Gazze Yürüdüğü Sürece Düşmeyi Reddeder

Şimdi, soykırım tüm şiddetiyle yeniden başlamışken, insanlar bir kez daha sokaklarda amaçsızca dolaşıyor. Ama bu kez ölümden korkmuyorlar. Hayattan korkuyorlar — artık bir “hayat” olmayan, cehenneme doğru acımasız bir inişten ibaret bir hayattan. Yine de yürüyorlar. Ne araba var, ne otobüs, ne yakıt — sadece ilerleme iradesi.
Mayıs 28, 2025
image_print

Soykırımdan önce Gazze’de yürümek bir özgürlük eylemiydi; huzur veren sade bir zevkti.
Sokaklar canlıydı — hareket, kahkaha ve sohbetle dolup taşardı. Her yolu ezbere bilirdim, her köşe bana tanıdık gelirdi. Kaybolmaktan hiç korkmazdım: Gazze’nin sokakları beni her zaman eve götürürdü.
Artık yürümek iyileştirici değil, acı verici. Bir zamanlar öğrencilerin, işçilerin, ailelerin ayak izlerini taşıyan yollar şimdi enkaz altında. Her gün geçtiğim yerler — dükkanlar, okullar, evler — yok olmuş. Geriye kalan ise tanınmaz ve boğucu bir yıkım manzarası.
Gazze’de yürümek artık tanıdık bir kucaklaşma değil, doğrudan bir kayıpla yüzleşme.
Yollar sadece yıkılmış binaların molozlarıyla dolu değil; aynı zamanda toplanmamış çöplerin döküldüğü açık birer çöplüğe dönüşmüş. Gazze’de belediye hizmetleri çökmüş durumda. Sokakları temiz tutan çöp kamyonları ya yok edilmiş ya da yakıt yetersizliğinden hareket edemez hâlde.
Her köşe başında çöp yığınları birikiyor, güneş altında çürüyerek havaya sinen dayanılmaz bir koku yayıyor. Bu atıklardan yükselen sivrisinek sürüleri, zaten açlık ve yetersiz beslenmeden mustarip halk arasında hastalık yayıyor. Enfeksiyonlar hızla yayılıyor, ancak ne ilaç var, ne yardım, ne de bu kısır hastalık döngüsünü kıracak bir yol.
Eskiden bu sokaklarda yürürken, dükkanlarının önünü süpüren esnafları ve sırtlarında okul çantalarıyla koşan çocukları görürdüm. Şimdi ise dikkatlice yürüyorum; bir zamanlar gelişen bir şehrin kalıntıları olan pislik yığınlarının üzerinden atlayarak ilerliyorum.
Zaten açlık ve savaşla tükenmiş olan Gazze halkı, her geçen gün zayıflayan bedenleriyle bu çürüyen manzaranın içinde yolunu bulmaya çalışıyor.

Siyah Tabanlar

Yürürken etrafımdaki insanların ayaklarına dikkat ediyorum. Birçoğu çıplak ayakla yürüyor — ayakları acı dolu hikâyeler anlatıyor, tabanları kirden kararmış.
Hâlâ ayakkabısı olanlar, onları ince bir kumaş tabakası hâline gelene, zar zor bir arada durana kadar giyiyorlar. Yeni bir ayakkabıya sahip olmak artık bir lüks; insanlar ellerindekini parçalanana dek kullanıyor.
Gazze’de yürümek artık sadece duygusal değil, fiziksel olarak da acı verici bir deneyim. Her adım, yorgunlukla, açlıkla, yaralarla verilen bir mücadele. Yollar, bir zamanlar sahip oldukları enerjiyle yürüyemeyecek kadar zayıflamış bedenleriyle yavaşça ilerleyen insanlarla dolu. Gözlerinde, hayatta kalmanın bedelini okuyorum.
Bir tikiyeh’in, yani bir hayır mutfağının önünden geçiyorum; çocuklar, küçücük bir yemek payı için sonu görünmeyen kuyruklarda bekliyor. Bu çocuklar bir zamanlar sabahları okula koşarak gider, arkadaşlarıyla gülüp oynardı. Şimdi ise sessizce duruyorlar; bedenleri narin, gözleri boş.
Açlık, onların çocukluğunu çalmış; yerine, sadece beklemekle tanımlanan bir varoluş bırakmış: yemek beklemek, su beklemek, acılarının sona ermesini beklemek.
Yolun ilerisinde, bir su istasyonuna doğru uzanan başka bir sıra daha var. Pompaları çalıştıracak yakıt olmadığı için temiz su son derece kıt. İnsanlar boş şişeler, sürahiler ve kovalar taşıyor; bulabildikleri her şeyi doldurmaya çalışıyorlar.
Aileler suyu dikkatlice paylaştırıyor; çünkü bir daha ne zaman su bulabileceklerini bilmiyorlar. Gazze’nin susuzluğu yalnızca suya değil; en temel ihtiyaçlar için dilenmeden yaşama hakkına, onuruna da susamışlık.

Hâlâ Ayakta

Yıkımın arasında, hâlâ ayakta duran bazı evler görüyorum — ama sadece kısmen. Duvarlar çatlamış, çatılar çökmüş, pencereler paramparça olmuş.
Gidecek başka yeri olmayan aileler, yıkılmış evlerini yeniden yaşanabilir kılmaya çalışıyor. Duvarlardaki koca deliklerin üzerine kumaşlar ve eski giysiler asıyorlar; biraz mahremiyet, biraz barınak hissi yaratma umuduyla. Bu derme çatma örtüler rüzgârda savruluyor; dış dünyaya karşı kırılgan bir bariyer oluşturuyorlar.
Eskiden bu evler sıcaklıkla doluydu; ev yapımı yemeklerin kokuları, çocukların oyun sesleri, aile toplantılarının huzuru buralarda hissedilirdi. Şimdi ise soğuk ve yıkıklar; sakinleri, bir sonraki saldırının duvarları tamamen yerle bir etmesinden korkarak yaşıyor.
Yürümeye devam ettikçe yolum beni Refah’taki Mısır-Filistin sınırına götürüyor. Burası bir zamanlar dış dünyayla bağlantıyı, güvenliğe açılan bir geçidi simgeliyordu. Şimdi ise çıkmaz bir yol. İsrail’in talimatıyla kapatılan sınır, 2,5 milyon insanı açık hava hapishanesine mahkûm ediyor.
2024 yılı Mayıs ayının başlarında İsrail’in Refah Sınır Kapısı’nın kontrolünü ele geçirmesinden bu yana, buradan ilaç, gıda ve temel ihtiyaç malzemelerinin girişine izin verilmiyor.
Acil tıbbi müdahaleye ihtiyacı olan hastalar, burayı terk etme hakkından mahrum bırakılıyor. Yurtdışında burs kazanmış öğrenciler, hayallerinin ellerinden kayıp gittiğini izliyor. Zaten her şeyini kaybetmiş ailelere, bu sınırların ötesinde sığınacak bir yer bile bulamayacakları söyleniyor.
Bu, toplu bir cezalandırma: bütün bir nüfusu hayatta kalma mücadelesine mahkûm eden kasıtlı bir zulüm.
Eskiden sınırı hiç düşünmezdim. Gerek yoktu. Gazze’de yaşam zordu ama bir hareket vardı, bir ihtimal vardı. Şimdi attığım her adım, kapana kısıldığımızı hatırlatıyor. Sokaklar özgürlüğe değil, daha fazla acıya çıkıyor.

Hâlâ Yürüyor

Ateşkes sadece bir yanılsamaydı. Bombalar belki bir anlığına sustu, ama acı hiç dinmedi.
Sokaklar hâlâ yıkımla dolu, marketler boş raflarla, hastaneler ise tedavi edilemeyen hastalarla dolup taşıyor.
Güney’e, güvenlik umuduyla kaçanlar geri döndüklerinde, aynı çadırları, aynı açlığı, aynı çaresizliği buldular.
Yardım kamyonlarının girişine zaman zaman izin verilse bile, fiyatlar akıl almaz derecede yüksek. Bir yıldan fazladır çalışamayan insanlar, şimdi iki katına çıkan gıda fiyatlarını nasıl karşılayabilir?
Ne yeniden inşa var, ne iyileşme, ne de normale dönüş. Ateşkesin amacı hiçbir zaman barış getirmek değildi; sadece bir sonraki saldırıdan önce alınan kısa bir nefesti.
Şimdi, soykırım tüm şiddetiyle yeniden başlamışken, insanlar bir kez daha sokaklarda amaçsızca dolaşıyor. Ama bu kez ölümden korkmuyorlar. Hayattan korkuyorlar — artık bir “hayat” olmayan, cehenneme doğru acımasız bir inişten ibaret bir hayattan.
Yine de yürüyorlar. Ne araba var, ne otobüs, ne yakıt — sadece ilerleme iradesi.
Başörtüleriyle, uzun geleneksel giysileri içinde kadınlar; yüzlerinde kederin izleriyle yürüyorlar — ama yine de gülümsüyorlar.
Çocuklar, narin omuzlarında su testileri taşıyor; ayakları tozla kaplı, ama yine de yürümeye devam ediyorlar.
Her şeyini kaybetmiş adamlar görüyorum — ailelerini, evlerini, geçim kaynaklarını — ama yine de bir adım daha atıyorlar.
Soykırımdan önce yürümek, iyileşmenin bir parçasıydı. Şimdi ise doğrudan acıyla yüzleşmek.
Ama Gazze yürümeye devam ettiği sürece, düşmeyi reddediyor. Harabelerin arasında bile Gazze yürümeye devam ediyor.
Ve biz yürümeye devam ettiğimiz sürece, hâlâ buradayız.

*Asmaa Abdu, insani yardım kuruluşu Sameer Project’te proje koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

Kaynak: https://electronicintifada.net/content/long-gaza-walks-it-refuses-fall/50692

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA