Gümrük Tarifelerinin Jeopolitiği

Trump’ın niyeti sistemi sarsmak ve daha hassas bir mühendisliğin önünü açmak gibi görünüyor. Ancak bunun tarihsel süreçte kanıtlanması veya önceki sistem gibi resmîleştirilmesi ya da ekonomik bir başarısızlık olarak hızla terk edilmesi gerekir. ABD ekonomisinde, kısa vadeli kazançların uzun vadeli risklerden ağır bastığı birçok sektör var. Ayrıca, finansal gerçekliğin hâlihazırda ciddi etkiler yarattığı alanlar da bulunuyor. Trump, balayı dönemi sona ermeden –ilk 100 gün içinde– elinden gelenin en fazlasını yapmaya çalışıyor.
Nisan 13, 2025
image_print

Trump yönetiminin geçen hafta açıkladığı bir dizi gümrük vergisine geçmeden önce, tekrarlamaya değer iki analitik ilke var.

İlki, bir jeopolitik çağdan diğerine geçişin yaşandığı, çıpasız bir dünya düzenine girmiş olmamızdır. Geçmişte kesin olan her şey belirsiz hale geldi – tıpkı ABD siyasetine uyguladığım “sükûnetten önceki fırtına” metaforunda olduğu gibi.

İkincisi ise, jeopolitik zorunluluklarla jeopolitik mühendislik arasındaki ayrımdır. Jeopolitik zorunluluklar, ulusları belirli (ve öngörülebilir) şekillerde hareket etmeye zorlar. Jeopolitik mühendislik ise, ulusların bu jeopolitik zorunlulukları nasıl yönettiğini ifade eder; bu da, bir ulusun iç siyasetinde yeni gerçekliği kabul edenlerle buna karşı çıkanlar arasında bir denge kurulmasını gerektiren bir süreçtir. Sonuç –jeopolitik gerçeklik tarafından dikte edilen ölçüde– öngörülebilirdir, her ne kadar ortaya çıkma süreci daha az öyle olsa da.

Bunu akılda tutarak, mevcut jeopolitik gerçeklik şudur: 20. yüzyıl boyunca yürürlükte olan dünya düzeni aşındı ve yeni bir dönem inşa edilmekte. Geçtiğimiz yüzyılın normlarının artık geçerli olmadığı bir dönemdeyiz. Bu, nadir ve huzursuzluk verici bir dönemdir; ancak insanlık tarihi boyunca bu, normal bir anormallik olmuştur.

Yaklaşık son 100 yılın düzeni, Atlantik Okyanusu’na erişimlerini dünyanın geri kalanına –özellikle Doğu Yarımküre’nin Avrupalı olmayan kısımlarına– hükmetmek için kullanan Batı Avrupa imparatorluklarıyla başladı. Doğu Avrupa büyük ölçüde imparatorluk gücünün dışında bırakıldı. Emperyal zenginliğin aslan payını Birleşik Krallık aldı, onu Fransa, İspanya ve Hollanda izledi. Kıtanın bu denli bağımsız devletlere bölünmüş olması savaşı kaçınılmaz kılıyordu.

Bu Avrupa yüzyılı üç belirgin evreden oluşuyordu. Birincisi, Almanya’nın kendi imparatorluğunu ve dolayısıyla Avrupa’yı yeniden yapılandırma girişimiydi; bu süreç Birinci Dünya Savaşı’na yol açtı. İkinci aşama, zayıf ve bölünmüş bir Avrupa’nın yanı sıra Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri’nin yükselen güçler hâline gelmesiyle sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı’ydı. Her iki tarafın da Atlantik’e erişim ve Atlantik Avrupa’sını kontrol etme ihtiyacı, üçüncü aşama olan Soğuk Savaş’a yol açtı. ABD ve Sovyetler Avrupa’yı ikiye böldü: birincisi batıyı, ikincisi doğuyu aldı. Ortaya çıkan çatışma, Avrupa’da doğu-batı hattı boyunca bir cepheleşmeyi ve daha da önemlisi, Avrupa’nın imparatorluk mirası üzerindeki küresel bir vekalet savaşını içeriyordu. Afrika ve Asya’da, Orta Doğu ve Güney Amerika’da doğrudan savaşlar, vekalet savaşları ile gizli ve açık operasyonlar yürütüldü – hepsi nükleer savaş yoluyla karşılıklı garantili imha jeopolitik gerçekliği tarafından sınırlanmıştı.

ABD’nin Soğuk Savaş stratejisinin merkezinde, Washington’un çıkarına, Moskova’nın ise zararına işleyen bir ekonomik sistem yaratmak vardı. ABD ile ittifak yapmanın ekonomik getirileri, Sovyetler ile ittifak yapmaktan elde edilecek faydalardan daha ağır basıyordu. Moskova, bir ülkeyi yöneten rejimlere destek sunabiliyordu; fakat ülkenin kendisine doğrudan destek veremiyordu. Oysa ABD her ikisini de yapabiliyordu. Washington, Batı Avrupa’yı ve sözde Üçüncü Dünya’yı yönetmek için muazzam servetini kullandı. ABD liderliğindeki kapitalist Batı’da ticareti serbestleştirmek ve kolaylaştırmak amacıyla özel bir strateji geliştirdi. Bu strateji, toparlanmakta olan Avrupa ve gelişmekte olan Üçüncü Dünya ekonomilerinin ABD pazarına erişimini mümkün kılan gümrük tarifelerini de içeriyordu.  Serbest ticaret –gerçekte olmasa da bir ilke olarak– bu nedenle Soğuk Savaş’ta Batı Avrupa’nın yeniden inşasına ve Sovyetler Birliği’nin zayıflatılmasına yardımcı olan önemli bir silahtı. Ucuz değildi, ancak ABD bu bedeli karşılayabiliyordu. Zenginliği, dengesiz gümrük tarifelerine ve dış yardımlara rağmen ekonomisinin etkin bir şekilde işlemesini sağladı. Aynı zamanda siyasi açıdan da başarılıydı; ucuz işgücüyle üretilen ithal malların düşük maliyetleri sayesinde ABD’de iç fiyatlar düşük kaldı. Bu, ABD ve onun müşteri devletleri için tam anlamıyla bir kazan-kazan durumuydu.

Soğuk Savaş, bazı yönleriyle komünizmin çöküşünden bile uzun ömürlü oldu. Rusya askeri bir güç olarak varlığını sürdürdü ve ABD de askeri ve ekonomik savaş stratejisini devam ettirdi. Ancak Ukrayna’daki savaş, Soğuk Savaş tabutuna çakılan gerçek çivi oldu. Rusya’nın askeri ve ekonomik gücünün sınırları, Washington’u hem Avrupa’yı savunarak Rusya’ya karşı direnme zorunluluğunu hem de Soğuk Savaş’ın ekonomik boyutunun değerini yeniden gözden geçirmeye zorladı. Sanayi üretiminin çöken Avrupa ittifakı bölgelerine aktarılması, ABD’de dış üretime bağımlı bir sistemin oluşmasına neden oldu.

Basitçe ifade etmek gerekirse, bu durum, özellikle Çin’den gelen ihracatın askıya alınması ya da kesintiye uğramasının ABD ekonomisini zayıflatabileceği anlamına gelmektedir. ABD’nin bağımlı hâle geldiği ülkeler; grevler, ayaklanmalar, darbeler gibi içsel dinamiklere maruz kalabiliyordu. Bu ilişkide ABD açısından ortaya çıkan maliyet ve faydalar zamanla değişti ve dış kaynak kullanımının (offshoring) artmasıyla birlikte bu bağımlılığın doğurduğu riskler de büyümeye başladı. Örneğin, Çin, ABD’ye ihracat yapmaktan elde ettiği ekonomik faydalardan feragat edip, Amerikan üretimini zayıflatmanın siyasi ya da askeri getirilerini tercih edebilir. Avrupa’da yaşanacak grevler ya da huzursuzluklar da –ABD’ye zarar verme amacı olmasa bile– aynı sonucu doğurabilir.

Serbest ticaret –ya da gümrük tarifelerinin diğer ülkelerin mali yapısını güçlendirdiği, alıcının ekonomisini ise zayıflattığı bir ticaret düzeni– öyle bir noktaya varabilir ki, artık riskler faydalardan daha ağır basar. Finansal boyut bir ülke için olumlu ya da olumsuz olabilir; ancak sanayi ürünlerinin erişilebilirliği yalnızca ihracatçı ülkelerin elde ettiği ekonomik kazançlara değil, aynı zamanda bu ülkelerin jeopolitik hırslarına (ve istikrarına) da bağlıdır. Çin tarihsel olarak istikrarsız bir ülkedir. Diğer ülkeler de az ya da çok bu durumdadır. Hırs, savaş ya da istikrarsızlık nedeniyle ABD’ye temel ürünlerini gönderemeyecek duruma gelen bir ülke, ithalata büyük ölçüde bağımlı olan bir ekonomi için ciddi bir tehdit oluşturur.

Uluslararası ticarette ürün bulunabilirliği ve düşük fiyatlar garanti altında değildir. ABD, teoride faydalı ama gerçekte ihracatçı ülkelerdeki iç gelişmelere karşı kırılgan bir sistem kurdu. Ancak bu sistem, artan mali dengesizliklerle birlikte işlevini yitirdi. Bu nedenle, Rusya tehdidinin azalmasıyla birlikte ABD’nin –ticaret dahil olmak üzere– stratejilerini değiştirmesi şaşırtıcı değildir.

Jeopolitik gerçekliklerin yarattığı zorunluluklardan, yeni bir gerçekliğin mühendisliğine geçiyoruz. Nasıl ki askerî konular coğrafi sürecin bir parçasıysa, finansal meseleler de ekonomik sürecin bir parçasıdır – ve her ikisi de jeopolitiğin alanına girer. Son dönemdeki gümrük vergisi artışları, finansal sistemin yeniden yapılandırılmasının bir parçasıdır. Geniş kapsamlı jeopolitik analizler rahatsız edici bir zarafete sahipken, mühendislik daha ayrıntılı ve somut bir gerçekliğe sahiptir. Bir nehir ve üzerine kurulan bir köprüyü düşünün. Nehrin akışı öngörülebilirdir. Ancak mühendislik daha karmaşıktır ve hataya açıktır. Başkan Donald Trump’ın son adımlarına baktığımızda, nehrin mutlaka geçilmesi gerektiği ortadadır, fakat köprü inşa etmek karmaşık, belirsiz ve hata riskine açıktır. Bu yüzden sistemi yeniden tanımlamak üzere bir plan, bir taslak oluşturulmalıdır – Trump’ın ilk hamlelerinin sonucu belirsiz olsa da, niyetleri açık gibi görünmektedir.

Trump’ın niyeti sistemi sarsmak ve daha hassas bir mühendisliğin önünü açmak gibi görünüyor. Ancak bunun tarihsel süreçte kanıtlanması veya önceki sistem gibi resmîleştirilmesi ya da ekonomik bir başarısızlık olarak hızla terk edilmesi gerekir. ABD ekonomisinde, kısa vadeli kazançların uzun vadeli risklerden ağır bastığı birçok sektör var. Ayrıca, finansal gerçekliğin hâlihazırda ciddi etkiler yarattığı alanlar da bulunuyor. Trump, balayı dönemi sona ermeden –ilk 100 gün içinde– elinden gelenin en fazlasını yapmaya çalışıyor. Yaklaşık 20 gün kala, Demokratlar hâlâ yenilginin şokunu atlatmaya çalışırken, Cumhuriyetçiler kararsız ama sadık kalmışken, Trump uzun vadeli planlama ve koalisyon kurmanın imkânsız olduğu sonucuna varabilir. Ancak, kendisinden önceki başkanların da yaptığı gibi, ihtiyaç halinde daha sonra revize etme umuduyla hızlı ve radikal hareket ediyor. Bu bir mühendislik meselesidir: görünüşte tutarsız ama beklenmedik bir hızla hareket etmek, güçlü ulusal ve uluslararası muhalefet karşısında geri adım atıldığında yeniden yapılanmaya gitmek, ama bu süreçte sonucu şekillendirecek müzakerelere zemin hazırlayacak stratejik ilkeyi ortaya koymak.

Zorunlu olan, Rusya’nın zayıflığının geçersiz kıldığı ticaret sisteminin ötesine geçmektir. Bu tür bir davranış daha önce de görülmüştür; birdenbire ortaya çıkmış değildir. Ancak asıl belirsizlik mühendisliğin olduğu yerdedir. Çıpasız kalan dünya, kendine yeni bir çıpa arıyor.

 

Kaynak: https://geopoliticalfutures.com/the-geopolitics-of-tariffs/

SOSYAL MEDYA