Gündüzler Torbaya Mı Girdi?

Futbol; şirketlerin, kulüplerin, televizyonların, iş adamlarının… değil biz taraftarların ve futbol tutkunlarınındır fakat sahibi olduğumuz eşyanın kullanım hakkı maalesef bizim elimizde değil artık. Fakat yine de endüstri ve kapitalizmin doğduğu topraklarda dahi taraftarların ve futbol tutkunlarının küçük mutluluklarına müsaade ediliyorken bizim topraklara yankının geç geliyor olması mukadderat galiba. Ya da geç modernleşme dediğimiz şey tam olarak bu
Mayıs 28, 2025
image_print

Biliyorsunuz Galatasaray’ın son yıllarda klişe haline gelen bir sözü var. “Mayıslar Bizimdir”… Bu tapulama işi Kadastro Müdürlüğü’nden icazetli bir mevsim devir teslimi olmadığı için hiçbir takımdan bir tepki de gelmiyor, Mayıslar niçin Galatasaray’ın diye? Sözün patenti yanlış hatırlamıyorsam Fatih Terim’e ait. Yanlış biliyorsam elbette dikkatli bir okurdan düzeltme gelecektir. Bu Galatasaray özdeyişinin ana fikri dünyadaki birçok ligin şampiyonu gibi Türkiye liginin şampiyonunun da Mayıs’ta belli olmasıyla ilgili. Nisan’da ya da öncesinde şampiyonun belli olması, kuyruklu yıldızın dünyaya çarpma olasılığına denk olduğu için, en azından pratikte belli bile olsa, Türk liginin şampiyon takımı resmî olarak Mayıs’ta belli oluyor. Buradan hareketle aslında Mayıslar, ligi o sezon şampiyon tamamlayan takımın oluyor ama Terim erken kalkan erken yol alır mucibince hiç kimseye söz hakkı tanımadan Mayısları sahiplendiği için misal Ali Koç’un “Mayıslar bizimdir” deme hakkı kalmıyor.

Bana Mayıslar kimindir diye bir soru tevdi edilse, gönül rahatlığıyla Mayıslar benimdir diyebilirim Galatasaraylı dostlarımla bir münakaşaya girmekten çekinmeden. Evet efendim Mayıslar her şeyden ve herkesten önce benimdir. Mayısı Terim’in ve Galatasaray’ın sahiplenmesi benim meselem değil. Mayıslar niçin benimdir? Çünkü coğrafi şartların ve iklimin güzel bir dayatması olarak ve biraz da düşen, çıkan belli olduğu için ligin son haftalarına tekabül eden maçlar genellikle gündüz kuşağında oynanıyor da ondan. Ben gündüzcü tayfadan olduğum için sezonun yarıdan fazlasında maçların gece oynanmasından müştekiyim elbette ve Mayıs gelince itiraz noktalarımdan birinde lehime bir gelişme yaşandığı için mutlu oluyorum haliyle. Hep söyleyegeldim. Futbol, Cumartesi öğleden sonraları icra edilen bir sanattır. Bunu bir psikoloğa söylesem her psikolog gibi o da benim çocukluğumda soluklanacak ve bunun izlerini orada bulacaktır. Bunu kabul ediyorum fakat futbol gerçekten de Cumartesi günü öğleden sonra icra edilen bir sanat dalıdır. Futbolun bir sanat dalı olduğunu anında ispat edebilirim. Ama futbolun gece daha güzel olduğunu söyleyen birine gündüz maçlarının çok daha keyifli ve renkli geçtiğini ispat etmem, biraz da karşımdaki kişinin çocukluğuyla mı ilintili olur bilemem.

Türkiye’de gece maçlarının yaygınlaşması da futbolumuzdaki diğer birçok şey gibi doksanların ortasına denk geliyor. 95 yılına kadar sadece üç İstanbul güzelinin ve Trabzonspor’un statlarında ışıklandırma sistemi varken, 95 sonrası neredeyse bir seferberlik kararı gibi ülkenin en üst liginde oynayan takımların statlarının dört köşesine dört aydınlatma direği dikiliverdi. Sekiz bin kişilik, on bin kişilik statlara dört aydınlatma direği dikilmesiyle üç yüz kişilik, dört yüz kişilik küçük camilerin dört köşesine dört minare dikilmesinin hemen hemen aynı yıllara denk düşmesi son dönem modernleşme serüvenimizde nereye denk düşüyor diye düşünecek olursak, futbol fıkhımızın toplumsal hayatımızı pek de ıskalamadığını söyleyebiliriz.

Aydınlatma direği dikilen statta maçını oynayan takımın, o ışıklardan bir sezonda kaç maç istifade edeceği ya da sonraki sezon aynı ligde kalıp kalmayacağı hesaba katılmadan dört minare gibi dört aydınlatma direğine kavuşan statlarımız, o görüntüleriyle en fazla on, on beş yıl durabildiler. Aslında o zamanlarda bile düşündüğüm bir şeydi. Avrupa statları bu iptidai aydınlatmayı terk edip, tribün üstlerinde bir aydınlatma sistemi kurmuşken, biz niye geriden geldiğimiz maçı çevirmeye çalışır gibi, onların bıraktığı sistemi sahipleniyorduk. Elbette Türkiye’deki birçok stadın tribün yapısı, mesela Camp Nou’daki, Barnebau’daki gibi bir aydınlatmaya uygun değildi ama en azından İnönü ve Ali Sami Yen statlarında “dört minare aydınlatması”nı değil de tribün aydınlatmasını baştan niye tercih etmedik? Sanırım geç modernleşme böyle bir şey. Neyse, sözü çok uzatmadan bu mühendislik sahasından yeşil zemine insek hiç fena olmayacak.

İlk gece maçına 1995 yılında Avni Aker Stadı’nda gitmiştim. Antalya Atatürk Stadı’nda hep gündüz maçlarıyla başlayan stat maceram, 18 yaşında adeta resmî bir hüviyete bürünür gibi Avni Aker Stadı’nda tescillenmiş, yanılmıyorsam, memlekete ikinci tatil dönüşümün Eylül ayında da “dört minareli aydınlatma direği” ile Antalya’daki gece mesaim başlamıştı.

Gece maçlarının yaygınlaşmasının endüstriyel futbolun bir dayatması olduğunu kabul etmiyor değilim. Yine de Türkiye’de bu kadar çok gece maçı oynanmasında ısrar edilmesini pek anlamlandıramadığımı da söylemek istiyorum. İstatiksel olarak dünya futbolunda oynanan gece maçları-gündüz maçları dengesine baktığımız zaman Türkiye’nin gece maçlarında diretme oranının çok yüksek olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Gerçek futbol gurmeleri bilir ki, maçlara gitmek, içinde ayrı bir ambiyansı barındıran, şölene yakın derecede etkinliklerle bezenen, taraftar gruplarının aksiyonlarıyla renklenen bir şeydir. Ve bu durum en çok gündüze yakışır. Gece, içinde bilinmezlik taşırken, gündüzün şeffaflığından istifade etmemek, maça gelen çocukları uykusuz bırakmak, maç bitiminde yaşanacak olan trafik ve eve ulaşma süresindeki aksamalar; benim gündüzden yana rey kullanmamdaki başat ögeler.

Tanıl Bora Kârhanede Romantizm adlı kitabında Almanya’da 2001 yılında başlayan 15.30 Hareketi’ni detaylarıyla anlatır. Alman taraftarlar gece maçlarının en aza indirilmesini, mümkünse maçların Cumartesi günü oynanıp bitirilmesini istiyorlardı. Sloganları ise “Cumartesi futbol, Pazar aile” idi. Hatta tribün atmosferi ile nam yapan Dortmund taraftarları 15.30 yazan pankartlarla süslemişlerdi tribünleri. Almanya Federasyonu bu tepkilere sessiz kalamadı ve maçları ağırlıklı olarak 2001’den beri Cumartesi günü öğleden sonra oynatıyor. Futbolun beşiği dediğimiz İngiltere’de de neredeyse bütün maçlar gündüz oynanır ve İngilizler maaile maça giderler.

Futbol; şirketlerin, kulüplerin, televizyonların, iş adamlarının… değil biz taraftarların ve futbol tutkunlarınındır fakat sahibi olduğumuz eşyanın kullanım hakkı maalesef bizim elimizde değil artık. Fakat yine de endüstri ve kapitalizmin doğduğu topraklarda dahi taraftarların ve futbol tutkunlarının küçük mutluluklarına müsaade ediliyorken bizim topraklara yankının geç geliyor olması mukadderat galiba. Ya da geç modernleşme dediğimiz şey tam olarak bu… Muhtemelen beş on yıl sonra bizde de 15.30 hareketi başladığında Avrupa futbolu başka bir merhaleye çoktan geçmiş olacak.

Nadir Aşçı

Nadir Aşçı
1977 yılında doğdu. Şiirleri, öyküleri ve denemeleri çeşitli dergilerde yayımlandı.
Yayımlanmş Kitapları:
Gölgede Kırk, şiir, 2011 Serander Yayınları
Fid Dünya, şiir, Granada Yayınları, 2013
Ölümle Paslanmış, şiir, 2020 Çıra Yayınları
Deniz Tarafındaki Kale, deneme, 2021 Loras Yayınları
Savunmanın Arkasına Uzuun Koşular, deneme, 2022 Loras Yayınları
Ceza Sahasının Uzak Köşesi, deneme, 2023 Loras Yayınları
Bütün Münkünler, öykü, 2024 Hece Yayınları
Futbol Hariç, deneme, 2024 Matruşka Yayınları

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA