine geçici çözüm sunması bakımından en uygulanabilir model olarak öne çıkmaktadır.
Haziran 2, 2025
image_print

7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’in işgal ettiği topraklara yönelik başlattığı Aksa Tufanı operasyonu ile başlayan süreç, yalnızca İsrail sorununun doğasını değil, aynı zamanda Filistin meselesinin genel çerçevesini de yeniden şekillendiren bir dönüm noktasına işaret etmektedir. 7 Ekim 2023 tarihi, İsrail’in Gazze’ye yönelik kapsamlı bir askeri operasyon ve sistematik yıkım sürecini başlatmasına gerekçe teşkil ederken, uluslararası düzlemde ‘Hamas sonrası Gazze’ tartışmalarının merkezine yerleşmiştir. En çok sorulan soruların başında, Gazze’nin savaş sonrası nasıl bir yönetim modeliyle idare edileceği ve Hamas’ın bu denklemde nasıl bir rol oynayacağı gelmektedir. Fakat bu soruların yalnızca teknik değil, aynı zamanda tarihsel, toplumsal ve ideolojik bağlamda ele alınması gerekmektedir. Zira Hamas, yalnızca silahlı bir yapı değil; aynı zamanda Filistin halkının kahir ekseriyeti açısından adalet ve direnişin simgesi, bir diğer kesimi için ise reforme edilmesi gereken bir siyasi aktördür. İsrail’in 600 günü aşkın bir süredir sürdürdüğü yıkıcı askeri üstünlüğüne rağmen Hamas’ın tam anlamıyla tasfiye edilememesi ve Gazze halkının önemli kısmının direnç göstermeye devam etmesi, bölgenin geleceğine dair ezberlerin sorgulanmasını zorunlu kılmıştır.

Hamas’ın Siyasal Formu ve Meşruiyet Stratejileri

Kökenleri İsrail’in kuruluşundan çok daha öncelere (1920lere) dayanan Hamas, resmi olarak 1987 yılında Birinci İntifada’nın etkisiyle kurulmuştur. Başlangıçta Müslüman Kardeşler hareketinden beslenen bir ideolojik yapılanma olan İslami Direniş Hareket/Hamas zamanla yalnızca İslami bir muhalefet örgütü değil, aynı zamanda sosyal hizmetler, eğitim ve sağlık alanlarında Gazze toplumuna yönelik alternatif bir yönetişim modeli sunmuştur. Bu çerçevede Hamas, devlet-dışı bir yapı olarak zamanla ‘gölge devlet’ niteliği kazanmış ve toplumsal hizmetler aracılığıyla alternatif bir yönetim biçimi inşa etmiştir. Söz konusu durum Hamas’ın 2006’daki seçim zaferi ile farklı bir forma bürünmüş, Hamas’ın meşruiyeti siyasal zemine taşınmıştır. Ancak seçim sonrası el-Fetih ile yaşanan iç savaş, İsrail’in çok boyutlu ambargosu, soykırımvari savaşları ve 2007’de Gazze’nin fiilen kontrol altına alınması, Hamas’ı hem ulusal birlikten dışlamış hem de uluslararası sistemde “terör örgütü” olarak etiketlenmesine neden olmuştur. Bu süreçten sonra Hamas’ın meşruiyet stratejisi, bir yandan askeri direnişin devamı, diğer yandan diplomatik zeminde kendisine alan açma çabası olarak ikiye bölünmüştür.

7 Ekim sonrası gelişmeler, bu iki stratejinin de sınırlarını ve imkanlarını göstermiştir. Askeri bakımdan Hamas, özellikle Şucaiye, Cibaliye ve Han Yunus gibi bölgelerde verdiği dirençle İsrail’in mutlak üstünlüğünü sorgulatmıştır. Asimetrik savaş yöntemleri, tünel ağları, merkezi olmayan birlik yapıları, hareketin sahadaki etkinliğini artırmıştır. Fakat aynı zamanda 30.000 ila 40.000 arasında olduğu tahmin edilen savaş öncesi askeri kapasitesinin %50-60’ını kaybettiği bildirilmiştir. Her ne kadar bu kayıplar, hareketin fiziksel kapasitesini zayıflatsa da sembolik düzeyde etkisini ortadan kaldırmamıştır. Ayrıca Hamas’a katılımların arttığı da ifade edilmektedir. Gazze’nin büyük ölçüde tahrip edilmesine rağmen Hamas’ın sahadaki varlığını sürdürebilmesi, askeri direnişin ötesinde bir tür siyasal meşruiyet üretimi olarak değerlendirilebilir. Uluslararası kamuoyunun önemli bir kısmı, Hamas’ı eleştirirken bile, İsrail’in orantısız güç kullanımı, sivillere yönelik saldırıları ve insani yardım engellemeleri karşısında Hamas’ı mutlak anlamda suçlayamamakta; bu da hareketin siyasi söylem alanını korumasına olanak tanımaktadır.

Diplomatik düzlemde ise Hamas, özellikle Katar ve Mısır’ın arabuluculuğu ile ABD ve AB’ye doğrudan temas kurmasa da dolaylı diyaloglara açık olduğunu defalarca ifade etmiştir. Dahası Netanyahu hükümetinin Gazze’deki soykırımı bitirmemeye niyetlendiği aşikâr olması ile birlikte Hamas’ın diplomatik meşruiyet zemini daha da güçlenmiş, Trump döneminde ABD’nin Ortadoğu özel temsilcisi Witkoff üzerinden Gazze-Washington arasında doğrudan temaslar kurulmuştur. Söz konusu temaslar, İsrail’in diplomatik süreçlerin dışında kaldığı bir bağlamda Hamas’ın dolaylı da olsa ABD ile temas geliştirmesine zemin hazırlamıştır. Ayrıca hareketin üst düzey sözcüleri, “siyasi çözüme açık olduklarını, ancak bunun teslimiyet anlamına gelmediğini” belirten açıklamalar yapmıştır. Bu bağlamda Hamas, teknokratlardan oluşan geçici bir yönetimi destekleyebileceğini, ancak bunun silahlı direnişi yok sayan bir çerçevede olmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Batılı aktörlerin ve İsrail’in dayattığı “Hamas’sız Gazze” formülü, bu nedenle sahada ve diplomatik masada geçerlilik kazanamamaktadır. Filistinli analistler, Hamas’ın gerektiğinde ismini değiştirerek veya yeni bir ulusal çatı altında entegre olarak varlığını sürdürebileceğini belirtmektedir.

Bölgesel Denklem ve Hamas’ın Konumlanışı

Hamas’ın siyasi geleceği yalnızca Filistin içi dinamiklerle değil, aynı zamanda bölgesel gelişmelerle doğrudan ilişkilidir. İran, Hizbullah, Katar ve Türkiye gibi aktörlerle kurduğu ilişkiler, hareketin yalnızca askeri değil, diplomatik ve ekonomik açıdan da hayatta kalmasını sağlamaktadır. İran’ın Hamas’a sağladığı silah desteği ve teknolojik bilgi transferi, direniş kapasitesinin sürdürülmesine olanak verirken; Katar’ın mali destekleri ve diplomatik koruması, hareketin siyasi ayakta kalmasını mümkün kılmaktadır. Türkiye ise diplomatik korumanın yanında daha çok insani yardım ve diplomatik açıklamalar üzerinden Hamas’ı destekleyen sembolik bir aktör konumundadır. Ancak bu bölgesel destek mekanizmaları, Hamas’ın dönüşüm baskısını da beraberinde getirmektedir. İran, Hizbullah modeli üzerinden Hamas’ın daha merkezi bir yapıdan uzak, hücre tipi yapılanmalara evrilmesini teşvik edebilir. Katar ve Türkiye ise uluslararası meşruiyet kazanımı için Hamas’ın siyasi retoriğini yumuşatması ve “Filistin’in tamamını temsil etme” iddiasını pragmatik temellere oturtması gerektiğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla Hamas, bölgesel müttefikleri arasında da bir denge siyaseti izlemek zorundadır. İsrail açısından bakıldığında ise savaşın 2025’e sarkması, iç siyasette ciddi kırılmalara neden olmuştur. Eski Başbakan Ehud Olmert, İsrail basını için kaleme aldığı yazılarda İsrail’in bir iç savaşa doğru gittiği, Gazze’de savaş suçu işlediğini aktarmıştır. Bu ve benzeri İsrail içi tepkilerden ötürü Netanyahu hükümeti üzerindeki toplumsal baskı artarken, askeri kayıpların binleri aşması ve rehinelerin hâlâ serbest bırakılmamış olması, hükümetin meşruiyetini sorgulatmaktadır. Uluslararası alanda da İsrail’e verilen destek zayıflamış; İspanya, Norveç ve İrlanda gibi ülkeler Filistin devletini tanıyarak İsrail’in izolasyonunu derinleştirmiştir. Bu gelişmeler, Hamas’ın doğrudan kazanımı olmasa da İsrail’in mutlak stratejik başarısızlığı anlamına gelmektedir.

Gelecek Senaryoları

Hamas’ın savaş sonrası geleceğine ilişkin tartışmalar, halihazırda üç temel senaryo etrafında şekillenmektedir. Bu senaryolar, hareketin askeri varlığı, siyasi temsili ve ulusal birlik denklemine entegrasyonu gibi başlıklar altında farklılaşmaktadır. Birinci senaryo, Hamas’ın dönüşerek mevcut Filistin siyasi sistemine entegre edilmesini öngörmektedir. Bu senaryo kapsamında, hareketin askeri kanadını resmen feshetmeden siyasi temsiliyet kazanması mümkün olabilecektir. Böyle bir model, özellikle ulusal birlik hükümeti zemininde Hamas’ın siyasi aktör olarak tanınmasını sağlayabilir. Ancak, Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi ile Hamas arasında geçmişte yaşanan derin güvensizlik ve başarısız birlik girişimleri bu seçeneğin uygulanabilirliğini ciddi biçimde sınırlandırmaktadır. Bu nedenle, dış aktörlerin sağlayacağı yapısal garantörlük ve denetim mekanizmaları bu senaryonun başarısı açısından belirleyici olacaktır. Ayrıca, İsrail işgalinin sona erdiği bir ortamda özgür ve kapsayıcı seçimlerin düzenlenmesi bu sürecin başlangıç koşulu olarak görülmelidir.

İkinci senaryo, Hamas’ın siyasal ve kurumsal varlığının tamamen tasfiye edildiği ve direniş hareketinin dağıldığı bir yapıya işaret etmektedir. Bu modelde, el-Kassam Tugayları gibi yapıların bağımsız hücreler şeklinde faaliyet göstermesi ve merkezi komuta zincirinin ortadan kalkması öngörülmektedir. Ancak bu senaryo hem Hamas’ın ideolojik bütünlüğü hem de tarihsel varlık nedeni açısından olasılığı son derece düşük bir alternatiftir. Direniş fikrinin Hamas’ın kurucu unsurlarından biri olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu tarz bir çözülme hali hareketin kendisini tanımsal olarak da ortadan kaldıracaktır. Üstelik bu durum, İsrail açısından da kontrol edilmesi güç, öngörülemez ve dağınık bir direniş biçimini ortaya çıkarabilir.

Üçüncü ve en gerçekçi senaryo ise, bölgesel garantörlük altında geçici bir sivil yönetimin kurulmasını içermektedir. Bu model aynı zamanda Hamas’ın doğrudan ve/veya dolaylı yönetsel rolden geri çekilerek sembolik ve ideolojik varlığını koruduğu bir geçiş formülünü barındırmaktadır. Bu senaryoya göre, Gazze’de Hamas’ın fiili kontrolü, görünür siyasi temsil olmaksızın devam edebilir; fakat bu süreçte uluslararası aktörlerle uzlaşıya açık, teknokratlardan oluşan bir yönetim yapısı oluşturulabilir. Hareketin üst düzey sözcüleri, siyasi çözümlere açık olduklarını, ancak bunun teslimiyet anlamına gelmemesi gerektiğini vurgulamış; geçici bir yönetime destek verebileceklerini, direnişin silinmemesi şartıyla belirtmişlerdir. Bu bağlamda, söz konusu modelin uygulanabilirliği, Hamas’ın tarihsel direniş misyonunu tamamlamış bir aktör olarak yeni bir rol üstlenmesine dayanmaktadır. Bazı yorumcular, bu senaryoyu Hamas’ın siyasi olarak tasfiyesi değil, Filistin devletinin kuruluşuna hizmet edecek şekilde kendi örgütsel sınırlarını aşması olarak değerlendirmektedir. Böylece Hamas, yalnızca bir silahlı örgüt değil; Filistin tarihinde geçici egemenlik yapılarının oluşumuna katkı sunan dönüştürücü bir aktör olarak yeniden konumlanabilir. Bu senaryo, hem bölgesel aktörlerin desteğini alabilecek esnekliğe sahip olması hem de sahadaki meşruiyet krizine geçici çözüm sunması bakımından en uygulanabilir model olarak öne çıkmaktadır.

Dr. Mehmet Rakipoğlu

Dr. Mehmet Rakipoğlu, 2016'da Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Doktorasını 'Dış Politikada Korunma Stratejisi: Soğuk Savaş Sonrası Suudi Arabistan'ın ABD, Çin ve Rusya ile İlişkileri' konulu teziyle tamamladı. Mokha Center for Strategic Studies düşünce merkezinde Türkiye Çalışmaları Direktörü olarak çalışan Rakipoğlu, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.