Son zamanlarda genç Amerikalıların ne kadar mutsuz olduğuna dair çok şey duyduk. Yakın zamanda yayınlanan Dünya Mutluluk Raporu’nda Amerika Birleşik Devletleri, bu anketin yapılmaya başlandığı tarihten bu yana en düşük sıralamasına geriledi—ve bu sonucun nedeni, bu ülkedeki 30 yaş altı insanların mutsuzluğu. Peki neler oluyor?
Bu uluslararası mutluluk ölçümlerine, sıralamalarına dair bazı şüphelerim var. Bu sıralamaları hazırlayan kuruluşlar, her zaman “Dünyanın en mutlu ülkesi hangisi?” sorusuna verdikleri cevaplarla dikkat çekerler. Bu cevabı—genellikle Finlandiya, onu, hemen ardından Danimarka ve diğer İskandinav ülkeleri izler—birden fazla ülkedeki insanlara hayat memnuniyetine dair tek bir öz-değerlendirme sorusu sordurarak bulurlar. Bu metodolojiye çok fazla güvenmiyorum çünkü bu kadar sınırlı öz-değerlendirmeye dayanarak ulusları doğru bir şekilde karşılaştıramayız: Farklı kültürlerdeki insanlar farklı cevaplar verecektir.
Ama ben ülkelerin içindeki değişimle, örneğin Amerika’daki genç yetişkinlerin mutluluk oranlarının düşmesiyle daha çok ilgileniyorum. Harvard Üniversitesi İnsan Gelişimi Programı’ndaki meslektaşlarımın da aralarında bulunduğu bir kurumlar konsorsiyumu tarafından yapılan bir ankete dayanan Küresel Gelişim Çalışması benzeri yeni araştırmalar bu konuyu ve diğer pek çok konuyu derinlemesine araştırıyor. Bu araştırma da öz-bildirim yöntemini kullanıyor, ancak beş yıl boyunca takip ettiği 200.000’den fazla kişiden, yaklaşık yarım düzine farklı boyutta ve 22 ülkede, refah konusunda çok daha kapsamlı veriler topluyor. Benim açımdan en önemlisi, anketin gençlerin duygusal ve psikolojik sıkıntılarının ABD gibi zengin ve sanayileşmiş ülkelerde daha belirgin olmasına rağmen, bunun dünyanın her yerinde yaşandığını göstermesidir.
Bilim insanları, uzun zamandır mutluluğun yaşam boyunca U şeklinde seyrettiğini belirtiyorlar: Kişinin kendi beyan ettiği mutluluk düzeyi genç ve orta yetişkinlikte kademeli olarak azalıyor, daha sonra 50 yaş civarında başlayarak yaşamın ilerleyen dönemlerinde tekrar yükseliyor. Dartmouth Üniversitesi’nden ekonomist David G. Blanchflower—bu U şekli hipotezini 2008’de meslektaşı Andrew J. Oswald ile birlikte ortaya atan isim—bu sonucu 145 ülkede teyit etmiştir.
Bu U şeklinin sol tarafı, ergenlerin ve genç yetişkinlerin geleneksel anlamda ortalama olarak orta yaşlılardan daha mutlu olduğunu düşündürür. Ancak son on yıllarda ergenler ve genç yetişkinler arasında teşhis edilen ruh hali bozukluklarındaki iyi belgelenmiş bir artış göz önüne alındığında, yeni tahminlerde sol tarafın aşağıya doğru itilmiş olmasını bekleyebiliriz. Ve gerçekten de, GFS’nin (the Global Flourishing Study) ABD’de ve dünya genelinde yaptığı yeni araştırmanın bulguları tam olarak bunu göstermektedir: Gelişim puanları erken yetişkinlikten itibaren düşmüyor, çünkü artık düşük seviyeden başlıyorlar; beklenen yaşa gelinceye kadar düşük kalıyorlar.
Kötü bir haber bu, gerçekten oldukça kötü. Ancak bazı iyi haberler de var. Gelişim anketi, bu küresel örüntüye dair dikkate değer bir istisna keşfediyor: daha fazla arkadaşı ve yakın sosyal ilişkileri olan gençler arasında eğri daha geleneksel bir U şeklinde oluyor. Bu, günümüzün teknoloji aracılığıyla sosyalleşme çağındaki genç yetişkinlerin gerçek hayatta insan teması ve sevgiden yoksun olduklarına dair kendi araştırmamla örtüşüyor; bunlar olmadan hiç kimse gerçek anlamda gelişemez. Daha fazla insan bağlantısının yarattığı bu istisna, gençlerin mutsuzluk salgınıyla nasıl başa çıkabileceğimizin dayanak noktasıdır.
ABD gibi zengin Batılı ülkelerde mutluluk sorununun daha belirgin olmasının makul bir açıklaması, artan sekülerleşme—yani herhangi bir dini aidiyeti olmayan “hiçbir şeye inanmayanların” sayısındaki artış olabilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde, dinsel bağlılığı olmayanların oranı 2007’den bu yana neredeyse iki katına çıktı ve %29’a ulaştı. Uzmanlar uzun süredir, dini inancı olan insanların ortalama olarak inancı olmayanlardan daha mutlu olduğunu ortaya koyuyorlar.
Bu kadar çok insana somut bir mutluluk artışı sağlayan bir uygulamanın bu kadar belirgin bir düşüşte olması paradoksunu nasıl açıklayabiliriz? Araştırmacılar, bu olgunun zengin ülkelerde baskın hale gelmesinin aslında refahla ilgili olduğunu öne sürüyor: Toplumlar zenginleştikçe, insanlar artık açlık ve erken ölüm gibi acılarla başa çıkmak için dine ihtiyaç duymadıkları için daha az dindar hale geliyor.
Bu ekonomi-deterministik açıklama konusunda bazı şüphelerim var. Geçmiş araştırmalarda da beklenebileceği gibi, yeni anketler, ibadete haftada en az bir kez katılan kişilerin, katılmayanlara göre dünya çapında ortalama yüzde 8 daha fazla gelişkinlik düzeyine sahip olduğunu gösteriyor. Bu bulgular, materyalist hipotezin aksine, zenginliğin metafiziksel huzurun büyük bir kaynağı olmadığını ve dini katılımın mutluluk etkisinin ekonomik faktörlerden nispeten bağımsız olduğunu göstermektedir.
Bu durum, zengin ülkelerde dinin gerilediği dönemlerde pek çok insanın tam olarak neyi kaçırdığı sorusunu gündeme getiriyor. Topluluk bağlantısı ve sosyal sermaye iki olası cevap. Ancak daha derin bir cevap, çalışmanın gelişme kategorilerinden biri olan anlamdır; anlam kategorisi, katılımcılara günlük aktivitelerinin değerli olup olmadığını ve hayatlarının amacını anlayıp anlamadıklarını sorarak ölçülmektedir. Araştırma, kişi başına düşen GSYİH’nin bu anlam hissiyle ters orantılı olduğunu ortaya koyuyor: Bir ülke ne kadar zenginleşirse, vatandaşları kendilerini o kadar anlamsız hissediyor.
Başka araştırmacılar da bu örüntüyü daha önce gözlemlemişti. 2013 yılında Psychological Science dergisinde yayımlanan bir araştırmada, çok daha geniş bir ülke örnekleminde (132 ülke) GFS (the Global Flourishing Study) ile aynı sonuca ulaşıldı: “Hayatınızın önemli bir amacı ya da anlamı olduğunu hissediyor musunuz?” sorusuna, yüksek gelirli ülkelerdeki katılımcılar, düşük gelirli ülkelere kıyasla çok daha zayıf bir inançla yanıt verdi. Araştırmacılar, bu sonuçların büyük olasılıkla zengin ülkelerdeki sekülerleşmeyle açıklanabileceğini belirtti.
Bu durum, bir toplumdaki maddi başarının doğal olarak dini veya maneviyatı, dolayısıyla anlamı ve gelişimi aşağı çekip çekmediği sorusunu gündeme getiriyor. Tarih boyunca pek çok yazar ve düşünür bu görüşü savunmuştur. Hatta İncil’e ve Yeni Ahit’teki şu hikâyeye kadar gidebiliriz: Zengin bir genç adam, cennete girebilmek için ne yapması gerektiğini Hz. İsa’ya sorar. Hz. İsa da ona sahip olduğu her şeyi satmasını, fakirlere vermesini ve ardından kendisini takip etmesini söyler. “Bunun üzerine adamın yüzü asıldı,” der İncil. “Üzgün bir şekilde uzaklaştı çünkü büyük bir serveti vardı.”
Küresel Gelişim Araştırması (GSF) pek çok ilginç örüntüyü ortaya koyuyor ve önümüzdeki yıllarda şüphesiz daha fazla araştırmayı teşvik edecek. Ancak bu bulguları hayatınıza uygulamak için beklemenize gerek yok—özellikle de zengin, sanayi sonrası bir ülkede yaşayan bir genç yetişkinseniz. İşte hemen yapabileceğiniz üç şey:
- Aile ve arkadaşlarla kurduğunuz yakın ilişkileri neredeyse her şeyin üstünde tutun. Mümkün olduğunca bu sevdiklerinizle etkileşimde teknolojik platformları kullanmaktan kaçının; yüz yüze iletişime odaklanın. İnsanlar, birbirleriyle doğrudan ilişki kurmak üzere yaratılmıştır.
- İçsel yaşamınızı nasıl geliştirebileceğinizi düşünün. Daha önceki yazımda bahsettiğim gibi, “nones” (hiçbir şeye inanmayan) olma eğilimi göz önünde bulundurulduğunda bu, karşı kültürel bir hamle gibi görünebilir. Ama maneviyatı, örgütlü dinle sınırlı olmayan inançlar, pratikler ve deneyimler olarak geniş biçimde tanımlayalım—günlük koşuşturmanın ötesine geçmenize ve amaç ile anlam bulmanıza yardımcı olabilecek felsefi bir yolculuk bile olabilir.
- Maddi konforlar güzeldir ama kalbinizin gerçekten ihtiyaç duyduğu şeylerin yerini tutamazlar. Para mutluluk satın alamaz; bunu yalnızca anlam sağlayabilir.
Bu sonuncusu bir klişe, biliyorum. Ama klişeler genellikle doğru oldukları için klişeleşirler—ve gelişim anketi, bu önemli gerçekleri unutma tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bazen, soğuk ve sert veriler, her zaman bildiğimiz ama gözden kaçırdığımız şeyleri hatırlamamız için gereken şeylerdir.
*Arthur C. Brooks Amerikalı bir yazar ve akademisyendir. Brooks, 2019 yılından bu yana Harvard Kennedy School‘da Parker Gilbert Montgomery Kar Amacı Gütmeyen Kuruluş ve Kamu Liderliği Uygulamaları Profesörü olarak ve Hardvard Business School‘da Yönetim Uygulamaları Profesörü ve Fakülte Üyesi olarak görev yapmaktadır.
Source: https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2025/05/young-people-global-unhappiness