İsrail’in Gazze’ye yönelik 600 gündür sürdürdüğü soykırım, yalnızca klasik savaş yöntemleriyle değil, aynı zamanda insani yardımı araçsallaştırarak yürütülen sistematik bir şiddet biçimiyle de şekilleniyor. Gazze’de yaşayan Filistinlilerin temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılması, bu mahrumiyetin İsrail işgali tarafından yönlendirilmesi, yönetilmesi ve dış dünyaya “yardım ediliyormuş” izlenimi verilmesi, İsrail’in yeni kuşatma stratejisinin temel bileşenleri arasında yer alıyor. Bu stratejinin en güncel ve çarpıcı örneği, 2025’in Mayıs ayında ilan edilen İsrail kontrollü, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) destekli Gazze İnsani Yardım Vakfı’dır. Vakıf, görünüşte insani yardım sağlamak amacıyla kurulmuş bir yapı olarak tanıtılsa da sahadaki uygulamaları yardım değil, denetim, itaat ve nüfus mühendisliği pratiğine işaret ediyor. Nitekim vakıf aracılığıyla dağıtılan yardımlar, İsrail’in Gazze nüfusunu belirli bölgelere yönlendirmek, yerinden etmek ve nihayetinde demografik yapıyı yeniden şekillendirmek için kullandığı bir baskı mekanizmasına dönüşmüştür. Bu proje İsrail’in Gazze’yi adım adım işgal etme, Gazzelileri zorla ve/veya gönüllü olarak göç ettirme, yerinden etme, insani yardımı araçsallaştırarak Filistinlilere şantaj yapma ve uluslararası odağı soykırım uygulamalarından kaydırma amaçlarına matuftur. İsviçre’nin başkenti Cenevre’de kurulan vakıf her ne kadar ABD tarafından bağımsız olarak tanıtılsa da İsrail güdümlü soykırım politikalarına hizmet etmesinden ötürü vakfın icra direktörü istifa etmiştir. Birleşmiş Milletler’in (BM) şiddetle karşı çıktığı bu proje ile İsrail insani yardımı, etnik temizlik stratejisinin bir parçası haline getirmektedir.
İsrail’in Yeni Nesil Müdahale Mekanizması
İsrail’in Gazze’ye yönelik yürüttüğü uzun soluklu abluka ve kuşatma politikası, 2025 yılı itibarıyla farklı biçimlerde evrilerek devam etmektedir. Bu bağlamda ortaya çıkan Gazze İnsani Yardım Vakfı, görünürde insani yardım sağlamayı amaçlayan, ancak pratikte sivilleri baskı altına alan, yaşam alanlarını daraltan ve Gazze toplumunu daha da kırılgan hale getiren yeni bir müdahale aracıdır. Kamuoyunda “yardım operasyonu” olarak sunulan bu yapı, gerçekte Gazze’nin sosyo-ekonomik ve demografik dokusunu dönüştürmeye yönelik stratejik bir aygıt olarak tasarlanmıştır. Vakfın faaliyet modeli, İsrail’in insani yardım pratiğini bir tür siyasal mühendislik projesine dönüştürdüğünü ortaya koymaktadır. Ana akım medyada yer aldığı gibi, bu proje kapsamında yardımlar yalnızca Gazze’nin güneyinde belirli “güvenli alanlar”da dağıtılmakta, Gazze’nin kuzeyinde yaşayanlar ise sistemli olarak yardımdan mahrum bırakılmaktadır. Bu durum, bir yandan yardımın kontrolünü ele geçirme çabası iken, diğer yandan kuzeyde kalan nüfusu güneye göç etmeye zorlayarak demografik yeniden düzenleme girişimini desteklemektedir. Yardıma erişimin mekânsal olarak sınırlanması, aslında fiziksel yerinden etmenin insani yardım eliyle gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir.
Vakfın insani yardım projesinin altyapısı, sivil toplum kuruluşları yerine doğrudan İsrail denetiminde olan ve uluslararası insan hakları örgütleri gibi kurumların izleme mekanizmalarının dışında faaliyet gösteren aktörlere emanet edilmiştir. Yardım merkezlerinin çevresi yüksek çitlerle çevrili, güvenlik kameralarıyla donatılmış ve İsrail işgal güçlerinin kontrolündedir. Yardım almaya çalışan sivillerin uzun saatler boyunca güneş altında bekletildiği, biyometrik verilerinin alındığı ve zaman zaman şiddetle karşılaştığı gözlemlenmiştir. Bu durum, insani yardımın bir hak değil, iktidarın bir lütfuymuş gibi kurgulandığını göstermektedir. İsrail’in bu yeni projesi, geçmişte Filistin toplumuna uyguladığı sistematik kontrol mekanizmalarının daha sofistike bir biçimidir. Proje, insani yardım görünümünde, Gazze’deki nüfusun hem fiziksel hem de psikolojik olarak disipline edilmesini amaçlayan bir araç haline gelmiştir. Bu bağlamda proje, insani yardım ilkesinin özünü teşkil eden tarafsızlık ve bağımsızlık ilkelerini ihlal etmektedir.
İnsani Yardımın Silahlaştırılması
Bu proje örneği, yardımın yalnızca bir dayanışma aracı olmadığını, uygun ellerde ve belirli siyasi hedeflerle dönüştürüldüğünde bir denetim ve cezalandırma aygıtına dönüşebileceğini ortaya koymaktadır. İsrail’in bu bağlamda uyguladığı strateji, yardımın “araçsallaştırması/silahlaştırılması” biçiminde tanımlanabilecek bir pratik üretmektedir. Yardımın koşullara bağlanması, mekânsal erişimin engellenmesi, yardımı alanların fişlenmesi ve süreçte şiddet kullanımının olağanlaşması, bu durumun açık göstergeleridir.
Proje, dağıtım noktalarında yaşanan olaylar, bu yapının aslında bir tür “düzenli kaos” üzerine inşa edildiğini göstermektedir. Yardım almak isteyen sivillerin birbirine karşı sürüklendiği, sınırlı kaynaklar için yoğun rekabetin yaşandığı ve güvenlik güçlerinin müdahaleleriyle ölümcül sonuçların ortaya çıktığı bu ortam, yardımın bir umut değil, korku ve tahakküm kaynağına dönüştüğünü kanıtlamaktadır. Ana akım medyada yer alan bilgiler, bu noktalarda İsrail işgal güçlerinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybeden siviller olduğunu göstermektedir. Bu durum, yardımın bizzat ölüm riski taşıyan bir deneyime dönüşmesini beraberinde getirmektedir.
Yine yardım paketlerinin içeriği ve lojistik yapısı da eleştiri konusudur. Yardım kutularının çoğunlukla İsrail menşeli ürünlerden oluşması, İsrail’in uyguladığı açlığı ekonomik kâra dönüştürdüğü izlenimini vermektedir. Gazze’deki kıtlık politikası ile yaratılan pazar boşluğu, İsrail tarafından doldurulmakta; aç bırakılan nüfus, yardım ambalajı altında İsrail ürünlerine bağımlı hale getirilmektedir. Bu, sadece ekonomik bir sömürü değil, aynı zamanda Filistin toplumunun kendine yeterlilik kapasitesinin sistemli biçimde çökertilmesidir.
Bu strateji, sadece Gazze halkını değil, insani yardım mekanizmalarını da hedef almaktadır. Uluslararası kurumlar —özellikle Birleşmiş Milletler’in UNRWA gibi yapıları— İsrail ve ABD yönetimleri tarafından itibarsızlaştırılmış, fonları kesilmiş ve faaliyetleri engellenmiştir. İnsani yardım projesi bu noktada, mevcut yapıları bypass eden ve yardımı doğrudan İsrail’in belirlediği kanallar üzerinden yönlendiren bir alternatif olarak sunulmuştur. Böylece insani yardım, bağımsız kurumların eliyle değil, İsrail işgal kuvvetleri denetiminde işleyen bir ağ haline getirilmiştir.
İsrail’in bu proje üzerinden yürüttüğü bu “yardım mimarisi”, aslında bir tür sosyo-politik mühendislik projesidir. Hedeflenen yalnızca bireysel hayatta kalma koşullarını sınırlandırmak değil; aynı zamanda kolektif eylem alanlarını dağıtmak, sivil toplum yapılarını çözmek ve Gazze toplumunu yardıma bağımlı, edilgen ve yönsüz hale getirmektir. Bu strateji, klasik askeri operasyonlardan farklı olarak, sivil alanı parçalayarak direnişin toplumsal zeminini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
Sonuç olarak İsrail’in insani yardım projesi Gazze’yi kuşatma ve tamamen yaşanılmaz kılma stratejisinin yeni bir örneğidir. Dolayısıyla proje, insani yardımın modern savaş ve işgal stratejileri içerisinde nasıl araçsallaştırıldığını gösteren çarpıcı bir örnektir. Lanse edilen hedef ‘Gazzelilere insani yardım ulaştırmak’ gibi görünse de bu yapının esas işlevi, Gazze’yi yaşanabilirlikten uzaklaştırmak, nüfusu yerinden etmek ve sivilleri sürekli bir hayatta kalma mücadelesine mahkûm etmektir. Bu bağlamda proje, yardım kisvesi altında işleyen bir kuşatma, işgal ve etnik temizlik düzeninin bir parçasıdır. Yardımın bir hak olmaktan çıkarılarak bir denetim mekanizmasına dönüştürülmesi, yalnızca ahlaki değil, hukuki anlamda da ciddi sorunlar yaratmaktadır. Toplu cezalandırma, zorla yerinden etme ve sistematik aç bırakma gibi uygulamalar, uluslararası hukukun temel ilkelerine açıkça aykırıdır. Ancak uluslararası toplumun bu süreçte etkisiz ve sessiz kalması, İsrail’e bu stratejiyi daha da pervasızca uygulama alanı açmaktadır. Ayrıca proje, sadece bugünkü kuşatmayı değil, Gazze’nin geleceğini de şekillendirmeyi hedefleyen bir projedir. Bu proje ile yardımın içeriği kadar dağıtım biçimi de politize edilmiştir. Dolayısıyla Gazze’deki açlık, yoksulluk ve yıkım doğal afetlerin değil, İsrail’in bilinçli tercihleriyle şekillendirilmiş bir siyasi projenin ürünüdür.